Mitoloji ve Dinler Tarihi Çerçevesinde Yaratılışa İlişkin Düşünceler
Semavi dinlerin ilk kutsal kitabı olan Tevrat’ta Evrenin yaratılışı ilk beş ayette özetlenmiştir. Daha sonra ele alınanan ayetler yeri geldiğinde ele alınacaktır. Şimdi ilk beş ayeti inceleyerek bilimin de vardığı son noktayı göstererek konumuza bir giriş yapalım.
1.Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı.
2.Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.
3.Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu.
4.Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı.
5.Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün.
Tevrat / Tekvin
Herşey, Büyük Patlamayla (Big Bang); evrenin yaklaşık 13,7 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktasında meydana gelen bir patlama ile başlamıştır. Bu patlamanın sonucu, halen genişlemeye devam eden evrenin, geçmişteki belirli bir zamanda sıcak ve yoğun bir başlangıç durumundan itibaren genişlemekte olduğudur. Çok uzak galaksilerin ve galaksi kümelerinin konumumuza oranla “görünür hız”a sahip olduklarını ortaya koyan bir kanıt olarak ele alındığında, bunlardan en yüksek “görünür hız”la hareket edenlerin en uzak olanları olduğu görülmektedir. Galaksi kümeleri arasındaki uzaklık gitgide artmakta olduğuna göre, bunların hepsinin geçmişte bir arada olmaları gerekmektedir.
BAP 1
Big Bang modeline göre, evren genişlemeden önceki bu ilk durumundayken aşırı derecede yoğun ve sıcak bir halde bulunuyordu. Bu ilk hale benzer koşullarda üretilen “parçacık hızlandırıcı“larla yapılan deney sonuçları bunun kanıtıdır. Fakat bu hızlandırıcılar, şimdiye dek yalnızca laboratuvar ortamındaki yüksek enerji sistemlerinde denenebilmiştir. Evrenin genişlemesi olgusu bir yana bırakılırsa, Big Bang teorisinin, ilk genişleme anına ilişkin bir bulgu olmaksızın bu ilk hale herhangi bir kesin açıklama getirmesi mümkün değildir. Kozmozdaki hafif elementlerin günümüzde gözlemlediğimiz bolluğu, Big Bang teorisince kabul edilen ilk sonuçlarına uygun olarak, evrenin ilk hızlı genişleme ve soğuma dakikalarındaki nükleer süreçlerde hafif elementlerin oluşmuş olduğu tahminleriyle örtüşmektedir. (Hidrojen ve helyumun evrendeki oranı, yapılan teorik hesaplamalara göre Big Bang’den arta kalması gereken hidrojen ve helyum oranıyla uyuşmaktadır. Evrenin bir başlangıcı olmasaydı, evrendeki hidrojenin tümüyle yanarak helyuma dönüşmüş olması gerekirdi.) Bu ilk dakikalarda, soğuyan evren bazı çekirdeklerin oluşmasına imkan sağlamış olmalıydı. (Belirli miktarlarda hidrojen, helyum ve lityum oluşmuştu.)
Hafif elementlerin bazı ağır elementleri nasıl meydana getirebilecekleri konusu, bir süre bu konuyu araştıranları düşündürmüştür. Bilim insanlarının çoğu, evrenin başlangıcında, bir Big Bang olayının cereyan etmiş olduğuna ancak 1964/1965’te, evrenin sıcak ve yoğun döneminin kanıtı olarak kabul edilen “kozmik mikrodalga arkaplan ışıması“nın ya da Georges Lemaître’in kullandığı terimlerle « Big Bang’ın soluk ışıklı yankısı»nın keşfinden sonra ikna oldular.
Big Bang yani Büyük Patlama teorisi genel hatlarıyla böyle açıklanmaktaydı. Ancak son zamanlarda sicim teorisi ortaya atılmış ve Büyük Patlama’nın evrenin bir yerinde değil birçok yerinde oluştuğu fikri de tartışılmaya başlanmıştır. Daha önce belirttiğimiz gibi bu konu hakkında açık bir teori yoktur. Ama var olma olasılığı da sıfır değildir. Paralel evrenlere kadar açılan bu konu da incelenebilinir. Biz şimdilik tek noktadan başlayan oluşuma değindik. Şimdi asıl konumuza bir başlangıç yaparak, Kutsal Kitaplarla bilimin geldiği noktayı gözler önüne serecek arada pek bir fark olmadığını kanıtlayacağız.
Semevi dinlerin son kutsal kitabında bu konu hakkında bilgiler verilmiştir. Ancak şu asla unutulmamalıdır. Bu konular Kur’an’ın Al-i İmran suresinin 7. ayetinde de belirtildiği gibi müteşabih yani birden fazla anlam içeren ayetler olduğu için bu konular hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Günümüzdeyse Kur’an da yazılanları anlamak kolaylaşmış ve doğru tefsirler, doğru yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Örneğin evrenin genişlemesiyle ilgili ayetler hakkında 1400 yıl önce yorum dahi yapılamazken bu konu hakkında günümüzde daha doğru ve mantıklı açıklamalar yapılabilmektedir. Bu konulara girmeden önce Kur’an’da evrenin nasıl yaratıldığına değinilen bir kaç ayeti mealen belirtelim ve daha sonra da bu ayetler hakkında yorum yapmaya çalışalım.
“İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi?Hâlâ inanmayacaklar mı?” Enbiya-30 Ayetinde yazılanlar, günümüzde daha mantıklı şekilde açıklanır hale gelmiştir. Bu ayette suresinin “gökler ve yer bitişikken” ifadesi kullanılmıştır. Bilim adamları da tek bir noktadan başlayan bir oluşumdan söz etmektedirler. Daha önce tek parça olan bir cismin ayrılışından söz edilmektedir ve bu ifade tarzıyla bing bang teorisi arasında herhangi bir tezat yoktur. Hele ayetin devamında söz edilen “diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi?” ifadesi bilim ile son Kutsal kitap olan Kur’an arasında anlatım ya da izah diyelim, hiçbir fark yoktur. Bilim adamlarına göre de hayat sudan başlamıştır.Yukarıdaki örneklerde bütün bunları görmüş olduk.
İlk kutsal kitap olan Tevrat’a geri dönelim.
“….ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.
Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu.
Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü.
Ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı.
Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün.”
Tevrat /Tekvin
İkinci ayette suların üzerinde yüzen bir yaratıcıdan söz edilmektedir. Ayet, Allah’ın ruhu suların üzerinde yüzüyordu olarak sunulmuştur. Her canlının bir ruhu olduğunu bilmekteyiz ancak Allah’ın ruhu ifadesi Tevrat’ta yer aldığına göre hiç bilmememize rağmen burada Allah’ın ruhun’ dan kasıt yarattığı bir varlık olduğu, yada Allah’ın ruhu olduğu anlamı çıkar, ki doğru olanı birinci anlam olsa gerektir. Çünki ‘Allah’ın ruhu’ ancak Allah’ın sıfatı olarak düşünülebilir. Benzer ifadeler, eski kavimlere ait Mit’lerde de görülmektedir. Şimdi bir de mitlere göz atalım.
“Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı Kara Han (Kuday) ile Kişi vardı. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kara Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kara Han’ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı’dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kara Han’dan yardım istedi. Tanrı Kara Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, ‘Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kara Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kara Han, Kişi’ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kara Han’a götürdü. Kara Han, Kişi’nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu….”
Eski Ahit Ve Yeni Ahit Kaynaklarında Yaratılış Tevrat’ın Genesis (Tekvin) bölümünde başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yaratmıştır. Tanrı’nın kâinatı yarattığında yer ıssız ve boştur. Okyanus karanlıkla kaplıdır ve Tanrı’nın ruhunun suların üstünde hareket etmektedir. Tanrı ışığı yarattığı zaman ışığın iyi olduğunu düşünerek ışığı karanlıktan ayırmış ve gece ile gündüzü meydana getirmiştir. Akşam ve sabah olmuştur ve ilk gündür. İkinci günde, göğü ve suları birbirinden ayırmıştır. Üçüncü günde, denizleri ve karaları birbirinden ayırarak karalar üzerinde çeşitli bitkiler yaratmıştır. Dördüncü günde, günler, aylar ve yılların belirlenmesinden sonra iki büyük ışık olan gündüze hükmeden güneşi ve geceye hükmeden ayı yaratmıştır. Yıldızları da güneş ve ay ile birlikte yaratmıştır. Beşinci günde, denizlerde deniz canlılarını, gökyüzünde gök canlılarını, kara hayvanlarını ve insanı yaratmıştır. Denizlerde ve karadaki hayvanlara çoğalmaları için kutsamıştır. Altıncı günde, Tanrı gökleri, yeryüzünü ve içindeki tüm canlıları yarattıktan sonra, insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Tanrı ilk insan çiftini kutsamıştır. Üreme yoluyla yeryüzünde çoğalması, yeryüzü ile yer ve göklerdeki canlılar üzerinde hâkimiyet kurması emredilmiştir. Yiyecek olarak yerin bitirmiş olduğu her bitki, meyvesi olan her ağaç kendilerine sunulmuştur (Tevrat/Tekvin BAP 1, 2005: 1-2).
Yedinci günde Tanrı yapmış olduğu işi bitirmiş ve istirahat etmiştir. Tanrı yedinci günü kutsamıştır çünkü bütün işlerinden o gün istirahat etmiştir (Tevrat/Tekvin BAP 2, 2005: 2).
Tevrat’taki, insanın yaratılış hikâyesi de şöyledir; Tanrı ilk insanı ya da ilk Âdem’i topraktan şekil vererek ve burnuna hayat nefesi üfleyerek yaratmıştır. Sonrasında doğu tarafında Aden’de bahçe yaparak orada topraktan meyve veren güzel görünüşlü ağaçlar bitirmiştir. Tanrı hayat ağacını ve iyiyi ve kötüyü bilme ağacını bahçenin tam ortasında yaratmıştır. Bahçeyi sulama için Aden’den bir ırmak çıkmıştır. Irmak bölünerek dört kola (Pişondur, Gihon, Dicle ve Fırat ırmakları) ayrılmıştır. Tanrı, bahçenin korunması ve bakımı ile ilgilenmesi için yaratmış olduğu Âdem’i yetiştirmiştir. Bahçedeki bütün ağaçlardan yiyebileceğini ancak iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yerse öleceğini bildirmiştir. Tanrı sonra Âdem’in tek başına olmasının iyi olmadığını düşünerek onun için uygun bir yardımcı yaratmaya karar vermiştir. Ayrıca her cinsten hayvanlar yaratmıştır. Âdem bu yaratılan hayvanlara isim vermiştir. Hayvanların her birinin adını ne koydu ise hayvanlar o isim ile anılmaktadır. Fakat Âdem için uygun bir yardımcı bulunamamaktadır. Bu durum üzerine Tanrı Âdem’e derin bir uyku verir ve Âdem uykudayken Tanrı Âdem’in kaburga kemiklerinden birini alarak kadını yaratmıştır. Âdem, kadın kendisine verildiğinde kemiklerinden ve etinden olduğu için kadına anne babasından daha çok sıkı bağlanacağı ifade edilmiştir. Ayrıca Âdem ve kadının çıplaktır ve utançları yoktur (Tevrat/Tekvin BAP 2, 2005: 2-3).
Kadın yaratıldıktan sonra Tanrı’nın yaratmış olduğu tüm kara hayvanlarının içerisinde en hilekâr olan yılan, kadına bahçedeki ağaçlarla ilgili olarak yasak hakkında soru sorar. Kadın her ağaçtan yiyebileceklerini fakat Tanrı’nın bahçenin ortasındaki ağaçtan yemeyi ve ağaca yaklaşmayı yasakladığını anlatır. Bunun üzerine yılan kadına eğer ağaçtan yerlerse ölmeyeceklerini ve eğer yerlerse tam tersi gözlerinin açılarak iyi ve kötüyü ayırt etmede Tanrı kadar iyi olabileceklerini anlatmıştır. Kadın ağacın güzel ve hoş olduğunu, insanı anlayışlı yaptığını düşünerek ağacın meyvesinden yer ve kocasına da vererek ona da yedirir. Böylece birden gözleri açılır ve çıplaklıklarını fark ederler. İncir yapraklarından kendilerine örtü yaparlar. Tanrı’nın geldiğini görünce ağaçların arasına gizlenmişlerdir. Tanrı, Âdem’in yasak meyveden yediğini öğrendiğinde sorgulama başlamaktadır. Âdem, meyveyi kadının kendisine verdiğini söylemiştir. Kadın kendisini yılanın kandırdığını söylemiştir. Tanrı yılana, kadına ve Âdem’e cezalarını bildirmiştir. Yılanın cezası; lanetlenerek karnının üzerinde yürümek, ömrü boyunca toprak yemeye mahkûm olmak ve kadın ile kendi arasına ve zürriyetleri arasına düşmanlık konmasıdır. Kadının cezası; doğum ve gebelik acılarının artırılması, kocasına meyletmesi, gönül vermesi ve kocasının kendisine hâkim olmasıdır. Âdem’in cezası; Tanrı’nın yasağını çiğnediği ve karısının sözünü dinlediği için toprağın kendisinden dolayı lanetlenmesi, yiyeceğini topraktan zahmet ile elde etmesi ve tekrardan toprağa dönene kadar alın teri ile ekmeğini kazanmasıdır. Âdem karısına yaşayan anlamına gelen Havva ismini vermiştir. Tanrı, Âdem’i ve Havva için deriden bir kaftan yaparak giydirmiştir. Tanrı, iyilik ve kötülük ağacından yiyen Âdem’in iyiyi ve kötüyü bilmede kendisi gibi olduğunu ifade eder. Tekrar bir hata yapıp hayat ağacına uzanarak ebediyete ulaşmasın diye Tanrı Âdem’i Aden bahçesinden kovmuştur ve hayat ağacı için Aden bahçesinin dört yanına, her tarafa dönen kılıçlar yerleştirmiştir. İnsanlığın yeryüzü macerası böylece başlamıştır (Tevrat/Tekvin BAP 3, 2005: 3-4).
Yeni Ahit kaynaklarında ilk insanın yaradılış ile ilgili bilgi bulunmamakla beraber İsa’nın yaratılışı özel olarak ele alınmış ve mucizevi olaylara etraflıca değinilmiştir. Matta İncil’inin başlangıcında yaratılış hakkında bilgi verilmemiştir. İncil İbrahim oğlu, Davud oğlu, İsa Mesih’in kitabı olduğu belirtilmiştir. İbrahim’den Davud’a kadar olan on dört nesil olduğundan bahsedilerek başlar ve Matta İncil’i Meryem’den İsa Mesih’in doğumunu konu almıştır (İncil/Matta BAP 1, 2005: 1).
Markos İncil’ine göre İsa Tanrı’nın oğludur. Günah çıkarma ve vaftiz edilmeyi konu almıştır. Markos İncil’inin başlangıcında İsa’nın İncili anlatmasından bahsedilir (İncil/Markos BAP 1-2, 2005: 45-47).
Luka İncil’i Zekeriya’ya kısır ve yaşlı eşinden doğacak bir oğul müjdesi ile başlamaktadır. Bakire Meryem’e gebe kalacağı ve doğacak çocuğunun adının İsa olacağı bildirilmiştir. Doğacak çocuğun büyük olacağı ve ona Tanrı’nın oğlu olarak bilineceği söylenmiştir (İncil/Luka BAP 1, 2005: 72-73).
Yuhanna İncil’ine her şey bir söz ile başlamıştır. Başlangıçta Tanrının kontrolündedir. Her şey söz ile olmuştur. Allah tarafından gönderilmiş bir adam ortaya çıkmıştır ve adı Yahya’dır. Tanrıyı hiç kimse görmemiştir. Ancak oğlunun bildirdiği kadar bilinmektedir. Yahya, İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu bildirmiştir (İncil/Yuhanna BAP 1, 2005: 118-119).
Yeni Ahit kaynaklarında yaratılış kavramları detaylı olarak belirtilmemesine rağmen Katolik inancın benimsemiş olduğu “Lekesiz Gebelik” öğretisinde İsa’nın lekesiz olarak anne rahmine düşmesinin yanı sıra Meryem’in de annesinin rahmine lekesiz olarak düştüğü belirtilmektedir. Ayrıca Meryem’in Havva’dan önce lekesiz gebelik için seçildiği ve “İlk Günah” olarak ifade edilen günahtan arınmış olarak doğmuş olduğu inancı hâkimdir. Lekesiz gebelik sahnelerinde yılana benzer bir yaratığın veya şeytanın Meryem’in ayakları altında tasvir edilmesinden dolayı itaatsizliğinden dolayı ilk günahı işleyen Havva’nın yerine geçen “Yeni Havva”yı temsil ettiği düşünülmektedir (Tükel ve Arsal, 2014: 219-220).
Altay-Yakut destanı
Altay-Yakut destanında Tanrı’dan ve kişiden söz edilmektedir. Ve her ikisinin de su yüzeyinde yüzdüğünden. Burada ruh ifadesi yoktur. Tanrı Kara Han ve Kişi’den söz edilmektedir. Kişi bir süre kendini Tanrı’dan üstün hissettiğine göre bu durumun Kutsal Kitaplardaki Allah ve Şeytan arasındaki rekabete de vurgu yaptığı söylenebilir. Bilim insanları büyük patlamadan sonra her şeyin toz duman olduğunu ve zamanla galaksilerin, yıldızların, kuyruklu yıldızların oluştuğunu ve bunların da milyarlarca yıl sonra birer yörünge doğrultusunda hareket ettiklerini kanıtlamışlardır. Bu anlatıma uygun olarak Kur’an’da ayetler mevcuttur. Bu konulara az sonra gireceğiz. Herşeyin sudan yaratıldığı Kur’an’ın Enbiya suresinde de vurgulanmıştır. Konunun anlaşılabilmesi açısından Kur’an ayetine geri dönelim.
“….diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” Kur’an /Enbiya-11
Bu anlatımlardan çıkardığımız özet şudur. Yaratılış başladığından itibaren Tanrı (Ya da Tanrı’nın ruhu) su üzerinde yüzmektedir. Ya da şöyle söyleyelim Yaratan herşeyin olup bittiğini görebilmek için su üzerindedir. Acaba gerçekten böyle midir? Kutsal kitaplar ve mitlerdeki yaratılış hikayesinde su hemen ortaya çıkmaktadır. Oysa Kur’an bu konu hakkında daha farklı bir anlatım sergilemektedir. Ancak şu gerçek de göz ardı edilmemelidir. Tek bir noktadan başlayan evren gelişimi duman, toz, buhar ya da suların oluşumuna temel olan gazlardan oluşmuştur. Bu konu hakkındaki Kur’an ayetine bir göz atalım…
“Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: ‘İkiniz de ister istemez gelin!’dedi. İkisi de: ‘isteye isteye geldik.’ dediler.” Kur’an/Fussilet-11
Bu konu hakkında Kur’an ayetleri daha anlaşılır bir şekilde anlatmaktadır olayı… İsterseniz az önce verdiğimiz Kur’an ayetini tekrar okuyalım.
“İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” Kur’an/Enbiya-30
Bu ayetler evrenin oluşumuna kısa bir giriş yapmaktadır. Enbiya suresinin 30.ayetinin devamındaysa her şeyin sudan yaratıldığı belirtilmektedir. Bilimsel kronoloji de bu husus hakkında benzer bilgiler vermektedir. Satır arasında evrenin genişlemekte olduğunu belirten Kur’an ayetine de değinmeden geçemeyeceğiz. Şimdi evrenin genişlemekte olduğunu belirten ayete bir göz atalım.
“Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, onu genişletmekteyiz.” Kur’an/Zariyat-47
1400 yıl önce bu ifadenin son kutsal kitap olan Kur’an da yer alması gerçekten çok düşündürücüdür. Bırakın evrenin genişlemekte olduğunu; Ay’ın Güneş’in diğer gezegenlerin dahi nasıl hareket ettiklerinin bilinmediği bir dönemde böyle bir metnin yazılması gerçekten çok düşündürücüdür. Bakara suresinde ve birçok ayette de Yaratan’ın ol kelimesiyle herşeyin başladığı vurgulanmaktadır. Bakara suresinin 117. ayetini okuyarak konumuza devam edelim.
“Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece ‘Ol’ der ve olur.” Kur’an/Bakara-117
Bilim adamlarının bulgularıyla Kur’an’daki yaratılış hikayesi aynı anlatımdır. Ancak Kur’an’ın 1400 yıl önce indiği ve o günün koşullarında insanların anlayış yetilerine göre kurgulandığı unutulmamalıdır. Tanrı ol diyor ve o hemen oluyor. 14 asır önceki anlayışla insanlara Tanrı’nın yaratma gücü ol kelimesiyle anlatılmış ve o insanlar bunu sorgulamamışlardır. Günümüzde ise bilimsel veriler öyle bir noktaya gelmiştir ki, neredeyse yaratılışın ya da oluşum diyelim nasıl gerçekleştiği hemen hemen çözülmüştür. Burada dikkat edilecek husus şudur: Evren 13,7 milyar yıl önceki bir patlamayla başlamıştır. Son kutsal kitap bunu şöyle özetler. “Ol der” bu ol fiili zamanı yansıtmaz. Çünkü zaman kavramı evrende yoktur. Biz dünyada yaşayanlar için zaman kavramı vardır. Bu yüzden zaman kavramı hakkında görüş belirtirken bunun dünya zamanı olduğunu unutmamalıyız. “Tanrı ol dedi ve oldu” bu bize göre 13,7 milyar sürmüş olabilir. Ama Allah katında bu sadece bir andır. Olaya bu şekilde bakamadığımız sürece; bilim adamları ve din adamları her zaman iki ayrı cepheden olayları aktarmaya devam edeceklerdir. Bu asla unutulmamalıdır.
Şimdi ele alacağımız konuda Yaratan sular üzerinde mi yoksa buhar halinde olan bir durumda mıdır? Bu ilk kutsal kitap ve mitlerde sular üzerindeydi ifadesiyle vücut bulurken Kur’an’da duman halinde ifadesiyle açıklanmaktadır. Ayeti tekrar okuyalım.
“Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: ‘İkiniz de ister istemez gelin!’ dedi. İkisi de: ‘isteye isteye geldik.’ dediler.”Kur’an /Fussilet-11
Bu ayeti okuduktan sonra tekrar yaratılış olayına dönerek şu çok önemli ayeti okumaya başlayalım. Çünkü bu ayet aynı zamanda bizlere bilim adamlarının da belirttiği gibi genişlemeden sonra tekrar duruş ve daralmanın başlayacağını daha sonra da herşeyin ilk başlangıçta olduğu gibi tek bir madddeye dönüşeceğini söylemektedir.
“Gün gelir, göğü, yazı tomarlarını dürer gibi düreriz. İlk yaratılışta başladığımız gibi onu baştan yaparız. Üzerimizde bir vaat olarak biz bunu mutlaka yapacağız.” Kur’an/ Enbiya-104
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi evrenin yaratılışı tekrar eski haline döndürülmektedir. Örnek de çok önemlidir. Yazı tomarları; bundan şunu anlıyoruz evrenin tüm yaratılış hikayesini kapsayan yazı tomarları gibi dürülebileceği ve bir top gibi yusyuvarlak hale getirileceği ve bu vaadin de kesin olarak yerine getirileceğidir. Yani evren tekrar eski haline yani başlangıçtaki haline getirilecektir.
1400 yıl önce yazılan bir kitap bu durumu başka hangi kelimelerle anlatabilirdi acaba!? Şimdi Fussilat suresine geri dönelim. Ne diyordu ayette “duman iken doğruldu.” Doğrulduğu yer de gök olduğuna göre duman ya da buhar, ne ifade eder? Buharın yoğunlaşmış hali olan suyu…
Bilim adamlarının tespitlerinde de aynı durum söz konusu olduğuna göre, bilim adamları ve din adamları neden iki farklı kutup gibi ortaya çıkmaktadır, bunu da anlayabilmek mümkün değildir.
Ayrıca büyük patlamayla oluşan dağılmadan belli bir süre sonra, ki bu milyarlarca yılla ifade bulmaktadır. Tüm galaksiler, yıldızlar, kuyruklu yıldızlar, uydular bir yörüngeye sahip olmuşlardır. Bu durum da Kur’an’da şu ayetle ifade bulmaktadır.
“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe and olsun” Kur’an /Zariyat-7
Kur’an bize quantum fiziğinden bile örnekler vermektedir. Tabi bunları anlayabilene…
Aşağıdaki ayet bu konu hakkında çok güzel örnek teşkil etmektedir.
“Bir iş ve oluşta bulunsan, Kur’an’dan bir şey okusan; herhangi bir iş yapsanız, siz ona dalıp gitmişken biz üstünüzde mutlaka tanıklarız. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de Rabbinden uzakta/gizli kalmaz; tümü apaçık bir Kitap’tadır.” Kur’an/Yunus-61
Bu ayet aslında bir çok bilinmeyen şeyi açıklamaktadır. Zerre ağırlığınca birşeyden söz edilmektedir. Bu da günümüzde atomlara denk düşmektedir. Daha büyüğü ifadesiyle de Galaksiler anlaşılmaktadır. Tabi insan ister istemez düşünüyor. Milyarlarca galaksi olan evrende yaşayan tek canlı bizler miyiz?
Bu konu hakkında birkaç ayet okuyup yoruma geçeceğiz. Şunu da belirtmeliyiz ki, evrende yalnız değiliz. Bizim dışımızda da canlı varlıklar var. Uzaylılar diye hitap ettiğimiz canlıların var olduğu Kutsal kitaplardaki ayetlerde de vurgulanmıştır. Konumuzun bu bölümünde de bu konuya biraz değinmek istiyoruz. Bilime öncülük eden kitap olduğuna inandığımız Kur’an’dan bir ayet aktararak konumuza devam edelim.
“Gökleri ve yeri ve bunların içinde yaydığı canlıları yaratması da O’nun ayetlerindendir. O dilediği zaman onları toplamağa da kaadirdir.” Kur’an/Şura-29
Bu ayeti kerimede vurgulandığı gibi evrende sadece insanoğlu yoktur ve dünya dışı varlıkların da olduğu bu şekilde kanıtlanmış olmaktadır. Konuyu biraz daha açalım.
Şüphesiz gökleri ve yeri yaratan Rab bunların içinde; Yerde başka bir ifadeyle dünya adı verilen gezegende (biz insanlar, hayvanlar ve bitkiler olmak üzere) yaşayanlar var etmiştir. Gökte yani uzay dediğimiz sonsuzlukta da canlı varlıkların yaratıldığı, bu ayetle kanıtlanmaktadır. Biz dünyalı varlıklar gibi uzaylı varlıkların olduğu da bu ayetle kanıtlanmaktadır.
Bu konuyu daha derinlemesine inerek anlatacağımızı belirtip konumuza kısa bir giriş yapmak istiyoruz. İnsanoğlunun bir gün uzaya çıkıp dünya dışına da ayak basacağı bilime öncülük eden kitap olduğuna inandığımız Kur’an da 1400 yıl önce yazılmıştır.
“Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçin gidin! Ancak kudretle geçersiniz.” Kur’an/Rahman-33
İlk olarak dünyaya en yakın uydu olan Ay’a insanoğlunun ayak basacağı ve burada üs kuracağı yüce kitabımızda belirtilmiştir. Bu ayetleri aşağıda yayınlıyoruz.
“Geceye ve (gecenin bağrında) toplayıp ürettiği şeylere, dolunay şeklini alan aya ki, siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz.”Kur’an/İnşikak-17, 18, 19
Ancak şu gerçek de gözardı edilmemelidir. İnsanoğlu aya ayak basıp üs kurdu mu? Yoksa bu bir Holywood senaryosumuydu. Bu konuda da spekülasyonlar vardır. Olması da gayet doğaldır. İnsanoğlu nedense bir daha Ay’a hiç ayak basmamıştır. Neysa biz konumuza geri dönelim:
Buna benzer, bilimsel araştırmalara öncelik edecek ayetleri ele alalım. İlk yazdığımız ayette açıkça belirtilmektedir ki göklerde ve yerde yaşayan canlılar vardır.
Ama bazı ayetlerde “Göklerde ve yerde ve her ikisinin arasında” ifadesi vardır ki, bu çok dikkat çekicidir. Bu kavramı çok iyi okumalıyız.
Yemin olsun ki, “Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler küfre batmışlardır. De ki: “Allah; Meryem’in oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzündeki insanların hepsini helâk etmek istese Allah’a karşı kimin elinde bir güç vardır! Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye Kadîr’dir.” Kur’an / Maide-17
“Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir o. O’na kulluk/ibadet et ve O’na ibadette sabırlı ol. O’na adaş olacak birini biliyor musun?” Kur’an/Meryem-65
“Biz, gökleri de yeri de bunlar arasındakileri de eğlenip eğlendirelim diye yaratmadık.” Kur’an/Enbiya-16
1.Gök ifadesi değil, gökler ifadesi var.
2.Yer (Tekil kullanılmıştır.) bu da yaşadığımız gezegen olan Dünya(Yer) dır.
3.“Ve her ikisinin arasında yer alan.” Nedir?
“Gökler” ifadesiyle kastedilenin galaksiler, (gökadalar) olduğu düşünülebilinir. Yer ile kastedilen ise bildiğimiz, yaşadığımız Dünya… Peki her ikisinin arasında yer alan neresidir? Gökler ifadesiyle kastedilenin galaksiler ve yıldızlar olduğu düşünülürse her ikisinin arasında yer alan nedir sorusunun yanıtını bulmaya çalışalım.
Bu soruya yanıt bulabilmek için önce quantum fiziğini incelememiz gerekmektedir. Quantum fiziğine göre; maddenin canlı ya da cansız oluştuğu tüm şekiller, çeşitli elementlerin atomlarından yapılmıştır. Bu atomlar evrenin her yerinde aynı yapıda bulunurlar ve aynı tepkime kanununa uyarlar. Quantum fiziğinin temel kanunu budur. Yani bir maddeyi oluşturan elementlerin atomları kainatın heryerinde mevcuttur. Buna göre kainatın heryerinde aynı maddeye rastlamak da mümkündür. Bilindiği gibi canlı maddeyi oluşturan temel element karbondur. Karbon diğer elementlerle bağ kurabilen tek elementtir. Çünkü karbonda 4 bağ bulunur. Diğer elementlerde bu duruma rastlanmamaktadır. Öyleyse karbon içeren her element canlı oluşumunda temel dayanak olarak görünmektedir. Atomlar kainatın her yerinde aynı kanuna tabi ise karbon elementi bulunan evrenin, her zerresinde canlı maddeye rastlamak da mümkündür. Bu yasadan şu anlamı çıkartabiliriz. Bizim gezegenimizin yıldızı olan Güneş gibi, milyarlarca yıldıza sahip olan Samanyolu galaksisinin bir çok yerinde (Yıldızında) Güneş sistemi olabilir ve bu sistemdeki gezegenlerden birinde veya birkaçında bize benzer hatta bizden üstün ya da bizden daha ilkel yaşam olanaklıdır. Samanyolu galaksisi gibi milyarlarca galaksi olması ve onların da milyarlarca yıldıza sahip olması olayın boyutlarını çok daha büyütmektedir.
Başa dönecek olursak ve göklerden kastedilenlerin galaksiler ve yıldızlar olduğunu var sayarsak, yaşadığımız gezegeni de Yer olarak kabul edersek, her ikisinin arasında olanın ne olduğunu nasıl açıklayacağız? Sorunun yanıtı gayet basittir. Karadelikler. Bu konu hakkında da isteyen istediği bilgiye ulaşabilir. Karadelikler konusu ile ilgili ve anlatmak istediğimiz konuyla bağlantılı olarak şunu söyleyebiliriz. Evrenin hemen her yerinde yer alan ve içine girildiğinde nereye çıkılacağı tam olarak bilinemeyen evrendeki gizem “Her ikisinin arasındaki” olabilir mi acaba? Konuyu daha fazla dağıtmadan yaratılış ya da oluşumun açıklamasını tamamlayalım.
Yaptığımız bu açıklamalardan sonra tekrar başa dönelim. Evren büyük patlamayla oluşmuş ve bu patlama sonucu gökler ve yer yani galaksiler, yıldızlar, gezegenler vs. oluşmuş ve her biri kendi yörüngesinde ve bağlı bulunduğu gezegen, yıldız ve galaksilerinin yörüngesinde hareket etmektedir. Bu konuda bilim de kutsal hitaplar da aynı şeyi söylemektedir. Sadece anlatımları farklıdır. Bir de şu asla unutulmamalıdır. Zaman kavramı bize göre yani dünyada yaşayan insanlara göre hesap edilen bir kavramdır. Evrende zaman yoktur. Daha doğrusu bizim algıladığımız anlamda zaman kavramı yoktur. Bu yüzden oluşum hesap edilirken bize göre var olan zaman kullanılmaktadır.
Kutsal kitaplarda altı aşamalı bir yaratılıştan söz edilmektedir. Bu altı aşama altı gün kavramıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Elbette burada kullanılan gün kavramı bizim bildiğimiz 24 saatlik zaman dilimi değildir. Buna aşama ya da kademe diyebiliriz. Şimdi Tevrat’ta sözü edlen yaratılış hikayesiyle konumuza devam edelim.
BAP 1
1.Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı.
2. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.
3. Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu.
4. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı.
5. Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün.
Tevrat’taki bu anlatım ile bilim adamlarının vardığı en son nokta hemen hemen örtüşmektedir.
Tevrat’ın ilk ayetinde Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Diye bir ifade vardır. Şu asla unutulmamalıdır ki, bu ifade tarzı binlerce yıl önce Tevrat’a Musa tarafından yazılan bir ifade şeklidir ve o zamanın insanları bu ayetle neyin kastedildiğini anlamaktadır. Günümüzde bu ayet tek başına okunduğu zaman bilim ile Tevrat arasında çok büyük bir fark olduğu inancına kapılabilir. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi bu ayet tek başına ele alındığı zaman bu kanı oluşmaktadır. Ayetin hemen devamında “Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.” ifadesi vardır. Bu ifadeden henüz hiçbir şeyin yaratılmadığı ve Allah’ın ruhunun sular üzerinde hareket ettiğinin vurgulanmakta olduğunu anlamaktayız. O günlerde yaşayan insanlar için bu gayet anlaşılır bir ifade tarzıdır. O dönemin insanları yer olarak yaşadığı gezegeni gök olarak da gökyüzünü algılamışlardır. Günümüzde ise bu ayet şöyle yorumlanabilir. Yerden kasıt sonsuz ve karanlık evrendir. Sulardan kasıt da uzay boşluğudur. Allah’ın ruhu ifadesi de henüz maddenin oluşmadığı ve her şeyin soyut olduğunu anlatmaktadır. Sular ifadesi de aslında boşluğu anlatmaktadır. Yaratan işaretini vermiş ve büyük bir patlama sonucu korkunç bir ışık parlamış ve o maddeden çıkan atomlar evrenin her yerine dağılmıştır. “Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı.” Evrenin % 95’ inin karanlık bölge olduğunu düşünürsek, Tevrat’taki bu anlatım bilimle çelişmemektedir. Hatta bilim insanlarını desteklemektedir. Beşinci ayetle de bu aşama vurgulanmaktadır. Yani evrenin ilk oluşumu; galaksilerin, yıldızların, kuyruklu yıldızların, gezegenlerin, astroitlerin vs. oluşumu…
“Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün.” Bu ayette sözü edilen bir gün bizim zaman anlayışımıza göre 24 saat olarak algılanmamalıdır. Daha önc e buna, evre demenin daha doğru olacağını belirmiştik.
Canan AYDIN , Gül ERBAY ASLITÜRK