Kültürü, toplumlann birbirlerinden farklı şekillerde ortaya koydukları, başta güzel sanatlar (Mimari, resim, süsleme v.s.) olmak üzere Folklor (Türküler, şarkılar, oyunlar) edebiyat (Roman, hikaye,mesai destan, şiir v.s.) inanç, örf ve ananeler (hayata bakış ve yaşama tarzı) bü­tünlüğü olarak tarif etmek yanlış olmasa gerektir. Bir diğer ifade ile Kültür; geleceğe miras, içtimai; iktisadi, ilmi ve teknik karekterli beşeri eserler, yapılar ve vasıtalar bü­tünüdür.

Kısacası; sözlü, yazılı ve çizili, hal ve tavırla ortaya konulan maddi, manevi değerler manzumesidir kültür… Söz veya dil cephesiyle folklor ve edebiyat, yazı-çizi ve yapı cephesiyle güzel sanatlar, hal ve tavır veya din cep­hesiyle inanç, örf ve ananeleri yansıtır Kültür…

Bazı yazar ve çizerler, Edebiyatı Kültürden ayrı olarak mütâla ederlersede, Edebiyatı Kültürden ayn düşünmek mümkün değildir. Aynı şekilde Doğru veya yanlış Dinsiz bir kültür de düşünülemez. (Bazı devletler, dinsiz bir kül- türoluşturmak için bütün imkanlarını seferber etmiş ol­malarına rağmen başarılı olamamışlardır. Toplumlar doğru veya yanlış; dinle Kültürlerine güç kazandırmışlar. Kül­türlerini yaşatabilmişlerdir.)

Görüldüğü kadarıyla ister iyi ister kötü karekterli olsun, Kültür; beşerin yaşadığı hayatın her safhasında et­kili olmakta; insanları, toplumu şekillendirmektedir. Özel­likle din cephesiyle hayat tarzımızı belirleyici önemli bir rol oynamaktadır.

Şüphesiz her varlık gibi kültür de zamana bağlı olarak gelişir, olgunlaşır ya da değişir, başkalaşır Yani faydalı veya zararlı olabilecek şekillere girebilir. Bu sebeble kül­tür devamlı farklılaşan, değişen veya gelişen canlı bir var­lıktır. Kültürün gelişmesini sağlayan kaynakların en ba­şında dil ve din gelmektedir.

Aslında Kültürün devamlı müspet istikâmette değişen veya gelişen bir yapıya sahip olması gerekir. Dolayısıyla kültür derken iki husus akla gelmektedir.

  1. Müsbet istikâmette değişme veya gelişme; temel kaynaklardan (Dil ve Din) kopmadan sürebilen gelişmedir.
  2. Menfii istikâmette değişme;Temel kaynaklara itibar etmeksizin yabancı kültürlere kapılınıp, peşlerinden gi­dilme halidir. Ki burada değişmenin ötesinde dejenerasyon söz konusudur. Faydalı-zararlı demeden her görülenin alınması, taklide yeltenilmesi elbetteki menfiye doğru bir değişmedir. Bu şekilde değişime uğrayan toplumlar, kısa zamanda başka kültür toplumlarının içinde erimeye yok olup gitmeye mahkumdurlar.

Oysa müsbet gelişme içerisinde olan, temel kay­naklarından kopmaksızın diğer kültürlerden istifade ede­bilen kültürler eskisinden daha güçlü olarak çağdaş me­deniyetin tesisinde en ön safada yerlerini alırlar. Dolayısıyla değil yok olmak,oldukça uzun ömre sahip olurlar.

Nitekim tarihe göz attığımızda köklü ve zengin kül­türe sahip toplumlarm yaşam periyodlarını dejenere olan­lara nazaran oldukça fazla oldukları görülmektedir. (Mısır, Hitit, Sümer,Roma, Yunan, Latin kültürleri ne haiz top- lumların nasıl kısa zamanda yok olup, yerlerine bir kaç yüzyıllık tarihleri olan İngiliz, alman, Rus v.s. kültürlerinin geçmesi bir hakikatse, tarihi kadimden beri Türk, arap, Çin, Hind kültürlerinin günümüze kadar canlı kaldıkları da bir diğer önemli gerçektir.)

Bu gün uzakdoğuda vücuda gelen ve zengin batı kül­türünün acımasız istilası karşısında varlığını devam ettiren uzakdoğu kültürünün altında yatan sır, Kore, Çin ve Japon toplumlarının kendi kültür kaynaklarından kop­mamalarıdır. Kim ne derse desin, Japon kültür ve me­deniyeti bugün en az batı kültür ve medeniyeti kadar dün­yayı etkilemektedir.

Burada dikkat çeken bir başka özellik,kültür top­lundan nm tek tek değil grup olarak bir medeniyeti tesis et­mekte olduklarıdır. Bir diğer ifade ile gerek batı, gerek uzakdoğu ve gerekse ortadoğu (İslâm) ülkelerinde oluşan medeniyetlerin alt yapılarında bir değil birden fazla kültür bulunmaktadır.

Günümüz batı medeniyetinin altyapısını oluşturan kül­türlere dikkat edildiğinde, karşımıza üç-beş yüzyıllık tarihi ile başta İngiliz, (Amerikan kültürü ahil) Fransız kültürü olmak üzere Alman, Rus ve B altık denizi çevresi top­luluklarının kültürlerinden ibaret karma bir yapı çık­maktadır. aralarında yegane ortak değer şüphesiz Hris- tiyanlık dinidir.

Öte yandan Ortadoğu’da gelişen İslâm medeniyetinin alt yapısını oluşturan kültürlere bakıldığında, başta arap Türk ve Fars kültürleri ile kısmen Hind kültürü gö­rülmekte, ortak değer olarakta İslâmiyet kendini gös­termektedir. Burada ortak değer olarak Din faktörü, adeta mıknatıs gibi; söz konusu üç-beş kültürden gerekli olan unsurları çekip almakta ve sentezleyerek bir medeniyet vücuda getirmektedir.

Kısacası Dinsiz ne kültür, ne de medeniyet oluş­maktadır. Zira Dinsizlik üzerine kurulan kültür, kültür ol­madığı gibi bu şekilde ortaya konulan medeniyette, me­deniyet değildir, olsa olsa mimsiz medeniyet yani edeniyet olarak ifade edilebilir. Ki bunun manası dışı süs, içi pis beşer meyvesiir.

Oysa gerçek dine dayalı medeniyetler, dışı mütevazi güzellikte, içi şaheser güzellikte ve temizlikte beşer mey­vesidir.

Nitekim anadolu’da Osmanh dönemine ait müs-, lümanların gerek evlerinde, gerekse cemaatin toplandığı camilerde, bu karakteristik özelliği görmek mümkündür. Dışardan göze hoş gelen bir sadeliğin arkasında, cennet misali bir içi tezyinat-güzellik vardır. Bütün süslemeler içe dönüktür. Dışarıya gösteri ve nisbet yapılmaz; tezyinat ve süslemede esas olan şey elemeği göz nurudur. Alet – Eda- vat ve buna benzer eşyalar fazla önem arzetmez.

Diğer iki medeniyette de bu özelliğin olmadığı ortaya konulan eserlerden açıkça anlaşılmaktadır.

Aslında dinlerin asliyetinin bozulmadığı dönemlerde ortaya konulan medeniyetlerde aynı karakteristik yapı var- dır.Hıristiyanlığm sâfiyet döneminde yapılan Bizans’ın şa­heseri Ayasofya’da, Yahidiliğin sâfiyet döneminde yapılan mescid-i Aksa’da ve o devirlere ait evler de görülen gü­zellikler, sözkonusu temel özellikleri aynen taşımaktadır.

Hak dinlerin aslıyetinden uzak, kültür değişimi içe­risinde bulunan milletlere baktığımızda (ister batı me­deniyeti mesubu, ister uzakdoğu medeniyeti mensubu olsu n)dej enere olma istikâmetinde hızlı bir değişim içe­risinde oldukları anlaşılmaktadır. Gösterişli fakat ürkütücü görünen yüksek süslü binalar(klasik katedraller, şatolar, saraylar,kaleler v.s) dahil günümüz gökdelenleri, keş­fedilen korkunç silahlar, tabii lezzeti arattıran suni gıdalar, güya pis kokuyu perdeleyen kozmetikler vs. den ibaret değilmidir, günümüz medeniyeti…

Oysa öz kültürlerinden kopmuş olsa bile İslâm diniyle müşerref olan milletler, kısa zamanda kültürlerinin de­jenerasyonuna mâni oldukları gibi mükemmelleştirme istikâmetinde geliştirme imkânına da sahip olmuşlardır. (Tabiiki dinle bağlarını zayıflatmadıkları sürece)

Nitekim İslâm dininin kuvvetli olduğu dönemlerde kültür hayatı o kadar canlı ve zinde olmuş ki asrı saadetten itibaren bu canlılık ve zindeliği açıkça anlamak müm­kündür. Şöyleki; asrı saadetde bir yandan okuma yazma seferberliği bir yandan hayat anlayışını düzeltme bir yan­dan yaşama tarzında yenilikler (faydalı olanların sünnet olarak alınması, dejenereliğe sebeb olan zararlı şeylerden vazfeçilmesi) adeta bir kültür sarayı için lazım olan pro­jenin hazırlık safhası olmuştur.

Bu sebeble müslüman milletlerin kültürlerinin üç ka­demeli bir seyir içerisinde olduğu görülmektedir.

  1. Kademe; îslâmdan önceki kültür birikimidir.Burada dejenerasyon söz konusudur.
  2. Kademe; İslam medeniyetinin alt yapısı oluş­turulduğu dönemdir. Dejenere kültürün tassihi söz ko­nusudur.
  3. Kademe; İslâm medeniyeti yavaş yavaş be­lirmektedir. Gerekli kültür zenginliğine kavuşulması söz konusudur.

Abbasi ve Selçuklu devirlerinde’ki kültür ve me­deniyet gelişmesi bir yana Endülüs emevileri ve Os­manlIlarla ortaya konulan kültür ve medeniyet seviyesine insanlığın ulaşması mümkün görülmemektedir. Günümüz göz kamaştırıcı batı medeniyeti esasen geçmiş İslam me­deniyetlerinin kötü taklidinden başka bir şey değildir.

Buraya kadar yaptığımız açıklamadan dinin, kültür üzerinde birinci derecede etkili olduğu, doğru veya yanlış dejenere kültürlerin gerçek vahy’den ibaret din havuzunda temizlenerek ancak medeniyeti vücuda getirebileceği an­laşılmaktadır.

Bir batılı şair. T.S. Eliot.”Kültür Üzerine Düşünceler” adlı eserinde her ne kadar din ile kültürü birbirinden ayrı iki vaka olarak ele almakta ise de yinede ceset ve ruh gibi hayati bir münasebetin olduğunu belirtmekte ve Kültürün arkasındaki enerji kaynağının din olduğu vurgulamaktadır.

Öte yandan İslâmiyet ve onun şanlı kitabı Kur’an ile getirilmek istenilen kültüre gelince, bu kültür; yaradılışla birlikte insana sunulmuş en mükemmel hayat tarzı ufuk medeniyetinin altyapısı oluşturacak en sağlam kaynaktır.

Günümüz müslüman milletleri her şeye rağmen, İslâmdan önce ve sonra etkilendikleri yabancı kültürlerden halen arınma istikâmetinde bir. gelişme içerisindedir. Ne varki diğer milletler bu avantajdan mahrumdur.

A.K