Aachen kentine 40 kilometre uzaklıktaki şirin bir tatil köyünde, üniversite ve kilise tarafından düzenlenen “900. Yıldönümünde Haçlı Seferleri” konulu oturumda “Türk ve İslam görüşünü…” anlatmaya çağrılı idim. Belçikalı, Alman, Fransız ve bir de Mısırlı bilim adamından oluşan, gerçek anlamda samimi bir çevrede 150 kadar bilim ve din mensubu, politikacı ve gazeteci önünde tartıştık.

Hazırlıklı gitmiştim. Belgelerim vardı. Her konuşmacıya ayrılan bir saatlik sürem dolunca sustum. Devam etmemi istediler. Tam iki saat 15 dakika konuşmuşum. Sorular soruldu cevap vermeye çalıştım. Aleyhimizde gibi görünen konular, anladım ki katılımcıların bilgi eksikliğinden ileri geliyor… O zaman belgeleri okudum ve yorumlarını yaptım. Konuşmam bitince, uzun uzun alkış aldım. Şimdi lafı uzatmadan anlattıklarıma geçeyim.

Kısaca dedim ki: Siz sevgili katılımcılar, hemen hemen hepiniz genel olarak Haçlı Seferleri’nin dinî bir amaca yönelik olduğunu söylüyorsunuz: Kudüs’ü ve Hazreti İsa’nın mezarını ve hatırasını Müslümanlar’ın elinden kurtarmak için olduğunu belirtiyorsunuz. Oysa bendeki belge çok başka şeyler anlatıyor. Haçlı Seferleri’ni Papa II.Urban, 27 Kasım 1095 Pazar günü Clermont d’Auvergne kentinde ilan etmiş… Elimde papanın, şövalyelere ve iki krala hitaben yaptığı bir konuşma metni var. Almanyada yabancı kitaplıklardaki belgeler arasında buldum. Diyor ki Papa: Anadolu’ya hakim olan (Malazgirt’i kastediyor) Türkler’i kovmak ve onların hakimiyeti yıkıldıktan sonra oradaki Hıristiyan kardeşlerimizi kurtarmak için…

İşte belge… Hedef önce Türkleri kovmak ve sonra Anadolu’da yaşayan Hıristiyanları kurtarmak ve daha sonra Kudüs’ü almak… 

Türkler’i Anadolu’da görmek istememekte haklı olunabilir… Bizim Anadolu’yu vatan seçmemizin hakkımız olduğu gibi… Tarihe kızamazsınız, kabule mecburuz.

Dedim ki: Her devrin olayları o devrin şartları içinde doğru yorumlanabilir. Anlattığımızın bazıları, kanlı olayların hikayeleri, çoğu sizin arşivlerinizde var. Ama bakınız, size ait başka belgelerde mevcut.

1099 senesi 15 Temmuz Cuma günü Kudüs’ü zaptettikleri gün yaşanan olayları sizin tarihçiniz olan ve daha sonra azizler arasına konulan Guillaurne de Tyr anlatmakta. Yani sizin arşivlerinizden aldığım belgelerde şöyle anlatılmakta:

“Açılan kapıdan piyadeler ve süvariler Kudüs’e girdiler. Kimseye merhamet etmek zaafını göstermediler. Yerlerdeki ölüler, her tarafa dağılmış kol, kafa ve bacak parçaları, ürkütücü bir durum…  Çoğu  Müslüman, bazıları Musevi ve sivil halktan olmak üzere iki gün ve iki gece de 70 bin kişinin katledildiği belirtilmekte…”

Bir belge daha var… Dünyanın en büyük tarihçilerinden Renâ Grousset, bu konudaki eserinde anlatır ki, “1192 senesi 3 Eylül Salı günü Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Selahaddin Eyyubi; İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard ve Fransa Kralı Philippe Auguste ile bir anlaşma yapmış… Bu antlaşmaya göre Selahaddin Eyyubi, Hıristiyan hacılara ve ziyaretçilere Kudüs’e emniyetle gelip gitmeleri hakkını tanımış.” Bazıları şimdi bu asırda, İslâmî radikalizmin Haçlı Seferleri’nin intikamının alınması olduğunu söylüyor. Mescidü’I Aksa’daki katliamdan sonra bahşedilen bu hakkı, hangi İslâmî zorbalık fikri ile bağdaştırabilirsiniz?

İleri sürülen bir diğer iddia: “Haçlı Seferleri Avrupa’yı İslâm’a karşı birleştiren ilk vakıadır…”

Cevapladım: “Sanmıyorum. Bildiğime göre Kudüs’ten memleketine dönen İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard’ı, Avusturya Kontu, yakalayıp zindana atar. Ayrıca Haçlı Seferlerin masrafına katılmak istemeyen İtalya Prensleri ile Alman Dükalıklarını Papa aforoz etmeye kalkmamış mı idi? Yani pek birlik sağlandığı söylenemez…”

Gazetedeki köşemin boyu posu belli. İsterdim ki o güzel toplantıyı sizlere daha uzun anlatabileyim. “Allahımız bu dünyayı her din mensupları ve hatta dinsizlerin birlikte yaşayacakları bir mekan olarak var etmiştir. Biz, Müslüman Türkler olarak intikam his ve hatıralarından çok uzak insanlarızdır. O kadar hoşgörü sahibiyiz ki, üç senede 300 bin ölü verilen Saraybosna faciasını bile bir Hıristiyan ırkçılığı olarak nitelemeye gönlümüz hâlâ razı değil” diyerek tamamladım: Belgeleri gördükçe ve dostça ve samimiyetle konuşmamı dinledikçe tatmin oldular. Cihad, teslis, tesettür ve fundamantalizm hakkında soruları oldu. Onlara yeni bir ufuk ve bize has bir yorum getirmiştim.

Murat Bardakçı

Haçlı Seferleri ve Selahaddin Eyyübi ile İlgili Kısa Tarihçe

 Bilindiği üzere ortaçağ dünya tarihinin en önemli olaylarının başında haçlı seferleri gelir. Bu seferlerin gayesi, Bizans’ı düşürmeleri an meselesi olan Türkler’in Avrupa’ya gelmelerini önleme, onları Anadolu’dan atma ve nihayet Kudüs’ü ele geçirmekti. Bu hedefe ulaşmak için Avrupa, milyonlarca insanı seferber etti. 1096 yılında başlayan I.Haçlı Seferi’nde ilk yola çıkan ordunun başında Keşiş Pierre L’Ermite bulunmaktaydı. Bu Haçlı ordusu, hiç savaş deneyimi olmayan erkekler ve hatta genç, çocuk ve kadınları ihtiva etmekteydi. İznik üzerine doğru yürürken Yalova civarına gelindiğinde  bunlar, Anadolu Selçukluları tarafından imha edilmiştir (kadın ve çocuklar esir alınmış, savaşanlar kılıçtan geçirilmiştir) . 1. Haçlı seferinin devamı olarak sonradan yola çıkan grubun içerisinde büyük Avrupa devletlerinin (Almanya, İtalya ve Fransa ve İngiltere) krallarını temsil eden komutanlar ve savaş deneyimi olan şövalyeler ve baronlar-asilzadeler bulunmaktaydı. 70 000 profesyonel düzenli  ordu ve 30 000 sivil gönüllü halktan oluşan büyük bir kuvvet olarak önce İstanbu’a gelmişler, Bizans ordusunun klavuzluğunda Anadolu’ya geçirilmişlerdir.  Sayıca üstün ve ağır zırhlılardan oluşan haçlı kuvvetleri karşısında savaş pozisyonu alan Selçuklu sultanı Kılıçarslan, üstün gücü haiz haçlı kuvvetleri karşısında tutunamış ve ordusunu savaş meydanından çekerek, haçlıları takip edip, baskınlar vererek, geçecekleri yerlerdeki kuyuları tahrip etme ve ekinleri imha etme ve haçlılar gelmeden önce büyük otlaklardan  koyun sürüleri geçirip haçlıların hayvanlarını açlığa mahkum etme şeklinde yıpratma savaşı  yapmıştır. Bu yıpratmaya ve zaiata rağmen haçlı ordusu, bir kısım Anadolu şehirlerinden geçerek Hristiyan Ermenilerin yardımları ile kısmen de olsa ikmallerini sağlamışlar ve Suriye bölgesine gelmişlerdir. Önce Antakya’yı ele geçirmişler ve burada kurdukları kontluk gibi Kudüs’e doğru ilerlerken yol üzerindeki bazı büyük şehirleri de ele geçirip benzeri kontluklar kurmuşlar, nihayet 5 Temmuz 1099’da Kudüs şehri surları önüne vardılar. Kudüs şehri İftikar El-Devle komutasında Fatimi ordusu tarafından savunulmakta idi. 5 Temmuz’dan itibaren Haçlı orduları şehrin surlarına birçok başarısız saldırılarda bulundular ve geri püskürtüldüler. Haçlı komutanlardan Raymond Saint Gillies, Fatimi kale komutanı İftika El-Devla‘ya bir haberci ile teslim olursa kendisi ve ordusu için serbestçe Kudüs’ten ayrılma izni verileceğini bildirdi. İftikar el-Devle bunu kabul etti. Teslim olup şehir kapılarını açtı. İftikar El-Devle ve ordusu 15 Temmuz akşamı Kudüs’ten ayrılarak Askelon kalesine gittiler. Kudüs Haçlılar eline geçti. Haçlılar önce sözlerinde durdularsa da. Haçlı ordusu mensupları, günün öğle vaktindan itibaren ertesi günün sabahına kadar iki gün Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başladılar ve büyük bir katliam gerçekleştirdiler.

Birinci Haçlı Seferi’nde Kudüs feth edilmeden önce Urfa Kontluğunu (1097-1144) ve Antakya Prensliği (1098-1268) kurmuşlar, Kudüs’ün işgalinden sonra da, 1109’da Trabluşsam’ı alan haçlılar,bağımsız statülü olarak  Trablus Kontluğunu (1109-1289) kurdular.

Haçlılar, daha sonra Şam’ı fethetmek uzere Suriye iclerine dogru yayilmaya basladilar. Fakat bu kez karsilarina cikan Halep emiri Nurettin Mahmut Zengi ‘nin ordusuna yenildiler ve geri cekilmek zorunda kaldilar. Bu yonde yayilmaya imkan olmayınca bu kez yönlerini Misira çevirdiler. Mısır topraklarında ilerleyen haclılari durduramiyan ve haçlı yayılışını önleyemeyen Fatimiler, bu tehlikeye karşı Nûreddin Zengi’den yardım istediler. Mısır’ın tek başına haçlılara karşı koyamayacağını gören Nûreddin Zengi, en güvendiği komutanlardan Şirkûh’u seçkin bir birlikle Mısır’a gönderdi. Bu yardım birliğinin içerisinde Selâhaddin Eyyûbî de vardı. Mısır bu sırada karışıklıklar içinde olup vezirlerin ve idarecilerin şahsi hırs ve ihtirasları yüzünden zayıflamış ve bundan istifade eden haçlılar, Mısır topraklarını ele geçirmeye başlamışlardı. Şirkuh komutasındaki ordu haclilari durdurup geri püskürtmekle birlikte Mısırda idareyi ele aldi. Selahattin Eyyub’e de komutanlik gorevi verdi.

Bu arada Musul Atabeyi I. İmadeddin Zengi‘nin 1144 yılında Urfa‘yı ele geçirerek bir Haçlı devleti olan Urfa Kontluğu‘na son vermesi üzerine Haçlılar Avrupa‘dan yardım istediler. Almanya İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis, ordularının başına geçerek İkinci Haçlı Seferi’ni (1147-1149) başlattılar ve Anadolu‘ya girdiler. Ancak, Anadolu Selçuklu sultanı I. Rükneddin Mesud ve Halep Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi başta olmak üzere her yerde Türk ordularının direnci ile karşılaştılar. Sonuçta Haçlılar küçük bir birlikle ancak Kudüs‘e ulaştılar. Bu grup, birinci Haçlı Seferi sırasında kurulmuş olan Kudüs Krallığı‘ndaki Hacli kuvvetleriyle birleşerek tekrar Suriye‘yi ele geçirmek için harekete geçtiler. Ancak bu teşebbüsleri başarılı olamayınca geri çekildiler.

Şirkuh’un ölümünden sonra Mısır’a vezir olan Selâhaddin, idareyi eline aldı. 1170 yılında haçlılara karşı ilk başarısını elde etti. Mısır’a hücum eden haçlı deniz ve kara kuvvetlerini,  ağır kayıplar verdirerek çekilmeye mecbur etti. Selâhaddin böylece 22 yıl boyunca sürecek olan cihadına başlamış oldu.

Sultan Selahaddin ilk büyük başarıyı Hittin denen mevki de haçlı ordularını ağır bir mağlubiyete uğratmakla elde etti.

HİTTİN ZAFERİ

Sultan Selahaddin, Bir Haçlı keşif birliğinin Taberiye gölüne yakın olan Safurriye kalesi yakınlarında olduğunu öğrenmesi üzerine ordusuyla o yöne harekete geçti ve Safurriye kalesini kuşatti. Kale komutanı yakınlarda bulunan haçlı ordusunu yardıma çağırmasiyla, Haçlı ordusu bu çağrı üzerine Taberiye gölüne doğru hareket etti. Sultan Selahaddin de, kuşatına askerleriyle Tabariye golu yakininda Hittin denen mevki de haçlı ordusunu karşiladi. Şiddetli çarpışmalardan sonra düşmanı her taraftan kuşatarak kıskaca aldi. Ardından İslâm ordusu nihaî saldınya geçerek, düşman ordusunu yenilgiye uğrattı. Sultan Selahaddin, Hittin tepesine çekilerek orada tutunmaya çalışan Kudüs Kralı Guy ve onu savunan özel birligini esir alarak haçlılari ağır bir yenilgiye uğrattı.

Küdüs Kralı ve haçlı kontluklarının birleşik ordularını imha eden Sultan Selâhaddin, zaferden sonra hiç durmamış, hızla harekete geçerek Trablus, Sayda, Beyrut ve Akka’yı ele geçirmiştir. 

Bu arada Hittin savaşında ağır yenilgiye uğrayan ve esir düşen Küdüs kralıyla, bir daha haçlı saldırısı olmamak şartıyla antlaşma yapılmış ve sembolik fidye ile kral ve yakınları serbest bırakılmıştır.

Sultan Selâhaddin Trablus, Sayda, Beyrut ve Akka’yı aldıktan sonra Kudüs üzerine yürümüştür. İslam ordusu 20 Eylül’de Kudüs’ü kuşattığında Şehirde 60.000 Frank askeri vardı. Önce canlarının bağışlanması karşılığı teslim olmayı red ettilerse de yoğun saldırı ve baskı karşısında şehri müdafaadan ümit kesilince haçlı yönetimi, canlarının korunması karşılı8ğında şehri teslim edeceklerini bildirdiler. Yapılan görüşmelerden sonra Franklar’ın şehir dışına taşıyabilecekleri her şeyi alıp gitmeleri ve ferd başına sembolik fidye verilmeleri şartıyla anlaşma yapıldı ve Şehir kapıları açıldı. Müslümanlar Küdüs’e girdiklerinde hiç kimsenin burnu kanamadı ve onların kiliselerine de dokunulmadı. Üstelik Sultan Selahaddin fidye vermeye gücü yetmeyen Hristiyan askerlerini, onların hanımlarının talebi üzerine serbest bırakmıştır. Hristiyan asker ve komutanlar ve çoğu Hrstiyan ahali, henüz feth edilmeyen ‘Sur’ şehrinde toplanarak yeni bir direnç noktası oluşturmuşlardır.

Tarihçi Ebû Fersin ifadesiyle: İslam ordusu en ufak bir intikam alma duygusuna kapılmadan şehirde hakimiyet sağladı. (Oysa haçlılar Küdüs’ü ele geçirdiklerinde, birbirinden ayırmaksızın her yaştaki insanı, kadın erkek demeksizin kılıçtan geçirmişlerdi. Silahsız ve savunmasız insanlar, yaşlı, kadın ve çocuk demeden katledilmiş, hiç kimseye hayat hakkı tanınmamıştı.)

Daha sonra Papa Grgorius’un teşvik ve tahrikleriyle, Avrupa yeniden Kudüs’e doğru seferber oldu. Hattâ birbirleriyle savaş halinde olan İngiltere ve Fransa aralarındaki savaşları bırakarak yeni bir haçlı seferi için (3.Haçlı seferi) hazırlıklara giriştiler. Yapılacak masrafları karşılamak üzere İngiltere ve Fransa’da özel vergiler ihdas edildi; “Selahaddin Öşrü” adını taşıyan bu vergi, halkın bütün gelirlerinden ve servetinden onda bir olarak tahsil ediliyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra haçlı orduları yeniden Doğu’ya doğru akmaya başladılar. Bu sefere Avrupa’nın en büyük üç kralı katılmıştı. Bunlar; Alman İmparatoru I. Frederich, Fransız Kralı II. Philippe ve İngiliz Kralı Richard’tı. ‘Alman imparatoru 20 000 kişilik ordusuyla Anadolu’ya girmiş, Anadolu Selçukluları’nın darbeleriyle yıpranan Alman ordusu, iyice zayıflamış ve ayrıca imparatorun Silifke yakınında Göksu Irmağı’nda boğulmasıyla. Çok zayıflamış olarak (ordunun 1/3’ü imha edilmiş halde), yılgınlık içerisinde Küdüs önüne geldiklerinde 5000 kişi kalmıştı. İngiliz ve Fransız kralları ise deniz yolu ile gelmişlerdi. Sultan Selahaddin, haçlı kuvvetlerine; Küdüs’e gelmeden önce büyük darbeler vurmuş, ancak deniz yolu ile sürekli yardım alan haçlı kuvvetlerini yok edememişti. Haçlı kuvvetleri İki yıl Kudus’ü muhasara etmiş, sonuçta ancak Akka’yı ele geçirebilmişlerdi.  Küdüs’ün  muhasarasında Sultan Selahaddin, huruç harekatıyla haçlı ordularını defalarca püskürtmüştür. Daha sonra İngiliz kralı ile araları açılan Fransız Kralı Philipe, memleketine dönmüş. İngiliz Kralı Richard, yalnız kalmış ve hatta iki kez Selâhaddin’e esir olmaktan kıl payı kurtulmuştur. Küdüs’u geri alma ümidi kalmayan Kral Richard, çok zor durumlara düşmüş ve ister istemez bir antlaşma yaparak memleketine geri dönmüştür. Küdüs’e Hristiyan hacıların ziyaretlerine izin verilmek şartı ile Sultan Selahaddin ile bir antlaşma yaparak ülkesine geri dönmüştür.

Sultan Selehaddin, Kudüs’ü korumak için Filistin ve bugünkü Lübnan, Ürdün topraklarında askerleriyle adım atmadık yer bırakmamış, devamlı düşmanla mücadele etmiş. Sultan Selahaddin’nin, düşmanı aralıksız takip ve mücadele etmesinden ister istemez sağlığı bozulmuş. Sultanın hayatını devamlı düşmanla mücadeleye adamasından, bu uğurda tahtını-tâcını ve tüm imkânlarını ortaya koymasından, hayatının en şerefli icraatı olan Kudüs’ü tekrar kaybedememek için olağan üstü gayret sarfetmesinden yatağa düşmüştür.  Bu haldeyken Oğlu Melik Efdal’ı çağırarak şu vasiyeti yapmıştır: “Oğlum sana her hayrın başı, kaynağı olan Allah korkusu ile ahlâklanmanı tavsiye ederim. Rabb’in emirlerini ifa etmede kusur etme ki selâmet ondadır. Halkın saadeti için çalış ve dikkatli ol. Daima onların durumlarım araştır, tahkik et. Çünkü halk Allah’ın sana emânetidir. Cümlemizin fâni olduğunu hatırdan çıkarma..”

Sultan Selahaddin, 1 Mart’ta komaya girdi. 4 Mart 1193 Çarşamba günü Şam kadısı, başında Kur’an okurken “Lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevvekeltü (Tevbe suresi, 129) ayeti gelince sultan gözlerini açarak gülümseyip ve görevini yapmış insanların huzuru içinde ruhunu Sahibine (c.c.) teslim etmiştir. Bugün Şam’daki kabri büyük ziyaretgâhlardandır.

Haçlı seferlerinin ilkinde ve üçüncüde kısmen arzu edilen hedefe ulaşılmış olsa da, diğer haçlı seferlerinde; hiç bir başarı sağlanamamıştır. Hatta bir haçlı seferinde (4.Haçlı seferi), Bizans devleti Katolik haçlıların eline geçmiş, bir diğerinde (5. haçlı seferi) Anadolu’da aç susuz kalıp perişan olduklarında, müslüman ahalinin yardımıyla canlarını kurtarmışlar, bir diğerinin de (6.haçlı seferi), haçlı seferi gayesiyle toplanan ve gemilerle Kuduse götüreleceği vaadiyle kandırılan çocuk denilecek yaştaki gençler, Venedikli tacirler tarafından başka ülkelere götürülüp köle olarak satılmışlardır.

Esasen ilk haçlı seferinde sağlanan başarının sebebi, islam coğrafyasında kurulu devletlerin bir birine hasım, hatta düşman politika izlemelerinden ve Suriye ve Mısır’ın Fatimi yönetiminin azınlık mezhep politikası izlemesinden, idarecilerin entrikalarıyla devletin zayıflamasından kaynaklıdığı ve yani konjünktörün müsait olmasından dolayı olduğu söylenebilir.

Nitekim Fatimi yönetimi yıkılıp Eyyübi devlet yönetimi kurulup, Sultan Selahattin iş başına gelince haçlılar için avantajlı durum ortadan kalkmış, Sultanın Batı Asya’daki islam devletleriyle müttefiklik oluşturularak, haçlılar her yönden kuşatılarak, geldikleri yere geri gitmek zorunda bırakılmıştır.

III. Haçlı Seferi esnasında gösterdiği çelik irade, haçlı, seferleri tarihinde, Selahaddln Eyyûbî’yi islâm dünyasının kahramanlık sembolü haline gelmesini sağladı. Büyük bir kumandan devlet adamı, imarcı, kültürel ve insanî değerlerin hamisi idi. Müslümanlar onun şahsında ideal bir devlet adamı bulmuşlar. Avrupalılar ise gerçek bir İslâm kahramanı görmüşlerdir.

Hayatını kaleme alan tarihçilerin anlattıklarına göre sultan zamanını ya ilim, ya cihâd ya da devlet işleri ile uğraşarak geçirirdi. Kuvvetli bir tahsil görmüştü. Kur’an-ı Kerim ezberindeydi ve zamanın büyük din âlimlerinden hadis ve fıkıh dersleri almıştı. Aynı zamanda çok cömertti. Sahip olduğu mülk gelirlerinden başka Fatımi, Kudüs ve Atabeyler’in hazinelerine sahip olduğu halde siradan bir asker gibi yaşamış ve vefatında bir altın ve birkaç gümüş paradan başka bir şey bırakmamıştır. Hastalığı esnasında kefenini bir mızrağın ucuna bağlatıp bir tellalin eline vermiş ve sokaklarda: “İşte Sultan Selâhaddin bu kadar büyük mevkilere gelip şan ve şerefe nail olmuşken, dünyadan şu kefenle gidiyor” diye nida ettirmiştir.

Avrupa’da Ortaçağ’ın İngiliz halk ozanlarında olduğu kadar, yeni çağların hikâye ve romancılarının da hayal alemlerinde derin tesirler bırakmış ve halen de bahadır ve yiğit silahşörlerin fazilet örneği olarak kabul olunmaktadır.

Mehmed Akif’in: “Şarkın en sevgili Sultanı Selâhaddin” dediği bu büyük dava adamı için birçok mersiye yazılmıştır.

Sultan Selahaddin’in vefatı sonrasında yine peş peşe haçlı seferleri tertip edilmiş se de (6 sefer tertlp edilmiş) hiç birinde istenilen amaç gerçekleşmemiştir.

Google’denderlenmiştir.

A.K