Batıda Dinler Tarihi Çalışmaları
Dinler Tarihi çalışmaları Batı’da ilmi anlamda XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlamış; isim, konu ve metod problemleri zamanla aşılarak müstakil bir ilim dalı hüviyeti kazanmış ve bu alandaki çalışmalar gittikçe artarak günümüze kadar gelmiştir.
Dinler Tarihi çalışmalarının günümüzdeki durumunu ortaya koymadan önce, bugünü daha iyi anlayabilmek için geçmişi kısaca özetlemekte fayda vardır.
Dinler Biliminin (Science Des Religions) Doğuşu
XVIII. ve XIX. asırlarda Beşeri ilimler adını alan bilgi dalının gelişmesi çevresinde üç araştırma ekseni oluştu ki bunlar bilim, biyoloji, kültür ve tarihtir (İlk eksen olan bilim, matematik, fizik ve mekanik’ten oluşmakta ikinci eksen olan biyoloji ise zooloji, antropoloji ve palentoloji’yi kapsıyor, XIX. yüzyılda prehistoire (tarih öncesi)in keşfi de buna ekleniyordu) Üçüncü eksen olan kültür ve tarih ise daha sonra beşeri ilimler” adını almıştır.
XVI. yüzyıl, iki belirleyici olaya tanıktır: Hıristiyanlık içindeki bölünme ve yeni dünyaların keşfi. Bu iki olay, din üzerine yeni düşünceyi ortaya çıkardı ki bu düşünce resmi ve teolojik bakış açısını bırakarak Greko-romen mitleriyle, Mısır ve Fenike ilahlarına yöneliyordu.
XVII. yüzyılda bu hareket iyice netleşti. Cizvitlerin misyonerlik faaliyeti Çin, Hint ve Kuzey Amerika kültürlerine açıldı. 1663’te Paris’te kurulan Academie des Inscriptions et Belles Lettres, antik din ve mitlere yöneldi.
XVII. yüzyıl önemli bir merhaleyi teşkil eder. 1725’te Vico Scienza Nuova’yı neşreder. 1724’te J.F.Lafitau “Moeurs des savuvages ameriquains” adlı iki cilt eserini yayınlar. 1760’ta Charles de Brosses “Du culte des dieux fetiches”i neşrediyor ve Laftau’nun mukayese metodunu kullanıyordu.
XVIII. asrın sonunda Almanya ‘da Aufklarung’a karşı kuvvetli bir reaksiyon ortaya çıktı. Bu irrasyonel’i yani duyguyu, arzu ve hayalin rolünü bildiren Sturmund Drang hareketiydi. J.G.Herder tabiatın, Tanrı’nın insanlara konuştuğu dil, mitolojinin de bir dünya görüşü olduğunu ifade ediyordu. O, Aelteste Urkunde des Menshengeschlechts (1774)’da kavimlerin eğitiminde dinin temel olduğunu göstermeye çalışıyordu. Böylece romantik mitografi doğmuş oldu.
Fransız İhtilali’nin ertesinde geçmişe yönelik çalışmalar yapıldı ve keşiften keşfe koşuldu. Hint dinleri, Mısır medeniyeti ve Mısır dini, İran ve Ortadoğu dinlerine ilişkin tarih öncesi kalıntıların keşfi ortaya kondu. Bu, tarihi bilimlerin (Arkeoloji, Filoloji, Orientalizm, Etnografi) doğuşu idi. Bulunan malzemelerin çoğalması, bu dokümanların envanterinin yapılması, tasnif ve tedkiki “Tarihi tenkid” ve “Mukayeseli Filoloji”nin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Hint ve İran dini metinlerinin keşfi, ari dinlerin akrabalığına dair araştırmalara yol açtı. Bu mukayeseli filoloji çalışması Max Müller’e (1823-1900), insanlığın arkaik dini düşüncesine dair araştırma fikrini ilham etti. Dilbilimci, oryantalist, Dinler Tarihinde filolojik ekolün kurucusu olan Max Müller, mukayeseli dillerden hareketle dinleri ve mitleri inceledi.
XIX. yüzyılın ortalarına doğru başlayan prehistorik araştırmalar insanlığın ilk çağlarına dair belgeler ortaya koydular.
Kolonizasyondan doğmuş olan Etnografi, batı insanına yabancı gelen ve ibtidai denilen kavimlerin dini fenomenlerine dikkat çekti.
Pozitif olaylar üzerine kümelenmiş bir dinler araştırması Menşe ve Gelişme kavramlarını ön plana çıkardı ve çeşitli yorumlar (animizm, totemizm, mana vs.) ileri sürüldü. Darwin’in biyolojik şeması dinin menşe ve tekamülüne dair araştırmalara nakledildi. Evrimci teori ve izahlara karşı reaksiyon gecikmedi ve Andrew Lang, W.Schmidt gibi bazı etnologlar, bir yüce varlığa inanca tanıklık eden arkaik medeniyeti bir Urkultur’un kalıntılarını buldular.
Viyana ekolünün çalışmaları yazısız kavimlerin dinlerini tedkike yeni bir yol açtı. Karşılaştırma yolları kullanılarak, akraba medeniyetler tanınmaya çalışıldı. Bu tarihi ve etnolojik metod historico-culturelle metod diye bilinmektedir.
XIX. yüzyılda tarihi araştırma ile romantizm arasındaki zıtlıklar kendini gösterdi. Benjamin Constant (1767-1830) bu iki akımın sentezini hazırladı. Bu yüzyılda arkeolojk, filolojik, epigrafik dokümantasyona dayanan tarihi araştırma ile Sturm und Drang’dan esinlenen romantik akım birbirleriyle çatışmıştır.
Dini düşüncede muhayyile ve hassasiyetin önemini vurgulayan romantik hareket ortamında Fusten de Coulanges (1830-1889)’ın La Cite Antique’i şu temel kuralı vaz etti: Tarihçi doğrudan ve sadece metinleri, en ince detayına kadar incelemek ve onların gösterdiklerini belirtmekle yükümlüdür.”
Hollanda’da C.P.Tiele (1830-1902) tarafından yönetilen düşünürler grubu, teoloji yerine dinler bilimini koyuyordu. 1877’den itibaren Reforme teoloji kürsüleri Hollanda’da yerlerini “dini fenomenin tedkiki” ile yükümlü kürsülere bırakmıştı.
Chantepie de la Saussaye, bir dini fenomenoloji el kitabı hazırladı: Lehrbuch der Religiens geschichte (1887). Yazar üç yol tesbit etmektedir:
a) Felsefe : Dinin öz ve menşeini tedkik eder.
b) Tarih : Çeşitli dinlerle meşgul olur.
c) Fenomenoloji : Dini fenomenlerle ilgilenir.
Berlin’de Otto Pfleiderer dini felsefe ile dinler biliminin ittifakını gerçekleştirmeye teşebbüs eder. Ona göre dinler bilimi, dini duygunun tezahürleri olarak mülahaza edilen bütün dinlerin tarihi olmalıydı.
Dini fenomen üzerine merkezileşen bu araştırma Fransa’ya da sıçradı ve orada College de France’da tesis edilen Dinler Tarihi kürsüsü Albert Reville’e (1826-1906) teslim edildi. Ernest Renan (1823-1892) bu harekete katıldı. Tiele ekolü çizgisinde bu hareket, dinin tarihi formlarından çok özü üzerine durdu.
1880’den 1900’e kadar dinler bilimi, bir takım olaylarla belirlenen bir artış sürecine girer: Hollanda, Paris, Brüksel, Louvain’de dinler tarihi kürsülerinin kurulması; Paris’te, Revue de l’Histoire des religions ve Revue des religions dergilerinin, Louvain’de de Meseon’un çıkmaya başlaması, 11-23 Eylül 1893’de Chicago’da World’s Parliament of Religions’un toplanması gibi.
Böylece doğmakta olan dinler bilimi, beşeri bilimlerin tarihi-kültürel ekseninde yerine almış, bir taraftan tanılar, diğer taraftan politik hareketlerin müdaheleleri içinde kendi yolunu bulmuştur.
Denilebilir ki 1900’de Paris’te toplanan Dinler Tarihi kongresi, dinler bilimi alanında bir dönüm noktası olmuştur.
II. Dini Fenomen ve Tarihi Formları
XIX. yüzyılda Dinler Bilimi’nin konusu yavaş yavaş ortaya çıktı. Bir taraftan dini fenomenin evrensel ve spesifik olduğu farkedildi. Diğer taraftan da zaman ve mekan içinde yaşanmış bu fenomenin çeşitli tarihi tezahürleri kendini gösterdi. Böylece XX. yüzyılın başından iki anahtar kelime konuya çift yaklaşımı gösterdi ki bunlar tarih ve fenomenoloji’dir.
XIX. yüzyılın ve XX. yüzyılın başında araştırıcılar, dinler biliminin konusu olan dinin hem fenomen hem de tarihi form olmak üzere iki vechesinin olduğunu farkettiler. Fakat diğer bir temel unsurun yeterince farkında olunmadı ki bu da dini tarihin merkezinde ve yaşanmış fenomenin menşeinde bulunan dindar insan (homme religieux) idi. Nathan Söderblom ve Rudolf Otto, dinler biliminin bu vechesini tedkike koyuldular.
1913’te ERE’deki “Holiness” maddesinde N. Söderblom (1866-1931) kutsalı dinin temel kavramı ve başlıca işareti olarak niteledi. R. Otto (1869-1937), 1917’de neşrettiği Das Hailege’de dini fenomenin temelde kutsalın tecrübesi olduğunu ifade ediyordu.
Otto, dini fenomen üzerinde durması ve bu fenomenin indirgenemez olduğunu göstermesi bakımından takdire şayandır. O, dinler tarihinin merkezine dini fenomeni yerleştirmiştir. Ve yine o, fenomenin tedkikinin, dindar insan ve onun davranışını tedkikten ayrılamayacağını göstermiştir.
III. Dini Fenomen ve Onun Tarihi Formlarının İlmi Tedkiki
Dinler Bilimi’nin teşekkülünün ana etapları ve bu ilmi disiplinin konusunu kısaca gözden geçirdikten sonra şimdi de dinler biliminin konusunun farklı ele alınış şekillerini açıklayabiliriz ki bunları üç başlık altında toplamak mümkündür:
1) Tarihi yaklaşım : Kutsalın morfolojisiyle bizi karşı karşıya bırakan belgelerin tedkikidir.
2) Fenomenolojik yaklaşım : Fenomenin dini motifini tesis yani tipoloji yaşanmış çerçeve ve dindar adamın tanıklığını ifade eder.
3) Hermenötik etap : Fenomenolojik yaklaşımdan sonra dinler tarihçinin, anlam ve mesajı araştırmaya koyulmasıdır.
Bunları tek tek açıklamak gerekirse:
1. Dinler Tarihi
Tarihi yaklaşım, dinler biliminin ilk teşebbüsüdür. Tarihi yaklaşım, Tarih öncesi uzmanları, arkeologlar, oryantalistler, filolog ve etnologlar gibi uzmanlarca toplanmış dokümanlarla oluşmuş geniş bir tarihi birikime dayanır. Bu dökümanlar öncelikle bu uzmanlarca incelenir.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/48655-batida-dinler-tarihi-calismalari.html#post412801
Tarihi araştırma insanlığın, zaman ve mekan içinde yaşanmış çeşitli dini tecrübeleriyle ilgilenir ki biz bu tecrübeleri metinler, tapınaklar, mezbahlar, kutsal kitaplar, mitler, semboller ve adanmış insan vasıtasıyla bulmaktayız.
Dinler Tarihçi, malzemeleri tesbit ettikten sonra onları, özel sosyo-kültürel çerçevelerine göre yerleştirir. Dinler Tarihçi konunun sosyal boyutunu da hesaba katmalıdır.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=412801
2. Fenomenolojik Yaklaşım :
Dinler Tarihi dini fenomeni ancak insan, insanın söz ve davranışıyla yakalayabilir. Dini fenomenin her ifadesi belli bir çerçevede yaşanmış tecrübedir. Dolayısıyla özel bir fenomeni genel bir öze bağlamayı hedefleyen fenomenolojik analiz söz konusudur. Fenomenoloji anlama idealini, tarihi araştırmaya bağlı kalarak gerçekleştirmelidir. Tarih ve Fenomenoloji karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdırlar.
Chantepie de la Saussaye’e (1848-1920) göre fenomenolojinin özü bir taraftan temel tezahürler seçmek diğer taraftan da anlamı yakalamaktır. G. van der Leeuw (1890-1950) de öz-tezahür kavramlarını ele alır.
Durkheim, Söderblom, Otto gibi M.Eliade de kutsalı, Dinler Bilimi’nin temeli kabul eder. Eliade, kutsalın tezahürünü hierohanie diye adlandırır. Hierophanique realite ile irtibata geçen insan ise “homo religiosus” olarak adlandırılır.
Eliade’in metodunun teşekkülünde iki temel unsur söz konusudur ki bunlar da kutsal ve homo religiosus’tur.
Kutsalın morfolojisiyle bizi karşı karşıya getiren tarihi yaklaşımı fenomenolojik yaklaşım takip eder. Fenomenoloji, ele aldığı fenomenleri adlandırma ve sınıflandırma ile işe başlar. Buna ilaveten yapılanın envanterini yapar ki bu da tipoloji ile neticelenir. Bununla birlikte fenomenolojinin rolü fenomenleri sınıflandırma veya tipoloji ile sınırlanamaz. O, fenomenlerin anlamını hem tarihi şartları içinde, hem de dindar adamın davranışı içinde anlamaya çalışır.
Pettazzoni’ye göre fenomenoloji tarihin dini yorumu veya anlaşılmasıdır.
Dinler tarihçinin bu yaklaşımı insanın tecrübesi olması açısından dini fenomenleri deşifre etme teşebbüsüdür.
3. Hermenötik (Hermeneutique)
Henmenötik yorum ilmidir. Dinler tarihinde hermenötik, daha önce zikredilen iki yaklaşıma yani bir taraftan morfolojisini inceleyen tarihi yaklaşıma, diğer taraftan onun tipolojisini yapıp insanın kutsalla karşılaşmasındaki tecrübesini açıklayan fenomenolojik yaklaşıma eklenir. Eliade, Dinler Tarihçinin hermenötik alanındaki görevini net bir şekilde şöyle tanımlar: “Dinler Tarihçinin nihai hedefi homo religiosus’un davranış ve zihni dünyasını anlamak ve başkalarını aydınlatmaktır”. Eliade’a göre hermenötik yaklaşımda iki etap vardır. İlki, dini fenomenlerin anlam ve manevi muhtevalarını, bu fenomenleri yaşayanlara göstermek, ikincisi de bu fenomenlerin mesajının anlamını modern cemiyetlerin insanına aktarmaktır.
4. Dinler Biliminde Karşılaşmacılık
XVII. yüzyıldaki çeşitli denemelerden sonra karşılaştırmalı mitografi gerçek canlılığını XVIII. asırda gösterdi. Yazarlar mitlerin izahı ve kitabı mukaddesteki hikayelerin çerçevesinde yerleştirilmesiyle ilgilendiler. Onlara göre mitler, Kitab-ı Mukaddes hikayelerinin bozulmasıdır.
1856’da M.Müller Essay on Comparative Mythology’yi neşretti. Hind-Avrupa dilleri arasında akrabalığın keşfi karşılaştırmalı filolojinin doğmasına sebep oldu.
XX. yüzyılın başında dini etnoloji alanındaki tartışmalar, karşılaştırma metoduna dair önemli tartışmalara yol açtı. Etnoloji alanındaki iki büyük uzman olan Fritz Graebner (1877-1934) ve Wilhelm Schmidt (1868-1954) tarihi-karşılaştırmalı araştırma için yeni perspektifler açtı. Dinlerin tedkikinde onlar, akrabalıklarını görmek, iyi yorumlayabilmek, değişiklikleri ortaya çıkarmak için çeşitli kültürleri yaklaştırmaya teşebbüs ettiler.
Pinard de la Baullayc eserinde XIX. ve XX. yüzyıl karşılaştırmalı araştırmanın geniş bir sentezini verdi.
Dinler bilimi karşılaştırmalı araştırmadan vazgeçemez, ancak şunu da unutmamak gerekir ki dinler tarihi yaşanmışa eğilir ve onun malzemeleri tarihi somutlukta tesis edilmiş olmalıdır.
Ömer Faruk HARMAN