İnsanlık, tarih boyunca huzur ve istikrardan ziyade büyük acılar ve sıkıntılar çekerek 21.Yüzyıla girmiş bulunmakta… 20. Yüzyılda, 1.Dünya savaşında, islam aleminin de içinde olduğu dünya çapında felaketler yaşamış, milyonlarca can kaybı olmuş, on milyonlarca insan sakatlanmış, bu kadarla yetinilmemiş; çok kısa bir zaman sonra 2.Dünya savaşıyla tarihte görülmemiş kitlesel ölümler olmuş, on milyonlarca insan ölmüş, yüz milyonu geçkin insan sakatlanmıştır.  Bu kadar ölümcül felaketlere rağmen 2. Dünya savaşı sonrası galip devletler, adaleti ve barışı esas alan dünya nizamı kurmak yerine, beş daimi güvenlik konseyinin kontrolünde, üstün teknolojiyi, caydırıcı silahlı gücü ve korkuyu esas alan bir dünya nizamı kurmuştur. Ne var ki bu nizam da çatırdama da….

Eğer adeleti ve barışı tesis etmek üzere yeni bir dünya şekillenmesine gidilmez ise bu gidiş, 3.Dünya savaşının çıkmasına sebep olacak gibi…

20. Yuzyil sonunda, her ne kadar 2.dünya savaşı sonrası ortaya çıkan fikir sistemlerinden biri olan Marksist-Komünist sistem çökmüş ve bu fikrin bir asırdır, savunuculuğunu yapan SSCB dağılmış olsa da, bu birliğin kalıntılari ile hür dünya denilen, aslında hürlük prensibinden ziyade, kendilerini efendi konumda tutan, insanlığı köleleştirmeyi amaç edinen kapitalist-liberal sistem arasındaki mücadele bir şekilde halen devam etmektedir.

Evet! Günümüz de yine barış, demokrasi ve kardeşlik adına ülkeler işgal edilmekte, insanlar kitleler halinde öldürülmekte, mültecilik dramı altında on milyonlarca insan evini, barkını, yurdunu terk etmektedir. Ne yazık ki, dünya nizamının bekçileri olan beş büyük devlet ve Birleşmiş Milletler teskilati; bu duruma seyirci kalmakta, hatta ateşin yayılmasını teşvik etmekte…

Kısaca dünyamız ve insanlık, için için yanan, her an patlayacak bir volkan gibi büyük bir felakete veya buhrana gebedir.

Her an dünyayı tümüyle etkileyecek büyük bir savaşa adım adım yaklasilmaktadir.

Allah insanlığı böyle bir felaketten korusun diye temenni ve dua ederken, bu duruma karşın alınacak tedbirleri de ihmal etmemek gerektiğini belirtmeliyiz.

Şöyleki; devlet olarak TMO’da en az beş yıllık kuru gıda ham maddesi stoklanmali, yurt içinden yuklu miktarda gıda alınıp, ihrac edilmesine engel olunmalı, gıda sanayi denetim altında tutulmali, tarim uretimine ve savunma sanayiye ağırlık verilmeli, şehir hayatının gerektirdiği aşırı giderlerden ve tüketim alışkanlıklarından uzaklaşilmali, halkin üretim merkezli kırsal hayata yonelmesi teşvik edilmeli ve de, toplum ev ekonomisine dayalı mümince bir hayata yonlendirilmelidir, derim…

M.Kutlu Aytuğ