Madde-Enerji, Zaman Gerçeği ve İzafiyet Kuramı
Anlaşıldığı kadarıyla madde-enerji ve zamanla ilgili pek çok sırrın keşfine kapı açan en temel bilimsel teorem, rölativite yani görecelilik y ada izafiyet teoremidir. Bu teorem, önce Newton’un genel çekim teoremi kapsamında ortaya konulmuş, daha sonra özel ve genel mahiyette kısmen kanıtlanmış evrensel bir teorem olarak ortaya konulmuştur.
Tarihi kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla ilk defa 10.Asırda. İslam âlimi El Kindi gezegenlerin kendi etraflarında dönmeleriyle ilgili yani çekim kuvveti ile ilgili bir takım açıklamalarda bulunmuştur. Daha sonra 17.Asır Avrupa’sında Newton, kütle çekim kuvvetini matematiki olarak hesaplamıştır. Bu tespitin ardından Einstein önce özel rölativite teoremiyle daha sonra da genel rölativite teoremiyle çekim kuvveti ile birlikte madde-enerji, zamanla ilgili başka evrensel açıklamalar yapmıştır, Einstein, cisimlerin kütle çekimi ile birlikte, cismim hareketinin-hızının, mekanın ve zamanın, mut-lak veya rölativ/göreceli/izafi olduğunu açıklamıştır.
El-Kindi ile başlayan Newton ile devam eden ve Einstein’le evrensel bir niteliğe ulaşan rölativite teoreminin gelişim süreci, fizik ilminin gelişmesinde faydalı olduğu kadar, batıda bilim zihniyetinin kökleşmesinde de önemli fayda sağlamıştır. Rölativite-görecelik kavramı, her ne kadar geniş manada yani zaman, mekan ve hareketle ilgili bir genel tespitler olarak Einstein tarafından ortaya konulmuşsa da, ilk defa El-Kindi tarafından zikredildiği bilinmektedir. Daha sonra Newton tarafından , evrende tespit edilen çoğu şeylerin sabit-mutlak olmadığını, bakışa göre farklı değişebilir görünümü haiz olduğunu ve evrende oluşan bir olayın, başka başka zamanlarda algılanan, ayrı ayrı olaylarmış gibi bize gözüktüğünü, oysa yapılan tespitlerde her an yanılmanın mümkün olabileceğini belirtmiştir. Şöyle ki; aynı anda bir limanda veya garda, bir gemide veya trende bulunuyorken yan yana olduğumuz bir başka geminin mi, trenin mi; yoksa içinde bulunduğumuz geminin mi, trenin mi hareket ettiğini anlamakta zorluk çekeriz. Ve çoğu kez yanlış hüküm veririz ki, doğru hüküm, iskeleden ya da istasyondan uzaklaşmaya göre verilir. Bu gözlem sonucunda, Newton şöyle bir prensip ortaya koymuştur. Bir dayanak noktası olmadan yani iskele ve istasyon misalindeki gibi ölçmeye esas ortak bir referans olmadan, aradaki mesafeden dolayı değil bir cismin hareketinin ya da hızının doğru tespit edilmesi, hareketli bir zeminde yapılan gözlem ve deney sonuç-larının bile, mutlak doğru olması mümkün değildir, demiştir. Yani sabit-sağlam bir referans olmadan yapılan ölçümler rölatiftir, demiştir. Newton, bu hükmün ardından cisimlerin hareketlerini, mutlak ve göreceli-izafi olarak ikiye ayırmıştır. Gerçekte uzayın kendisi dahil olmak üzere evrende hiçbir şeyin sabit olmamasından,ya da sağlam bir dayanağın olmamasın-dan, en azından gözlemin yada tespitin yapıldığı dünya gezegeni-mizin,başka gök cisimlerine göre kendi etrafın-da farklı hızda dönmesinden dolayı hareket, hız, kütle ve zamanla ilgili yapılan gözlemler, ölçüm ve tespitler mutlak doğru olmayıp, izafi-görecelidir. Newton, bu arada kendince belirlediği bir ölçüye göre (bir kg kütleye saniyede 1 metre ivme kazandıran kuvvete 1 Newton diyerek), yani sağlam bir dayanak noktasına göre, zaman, kütle kuvvet, hareket ile ilgili mutlak doğru tespitler yapılabileceğini belirtmiştir. Newton, her ne kadar yer çekimi ile ilgili doğru tespit yapmış ise de, bu kuvvetin dayandığı sebebi tanımlamada hataya düşmüştür. Newton; yer çekiminin, cismin ağırlığıyla ve düşme hızıyla ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ancak daha sonra Einstein, bu açıklamanın yanlış olduğunu ve yer çekimi sebebinin cismin hızıyla ilgili olmadığını, doğrudan kütlesiyle ilgili olduğunu belirtmiştir. Daha sonra sabit bir dayanak/referans olarak ışık hızı esas alınmış. Ne var ki, ışığın da, önüne çıkan geometrik çekim alanından etkilendiğinin tespit edilmesi üzerine (yıldızların gözlemlendikleri anda göründükleri yerlerden farklı yerlerde olduklarının tespit edilmesi üzerine)ışık hızına göre yapılan ölçümün de, izafi-göreceli yani rölatif olduğu anlaşılmıştır.
Biltav Yayınlarından ‘Mikro Kozmostan Makro Kozmosa’ adlı kitaptan alınmıştır.
M. Kutlu Aytuğ