Evrim ve Yaratılış’ın Düşündürdükleri…
George GAMOW, Bir, iki, üç … SONSUZ İlmin Gerçekleri ve Analizi
(Milli eğitim Basımevi, ist.1964 shf.17) isimli kitabında;
“Geometrik noktaların sayısı, her ne kadar tam ve kesirli sayıların sayısından daha büyükse de matematikçilerce bilinen en büyük sayı değildir. Gerçekte, en acaip şekillerin de eğrileri dahil olmak üzere, mümkün olabilen bütün eğri çeşitleri geometrik noktalar topluluğundan daha çok üyesi olan bir topluluk meydana getirirler ve böylece de sonsuzluklar sırasının ÜÇÜNCÜ sayısı tanımlanmış olur…
Düşünebildiğimiz her şeyi sayabilmek için bu ilk üç sonsuz sayı yeter gözükmektedir ve şimdi kendimiz burada, birçok oğlu olup da üçten öteye sayamayan eski ahbabımız Hotanto’lu ile tam karşı karşıya bulunmaktayız.” Diyor.
Dikkat etti iseniz.. eğrilerin (münhani hatların) doğrulardan (müstakim çizgilerin) büyük olduğu savı, analitiklerin problematik BEŞİNCİ paralel postulası ile ilgili.. Düzlem ve iç açıların toplamı 180 derece olan Oklid geometrisi ile diğer çağdaş iç yada dış bükey geometrilerin ilişkisinden kaynaklandığını sanıyorum..
Bu günkü geometrimize göre üç tane sonsuzluk varmış:
Birinci dereceden sonsuzluk tam ve kesirli sayıların sonsuzluğu..
İkinci dereden sonsuzluk doğru çizgilerin sonsuzluğu..
Üçüncü dereceden sonsuzluk eğri çizgelerin sonsuzluğu..
Eğri (rastgelelik), doğrudan (düzenden) büyüktür demek ki..
Zaten bilim en genel yasalar olarak istatistik yasaları öngörür.. Anlıyacağınız eğrilerin (sonsuzu) noktaları, doğruların noktalarını (sonsuzunu) döver!
SONSUZLUK matematikte çift sıfır olarak gösterilir. Fakat Gamow, sonsuzluk üstadı Cantor’un ibrani ALEF (Arapça Elif) harfiyle simgelediğini söylüyor.. Bunu ascii kodlarla ( | ) karakteriyle gösterebiliriz.
Şu ortaya çıkmıyor mu: İster sayısal çift sıfır RAKAMI , isterse sözel Alef () veya Elif ( ) ya da A HARFİ, olsun, simgede, sonsuz, iki çizigili ya da iki uçlu bir gösterge (öküz boynuzu) ile betimleniyor sanki.. Bence alfabenin başındaki bilinenleri gösteren A, B ve C harfleri kadar bilinmezleri gösteren X, Y ve Z harfleri HATT’lardan oluşan remizler (simgeler) . Bun remizler de bize cisimleri (iz-geler) , resimleri (çiz-geler), ve isimleri (im-geler) bellenen göstergelerdir. Bunlara düşünce dünyamızın öğeleridirler. Biz bu işaretler (göstergeler) ile görüngüler (delalet) dünyasını yansıtırız, diye düşünüyorum. İşte bakın, GÖRDÜNÜZ MÜ ? eğer gösteri ve ya görüntü sayamazsanız, GÖRÜN-gü ve GÖSTER-ge olarak iki uç arasında kaldım !.
Bu İKİ UCU ister HADD isterse HATT olarak alın iki YÖN (cihet) ile karşı karşıyazınız. Ya da ister integer (i) sayısalı ister iks (x) sözeli olsun, sonsuzluk gizemli ve bilinmez kalır..
Bilinebilen tüm nesneler ve kimseler çifttir.. Burada PARİTE (çiftlik, çokluk, parçalılık) başka bir evrensel yasa olarak karşımıza çıkar..
Düşünülebilenlere sıra gelince onlar hem tek hem çift olabilirler..
Bilinemeyen, düşünülemeyen ve sayılamayan SONSUZLUĞA gelince tek ve çift farkı kalmaz.. tek ayakkabıların sonsuzluğu ile çift ayakkabıların sonsuzluğu EŞİTTİR..
Şu kadar var ki SAYISAL dan NİCEL’E geçince, bu sefer sonsuzluklar çoğalıyor ya da artıyor ya da genişliyor ve sayılamasa da MERTEBE alıyorlar.. Burada kesret (çokluk) ile mertebe (kat) arasında farkı görmek için yöntembilimsel analize gerek var.. ziyade (artı) ile tevessü (genişleme) de var.. ve bu bizi konu dışına taşırır.. (ve ileride konu dışına taşacak.. saymaya ilişkin sözlerimden sonra anlayacaksınız ki burada bu saydığım çoğalma, katma, artma ve genişleme ile tüm büyümeleri tam saydım mı bilmiyorum. Dilim, düşüncem, bilgim ve bütün veri ve “verilen” (hibe) lerim ile sınırlıyım)
DÜŞÜNMEYİ SÜRDÜRÜRSEK: Ukde’den çıkan nokta.. gerçek ve olgu olarak tanımlanamaz ancak varsayalır.. ve işin ilginci, tutulabilen, görülebilen somut gerçeği ona yabancı olan görülmez akıl (Meth) ve onun sanal varsayım (math) ile yaklaşabiliyloruz…
işte bu nutka gelen nokta (nukta) ; eni, boyu ve yüksekliği olmayan bir BAŞLANGIÇ..
Bu başlangıç hareket ederse.. uzam sürekli olursa ne olur ? boyut olur.. nuktadan çıkan İLK BOYUT.. çizgidir, eğiri ya da doğru çizgidir.. Ancak yukarıda Gamow’un dediklerini nazara alırsak eğrilerin evreni ile doğruların evreni ayrıdır.. demek NUKTA’dan (nokta’dan) sonra evren ikiye ayrılıyor..
Düzenli çizgiler dünyası (rast gele olmayan sıralı ve sayılı evren)
Düzensiz çizgiler dünyası (rastgele sırasız ve sayısız olan evren)
San ki biri cennet birisi cehennem.. san ki düzenli yaşayanlar düzensizleri, düzensiz yaşayanlar düzenlileri sevmezler.. (sanki sözcüğünün kök ve ekini ayrı yazdım ki akıl kökünü ve kişi ekini göresiniz..)
İster düz ister eğri ne olursa olsun çizgelerin düzeminde yani müstakim (düzgün) ve münhani (eğri) hatların (çizgilerin ki biz bunlara vektör diyoruz) geometrisinde ancak ve ancak ileri (öne) giden ve/veya geri (arkaya) giden YÖNLER vardır. Ancak YANLAR (sağı ve solu) yoktur. Canibi olmayan cihetli bu dünyada ne eril ne dişil bir öğe yoktur.. yapan ya da yıkan bir üye bulunmaz..
Düz ve eğri çizgelerin dünyası yol ve yön gösteren VEKTÖRLERDEN kurulu ve renkleri bulunmayan bir dünya. Bunlarla şekiller çizilir, dokunur. Vektörler ve pikseller bizim ekranımızı ve sayfamızı meydana getirirler. Duyulur dünyadan düşünülebilir bir dünyaya geçen anlayışın , ilk karşılaşacağı dayatma, bu evrende sıkıcı bir düzen.. ya da üzücü bir düzensizlik.. Yaz gibi kış gibi.. ya şunun bir baharı yok mu der insan.. Bahar gelir.. gene sıkılır bu tek tüze hayattan.. bir çeşitlilik olsa da hareket ve bereket bulsak diye aranır..
Şimdi sıkılıp bu bu dünyadan dışarı çıkmak isterseniz.. bu evren içinde hareket ederek değil de.. Evrenin kendisini yani “doğru” olan hatt ya da haddi hareket ettirmek zorundasınız.. duyulabilir çiftten düşünülebilir teke sıçramak.. ve doğru çizgi iki ucuyla birlikte bir bütün olarak hareket ederse İKİNCİ BOYUT ortaya çıkar: YÜZEY.
Artık yüzeyde hem ileri ve geri olarak yönelebilir.. eril ve dişil olabilirsiniz.. hem sağ ve sol olarak yanlanabilirsiniz.. yani bu boyutta bir ENİNE (ileri ve geri) ve BOYUNA (sol ve sağ) genişleyebilirsiniz.. Buraya kadar olanı betimleyelim: evrenin devimi.. ve aralığın genişlemesi.. uzamın boyut haline gelmesi.. ve bu suretle noktadan çizginin çıkması.. çizgiden yüzey doğması..
Ben bunları niçin anlatıyorum: Evrime inananlar ve bu arada Sayın İsmet Gedik Hocanın System.docu, atalarımızın iki boyutlu bir evrene göre düşündüklerini ve bu evrimleşme süreci içinde dört boyutlu zaman sürecini ancak bizim bildiğimizi ileri sürüyorlar.. Gerçi bu www.yontembilim.com sayfasında din ve fen ilişkileri ve özellikle İNSANBİLİM sayfası ki bunun bir kısmını birinci edisyonda bulabilirsiniz, evrime ilişkin yazılarım var… Ancak bu zihnin evrimli olduğu savının doğru olmadığı son araştırmalar ile ortaya çıkmıştır aslında.. Afrikanın ilkeli ile Newyork’un uygarı arasında aklın özü yönünden fark yok.. Aklı çalıştıran ilkelerde bizim mukayesimiz ile onların tefekkürü arasında mahiyet bakımından, özdeş düşünme ve özgür davranma açısından, yargılamada tutarlılığı arama ve yüklemlerde doğrulu sorgulama yönünden bir fark yok.. Biçim yönünden akıl aynı akıl, ama içerik yönünden ayrı şeyler doluyor diyebiliriz. Tekemmül ayrı.. tekamül ayrı… gelişme ayrı.. evrim ayrı.. çok benzer şeyler var ancak bunlar birbirini andırırlar.. eşit ve denk değiller… özdeş hiç olamazlar.. Ama akıl her şeyi bir araya toplayıp özdeşleştirmeye eğilimlidir ve hatta saltlaştırmaya bayılır…
Aklı içerikli haliyle düşünürsek, aklın biçimsel kabı ile taşıdığı içeriksel bilgileri birbirinden ayırmak, konunun uzmanı olmayan kişiler için güç bir olay ve hatta deneyimle olmayan hocalar için bile zor bir iş.. İşte akıl biçimsel olarak bir boyutlar kurucusu ya da algılayıcısı olarak düşünüldüğünde.. aklın evrimi ile bilginin evrimini birbirinden tefrik (ayırt) etmemiz gerekir. Günlük ve fenni bilgiden felsefi bilgiye geçmeyen bu ayırımı temyiz edemez.. bu gayet normal ve doğal bir durumdur.
ve hatta ayrıca fiziğin doğa yada döne (tarih) olarak evrimini, bilginin evriminden ayırmamız gerekir. Her ne kadar birbirine ilişkin ve birbiriyle ilgili olsa da fiziğin, aklın ve bilginin evrimi birbirinden ayrı üç olay.. System.doc’un bilginin evriminden aklın ve fiziğin evrimine intikal etmesi.. günlük bilgi sahipleri için yanıltıcı bir benzetme olduğu gibi, fenni bilgi sahipleri için ağır bir yanlışa düşmedir.
Fiziğin evriminde, aklın gelişiminde ve bilginin genişlemesinde fen adına kurgulama ve din adına yargılama yaparken çok dikkatli düşünmemiz, dillendirmemiz ve karar vermemiz gereketedir.
Hatta evrimi ve devrimi, çevrimi ve dönüşümü, çeviri ve eviriyi yani bilebildiğimiz bütün “değişim”lerin ayırtına varmamız lazım..
ve bu noktada karışıklık, karmaşa ve karşılaştırmadaki artık günlük dilin yetersiz olduğunu ileri süren YÖNTEMBİLİMSEL yaklaşımımın haklılığı belirir..
Bu üç noktanın, evrim, değişim ve karşılaştırma konularının yöntembilimsel tartışılması ve ayrıca konuşulması lazım..
Biz insanlar çok karma bilgi ve buyruk işlemi ve pek kompleks geçim ve seçim işletimi için oldukça zayıf ve kırılgan bir yapıya sahibiz.. çok duyarlı ve ince bir düşüncenin taşıyıcısız.. ve çok yanlı ve yönlü yargılama ile yüklüyüz..
Bu yüzden çok ince bir karşılaştırma yaparak…
Söz, bilgi, düşünce ve gerçekleri;
Yansımaların (AKS) yanılsamalarını düzelterek…
Benzetmelerin (MSL) ivediliğinden kaçınarak…
Eleştiri eleğinden ve tartışma süzgecinden geçirerek ve kılı kırk yararak ilerlemeliyiz.. bu uyarıda haklılığımı gösterebildiğimde.. “tüm inanç dünyasını iki boyutlu düşünen atalarımıza bağlamakta çok acele ettiğimizi anlayacağız..
Nerede kalmıştık ikinci boyutta.. enine ve boyuna genişleyebilen yüzeyde.. hem sağa hem sola hem ileriye hem geriye gidebilin düzlemde.. bu düzlem yüzeyinden “kurtulmak” ve bir “üst” boyuta çıkmak isteyen SANAL yolcu.. bu evrenin yerçekimini yenmeli ki.. tüm yüzeyi hareket ettirerek YÜKSELMELİ ki.. en/boy/yükseklikten ibaret HACİM’in referans sistemine ulaşsın.. Yani yüzey hareket ederse HAYZ olur. Şimdi, çizginin (diyelim doğru çizginin) ileri ve geri ucu, yüzeyin sağı ve solu. Şimdi hacmin de aşağısı ve yukarı var. Alttaki iki boyut ile bu üçüncü boyut ile birlikte MEKAN oluşur. DIMENSION denen uzam.
ÖZETLERSEK: ne eni ne boyu ne de yüksekliği olmayan noktaların hareketinden doğru yad eğri bir çizgi çıkıyor ve VEKTÖR oluyor.. vektörlerin ve çizgilerin hareketinden sahife (monitör yüzeyi) haline gelmesi.. sahifelerin hareketlenerek kitap haline geliyor.. ve eni, boyu ve yüksekliği olan KUTU ortaya çıkıyor…
Ve bu kutu sanal yalın ve yapay varlık…
Gerçekte böyle bir şey yok olguda..
Bu gözün ve beynin eseri sun’i ve zanni bina ve beyt;Bizim düş dünyamızın dışarıda bir yansıması sanki..
Şimdi analitik düzlemde çizilen küre modelini göz önüne getirin.. bizim idrak mekanımızı.. ve tabloları hatırlayın.. Resim yaparken koyduğunuz perpektif noktasını anımsayın.. ve sizden giderek uzaklaştıkça küçülen görsen dünyayı düşünün.. işte bu dünya analitiklerden beri kurulmuş geometrik bir kafes.
Bu mekanın (kürenin) ortasında bir gözlemci varsa, onun rasat sınırı, yani gözünün görebildiği en uç noktalar yani kürenin çevresidir. Bu kürenin merkezi de rasat merkezidir.
Bu gözümüzün yeteneklerinden doğan SOMUT idrak uzayını, küresel geometrinin SOYUT VE SANAL uzayı haline getirdiğimizde üç eksenle; en ekseni, boy ekseni ve yükseklik ekseni bize altı uçta (yüzde) ilerleme, yönelme, açılma imkanı verir..
Şimdi bu “üç ekseneli (boyutlu) ve altı ( yüzlü) “ küb ya da kabe bizim arzımız, beytimiz, bedenimiz somutunu gösterir. Ortamımız, eviniz ve boyumuz dördün boyut yani ZAMAN olmadan duracak ve dayanacak “evi” oturacak ve kalacak “yeri” yoktur.. evet üçüncü boyut, dördüncü boyut içindedir.
CONTINUUM denilen zaman ve mekan süreklisi olan bu DÖRDÜNCÜ boyut zamandır. Zaman makro dünyaya ilişkin rölativite kuramında Einstein’ce BELİRLİ ve mikro dünyaya ilişkin kuantum kuramında Hesinberg’e BELİRSİZDIR. Bense ne belirli ve ne de bilirsizdir. BELKİ de sizce hem belirli hem bilirsiz olabilir. Einstein, Tanrının Zar atmadığını düşünüyor. Belki O, kimsel özgürlük ile nesnel rastgelelik arasındaki farkı anlamadı. Belki de olanağın olasılığı ile dilemenin olsalı lığının ayırdın da değil.. bilmiyorum, BELİRSİZ ! Aslında bilmemek ile belirsizlik başka olgular.. ancak ikisi birbirinin nedeni olabilir.. şimdi bu dil ve düşüncenin karışık değil karmaşık serbest alışverişini durduracak konuya dönersek:
Bu dördüncü continuum (z-m süreklisi) zaman boyutunun yönleri nedir: geçmiş ve gelecek..
Şimdi (aşama ve zaman) ve burada (yer ve mekan) olanın;
Sağında geçmiş zaman sayalım,
Solunda gelecek zaman sayalım..
Devimin yönünü de geçmişten geleceğe doğru sanalım..
O zaman san-al ve say-ıl bir dünya olan ZAMAN üzerinde biraz durmak istiyorum:
İnsanı hayvandan farkını gösteren mümeyyiz vasıfların başında zaman idraki gelir.
Yaşanan bir süre olarak, şimdi ve buradan yani halden, iç beş duyunuz vasıtasıyla, dilerseniz hafıza (bellek) ile geçmişe dilerseniz muhayyile (imgelem) ile geleceğe gidebilirsiniz. Buna takvim zamanı diyorum.
Akan bir olgu olarak, zaman geçmişten geleceğe (termodinamik olarak) aktığı gibi tersine gelecekten geçmişe (teleolojik) akar. İlkine nedensellik ikincisine amaçsallık diyelim diyorum.. Sıcağın soğuğa akması nasıl bir gerçeklik ise, amacın aracı belirlemesi de öylece bir olgudur. Ancak nesnelerin gerçekliği nasıl geleceğe gitmeyi yasaklamışsa, kimselerin sanallıkları da geçmişe gitmeyi yasaklamıştır. Düşünce tarihine vakıf olan doğmaların ve paradigmaların gelenek gücünü baktığında bu düşüncemi onaylar. Bu nedenle bilimin öndeyişi kadar hukukun öngörüsü de, bize nesnel ve tümel bile , aynı derecede ortak ve öznel bir öyküden başka bir şey değildir. Sonuçta değiştirilecek ve geliştirilecek bir anlatımla “GERÇEKLİK KURULAN ÖYKÜDÜR” tümcesi ortaya çıkıyor. Bunun meddi (yatay) kali varoluş, amedi (düşey) hali olanaktır.
Ancak ölçülen bir gerçeklik olarak; BİR ŞEKİL OLARAK zaman Felsefede Aristo’ca dış gerçeklik KALIBI olarak görülen zaman Kant’ca iç gerçeklik KALIBI olarak gösterildi. BİR HAKİKAT OLARAK zaman Fizikte Newton’ca sabit sayılan zaman, Einstein tarafından izafi sayıldı.. Bu durum yöntembilimsel yaklaşımımın zamanın MAHİYETİNE (neliğine, varlık yapısını) ilişkin yukarıda “hakikat dışı” olarak görülen cümlenin tartışılmasını ister. Çünkü dördüncü boyut olan ZAMAN, kendinin üstündeki beşinci boyut yani şuur ve akıl tarafından MANİPÜLE edilebilir. Bu manüpüle zihni ve psik olduğu gibi harici ve fizik olarak ta yapılabilir, diye düşünüyor ve inanıyorum.
BEŞİNCİ BOYUT ŞUURDUR
Mekan ve Zaman kadrolarından oluşan
Mana ve Gaye kutuplarından kurulan
İMKAN-AKIL içinde koşulların olasılığında hapis olduğumuz
MÜMKÜN VE MAKUL bir dünya.
Burada bir soru, beşinci boyutun beşinci ekseninin yönleri nedir ?
Ve bu yazıda bu sorunun yanıtı verilmemiş, sizden istenilmiştir.
Şimdi konuya dönersek;
İçinde bulunduğumuz zaman-mekan kadrosunun bu HAPİSHANESİ
Özgürlüğümüzü koşullandıran ve özdeşliğimize içerik veren KAFES,
Dünyanın başına geçirilen enlemli ve boylamlı GEOMETRİK iskelet,
Sayfalara satır ve sütunlarla yapılan KOORDİNATİK tablo,
Bilimin cenderesi olan KARTEZYEN düşünce;
Kuruluş ile eğitim ve yönetim işlemiyle konulmuş DÜZENEK’in totaliter motoru mu ?
İçeriği ile deney sonrası a postirori (sonsal) DENEYİMİN KÖR emprik bir verisi ve real gözlem mi ?
Biçimi ile yaratılıştan getirdiğimiz apriori (önsel) DAYATIMIN BOŞ kategorik bir ilkesi ve rasyonel yorum mu ?
Gelişimi ile üretim ve tüketim süreciyle temellenmiş GELENEK’in gelişigüzel bir vektörü mü ?
Bu nesnel ve kimsel etken ve etmenleri izlemek bilgi-bilimin, dil-bilimin, bilgi ve dil felsefesinin konusu..
Aslında ben her iki yanının da olduğuna inanıyorum. Çünkü BİLGİ bilen ve bilinen ilişkisinden ortaya çıkan bir “olay” ise. Bu nedenle GERÇEK’E her iki yandan bakmayı bilmeliyiz eğer bilgiyi varolana ulaşmakta kullandığımız bir araç ise.. Atalarımızın, önce doğruyu, sonra yüzeyi sonra hacmi sonra zamanı sonra şuuru.. edindiklerini söylemek.. bilene, ilkeye, yoruma ilişkin önsel yanı göz ardı etmektir..
KÖR Göz , düşünce ilkesi olmadan ve us yorumu (tutum) yapmadan bilgi olmaz. Tersi de doğrudur: BOŞ US ilkesi, duyu verisi olmadan ve göz görümü (tadım) almadan bilgi olmaz. Kısaca tanı (teşhis) ve tanımlama (tarif) bilginin (ilmin) temel bileşenleridir, diyebiliriz.
Kör göz.. ayrıklığın rast gelişi…
Boş us.. ortaklığın düzeni
öyle bir ahenk ortaya çıkarır ki..
özgürlüğümüz ve özdeşliğimizin işbirliği ile
Tanıyarak betimlediğimiz ve tanımlayarak indirgediğimiz bileşkesi BİLGİ olur…
Bilgiler kılgı ve kurgu ile işlenerek açıklamalar ve yorumlar haline getirilir.
Bu düşünceler yanıt ve kanıtlarla yada önyargı ve saplantılarla…
Kuramlar.. bunlar sallanmaz ve sarsılmaz hale gelince
doğmalar, paradigmalar doğar.
ve bunlarda akıl ve kitap adına değiştirilemez olunca inançlar oluşur.
İnançlar AKIL ile kişisel bilgiyi kesinleştirilince SÖZDE (içerikli) FELSEFE..
İnançlar KİTABLA kamusal buyruğu kesinleştirilince SAHTE (biçimsel) DİN…
Sözde felsefe gizli din, sahte din de gizli ideolojidir..
Geniş anlamda inanç din değildir, ancak inanç ile hem din ve hem sözde felsefe kurulur.. Ancak dar anlamda, inanç deyince dini inanç anlaşılır..
Orta anlamda inanç, hem din hem felsefenin malzemesi olan bilginin karşısına konulan buyruktur. Demek bilgi ve buyruk, veri ve ilke öğeleri dışında “inanç” denen bir faktöründe etkisi altındadır.
Bu üç anlamda inançla kurulan din ve ideolojiler;
ince ince eleme ile KENDİLERİNCE değiştirilip ve düzeltilince,
eleyip eleyip süzme ile, BAŞKALARINCA tartışılıp eleştirilince
GERÇEK, DOĞRU, İYİ VE GÜZEL’in yetkinliği aşama aşama belirir.
Bu bilgileri değiştirmeden, düzeltmeden, geliştirmeden onların üstündeki şuur, akıl ve iman gibi katları aşarak GERÇEK’e bir çırpıda ulaştığını sayan ve sananlar yanılırlar.. ve bu nedenle yöntembilimsel yaklaşımımla her türlü ister akli ister kitabi olsun insani kaynaklı sistemsel kurguların dondurulmasına ve bununla düşüncenin durdurulmasına karşıyım. Sözde felsefe ve sahte dinlerin açığa çıkarılmasının başka bir yolu yoktur sanırım.
“DOĞRU”SU, bu, en “doğru”su, boy çizgisi ve yükseklik uzamının, her birinin; iki ucu var ve biz bu iki boyutlu dünyadan uzaklaşamıyor ve iki boyutlu dünyadan kurtulamıyoruz atalarımız benzer bir şekilde.. ve yine atalarımız gibi doğru bildiğimiz “doğru” ne kadar “doğru” ? diye sormadan edemeyeceğinize göre yukarıda essesli dört terimin, anlamlarının tartışılması düz yazıdan dışında başka bir gösterge aracına gereksinimimizi ortaya çıkarır. Ancak bu gereksinimi sadece çağdaş insanların azın azı bir kısım insanlar değil muhtemelen okuma ve yazma öğrenerek zihinlerini tembelleştirip köreltmemiş atalarımızın büyük bir kısmı da duymuştu..
Atalarımızın da bizim gibi zaman dahil dördüncü boyut olan “zaman”ı aşan beşinci boyut olan ŞUUR ya da AKIL denen cihaza sahip olmadığını düşünmek.. ancak aklı tanımamakla mümkün..
Öğretmen değilim.. öğretici de değilim.. öğrenciliği Üniversite sondan sonra geride bıraktık.. ÖĞRENİCİ olarak ta konuyu kısa ve yararlı olarak size aktarmak elimden gelmez.. Ancak fizik ağının açılımını, akıl düğümünün çözülümünü ve bilgi noktasının genişlemesini “EVRİM” ile saltlaştırarak.. evrim düşüncesiyle inancı ve yaratılışı dışlamak amacıyla, atalarımız iki boyutlu dünyaya sahip olduğunu savlamak.. ve hatta kanıtladığını sanmak yetmez.
Bu savını kanıtlamak için şu soruyu yanıtlamak gerekir:
İki uçlu çizginin yani VEKTÖR’ün
Otobur FAKTÖR motoru ile etobur AKTÖR otoru, acaba ülkemizdeki BOR
hakkında ne düşünüyor ? Şaka yaptığımız sanıyorsanız.. Geçti borun pazarı sür eşeği Niğde’ye diyecekseniz, haber vereyim ben zaten NİĞDELİYİM :-))
Bu bayağı bor borusu ( ) zor bir soruydu.. zaten yukarıda akıl çizgisinin uçlarını da sormuştum. Bu onun gibi zor bir soru..
Dilerseniz daha kolay bir versiyonunu deneyelim:
İnsanı hayvandan ayırıcı özelliği zaman boyutu demiştik. Hayvanları tarihi bilemez.. Hesap makinesine gerçek zamanı kaydetme yeteneğini kazandırıldığında bilgisayara dönüştü. Hesap makinesi ile elektronik saat evliliğinden ortaya çıkan yani ZAMANI TANIYAN yapay zeka başlangıcı olan BİLGİSAYAR, bir canlı-hayvan birimi olan hücre öğesi ZERRE’den ne kadar ileri ?
< ZERRE – HÜCRE – İNSAN – BİLGİSAYAR >
“ÇİZGİ”sinin hangi ucu ileri de ve ya geri de olanı hangisidir ?
Çünkü evrimin de iki ucu var BAŞTAKİ değişim ve SONDAKİ gelişim !
Benzer bir soruyu tekerleğin buluşu ile başlayan uygarlığımızda;
< Pİ SAYISI – ANALİTİKLER – ORGANON – DOS (Disk Operation System >
“SÜREÇ”inde de bulabiliriz:
Bu iki uçtan hangisi, gücün değişimi ya da düşün deyişimi, olarak ileri de dir ?
Çünkü bilimiz deki değişim, gelişim ve evrim, de’memizin dayatımı kadar iş’imizin deneyimi ile ilgilidir.
Görebileceğiniz gibi, cereyan ile birlikte istikrar eden GÜNEŞİMİZDİR.
Evrim filmini bir ileriyle, bir de geri doğru sarın durun.. gördüklerinize şaşıracaksınız.. geri giderken düzenin değişimiyle karşılaşacaksınız.. ileri giderken rast geleliğin gelişimi karşınıza çıkacak.. Yapılanların nasıl yıkıldığını, yıkımların nasıl yaptığını anlayınca.. tohumun yaratılış aygıtının doğumu, evrimin ölüm makinesinin düğümü olduğunu görünce.. Fizik ağının evren olarak açılımında, zerrelerde kainatın hesabının yapıldığını gördüğünüzde.. Hilbert mekanının hiper uzayla eşitlendiğini bildiğinizde.. makro ve mikroda sizi kuşatan gerçekliğin önünde eğilirseniz, içinizde onu aşan doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin hakkını yemiş olursunuz..
Ölümün yeni doğumlarla yinelendiğini görünce.. bir şehri yüz defa mezarlığa boşaltan ölümün yaşamdan çok bir dilek ve isteği yani amacı olduğunu BELKİ anlayacaksınız.
Bu amacı bulamadığınız da yaşamımızın da bir anlamı olmadığını düşüneceksiniz BELKİ..
Bel.ki ; hem bel (iz-im) anlamında kesini hem de bil ki anlamında kuşkuyu..
Bel ise hem( iz/cisim) görüntüsünü hem (im/isim) gösterisini GÖSTERİR.
Era-eyt-ellezi ? GÖRDÜNÜZ MÜ ?
İzlerdeki aksın ters yansımasını (AYNA ÖRNEĞİ) dışınızda
İmlerdeki temsilin düz benzetimini (OKUMA ÖRNEĞİ) içinizde bulacaksınız
Anca son-uçta..
kör görüler ve boş kavramlar, size ilk-ucu açıklayamayacak..
Görerek ve okuyarak bilemezsiniz, düşünerek ve anlayarak bilirsiniz ..
Soruyu şöyle de koyabiliriz:
Evrenin doğal ve dönel (tarihi) koşulları ile uygarlığın sanal ve yapay kuralları arasında ne gibi bağ kuruyorsunuz ? Bu şu demektir: Kainat ile İnsan ara-sın da ki yüz kim dir ve öz-ne dir ! (x)
Ben şunu söyleyebilirim: Yasa, ister büyük bir insan olan evrenin devinimlerini dizginlesin, ister küçük bir evren olan insanın özgürlüğünü gerçekleştirsin, bu düzenin özü de şu rast geleliğin yüzü de bir kökten kaynaklanmaktır. Söz kaynağa gelince, düşünce temele inince artık tümel akıl devime, külli şuur genişlemeye geçmek zorundadır. Olanağın ihtimali salt (mutlakı) ı anar, görecelin vucudu gerekliliğe (vücuba) akar. Aksi halde kullanılmayan akıl metrikste tutuklanır; atıl kalan şuur, kendi boyutunda yutulur. Bir biçim yanlışı bütün bir içeriği perdelediği gibi bir tasarım yanılması tüm gerçeği örter.
Ad tümcelerimizdeki dır ve değil lere dikkat!
Eylem cümlelerimizdeki ir ve olamazlara dikkat!
Seçeneklerimizin emin misiniz sorusuna karşı verdiğiniz son kararınıza dikkat!
Çünkü söylediğim yazılıyor ve yargılarımdan sorumluyum.
Keşke bunları hiç yazmasaydım, diyeceğim, belki.
Düşüncede nasıl “ilerlediğimiz”e ilişkin daha somut bir model vereyim. Sonra yaratılış mı evrim mi, son kararınızı kendiniz veriniz:
Sindirim sisteminizde cereyan eden metabolizmanın anabolizma ve katabolizma taraflarına bir bakınız.. hadi bu tıbbı gerçeği bilmediniz halk bakışıyla.. ağız ve anüs ortasında bulunan midenin iki KARŞIT ucunu bakınız.. temiz giren ve pis çıkan yolculuğu.. nasıl bu iki uç birbirinden farklı… bunun evrensel örnekleri var.. ikinci kuşak olan yıldızımızın (güneşimizin) on milyar yıl önce ki atasının gaz ve tozları üzerine yapılandığını aklınıza getirin.
Evrenin evriminde.. yapılanmaların altındaki yıkımları düşünün.. yaşamın yapı yada yıkı taşlarının tozları kurulan zerreden hücreye olan yolculukta zerrenin yıkım ve ölüm tarafına neden çağırdığını bir araştırın.. hücrenin yapım ve doğum tarafına niçin çektiğini bir sorun ki.. size içinizdeki çığlık çığlığa yükselen sesizliği bozsun.. sonsuzluğun gizemini çözsün.
Hey haatt.. hey haadd.. İnen nebiye güven, gönderilen kitaba iman olmadan.. bulamaz ve çözemezsiniz. Düzenli yaratılışı GÜZEL gerçeğini görmeden ve rastgele evrimi İYİ doğrusunu yormadan bu bilenmezi OKUYAMAZSINIZ!
Çünkü NİÇİNSİZ VE NEDENSİZ bir bilgi, anlamsız ve amaçsız bir dünyadan, uzam ve süreden ibaret bir boyuttan başka bir şey değildir.
Bu üçüncü hatta dördüncü boyutun kuramsal çözümlemesi ise SON TAHLİLDE bize gerçekliği değil İKİ BOYUTLU sanal örgüyü verir.. Nitekim buna benzer örgüyü A.Comte yapmıştı.. mit.. metafizik ve fizik diye.. YANİ metafiziğİ; Meta… Metafizik.. Fizik diye ayırmak suretiyle o da Hotanto’lu, Cantor gibi düşüncenin ÜÇE KADAR SAYABİLME “Çizgi”sinden KURTULAMADI.. şimdi böyle bir çizgiyi ekteki YÖNTEMBİLİMSEL şemada göreceksiniz.
Ortada Sol görü (sıfır) (0) ve sağ duyu (“O”) aralığından bakan
S=3ucsay ŞEMANIN gözüyle bakarsanız…
Nasıl duyulabilir dünya, duyularımızın “pençere”leriyle kuruluysa.. örneğin gözlem dünyamız infrared ve ultraviyolo sınırlar arasında kurulabiliyorsa.. yani gözün 4 bin ila 7 bin Angstorm mavi ve kırmızı ışıklarının oluşturduğu kısıtlamayla.. duyum eşikleri arasından dünyaya bakabiliyorsak..
Düşünülelebilir dünya da böyle.. “Tanı”nmaz veriler; MEKAN VE ZAMAN alt eşiği ile “tanım” lanmaz ilkeler; ANLAM VE AMAÇ üst eşeği arasındaki EŞİT ARALIK’tan görür.. Bu dört olumsuz duruma şu iki konumu da ekleyebiliriz: Çift toynaklı aklın boynuzlu çelişikleri ile pençeli kalbin tek dişli karmaşıkları da bir başka kısıtlamadır..
Biz ara bir yerden bakıyoruz: Bu aralık İMKAN denilen varlık ve yokluğun eşitliği durumudur.. Bu imkanı anlayan akıl, TEORİK akıldır.. Akıl PRATİK bir itibarla bu eşitliğin bir tarafını tercih ve tergib ederek arzu ve taleple eşitliği bozarak ÖZGÜRLÜĞÜ sağlar. Bu imkanın ötesine çıkmakla insan, aklın teorik ataletinden kurtulur.. Ancak bu kurtuluş tam değildir. Çünkü atıl olma nasıl dalalet sebebi ise ile batıl olmada bir dalalet sebebidir. Bunu biraz daha açabilmek için.. sayısal mekan sözel mekan, nicel amaç ve nitel anlam köşeleriyle kıstırılan aklı.. analitik düzlemin alanında (S=3ucsay )şemasını izlemeliyiz.
Amacımız, fizik hakkında kesinlik ve metafizik hususunda kuşku vermek değil!
Tamamen tersine, kuşkulanılması gereken cüz’i alanda kesin hükümlere engel olmak, kesinliğe ilişkin külli alanda kuşkulu ve içerikli bilgilere kapıyı kapamaktır.
Külli (metafizik ve rasyonal ) ve cüz’i (fizik ve real) alanlara ilişkin
Kesinlik (müşebbihe) yaklaşımı ile kuşkuculuk (şübhe) yöntemini
birbirinden ayırmaktır.
Kesin inanç ve katı yöntem, müteal menfeate şükran ve mündemiç hakikata sadakattan doğar. Yemini imanın basireti ve şimali usülun basarı, bizi içerik kavgası ve biçim kaygısından kurtaran edimsel ve kuramsal, biricik hak ve yegane yetkimizdir.
Buna rağmen bazı insanlar inançtan köşe bucak kaçtıkları ve hatta inanmamak için yöntemi yasa dışı kullandıkları halde bazıları da tersine yöntemi kullanarak dünyayı anlamaktan ve hatta yasal sınırlarda bile yöntemi kullanmaktan ısrarla kaçınmaktadırlar. Ve bu tutumlarıyla yöntemi kullananları inançtan kaçırmaktadırlar.
Bu sözler kulağınıza gereken hazırlığı sağlamışsa şimdi gözünüzle S=3ucsay şemasına bakabilirsiniz: Şemayı G.Gamow’un üçten fazla sayılamayacağı savını kanıtlar görünmektedir. Önce Gamow’un hristiyanlığın trinty (üçleme) akidesinin tesiriyle ve onu desteklemek amacıyla böyle düşündüğünü sandım. Ancak şemayı yapınca bunur düşünsel bir dayatma olduğunu gördüm.. İsm-i tafdılde, Ekber, Uzma ve Ulya gibi ve Sıfat-ı Müşebbehe de, Celal, Cemal, Kemal gibi.. üçtür.. 33 tesbih çekmek.. varlıklar ve olaylardan oluşan eserlerin yapı ve işlevlerinin aleminin perdelediği.. fiillerin ötesindeki şuur ve sadrımızda meknuz.. isimler, sıfatlar, şuunat BİR TEK ZAT’ın gölgeleri, örtüleri, perdeleri olan vasıtalar ve vesilelerdir.. Ancak biz kendimize “gerçeklik” verdiğimizde bunlara “gerçeklik” vermek zorunda kalıp, “nakli” kullanmazsak aklın oyuncağı durumuna düşüyoruz. Ancak “aklı” kullanmazsak bu sefer lisanın oyuncağı oluyoruz. Çözüm akıl ve naklin birlikteliğidir. Fen ve dinin beraberliğidir. Kalbin ve lisanın arkadaşlığıdır. Demek, yukarıdaki anıldığı gibi varlıklardan şuunata kadar olan üçlü saymamız, Tanrının üç olduğu “gerçeği”ne götürmez.
Bunlar dilin ve düşüncenin dayatması.. 27 Mayısçı bir general Üstad Bediuzamanın mezarını naklederken uçakta nur talebesine demiş; biri gökte, biri yerde biri de iki arasındma bir TANRI olmaz mı ? Bunlar benzetmeye mecbur ve yansıtmaya mahkum zihnin hakikatı arama yolundaki çırpınışları..
Hani derlerle sağdan say.. 123, soldan say 123, yukarıdan say 123, aşağıdan say123, çaprazlardan say123…
Üç kavram içeren soldan sağa uzanan YATAYLARI SAYALIM:
Son, ara, ilk…
Baş, odak, gıç..
Ard, özek, ön…
Üç kavram içeren alttan üste uzanan DÜŞEYLERİ SAYALIM:
Uzun, orta, kısa…
Büyük, eşit, küçük..
Çok, denk, az…
Sayısal ne sözel, ne nicel ne de nitel olan bir üçlü olarak hepsini tanımlayan bir dördüncü ama içeriği üç tane.. benzer tanımları nicel, nitel ve sözel içinde söyleyebiliriz.
Sonra bunları teker teker ele alırsak:
SÖZEL: Salt ve görece karşıtlık..
NİTEL: Uçlu ve oranlı karşılık..
NİCEL: Eğri ve doğru sürekli..
SAYISAL: Tam ve paylı süreksiz..
Evet, bu kadar kavram cambazlığından sonra şimdi daha ince numaraları geçelim:
Dış güç ile İç seç iz ve im olmadan olmaz.
Bel ki iz ve im içerir ki bu saçılan ve bağlanan çizgileri ve simgeleri saç.ma sap.an bulabilirsiniz.. ya da sapla samanı karıştırabilirsiniz.. ama her hal ü kar da bu SAYI VE SIRALARIN, bu dizim ve tümcelerin böyle saçma ve sapma olduğuna dair soru ve kanıtları sıralamak, bunların ölçü ve birimleri ortaya koymak zorundasınız ki bunun adına YÖNTEM denir.. Hatırlarsanız daha önce:
Evren ile insan arasında öz-ne dir ?
Diye sormuştuk. Bu sorunun yanıtı olacak savınızı bu yöntemle kanıtlarsınız.
Bu yöntem yani soru ve yanıtlardaki sav ve kanıt adımlarını yoluna yönelme sırası olan “işlem” yasal değilse ne olur:
1. Ya sav ve ya kanıt tarafından biri ağır basarak evren adına insanı ve ya insan adına evreni yadsıyarak felsefede real -ideal, spritüal-material, emprik-emperatif uçlarda sonlanan doğmatizme çekilir.
2. Ya da bu uçlardan biri hakkında karar veremeyen septizm düşer.
Biz eğer yöntemi bir “araç” olarak görüyorsak ve bize son sözü söyleyecek bir “amaç” biliyorsak ve bundan bir”inanç” ortaya çıkartıyorsak “son-uç”ta ortaya çıkan varlığın ve düşüncenin benzerliği ya da denkliği ya da “eşitliği” ise ve bu eşitliği “özdeş”liğe götürmüşsek artık varabileceğimiz yer ve durabileceğimiz nokta “salt”laştırmadır. Bunun bir adı da insanın ya da evrenin varlığını, HÂŞÂ, “Tanrılaştırma” dır. Bu olmaz (muhal)lerin en olamazı (mümteni), aklın yasa dışı kullanımıdır. Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) inancı, doğruyu ve yanlışı fark eden akıl için sorumluluk, karar verme yeti ve yetkisini sahip kalb taşıyan insan için yükümlülük doğuran bir SAYMADIR. Varlığı yanlış sayma.. Doğru olanı, varlığın BİRLİĞİ değil, ALLAH’IN birliğidir. Ne vucud ne de vahdet, Allah’dan önce gelip mutlak görülerek, saltlaştırılamaz. (xx)
Yöntemli çalışan özdeş AKIL, inançlı özgür bir KALB ile birlikte çalıştığında
Varlığın evren ve insan uçlarını birleştirmez ve iki arasındaki yüzde öz ne ? ya da öz kim ? diye arar. Ara yüz de yanıtını ve kanıtını bulur ve ya bulamaz, bu önemli değildir. Önemli olan BULUNCAYA kadar sağlıklı, sağlam ve düzgün bir şekilde arayışını ve sayışını sürdürmektir.
Evet, saymaya dikkat.. yani karşılaştırma dikkat.. dile ve düşünceye dikkat..
Türk dilinden bakarsak:
Bir kere var yada yok oluş SAYARIZ! FARAZA
İkincisi yada çift sayı SAYARIZ! ADEDA
Üçüncüsü , bir var oluşu gerçek, doğru, iyi ve güzel SAYARIZ!
Davetim üzerine www.yöntembilim.com adresine geldiğinizde büyük bir ihtimalle ilk gördüğünüz bu şema daha önce hiç kullanmadığınızdan anlamadığınız dil gibi anlamsız göstergeler kümesi gibi gelecektir.. Yüksek bir olasılıkla anlamayacaksınız. Düşük bir ihtimalle kavrayıp görsellik aynasında yapa yalnız kaldığınızda.. şemayı anlarsanız.. Ellerimizle kurduğumuz “gerçek” lik dünyası NA (ÇÖLÜNE) hoş geldinİZ sesimizi duyacaksınız.. İşte bu yöntemle sorunun yanıtı olacak savınızı kanıtlarken:
Evet, bu soruyu yanıtlarken zorunlu olarak lineer düşünecek ve İKİDEN ÜÇE atılım yapan çizgiden çıkamayacaksınız.. yani ÇİFT VE TEK sayılardan kurtulamayacaksınız ve atalarımız gibi çokluğun çift dünyası İKİ uca ayırarak bölmek ve sonra, birini tek olarak seçmek zorunda kalacaksınız ya da buradan ikinci bir boyuta çıkmak istiyorsanız bu iki bir yapıp, üstündeki boyuta sıçrama yapmak zarureti duyacaksınız.
Tek ve çift.. dörder dörder ve üçer üçer.. İkisi “küçük” ve birisi “büyük” bu çift “çekirdek” ile.. Teorik bölen akıl (özdeşlik) ÇİFTİ ile Pratik seçen akıl (özgürlük) TEKİNİ birlikte kullanmak durumdasınız.. Sonunda çift ve tekin dört artı üç kombinasyona varacaksınız:YEDİ.
Sayılar diyalogunu burada kesip şimdi soruyoruz: Atalarımızdan beri önsel/kabli doğuştan aynı akıl dayatımı ve içinde bulunduğumuz sonsal/bad’i ayni tecrübe deneyimi ile tevafuk ve tesadüfle idrak ve iradenizi çalıştırmak ilkelliğinizi sürdürüyor isek, demek o zamandan beri mantık ve meşiet aynı kalıyorsa evrim (tekâmül) bunun neresinde.. boyutu çevrim yada dönüşümle aşma.. uzam ve devimle ilerleme.. kendi çok bilmiş, ilerlemiş ve gelişmiş sayma nasıl olacak ? Evet, yenilenen biçim değil içeriktir. Yinelenen biçim değişmez ve önsel olan evrilmez. Mantığın iki bin yıl hale iki kutuplu olması bundandır.. Afrikalı ilkel ile geçmiş atalarımızın bizim gibi düşünmesi bundandır.. Ama bu mantık aynası yeterli gelmiyor, bu görme koşulları bizi kısıtlıyor ve biz bunu aşarak ötesini görmek istiyoruz ve gerçeğe ulaşmak istiyoruz diyorsak yapacağımız başka bir iş var:
Yapacağınız şey, düşüncenin ileri ve geri giden labirentine kısılarak, düzen ya da rast gelelik içinde kapanmak değil.. bir yana yaslanarak geçmişin determinizm (cebri) ve indeterminizm (kaderi) tartışmalarını yinelemek değil..
Yıllardır son sözü söyleyecek sandığımız akıl aygıtı ve mantık aracı dilsiz ve boş nesnelerdir. Düşünecek kimse ve konuşacak kişi değiller onlar. Bunu yapacak bunları akıl ve kalbi çalıştıran İNSANDIR.
Atılımı olmayan atıl kalır, bozulur, bozulan aygıt çöpe atılır.
Eğer mekanın üstündeki dördüncü boyut zamandan, zamanın üstü olan şuurun zaman-mekan ile anlam ve amaç aralığını bulunan BEŞİNCİ boyutundan öteye geçememişsek bu demektir ki düşünce ya da dilin dışına çıkamadınız.. DÜŞÜNCEYİ DEVİNDİREMEDİNİZ.. DİLİ GENİŞLETEMEDİNİZ.. altıncı boyut olan imana.. yedinci boyut olan bilmeye.. sekizinci boyut olan sevmeye.. geçemediniz..
..
Eğer görür ve işitirseniz.. çift bölen ve tek seçen “AKIL” ile, epistemik idrak ve etik irade kümesinden bakıp, ontik mantık ve eksiztansiyel meşiet topluluğunu duyarak.. teorik vücud ve pratik vicdan bütünlüğünde, emperatif nüha ve emprik lüga tümelinde Max Sheler’in çağrısı, (Aklın iki yönü var, bir cihetiyle mutlaka döner din olur, bir yönüyle de izafi olana yönelir ilimleri kurar) Peygamberin sözünde (İlim ikidir, biri lisandaki ilim ki bu Allah’ın ademoğluna hüccetidir. Diğeri kalbde sabit olan ilim, asıl faydalı olan ilim budur) yansıma ve yankıma bulur. İmamı Nursi’harfi ve ismi mana ayırımı, İmamı Gazali’den beri bilinen Kalb gözü ve Akıl gözü ayırımına bakar. Batıda bilgi teorisinin kurucusu ve felsefenin geçilmemiş köşebaşısı E.Kant’ın teorik ve pratik akıl ayırımı, Aristo’nun tedvin ettiği ORGAN’daki akıl yasaların ve MANTIK ilkelerinin evrim geçirmediğini, fiziğin evriminin (açılımının) ve bilginin evriminin (gelişiminin) kendisi tanımlanmış ve açıklanmamış EVRİM terim ve kavramının, türeme ve üremeye ilişkin MÜBHEM VE MUGLAK (Belirsiz ve Kapalı) haliyle yaratılışa karşı geliştirilmiş içerikli ve kendiside bir gizli din olan “dine karşı felsefenin” bir can simidi olduğuna inanıyorum.
SÖYLEDİKLERİMİ ÖZETLERSEM: Yakınından bakılmayınca, elli kilometre uzaklıktaki bir mumun ışığı ile elli ışık yılı ötedeki bir yıldızın aydınlığı, birbirinden fark edilmez. Uzaktan gözle bakılınca maymun uzviyeti ile insan bedeni arasında arasında büyük bir fark yoktur. Ancak bilgi ve aklın gözü ile bakılırsa maymunun mum insanın güneş olduğu ortaya çıkar. Hatta geçmiş zihinler örneğin ORGANON ile ikibinbeş yüz yıldır değiştirilemeyen mantık ilmini tek başına bulan ARİSTO ile bu kadar bilgi birikimi ve düşünce yardımlaşmasına karşın bir ömür bile dayanamayan system’ler kuran solcu ve sağcı TOPLUM MÜHENDİSLERİNİ karşılaştırırsak atalarımızı daha zeki, daha yetkin ve daha köklü buluyoruz.
Hatta Aristo çağdaşları, cansız, bitki , hayvan ve insanı birbirine indirgenmez varlık tabakalarını bildikleri halde, zamanımızın İDEOLOGLARI, nitelikleri niceliklere indirgeme savının kanıtı gösterilen nedenselliğin, alan ayrılığından geçersizliğini bile göremiyorlar. Çünkü nicel ve nitel nelikler arasındaki başkalık, sayısal ile sözel arasında başkalıktan daha köklüdür. İnsanın yaşamın sonunda cansız hale gelmesi, yaratılışının başında cansız olduğu anlamına gelmez. Ölme, olma eşitliği değil tersine eşitsizliği vardır. Olmak için tüm koşul gerekirken ölmek için tek koşul yeter. Demek öl ve ol sözünün sayı ve sözün simgeselliği yapay ve sanal olmasına karşın, öl ve öl gerçeğinin nicelik ve niteliğin ussal ve uzsal özelliği nesnel ve tümeldir. Demek varlık ve birlik, kabuktan öze kadar kat kat örgülü, örtülü ve perdelidir. Allahü Teala’nın vacib varlığı ise mümkünlerin üstünde mutlaklıktır. İz (cisim ve eserlerin) ve imlerin (mefhumların ve isimlerin) nesnelliğinin ve tümelliğini bilmeyen metin ve manayı ayıracak ilme sahip olamaz. Bilinen ile bilen ayırımını yapmayan da gerçeklik (biçim/gözlem) verisi ve doğruluk (tasarım/yorum) ilkesini ayıracak zihne sahip değildir. Nerede kaldı elindeki kanıt ve yanıtlarla kişiyi ve kamuyu birleştirecek “ulusların ayrık dilinin ve uygarlığın ortak düşüncesinin” köküne ve özüne erişerek toplumsallaşmanın kaynak ve bireyselliğin temelini bulsun.
Osman ZİYAOĞLU