İnsan vücudunda bulunan yaklaşık 35-40 bin genin, DNA sarmalında hangi kromozomlarda olduğunu belirleyen bilim adamları, kişinin cinsiyeti, ten rengi, sağlığı, ilaçlara uyumu, zekası, yaşam beklentisi ve hatta sevgilisini seçme gibi durumlarını yansıtan genetik bilgilerin bu DNA sarmalında olduğunu tespit etmeleri üzerine, günümüze değin, insanın gen haritasını çıkarmışlar ve genetik bilgilerin yüzde 99’u okumuşlardır. Bu okumalara göre kalıtımsal hastalıkları önlemede ve tedavide de büyük gelişmeler olmuştur. Halen bu hastalıkları tedavi etmede kullanılacak ilaçları, kişiye göre geliştirme çalışmaları yapmaktalar.

Önce DNA sarmalına ilişkin kısa bir bilgi verelim dersek, sarmalın uzunluğu İnsan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunmakta, her hücrede de insanın genetik kimliği olarak kabul edilen DNA sarmalı bulunmakta. Sarmalın uzunluğu, 1. 8 metre. Bilim adamları, insan vücudundaki tüm DNA sarmallarının birbirine eklenmesi durumunda 600 kez dünya ile güneş arasmda gidip gelen bir bağ oluşacağını belirtmekte. Ki 35-40 bin gene sahip insanı fareden yalnızca 300 gen ayırmaktadır. Solucanda bulunan gen sayısı 18 bin iken meyve sineğinde 13 bin. Kromozom denilen paketler içine bükülü halde yerleşen ve her bir hücrenin çekirdeği içine sıkıştırılan DNA, dört renkte görünmektedir. Bu dört renk A, T, C ve G harfleri ile adlandırılıyor.  A (Adenin) yeşil renkte, G (Guanin) mavi renkte, T (Timin) sarı renkte, C (Sitozin) kırmızı renkte görünen temel bazlar, genetik alfabeyi oluşturuyor. Her gen, yaşamın vazgeçilmez işlevlerini gerçekleştirmek için hücrelere gerekli direktifleri veren 10-20 bin bazdan oluşuyor. DNA şeridinin büyük bölümü (Sessiz DNA da deniyor) etkili olmayıp direktif vermiyor. Bu bölüm, genleri bir bobin gibi sarmallayarak onların DNA kopyalaması sırasında kırılmasını önlüyor. Bilim adamları, şimdi de deşifre edilen genlerin hangi proteini kodladıklarım bulmaya çalışmakta.

İnsan Genomu Projesi

İnsanın kendi kendini  tanımasına olanak veren proje, 1990 Ekim’inde başlatıldı. Projeye, ABD’nin öncülüğünde 18 ülke destek verdi. “Human Genome” (İnsan Genomu) adı verilen projenin yüzde 97’lik bölümünü 2000 yılında tamamlandı. Bilim adamları, biyoteknolojide çığır açan ve insamn genetik şifresi diye bilinen DNA’nın keşfinin 50. Yılında büyük bir başarıya imza attılar. DNA’nın yüzde 99’unu deşifre etmeyi başardılar.

Araştırmacılar İnsan Genomu Projesi’nde insanın gen haritasını deşifre çalışmalarını tamamlamış bulunmakta. Bu keşifle birlikte Kanser, alzheimer ve AIDS gibi halen tedavisi mümkün olmayan sayısız hastalıklara yeni tedavi kapıları açılmış bulunmakta.

Kromozomların kimlik kartı

İnsan vücudunda bulunan 23 çift kromozom, sağlık geleceğimizi yansıtıyor. Kromozomlarda oluşabilecek hasarlar, aşağıdaki hastalıklara yol açabiliyor. Doğuştan katarakt, ilerleyici kas büyümesi, Rhesus

faktörü, baskın sağırlık, prostat kanserine yatkınlık, Alzheimer, doğuştan glokom, kolon kanseri, kan gelişimini engelleyen gen, şeker hastalığı, gece körlüğü, , ailede görülen böbrek kanseri, Crohn hastalığı (bağırsak iltihabı), Manik depresif psikoz, sedef hastalığı, parkinson hastalığına eğilim, alkol bağımlılığına eğilim, dikkat kusuru ve hiperaktiflik, ilerleyici işitme kaybı, Koroner ateroskleroz, şizofreniye eğilimli olma, sağırlık, cam kemik hastalığı, otizm, obeziteye eğilim, Werner hastalığı (çocuğun erken yaşlanması), Sara hastalığına eğilim, kalıtsal kellik, Kötü huylu deri melanomu, früktoza  tahammülsüzlük, Baskın sağırlık, kalıtsal gece işemesi, erken dönem meme kanseri, Egzemaya eğilim, siroz, tip 1 diyabet, Pilim hastalığı (çok uzun boy – el ve ayak büyümesi); koroner ateroskleroz, Crohn hastalığı (iltihapli bağırsak hastalığı), yüksek tansiyon, Meme kanserine eğilim, tüm kanserlere eğilim, tip 2 diyabet, yüksek miyop, migren, Baskın gece sarası, uykusuzluk, Creutzfeldt Jakob hastalığının kalıtsal biçimi, Manik depresif psikoz, Down sendromu, otizm, zeka geriliği gibi hastalıklar, son elli yilı aşkın bir zaman diliminde tespit edildi.

DNA’lar, canlıların sahip  olduğu tüm özellikleri barındırıyor ve nesilden nesile aktarıyor. DNA’nın yapısı, 50 yıl önce Francis Crick  ve James Watson adlı İngiliz bilim adamları tarafindan bulundu.

Laboratuvardan çıkarak Cambridge’te bir birahaneye giden ve “Yaşamm sırrını çözdük” diye sevinçle bağıran ikili, önce kimse tarafından ciddiye alınmadı. Buluşun 25 Nisan 1953’te Nature adlı saygın bilim dergisinde yayımlanması, gen teknolojisinin de zeminini oluşturdu. Crick ve Watson’un, bilinmezlik labirentinde cesaretlerini kaybetmeden ilerleyip sonunda Francis Crick ve James Watson, DNA çifte sarmalını bulup tanımladı. Maurice Wilkins ve Rosalind Franklin adlı araştırmacılar, bu buluşa yardımcı olacak bilgileri önceden bulmuşlardı. Ki 1962’de Crick, Watson ve Wilkins, Nobel Tıp ödülü aldılar. Nihayetinde 1990’da ana amacı, insan DNA’sının haritasını çıkarmak olan İnsan Genom Projesi resmen başlatıldı. 1997’de Wilmut ve ekibi, Dollye adlı koyunu kopyaladıklarını açıkladı.

2000’de Venter ve Francis Collinsı insan gen haritasını çıkarttıklarını açıkladı. 2003’de Genom Projesi Başkam Francis Collins, gen haritasının insanlığa büyük yarar getireceğini vurgulayarak “Bilim adamlarının, genlerin yerini bulması bilgisayarda sadece 15 saniye alacak” dedi.

2003 şubat ayında tıp biliminde yeni bir çığır açıldı. Güney Koreli genetik bilimciler, kök hücreleri kopyalamayı (cloning) başardılar. 1997 ‘de koyun Dolly’nin kopyalanmasından bu yana ara ara gündemimize gelen genetik bilimi, bu son hamle ile depara kalktı.

Kök hücrelerin kopyalanması meselesini biraz açarsak, kaba hatları ile bu; şu demek oluyor: Kısa birzaman diliminde, sözgelimi artık kullanılamaz hale gelmiş böbreğimizi, ya da diğer bir organımızı, yine kendi bedenimizden alınan hammaddeyle üretilen tıpkısının aynısıyla değiştirebileceğiz!

Türkiye ise, şu anki sıkıntılarımızın başlangıç noktası olan sanayi devrimini nasıl ıskaladıysa, eldeki verilere göre, motorunu genetik bilimi, bilişim teknolojisi ve nanoteknolojinin yaptığı ‘yeni çağı’ da uzaktan seyretme tehlikesiyle karşı karşıya. Bununla birlikte, dünyanın değişik ülkelerinde bilim adına ter dökenler arasında başarılı Türklerin de bulunuyor olması, hepten ümidimizi kesmememiz için haklı bir dayanak noktası. Kısacası Türkiye, bilime daha fazla sırtını dönerse, karanlığın derinliklerinde kaybolması olasıdır.

Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Profösör Gökhan Hotamışlıgil, bu bilim neferlerinden biri. ‘Kopyalama’ mevzuunu, Prof. Hotamışlıgil ile birlikte irdeledik. Sürrealist sorularıma oldukça realist cevaplar vererek, bilim adına gönlüme su serpti. Ama aynı zamanda ‘yakın ve somut’ tehlikeye de parmak bastı: Genetik kopyalama, doğal olmayan bir işlem mi? Sorumuz karşısında,  “-Kesinlikle. Doğada kopyalama diye bir şey yok. Ama bu ‘doğal olma’ kavramı çok ciddiye alınmamalı. Hayatımızda kullandığımız birçok şey doğal değil zaten. Eğer her şeyin doğal olması gibi bir hedefimiz olursa, o zaman tekrar mağaralara dönmemiz gerekir. Bu teknolojinin gerçek vaadi, kullanılamaz hale gelmiş organ ya da hücre sistemlerini, doku uyuşmazlığı ya da benzeri sorunlara sebebiyet vermeden, kopyalanmış hücrelerden yapılacak takviyeyle tekrar sağlıklı bir hale dönüştürebilecek olmasıdır. Bunun olacağına kesinlikle inanıyorum. Bu tıpta bir çığır açacak. Ben bir süre daha uçlarda dolaşacağım izninizle. Sözgelimi kopyalanmış bir insanın ruhu olabilir mi?  İnsanlar, sadece genlerden, proteinlerden ya da diğer kimyasal materyallerden müteşekkil paketler değil. Genler, diğer kimyasallar gibi, insanı insan yapan parçalardan sadece biri. Bunlar hayati öneme sahip ve gerekli olan bileşenlerdir, ama kesinlikle resmin bütününü anlamamız için yeterli değiller. İnsanın ‘bir bütünlük içinde kavranması, bazıları ölçülebilen, bazıları ölçülemeyen ve hissedilemeyen nerdeyse sınırsız diyebilceğimiz farklı bileşenlerin de bilinmesiyle mümkün olabilir.”

Konu, madem hayatı idame ettimıeye geldi, o halde sorumu bu yöne kanalize edeyim. “Kopyalama, nesli tükenmekte olan canlıların hayatını kurtarnak için kullanılabilir mi?

Evet, bu da kopyalamanın en heyecan verici ve ilginç boyutlarından biri. Bununla birlikte bu makul yolu takip edebilmek için bile çözülmesi gereken bir sürü mesele var. Kısa zamanda bu meselelerin çözülmesinin mümkün olacağını sanmıyorum, ama nihai aşamada kesinlikle olacaktır.”

Yaşam üzerine konuşmaya devam edelim. Neden sizce basın, yeryüzündeki yaşamın dünya dışı varlıklar tarafından yaratıldığı temasını işleyen sıra dışı grupların iddialarına büyük bir iştahla eğiliyor?

“Sanırım medya bazen okuyucuların olduğu yere gidiyor. Dünyada bilimin hızından ve teknolojiden bihaber bir sürü insan var. Birçok insan bu türden faaliyerlerle meşgul olan kurumlara güvenmiyor. Bu da sonuç olarak komplo teorileri ve aşırı güvensizlik ve temelsiz korkularla dumura uğratılmış zihinler ortaya çıkartıyor. Her ne kadar mantıklı insanlara saçma gözünse de, sanırım bu tür faaliyetlerle uzaylılar arasında bağlantı kurmak birçok insan için iyi bir hikaye oluyor. Sonuç olarak medya yazıyor, insanlar okuyor. Alan da satan da memnun ve razı. Türkiye’nin genetik bilimindeki durumu nedir? Bana öyle geliyor ki, diğer alanlarda olduğu gibi bu ufuk açıcı ve çok şey vaad eden bilim dalının önemini de ıskalayacak gibi görünüyoruz. Eğer aynı fikirdeysek, tam olarak kaybettiğimiz ne? Ne yazık ki, Türkiye’nin durumu çok iç açıcı değil. Dağınık olmakla birlikte oldukça kaliteli çalışmalar var; ama Türk biliminin bu alanda ya da diğer alanlarda uluslararası ölçekli bir etkisi yok. Bunu geleceğimiz açısından bir tehdit olarak görüyorum. Dünya gayet net bir şekilde yeni bir endüstri devrimi yaşıyor. Türkiye bir kenarda öylece durarak bu değişimlerin izleyicisi olmakla yetinemez. Dünya her zamankinden daha çok bilim ve teknoloji tarafından yoğrulacak. Buna ayak uyduramayanlar daha da çok karanlığa gömülecektir! Bu bağlamda, yeni biomedikal ve teknolojik devrimden korkmanın alemi yok; bunun bir parçası olmayı denemeliyiz. Hiçbir zaman ‘artık çok geç’ bahanesine inanmadım. Bunu başarabileceğimize eminim ve başarmalıyız da. Eğer bir ulus olarak bu yeni devrimde yer alamaz isek, işte asıl o zaman gerçek anlamda geleceğimizden korkmamız gerekecek. Dolayısı ile bizim için bu durum hayati önem arz etmektedir.”

Derleyen: Fatih ÖTER