Toplumların sadece geçmiş evrimi hakkında bazı genellemeler yapabiliyor, ama geleceğe uzanamıyoruz (ve o zaman da “kanun” olmuyorlar zaten). Daha önce de yazdım; Ernest Geliner bunu insanın “eksik programlanmışlığı” ile açıklıyor. Belirli bir doğal, coğrafi, maddî-teknik, sosyal ve ekonomik koşullar öbeği karşısında, herhangi bir topluluğa mensup insanların tam ne yapacağı pek belli değil. Önlerindeki sorunlara verecekleri tepki veya yanıt, tabii belirli sınırlar içinde olmak zorunda. Ama bu sınırlar aslında oldukça geniş. Dolayısıyla zaman içindeki (t) ânındaki bir toplumdan, (t+l) ânına gelindiğinde mutlaka şu ve sadece şu çıkar, diyemiyoruz. Böyle bütün “öngörü”ler 19. ve 20. yüzyılda yanlışlandı. Teknolojik gelişme ve sosyal karmaşıklaşma anlamında bir gelişme (development) var, ama herhangi bir yöne doğru bir ilerleme (wogress) söz konusu değil. Özetle, insanlık kestirilebilecek bir sosyo-ekonomik düzen ve/ya politik rejime doğru gitmiyor. Bugünkü ve yarınki çelişmeler, çabalar, mücadeleler onu nereye götürecekse, kâğıt veya harita üzerine çizilmesi imkânsız bir rotayı her an, her kaza ve tesadüfle kendisi şekillendirerek oraya gidiyor. Daha açık söylersek kapitalizmden sonra illâ sosyalizm gelecek denmesi doğru değil. Tarihin böyle bir “kanuniyeti” yok. Geri dönüp baktığımızda olan şudur: Sanayi Devrimi 19. yüzyılın “içtimaî mesele”sini doğurdu. Bu yeni, muazzam işçi kitleleriyle ne yapılır? Kimisi polisiye önlemlerle
zapturapt altında tutulur, dedi. Kimisi iyilikle, yardımla, hayırseverlikle kalkındırılır; günlük yaşam ve çalışma koşulları biraz iyileştirilir, dedi. Kimisi de farklı düşündü; bunlarla devrim yapılabilebilır, iktidar zorla, “anormal politika” yöntemleriyle ele geçirilebilir ve toplum yukarıdan aşağı değiştirilir, daha âdil bir düzen kurulur, dedi.
Bu sonuncular, topluma üstten ve işçilere dışarıdan bakan bazı aydınlardı. önce bu hususu doğru kavrayalım. Sonra, içinde yaşadıkları, etraflarını saran ve onları da etkileyen ortamı, fikir hayatını biraz olsun anlayabiliriz.

Fransız Devriminin zihin ve ruhlardaki etkisi çok büyük, dolayısıyla da İnsanları da içine alan alemlere bir ruh elzemdir. Ve bu, vardır.
Sonra bu kainatın yöneticisi için bazı vasıfların bulunması gerekir.
Ki, o vasıfların, başında şunlar gelir: Tek olmak yani Vahid olmak… Alim olmak yani o yüce yöneticinin yurdunda olup bitenleri tümden bilmesi icap eder. Bütün hadiselere hakim olmalıdır. Yani Kadir olması gerekir. Ki böyle bir zat vardır. Hem de şüphesiz vardır. Onun belli bir şekli yoktur. Yani keyfiyetten münezzehtir. Keza; benzeri, misali de yoktur. Görülen bir şey de değildir. Bir yeri, mekanı da yoktur. Parçalanmış, bölünmüş veya böyle bir parçalanma ve bölünme gibi şeyler de onun için keza düşünülemez.
HİSSİ bir vasıta ile, elle tutulan ve dağılan bir şey olması da imkansızdır.
Ondan bir parça koparılıp alınamaz da…
Bütün bu sayılanlar, onun şanını, şerefini anlatmak içindir.
İşte onun durumu, sonradan olma fanilerin durumuna hiç benzemez.
Onu daha iyi anlatabilmek için meali şu olan Ayet-i kerimenin ruhuna nüfuz etmeye çalışalım:
-0nun benzeri yoktur. O, görür, işitir. (Şûra—11)

Allahu Taâlâ’nın iki zahirde yani dışta. madde planında. Öbürü de batında. Yani ruh ve mana planında elcisi vardir. Zahirdeki elcisi-resulü MUHAMMED-ÜR RESULÜLLAH’dır  Batındaki elcisi-resulü Cibril (A.S) olup, o da Allahu Taâlâ’nın manevi bir elçisidir, ki bunu demeye hacet yok. Çünkü: Resulullah (A.S.V) Efendimize, ümmeti huzurunda 0 vahyi getirirdi. Ama onu ne kimse görebildi, ne de hissedip sesini duyabildi. haliyle, tanımaları da mümkün olmadı.
Bu nasıl böyle ise yani Kainatı yaratan yüce Allah’ın, nasıl iki elçisi varsa. Biz insan vücudunu ve aklını idare eden Ruh’un da iki elçisi vardır. Biri zahiridir, diğeri de batınîdir. Ruhun, insandaki batını elçisi; iradedir. Zahiri elçisi de, dil’ dir.
İrade; Cibril (A:S) menzilesindedir. Vahyi dile iletir.
Dil ise, iradenin bir tabircisi ve tercümanıdır.
Yukarıda; irade nasıl Cibril (A:S) makamında gösterildi ise; dil de, Resulullah (S.A.V) Efendimizin durumuna bir misal olarak gösterilebilir…
Durum bu olunca. Şimdi; her şeyin delilini kendinde araman gerekir.
Zamanı geçmiş bu açıklamaya ilaveten asrımıza ait İslami eserlerden de, insanın yaratılış hikmeti ve gayesi ile ilgili açıklamalarda bulunulmaktadır. Ki bununla ilgili ayrı bir başlık altında açıklama yapmamız gerekir.

HALİL BERKTAY