Bilindiği üzere insan; bu dünyada fert ve cemiyet ola­rak, ilim-teknik ve ibadet vasıtasıyla tekamül etmek ve de fazilet sahibi olmak üzere gelmiştir. İnsandaki bu so­rumluluk şuuru “iman şuuru” yegane ve en büyük davadır.

Kalben ve ilmen inancımız odur ki, insan; tekamüle müsait olarak programlanmış (Yaratılış zincirinin son hal­kası olarak, ilahi sanatın bütün incelik ve güzelliklerin in­sanda dercedilmiş olması hasebiyle) yegane varlık ol­duğundan, ancak fazilet yarışında göstereceği gayretle Yüce Yaratanın hazırladığı dünya ve ahiret mükafatlarına kavuşabilir. Bu sebeple yapacağımız vazifeler cihetiyle iki husus önem arz etmektedir.

-îman Şuuru’nu kazanma ve fazilet yarışına girme so­rumluluğu

-Bu yarışta sebat etme gayreti ve sorumluluğu

îman şuurunun mahiyeti ve önemi hakkında daha ön­ce yeterince durmuş olduğumuzdan burada sadece fa­zilet yarışı konusunda bir iki hususa değineceğiz.

Görüldüğü kadarıyla fazilet yarışı, insanlık için öylesine elzemdir ki, bu yarışa giren fertler; adavetten, husumetten, ha­setten uzaklaşmakta; gayretli olmaya, yardım severliğe, dostluğa yönelmekte, özellikle devlet ve din hizmetlerinde, cemiyet olarak oldukça başarılı çalışmalar ortaya ko­y- maktadır.

Kısacası fazilet yarışının olduğu her yerde, ne olursa olsun, ister şahsi ilişkiler bazında, ister aile, ister cemiyet bazında; yaratılış sırrına vakıf olunarak, ilahi fermanın gösterdiği istikametten eşyaya ve hayata bakıldığından; (fikirler, davranışlar ve yapılan işler arasında ne kadar nüans-farklılık olursa olsun) yapılan her iş, her davranış müspet olur.

Özellikle fertlerin, milletlerin böyle bir yarışta bu­lunmaları halinde; birbirlerini hak ölçülerle muaheze et­meleri, bulunmaz bir fırsattır.

Bu konuda açık olarak buyurulan “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Hem de sizi soylara ve ka­bilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Biliniz ki Allah katında en iyiniz, (fert, aile, cemaat, aşiret, kavim, millet olarak) takvada (fazilette) en üstün, olanınızdır” ilahi fer­manı da, esasen fazilet yarışıyla üstünlüğün ancak söz konusu ol­abileceğini bize göstermektedir.

Şüphesiz bu yarış için kişinin kendi kendine hareket etmesi bek­lenemez. Birilerinin, birilerine ivme vermek üzere ortaya çıkması, fazilet yarışının önemini göstermesi gerekir. Aynı şekilde milletler ailesi içerisinde de birinin bu görevi yapması gerekir. Ki fert, ce­maat, cemiyet ve millet bazında bu görev, her zaman birilerince yapılmaktadır.

Bunun için seçilmiş olan millet, kim ne derse desin, tarihi misyonu ci­hetiyle (Öteden beri hakka hizmette gösterdiği sebat dolayısıyla) Türk milletidir. Ve tabii ki söz konusu fazilet ya­rışı, Türk insanının her zaman hayat gayesi olmuştur.

M. Kutlu Aytuğ