Bilimi ideolojik bataklığa ve ön yargılara kurban etmeyen bilim adamları, otoriter; totaliter, faşist ve ırkçı rejimlerde görülen, temel insan haklarına ve hukuk devleti öğretisine ve hukukun üstünlüğüne aykırı durumlarda konuşabilirler. Bunun dışında kalan bilim adamları, her zaman rejimin istediği şekilde hareket ederler. Ki bunlar; öğrencilerin velilerini sıkılmadan üniversitenin kapısında güvenlik görevlilerine dövdürebilirler, cübbelerini giyerek sokaklarda darbe kışkırtıcılığı yaparak seçilmiş Başbakan’a, dar ağacını gösterebilirler ya da halkın ve meclisin iradesini, faili meçhul cinayetleri yok sayabilirler. Her ne kadar onların  esas görevi bu olmasa da, yine de  kendilerine vazife çıkarıp, her zaman otoriter ve jakoben sistem ve dayatılan müesses paradigmaya ve düzene, ideolojik  bilimsel bir temel oluşturabilirler.

Tabii ki, böyle bir düzende bilim adamlarının akademik özgürlüğünden bahsedilemez.  Sistemin aleyhine konuşan, sorgulayan ve hatta bu alanda objektif bilimsel araştırma ve soruşturma yapan akademisyenler, hemen gerici ya da çağdaşlık ve devlet düşmanı yaftalaması ile üniversiteden uzaklaştırılır. Eski Sovyetler’de Lizenko olayında bilimin Bolşevikleşmesi Marksistleşmesinde olduğu gibi bilime bütün idrakleri kör edecek ideolojik bir kılıf giydirirler. Tıpkı Türkiye’de bilimin Kemalistleşmesİ gibi…

Fakat Üniversitelerde totalitarizme ve darbelere bilim kisveli temel üretmeye çalışan bazı zatlar, artık meseleye Thomas Kuhn’cu bir şekilde yaklaşmaktadırlar.

Türkiye’de de benzer tutumlar sergilemektedirler. Daha önce de, halkın değerlerini ve kadim kültürünü yadsıyan, tek partili otoriter-totaliter idari yönetimlerde görüldüğü üzere hukuk çerçevesinde bu işlev yerine getirilmektedir. Yani bilim adamlarının, temel insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne aykırı durumlarda konuşabilmelerine imkan verilirken, bir yandan da sistem tarafından dayatılan müesses paradigmaya ve düzene ideolojik kılıflı bilimsel bir temel oluşturulmasına çalışılmaktadır.  Ne var ki, bu yaklaşımla da olsa artık dayatmacı, jakoben epistemolojik temel çökmüştür, iflas etmiştir, diyebiliriz.

Çağdaş dünyada onların savunduğu türde farklı düşüncelere ve anlayışlara kapalı askerî garnizonlara benzeyen üniversiteler artık yok. Esasen kendisini iktidarın bir fonksiyonu olarak belirleyen bir  ilim adamından “liderlik” beklemek te doğru değildir.

Günümüzde en ideolojik tutum sergileyen Çin’de bile artık tek parti otoritesinin savunduğu türde üniversal fikirlere, farklı düşüncelere ve anlayışlara kapalı askerî garnizonlara benzeyen üniversiteler yok. Aslında bu durumun vahametini bu zihniyette olanlar da farkında, ancak makam ve mevkilerini, güçlerini, âli çıkarlarını kaybetmek istemediklerinden dolayı hala bu süreci devam ettirmek istemektedirler.

Nitekim Türkiye ‘de bu süreci uzatmak için hala ‘cumhuriyet, laiklik ve Atatürk ilkeleri elden gidiyor’ bahanesi ile darbe çığırtkanlığı yapmak, en meşru metot olarak görülmektedir.

Kim ne derse desin bu menfi zihniyeti haiz bilim adamları, en başta temel insan haklarını çiğnemektedirler, hem de bilim adına. Halbuki bilim, insanî bir etkinliktir. O, tabii ki başlı başına bir değer, hak, hürriyet ve ahlâk felsefesi üretmez. Onun alanı ayrıdır. O, metafizik değerler konusunda da son sözü söyleyemez. Ayrıca menfi zihniyetin savunduğu sekülerleşmeyi özne alan bir siyasi partiyi fikir temelinde tasdik etmez. Özellikle de böylesi siyasi partilere kılavuzluk  etmeyeceği gibi  onlara asla yoldaşlık da etmez.

Sözün özü şu ki; menfi zihniyeti haiz bilim adamlarının, milletin değer yargıları, sembolleri, tarihi ve ruh haritası ile uğraşmak yerine “bilim felsefesi” sosyoloji, tarih felsefesi okumanın gerektiğini kabul ettikten sonra bilim adamlığının gereği olarak, bilimi ideolojik temele oturtma gayreti içine girsinler…

DR. Lüffü ÖZŞAHİN