ÖNSÖZ

Bugün tabiat (TURUM-ARA) bilimlerinin bilginlerinden bahsedil­diği zaman, M.Ö 370 yıllarında ölen Hippokrates’den başlanılarak, zamanımızın en büyük simalarından Albert Einstein’a kadar geline­cek ve eğer bu liste 20 isim verilmek suretile kısıtlı tutulmuş ise onların içinde hiçbir Türk bulunmıyacaktır. Halbuki BIRATYA ŞIRI, ATSAN, ASIG TUTUN, ÇISUYA TUTUN, UPASANÇ SILIĞ TÎGÎN; QALIM KEYŞÎ, QAYA QAL, QAMALA, ANANTA ŞIRI gibi Türk bilgin­leri modem bilimimizin (BÎLGE-BÎLÎG’imizin) en değerli eser­lerini  eski çağlarda (m.ö) yazmış bulunuyorlardı. Daha da ilginci, bu Türk bilginlerine bilgilerini öğreten, ancak eserlerini isimleri­ni bildirmeksizin yazmış olan UGANLAR’ın adeta “üstün insanlar” olduklarının söylenebilinmesi ve bu isimsiz bilginler ile beraber diğer Türk bilginlerinin sayısının, yukarıda söz konusu edilen, Avrupalı bilginlerden çok-çok fazla olmasıdır.

Sevgili Okuyucular, size bizim UG ve OGUŞ’umuzdan [zaman ve medeniyetimizden] başka bir UG ve OGUŞ’a bağlanıştı belgeler okuyacağım. Bunlar İçki Türkistan’ın Turfan Vilâyetinde yapılan ka­zılarda bulundular ve konuları astrofizik. Ben bu belgeleri si­zin için tercüme etmeye çalıştım. Siz onları okuyunca, bu belgeleri yazanların kurdukları “oğuş”un bizim bugünkü “oğuş”umuzdan çok daha güçlü bir “oğuş” olduğunu anlıyacak ve hatta onların AYT’tıkları [ifade ettikleri] bilgilere bugünkü oğuşumuzun verilerine göre karşı çıkmamızın da mümkün olmadığını göreceksiniz.

Onlar her şeyi biliyorlardı. Atan (atom) ve atanarın parçacıklarından iba­ret olan proton, elektrcn ve neutron; fermîon ve bozoniar; enerji­nin konservasîonu kanunu; “parity” kanunu ve vîolasîcn; arka yakamızdan gelen karaten radiasîonu; gamma ve X-ışınlan;ul travîole, görünür ve înfra kızıl ışık; radîo dalgaları: bunların hepsi  bizi ilgilendirdikleri kadar onları da ilgilendiriyordu.

Yerimizin geomagnetîk alanı,Van Ailen Kuşakları ve hatta,”galaxy” [samanyolu] merkezinin çevresi ve kitlesi ve bu merkezde bir “kara boşluk” bulunduğu onlar için meçhûl değildi. Onlar yerimi zin, güneş ve galaksi merkezi etrafındaki dolanımı dışında, Virgo Takımına doğru hareket etmekte olduğunu ve quasar’lardan gelen ışıkların kızıla kaymış olduğunu da biliyorlardı. Hidrojen ne şe­kilde helluma çevrilmiş, ilk önce teşekkül eden TAMU [cehennem, ayni zamanda ’entropy’] elementleri nelerden ibaretmiş ve bunlar­dan başlıyarak ölkünmüş olan bütün elementar parçacıkların sayı­sı ne kadardır? Bunları onlar Mendeleev doğmadan ence de bilmiş­ler. Einstein’in gravftaslon hakkındaki teorisi, Heisenberg’in be­lirsizlik prensibi; H.Bendi,T.Gold, ve F.Hayle’in [devamlı durum] teorisi; photoeffekt, Doppler tesiri, Ccmpton tesiri Mössbauer tesiri, Zeman tesiri, Fraunhofer çizgileri, Abegg kaidesi, v.s. ,v.s. bunların hiçbiri onların meçhulü değil.

H,He,C,N,O ve Ne gibi kolaylık la buharlaşabilen elementlere “hafif  volatile elementler” denmektedir.Türkler ise bu elementle­rin bulunduğu gruba ULUG TAMU elementleri demektedirler, çünki bu grubun esas elementleri,yerimiz gibi planetlerde değil, güne­şimiz gibi sıcak yıldızlarda teşekkül etmiş bulunuyorlar. Diğer taraftan, bu gruba mensup elementlerden Li,Be ve B’un yıldızlarda pratik olarak bulunmamasına karşılık, kozmik ışınlarda bulunduğu görülmekte ve bu itibar la, bu ışınlar bize doğru gelirken (yani,yıldızlar arası mekânda) istihsal edildikleri kabul olun­maktadır. Buna göre ULUG [birinci dereceden] TAMU elementleri olarak gaz halinde bulunan H,He,N,O ve F elementleri kalır .Türkler bu elementler dışında kalan elementlere MAXA QALPLAR [sis­tem parlakları ] demekte ve bunların sayısını “100 adet” olarak bildirmekteler (105 – 5 = 100). Buna karşılık TAMU elementleri olan H,He,Li,Be,B,C,N,O ve F’den sonra gelen,TEMÎR ,TUÇ, KÜMÜŞ ve ALTUN grupları olmak üzere, 4 YÜZ [cüz] halinde bulunan ÖRKÎ BADIRA QALPLAR’ın sayısını ise 96 olarak vermekteler (105 – 1) – 8 = 96). Elementar parçacıkların periodik cetveline ise MA­KA ŞAR-WAQLAR veya AYAGULUĞ NAGARÇUNI BAQSI demiş bulunu­yorlar. Bu cetvelin birinci satırı YÜDE ÎLDÎNÜ “intrinsic origination” denilen “hidrojen” ile başlamaktadır. Çünki  madde çe­şitlerinin hepsi ondan okunmus bulunuyor .Onu takip eden en ha­fif  8 elemente ise SEKÎZ ULUG TAMU [birinci dereceden 8 en- tropik hal ] demiş bulunuyorlar, çünki bu elementler yukarıda da sözkonusu edildiği üzere yıldızlarda ve nihayet,yıldızlardan çıkan ışınların yıldızlararası BODI-SATAW bulutlarındaki parça­cıklar la çarpışmaları ve bundan sonra spallasionları [hafif çe­kirdek ejeksioıları/ycngalanmaları] neticesinde husule gelmiş bulunuyorlar. Nitekim “cehennem” manasında kullanılan TAMU sözü ” damlama”, “entropy’’,”spallation” manalarını da ifade edebilmek­tedir. Neondan (10’uncu elementten) itibaren başlıyan elementler  ise ÖRKÎ BADIRA QALP [gelişimin synchrotron  parlıkları] den­mekte ,ve bunların her birinde 8 valens  (0,1,2,…,7) çeşitli 2 KÖDÜG [kütük] halinde 16 element bulunmak üzere TEMÎR, TUÇ; KÜMÜŞ ve ALTUN grupları hal inde 4 gruba bölünmektedir. Ancak, TEMÎR BÎRÎKE [demir sentezi] denilen “demir zirvesi” [” iron peak” ] ile başlıyan sen üç gruba, yıldızlar arası atanların (ya­ni gaz ve tozların) dışında kalan  yani AQIGSIZ OGUŞLAR sını­fından olmıyan “YÎRTÎNÇÜ elementleri” anlamında AYAGQA EGÎMLÎGLER [konsolide elementler] dendiğini de görmekteyiz.Bun­lara göre de,bütün elementlerin 5 ACUN [hilkat, malzeme ailesi] teşkil ettiği söylenmektedir.

Başlangıçta kozmik ışınlardan olkunan YÜDE ÎLDÎNÜ (yani hid­rojen), ve ondan galaksi merkezinde veya sıcak yıldızlarda olku­nan ULUG TAMU elementleri mevcut idi, ACUN 1, ikinci bir adım olarak, içlerinde ACUN 1 elementleri de bulunan, yıldızlar arası gaz ve tozları görmekteyiz. ENGSÎNDÜRTEÇÎ QANLAR [katalizatör gruplar] denilen bu AQIGSIZ OGUŞLAR’ dan [yıldızlar ara­sında akmadan duran substanslardan] meydana gelen şey (yani yıl­dızlar) ACUN 2’den ibarettirler. Bundan sonra, 3 adet AYAGQA ENGÎMLÎG ACUNLAR’ı olkunarak 5 türlü ACUN husule gelmiş, niha- yet ALINGADTURGU [demontaj] çağı başlamış bulunuyor.

Eski Türklere göre bütün elementler, KÎRTGÜNÇ denilen “asil ele­mentler” le başlamak üzere 10 yöre 10 türlü “gony” teşkil et­mektedirler. AN BAŞI [idrak başlangıcı] denilen bu element şu şekilde tarif ediliyor: “KÎRTGÜNÇ kanunî valensleri (yani ele­mentlerin 7 adet valens halini) aşma orijinidir.” Diğer bir de­yim le, her KÎRTGÜNÇ 7 valens halini mümkün kılan bir yapıya sa­hiptir; ve meselâ, He KÎRTGÜNÇ’i var edilmiş olmasa idi,Li,Be,B, C,N,0,ve F safhaları (yani‘,RD-TAWARLARI [mal artikelleri) da olkunamazlardı.

Diğer taraftan, nasıl ki her yöredeki elementlerin teşekkülünü temin eden şey tu yörenin KÎRTGÜNÇ’ü ise, KÎRTGÜNÇ hallerinin meydana gelmesini mümkün kılan şeye de TÜZÜN YAWAŞ [struktural taç] veya YÜDE ÎLDÎNÜ “intrinsic originaticn” dendiğini görmekteyiz. Bu da hidrojen atomundan ibarettir. Bir SÜ­ZÜK KÎRTGÜNÇ [asil gaz] olan tu “tac”ın başlangıçtaki gravitasion içinde gelişmiş olan bir ÖGRETÎNGÜ “instruction”  ol­duğu söylenmekte; diğer bir deyim le, maddenin gravitasiondan olkunduğu belirtilmektedir. Böyle bir gelişimde, evvelemirde, bir WAX-ŞÎK [virtuel parçacık] teşekkülü söz konusudur. Bu ŞÎK [var olup, olmadığı henüz belirli olmıyan şey] elektromagnetik radiasion derelerindeki SARGAN otuna benzer şekilde kaba bir yapı hali ile başlamak suretile ULUG ÎLÎGLER [seigniorial menşeler ha­line terfi edebilmektedir.

Böyle olmakla beraber, hidrojende bulunan “bütün elementleri teşkil edebilme gücü” YOQ-ÇIGAY BOLMAQ [kitle defektifi] yön­temi ile yavaş-yavaş giderilmekte; buna rağmen, SOGANÇIG-BAR usulü [kendi-kendini yeniden inşa ederek devam etme konsepti ] ile, YOQ olan her şey yeniden meydana gelerek ERDÎNÎ YALINLIG [devamlı durum] hali husule gelmekte;yani,Tanrımız bizi bir tek defa yaratmış değildir, yaratılma işlemi dün olduğu kadar bugün de devam etmekte,gelecekte de devam edecektir.

Elbette her şeyin bir sonu vardır. Çünki her şey KÜSÜŞ TÖZLÜG (köselenme tutumlu) dur; yani, “köselenme” bir UMUNÇ [aksiom] halindedir. Fakat keselenmelerin sonu yeniden meydana gelme­nin başlangıcı olacaktır. Nitekim, bir KÎRTGÜNÇ yöresinin arka kısmı (arkada bulunan elementler) de ditilmiş ise IDALASAR BOLMAZ [artık tahrik olma hali husule gelmez ] ve bu hal yeni bir KÎRTGÜNÇ’ün doğmasına sebeb olur. Ayni şekilde; ilk önce,TÜZÜN YAWAŞ (yani hidrojen) ile başlıyan;sonra,GANDA XAST denilen 4 türlü asil gazlar (H, He, Ne,ve Ar) safhalarının teşekkülü sona erince, KÜN ORTU (yani demir zirvesi) ile yeniden başlıyan, GANDA-XAST YANA denilen AYAGQA TEGÎMLÎGLER’ in ÜÇ YAW- LAQ YOL’u “kılık değiştirmek suretile himaye altına alınma” usulü (yani QARA YÎR’e girme) ile sen bulmaktadır. QARA YÎR ise bir “hurda makınası”dır ve onun sayesinde dünyalar yeniden var edilebilinecektir. Çünki QARA YÎR’ de bulunan “saf gravitasion” halindeki KÎRTGÜNÇ’den “madde” yapılabilinmektedir.

Bazı element çeşitleri, meselâ;  lanthanidler (15 adet)  ve aktinidler (15 adet), şîmik olarak büyük bir benzerlik gösteren ele­mentlerden olkunan seriler halinde bulunmaktadırlar. Böyle seri­leri Türkler TÜKÜN [ayni bir valense mensup seri ] ismi altın­da “adeta bir tek element” imiş gibi’ göz önünde tutmuşlar.

TÜKÜNÎ QIRQ SEKÎZ EDGÜ NOMLAR [BYY,serileri 48 olan gonik elementler ] cümlesi AYAGQA TEGÎMLÎG elementlerinin TÜ­KÜN adedinin 48 olduğunu belirtse gerek (6×8 = 48). Ancak, 105’ inci element olan  Ha’nın valensinin  V olması dolayısîle, bu elementten sonra gelen 2 valens boş kalmaktadır. Acaba, yerimiz dı­şında kalan bazı planetlerde (veya yıldız sistemlerinde) bu TÜ­KÜNLER de dolumudur? (yani,anlardaki element sayısı 107’midir?) veya bizim bir tek TÜKÜN olduğunu zannettiğimiz bazıTÜKÜN LER çift midir?

Eski Türkler; proton,elektron,ve neutrino gibi daha küçük parçala­ra ayrılamıyan parçacıklara YINAQ [potens, “potency” ] demekte ve “hidrojen yanması” denilen SÎM KÜZ-EDGÜ hadisesinde 4 YINAQ dan 8 YINAQ teşekkül edeceğini söylemektedir ler. Hakikat en, “proton-proton zinciri” ve “karbon-azot devri” denilen SÎM KÜZED­GÜ’lerde 4 hidrojen fonundan (4 YINAQ’dan) bir helîumionu te­şekkül etmektedir ki, bu sonuncu parçacıkta 8 YINAQ bulunmaktadır (4 proton, 2 elektron ve 2 antineutrino).

Kitleli elementar  parçacıklara ASAN-VÎR [gravftasional belir­lilik ] ,veya ASAN-WARUQI [gravftasional netice ] demiş bulunu­yorlar, ve bunların sayısının 12 olduğu söyleniyor:

QÎQ. TAQI YÎME MÎN İL TÜZMÎŞ BÎRLE,ÎLKÎSÎZDE BfîRÜ ÎKÎ     YÎGÎRMÎ TÜRLÜG ASAN-VÎR ATLIG TSUY AYAĞ OILINÇ OILTIMIZ ERSER …

Takılmış halde binen ilinme halinde tertipleme (yani, pro­ton ilâveleri ile yeni     çekirdekler teşekkülü) yolu île, son­suzdan beri 12 türlü ASAN-VÎR isimli teşekkülü himaye et­tii isek …

Burda sözkonusu edilen 12 ASAN-VÎR şunlardan ibaret olabilir: elektron, müon, meson, proton, neutron, hyperon ve bunların antîparçacıklan.Bunlar dışında, metinlerimiz 3 adet ÖSELİKSÎZ ER ha­lini [kitleşiz parçacığı] de söz konusu ediyor: photon,elektron neutrinosu,ve müon neutrinosu.Bu sonunculara bir ARŞLAN olması gereken graviton’u da katar isek,bütün elementar [ÖNLÜG] par­çacıkların sayısı 16 oluyor demektir. Bu ARSLAN’ a ” OGUŞ ” da denmektedir ve aslında her şey ondan doğmuş bulunuyor.

Genel relativite teorisine bağlı olarak Einstein’in kabul etti­ği “mekânın [ûS’un ] yapısı” aşağıdaki 2 esasa dayanmaktadır:

 (1) mekândaki maddenin ortalama yoğunluğu her yerde aynıdır;

(2) mekânın büyüklüğü (diğer bir deyim le, yarıçapı) zamana bağımlı değildir.

Einstein’in bu kabulleri yerine Türkler şöyle diyorlar: “kâinat [ALQU] induktiv, Izotropik ve homogendir.” Eğer hctnogen deyimi­nin “kâinatın içteliğinin (muhtevasının) identik geçmişli olma­sı” şeklindeki manasını gözönünde bulundurur; yani “kâina tgeçmiş­te ne halde İdi ise, bugün de öyledir ve gelecekte de öyle kala­caktır” der isek, bu ifadeden Einstein’in yukarıdaki iki maddesi ile söylemek istediği şey de ortaya çıkmış olacaktır. Ancak, Rus matematikçisi Friedman’ın telkinleri ve Hubble’in galaksilerin ve yıldızların birbirlerinden uzaklaşmakta olduklarını söylemesi üzerine, Einstein kâinatın yarıçapının zamana bağımlı olmadığı gö­rüşünden vazgeçebileceğini belirtir (Einstein,1960,s.84-85). Bu­na rağmen Einstein, tecrübelere dayanan astronomik verilere rağ­men irilenen mekân teorisinin mekânın (yani kâinatın) sınırlı mı, sınırsız mı olduğu hakkında bir karara götürmüyeceğini, buna kar­şılık kendisi tarafından ilk önce kabul edilmiş olan (yukarıdaki) iki hipotezin kâinatın kapalılığını göstereceğini (yani,kâinatın sonlu olduğunu) söylemekten de geri kalmamaktadır. Hakikaten, TÜRÜK’’ lerin görüşü de Einstein’inki ile ayni bir paraleldedir.

Denecek şudur ki, ben Prototürklerin bize miras bıraktıkları belgelerin hiçbirinde ÎLKEVSÜK [ilmi] bir hata bulamadım. Eğer sîzler onlarda bazı hatalar bulacaksanız, bunun metinlerin hatalı olmasından değil, fakat benim onları tercüme ederken bazı hatalar yapmış olmamdan kaynaklanacağı kanaatındayım. Çünki bu metinlerde geçen İlmî deyimlerin hepsinin tıpatıp karşılıklarını bulabilmek belki de benim için mümkün olamamıştır .Meselâ, “bağımlılık galebe­si”, veya “gravitasional olkunma” manalarına gelen ASURI sözünü ben—Sanskritçedeki “deva ve asuralar” deyimine de dayamak suretiyle “hidrojen atomu” şeklinde değerlendirmiş bulunmaktayım. Bu değerlendirmedeki “bağımlılık galebesi” kavramı “proton ile elek­tron arasında teessüs eden bağımlılık” anlamındadır. Ancak,bu sö­zün geçtiği metinde (BQ!) magnatizma konusu işlenmekte ve bu itibarla, elektrisite ve magnetlzma arasındaki bağımlılık söz konusu olabilmekte yani ASURI’nın “magnetlzma” anlamında olması ihtimali ortaya çıkmaktadır .Ancak, metnimize göre magnetizmanın tarifinin (hidrojen zirvesinden sonra demir zirvesinin gelmekte olması dolayısile) yapılmış olması çok daha kuvvetli bir tahmin­dir.

Diğer taraf tan, ASURI sözü hem “madde” kavramını ifade edebilen “gravitasion” hem de atomar yapı (veya,galaktik yapı) kavramını temsil eden “magnetlzma” manalarının her ikisini de AL-ALTAĞ (mündemiç) olabilir. Nitekim,E instein’ in yukarıda söz konusu et­tiğimiz iki hipotezi; yani (sonradan terketmiş olduğu) “yekvucut alan teorisi” ^”Einheitliche Feldtheorie” “J, gravitasion ve elektromagnetizmayı ayni bir formüle ulaştırıyor: G + /lg = 8IIT .

Burda G gravitasionu karakterize eden geometrik objeden (di­ğer bir deyim le,kurbdan) ibaret. Einstein I-IĞAÇ’ ı [tenzorü] dür ve /I’ya Einstein “kozmolojik sabite” demektedir. T ise OS-UĞ’da [jnekân-zamanda] madde ve enerjinin dağılımını ifade eden simetrik bir I-IGAÇ’ dır.Buna göre biz. bu I-IĞAÇ’ı “madde” kavramının s.8’deki cetvelde gösterilen 10 kütüğü olarak düşüne­biliriz .Nitekim, bu alan değizlemeleri kurb kcmpcnentlerinin 10 adet linear kombinasionundan ibarettir (Van Nostrand’s S.E., 1976, s.l208).g’ye “metrik I-IĞAÇ”denmektedir. Ancak,yukarıda sözkonu­su ettiğimiz ikinci hipotezi iptal edersek ,değizlememiz şu şek­li alacaktır: G = 8IIT. Bundaki G’nin gravitasion (yani,obje) ile ilişkili bir aza olması dolayısile onu “madde” şeklinde tef­sir etmek ister sek, değizlememizi şu şekilde anlatabiliriz: mad­de 10 katlıdır ve Türkler bu 10 katı bulunan şeye ON demiş bulu­nuyorlar. Yani, ON “kozmos” demektir!

Bu insanlar kimlerdi? Yeryüzü insanları mı, yoksa yıldızların birinden mi geldiler? Veya yıldızlardan birinde kurulan bir mede­niyetin olkundurduğu bilimi telepati yolu ile mi öğrendiler? Veya bu bilgiler onlara Tanrımız tarafından mı bildirildi? Bu husus­larda ben de sizler kadar bilgisizim. Ancak konunun bilim bakı­mından bir güncellik teşkil etmesi dolayısile “bilinemiyor” de

nilerek geçiştirilmesi de mümkün olmadığından, benim yapmam gere­ken en iyi şey söz konusu OĞUŞ’u [medeniyeti] kuranların menşe­leri hakkında bir teori* geliştirilebilinmesi için gerekli bütün bilgileri toplamak ve aktarmak olacaktır ve ben de bu önsözümde bunu yapmıya çalışacağım.

îlk önce şunu belirtmeliyim. Belgelerin dili, benim ” Prototürkçe” dediğim, Türklerin ön dilleri sınıfından bir QODI-ÖZÜ [pro­totip]. Ancak bu konuya geçmeden önce, şunu sormamız gerekecek: Bu belgelerin içinde yazılış tarihleri belirtilmiş olanları varmı?

Evet, var. Hem de iki adet. Ancak, tarihleri belirtilmiş olan bu i- ki yazının her ikisi de geç çağlara ait yazılar olma izlenimi ve­riyor (yani,onların “orijinal” yazılar olma ihtimali çok zayıf).

Bu yazılardan biri ÇISUYA TUTUN tarafından yazılmış bulunu­yor ve m.ö.524 tarihini taşıyor.UPASANÇ SILIG TÎGÎN tarafından yazılmış olan İkincisi ise m.ö. 523 tarihli (Mirşan,1985, s.l66). Bu iki yazının yazarlarının isimlerinin de belir­tilmiş olması ise ayni zamanda onların geç çağlara ait BÎTÎG’ler [yazılar] olduklarının da delili, çünki çok erken çağlara mensup yazıların hiçbirinin yazarı kendi ismini bildirmiyor.

Tarihi söylenmemiş olmak la beraber, yazarının ismi söylenmiş olan yazılardan biri QOLUTI [Dekan] ATSAN tarafından kaleme alınmış bulunuyor. Bu yazıda geçen aşağıdaki cümleden, hakikaten, belgelerin “orijinallerinin” çok eski tarihli oldukları meydana çıkıyor: “Bunların (yani orijinal ifadelerin) kozmogonisini, ben ATSAN kendim,statistiklendirmem neticesinde, kozmik manifestasion teminatları ile konzekutiy  pulzasina onlar başladı.” (s. 119!).

Buna göre ATSAN eski belgelerde bildirilen bilgileri statistiklendirmiş ve bu statistiklerin neticelerini (yani konularını) 6satirli kupleler halinde yazmış bulunuyor. Yazısının son sözünde o söyle diyor:

AT. ÖGE YÜKÜNMÎŞ BUYANMEN EVÎRERMEN, ÖRGÜT 1UDÇI KCNÎ KÎRTÜ NCM NOMLADAÇI ÖĞÎN ULUG TUYUNMISMEN BOLMAQM ÖZE, ÖDÜGÇÎSÎZ ADINLARQA UMUG BOLAYIN.

Felsefî mani fes tasionumu formüle ederken, konsept itibarile konvensicnal (yani tabiat hadiseleri çerçevesi içinde kalan) NOM vazedici felsefe alanında birinci dereceden tecrübeli  olmam dolayısile,”indeterminative” [taallûkatsız, mesnettar olmıyan ] (yani tabiatta var olmadıkları halde,var oldukları ileri sürülen) metabolizmalara [değişim hallerine] karşı rereferens olayın (yani yazılarım okunarak, yalnış iddiaların düzeltileceğini ümit etmek isterim).

NOM (ON-OM) kozmosun teşekkül davranışı;değişim (KÜ­SÜŞ) yapan,ve transforme olan bir şeyin önceki haline nis­peti (yani atom hallerinden birinden hareket le diğer bir atcm haline geçiş); madde hallerini temin eden kanun (kuvvet, yöntem,davranış,çevrilme);madde teşkil etme kanunu;ER D î N (yani,”lead”;meselâ,elementlerin “valens” hali);yeniden te­şekkül etmiş olan QOG meselâ, H’den husule gelen He gibi); yani , NOMLARTA QATIGLANU [MB,NOM’lar halinde katı ha­le gelme] ; kozmik omkırılma [koparılma ] (meselâ,atanların neutronlardan proton koparıp almaları ve bu yol la, yeni bir elenent şeklinin teşekkülü); kozmik omak [kuvvet,destek] (me­selâ, atan çekirdeği ile elektron arasındaki çekim kuvveti); Yunancası “nonoş” [kanun ]; Sanskritçe “vinaya” [disiplin,davranış]; fizik alanında “dinamik (yani değişebilmiş) mo­menttim” .

Metinlerde NOM sözüne şu manalar verilebilinmektedir : (1) kozmosun temel kanunu,kanun;  (2) “centrypetal” kuvvet ; (3) (elektronagnetik, kuvvetli,ve zayıf olmak üzere) dinamik interaksion; (4) temayüz (yani bir halde bulunurken,kendini diğer bir.halde belli etme); (5) elementar parçacık (yani, AGILIG NOM); (6) açı momentumu; (7) bu saydıklarımızın hepsinin ortak vasfı.

Burda ATSAN eski belgelere “konvensicnal  kanun vazedici fel­sefe” ismini, vermekte ve kendisinin bu felsefeye dayandığını belirterek hatalı yorumlar yapılmaması için yazıları ile tale­belerine rehber olacağını ümit ettiğini söylemektedir. Ancak, bu hatalı tefsirleri yapanlar; yşni ÖDÜGÇÎSÎZ ADINLAR [mesnetsiz metabolizma ileri sürenler] kimlerdir?

Bu cümle île işaret.edilen kimselerin Buddha (m.ö..563-483) fel­sefesi mensupları olması kuvvet le muhtemeldir, çünki onun felse­fesinin fizik ve astrofizik bilimleri ile hiçbir ilişkisi kalma­mış olduğunu bilmekteyiz. Buna göre ATSAN TAQŞUTLARI’nı “beşinci yüzyılın ortaları” (m.ö.524 öncesi) şeklinde tarihlendirebileceğiz demektir.

BIRATYA ŞIRI tarafından yazılan metnin aşağıdaki son sözünde de, ATSAN son sözünün hemen-hemen aynısı olan bir içtelik [münderecat görmekteyiz:

BŞ. ALQU ÖDTE SÖZLER ÜÇÜN KENIÜ ÖZÜM,ATINLARQA KERGEK BOLĞAY SAQINC ÖZE, ANÇA-MUNÇA YIĞIP QÖŞDUM, BIRATYA ŞIRI, ASIG BOLUP TINLIGLARQA BURQAN BOLZUNLAR.

Univerzal eralarda ifade edebilmek için kendi şahsiyetimi, nam sahibi kimselere karşı gözönünde bulundurulması gerekli tedbir ile anca-bunca istif ederek nazmettim, ben BIRATYA ŞIRI, bunlara bağımlı kalmaları muhtemel olanlara “müessir” olsunlar diyerek.                                                                                                                            Burda BIRATYA ŞIRI “orijinal” metinleri yazanlara ATINLAR [söz sahibi’ kimseler] diyor ve eserini onların ifadelerine sa­dık kalarak meydana getirdiğini söylüyor. Bu kimseleri ifade et­mek üzere kullanılan diğer bir deyim de UGANLAR sözüdür. Bu sö­zün manası “zaman la gelişen hadiseleri doğru olarak yorumluyabi lenler” şeklinde olmalı. Bunlar, elbette, eski belgeleri meydana ge­tirenlerdir, çünki UGANLAR deyimini kullanan ismi meçhûl ya­zarın kendi profesörünü bile UGANLAR sınıfına sokmadığı anla­şılıyor. Halbuki , onun kendi profesörü de astrofizik alanında yep­yeni keşiflerde bulunan bir bilgindir (OB).Diğer taraftan, eğer bu ÖZ BAQŞIMIZ bir UGAN ise, OB aradığımız eski belgelerden biri olacaktır! (s.46 ve 174!).

Ancak, OB’ yi eski belgeler arasına sokmamamızın önemlice bir gerekçesi var: Bu yazı bir nesir değil, bir nazım [TAQŞUT ve eski belgelerin TAQŞUT halinde yazılmamış olmaları gerekir. Nitekim,en eski belgelerden olan BTYÖ “düz yazı” halinde.

Yazıların eski belgeler le ilişkili olduklarına işaret eden en mühim özünçelik onlarda, A,AW,OM,SWA,XA,ŞI,SI,LIN-XUA,DÎ- YAN,TSUy’,SADU-SADU,QAO-ÇAO,TÜÜ gibi,Türk dilinin tek he­celi çağına ait olması gereken sözlerin geçmesidir .Yani, eski bel­geler çok-çok eskidirler. BTYÖ’de ise,bu tek heceli dilin bir cümlesi de geçiyor: NIMA-UU AMITA BAYA OM SÎM-ARTA AWA- ATI SWA-XA. Türklerin bu şekilde konuşmalarının en azından on bin yıl öncesine ait olması gerekir. Bunu kabul edersek, eski bel­gelerin m.ö.6.000 yıllarında yazılmış olmaları gerekecektir. Şöy­le kî, daha sonra (meselâ, m.ö.3.000 yıllarında) yaşıyan nesiller bu belgeleri “anlıyabilmiş” ve bunların manalarını kendilerinden sonra gelecek olan nesillerin anlayabilecekleri bir dil ile “yeniden yazmış” olmalılar. İşte BTYÖ bu ti’pten (yani m.ö. 3.000 yıllarında yazılmış olan) bir yazı örneği teşkil ediyor.

Ancak, çok eski olmıyan bir yazının,TK metninin, nesir (düz-yazı) halinde yazılmış olduğunu da görmekteyiz. Bu metinde QUN-FUTSI [Kunfutse; yani Konfuçîus ismi (m.ö.551-478) geçi­yor. Diğer taraf tan, bu yazının iktibas ve referensler ile dolu bir yazı olduğunu da görmekteyiz. Buna göre, ATSAN yukarıda söz konusu “ÖDÜGÇÎSÎZ ADINLAR” (s.l6) deyimi île yalnız Budd- ha’yı değil, Kcnfuçîus’u da kasdetmiş olmalı. Çünkî Konfuçi’usun bu yazıda söz konusu edilen cümlesi astrofizik kavramlarına yapılan kötü bir telmihden ileri gidemiyor. (s.269-270!).

Bütün bunlara göre, belgelerimizin kronologisini şu şekilde be­lirtebiliriz:

  • Eski belgeler, m.ö. 6.000 yıllan.
  • Eski belgeleri tercüme eden veya anlatan ikinci basamak belge­ler (nesirler), m.ö. 3.000 yılları.
  • Nazım halindeki belgeler ile referenslere göre yazılmış nesir­ler, m.ö. 1.000-500 yılları.

İkinci dereceden (yani önemsiz) nazımlar, m.ö. 500’den sonra. Yazılar Uygur alfabesi île kâğıt üzerine ve fırça kullanıla­rak yazılmış bulunuyorlar. Ancak,Türklerin taş üzerine yazılageİmiş olan runîk yazılarının fırça île kâğıt üzerine yazılan misalleri de pek çoktur (Mirşan,1978,s.lll). Bu itibarla fırça île Uygur yazısı yazmıya alışık bazı ellerin (meselâ, öğrencile­rin) BÎTÎG TAŞ [yazılı taş ] yazılarını da kâğıt üzerine ak­tarmış olmaları muhtemeldir.Yani onlar bildikleri Uygur yazısı dışında eski Türk alfebesini de öğrenmiş bulunmalılar.Bu alfebe­yi öğrenmelerinin sebebi ise, elbette eski yazıları etüd etmek ve de Uygur alfabesi ile “yeniden yayınlamak”dır.  Nitekim, BQ,TPLŞ, bilhassa YX,EM,D,AB,S,AAY,UU gibi bazı “eski” yazıların, taş (veya tahta) basma ile değil de,müteharrik harfler dizilmek suretile (yani,matbaa tekniği île) basılan eserler olması (Arat, 1965,s. 177), bu yazıların orijinal şekillerinin “runikalfabe” ol­duğu ve matbaa  tekniğinin gelişmesinden sonra bunların Uygur alfabesi ile ”yeniden basıldıkları” kanaatini uyandırmaktadır.

Böyle olmasa idi matbaa tekniğinin gelişimi sırasına göre en eski eserlerin tahta basmalar la yenilerinin ise müteharrik harf­li matbaa tekniği ile basılmış olmaları gerekirdi.

Buna göre,en eski belgelerin yazı orijinallerinin runik alfabe ile yazılan BÎTÎG TAŞ’lar olması gerekir. Nitekim, ALTI YARIQ TÎGÎN’ in de orijnallerinin bir BÎTÎG TAŞ olduğu belirmekte­dir (Mirşan,1978,s.l4).

Hakikaten, çok eski Prototürk harfleri ile yazılmış olan aşağı­daki metinde de, kâinatın teşekkülünün metinlerimize (yani, fizik bilimine) uygun bir tasfirini görmekte, BUDA AWA-TAN SAQA kav­ramına ve Budizmin BUDA sözüne tesadüf etmekteyiz:

YU UB-UŞ ÖCE UYUŞ ÎLE YILQI SÎZİME, BUDA-ÖG ÎYÎN ATIM-OQ E

MÜ ERÎGÜY.

Ön-aksion [UB-UŞ] tesahübünün [ÖCE ] baslangıçdaki [ÎLE ] uyuma hali [UYUS_| kondisi  onundaki [YILQI ]   integrasicnuma [ SÎZİME ] BUDA-ÖĞ* ün ATIM-OÖ’u halinde erişirken …

Metnimiz vakuuma UYUS diyor ve başlangıçtaki UYUS kendisi onunda husule gelen bir UB-UŞ ÖCE ‘den [Ön-aksion iyeliğinden];yani, BUDA-ÖG’den SÎZ diye isimlendirdiği âlemlerin meydana gelmiş olduğunu ifade ediyor . Nasıl kî, BUDA-ÖG’den ATIM-OQLAR [displacement quantumlar ] doğmuş ise, kendisinin de öldükten sonra bir ATIM-OQ halinde “kendisine tahsis edilmiş” bir integrasiona ulaşacağını söylüyor.

Türklerin runik harflerinin çok eski bir şekli ile yazılmış o lan bu yazıyı ben, m.ö.7.000 yıllarına ait olarak değerlendirmek­teyim. Böyle ise Türkler bu çağlarda bile astrofizik biliminden haberdar  idiler!

Metinlerin bugünkü alışkanlıklarımıza aykırı düşen en mühim özünçeliği miktarların biremliksiz [birimsiz] olarak sayılar ha­linde ifade edilmeleri ve bu ifadelerde okuyucunun biremlik ol­duğunu zannettiği sözlerin, aslında,konuyu açıklıyan terimler ol­duğudur. Bunu misaller göstererek anlatabilmek üzere, galaksimiz de türlü safhalar halinde (madde,ışık,v.s.) bulunan enerjilerin Türkler tarafından ne şekilde ifade edildiklerini görelim.

Bu enerjileri Britannica şu şekilde veriyor (macr, cilt 18, s. 1012,ve cilt 5, s.204) :

  • Galaktik maddenin ortalama yoğunluğu E = 200 eV/cm3.
  • Kozmik ışınların enerjilerinin galaksiler arası mekândaki yo­ğunluğu E = 0,2 eV/cm3. Britannica bu kabulümüzü: “Tahminen 0,6 eV/cm3’den az, belki de 0,1 eV/cm3 civarında” şeklinde ifade ediyor.
  • Mikrodalga halindeki arkayaka radiasionunun (3°K’daki) enerji yoğunluğu E = 0,4 eV/cm3.
  • Galaksilerden çıkan galaksiler arası radiasicn enerjisinin or­talama yoğunluğu E = 0,008 eV/cm3.
  • Kozmik ışın enerjisinin sabit kalabilmesi için, galaksilerdeki kozmik ışın kaynakları tarafından devamlı olarak verilmesi ge­reken enerji miktarı, saniyede 5xl0“26 erg/cm3 hesabile yılda tahminen E = 10 eV/cm3.

Şimdi, bu enerji yoğunluklarının metinlerimizde ne şekilde söz konusu edildiklerini gözden geçirelim.

Galaksimizin ortalama yoğunluğunu metinlerimiz şu şekilde dile getiriyor:

BÎR MÎN YAPIRĞAQ = –|0? ey/Cm^ 1.000 YAPIRĞAQ 0,2 eV/cm3

Buna göre, eğer YAPIRGAQ = 0,2 eV/cm3 der isek, galaksimiz­deki madde yoğunluğunu 200 eV/cm3 olarak buluruz (yukarıya bak!).

Diğer taraftan SUMLAR [elektromagnetik radiasionlar ] element­lerin perıodîk sırasının teşekkülünü (yani,madde çeşitlerinin or­taya çıkmasını) mümkün  kılan katalizatörlerdir ve bu itibarla, BÎR MÎN YAPIRGAÇ yerine MÎN QO’Ü [bin katalizatör] (ya­ni SUW’ları meydana getiren “madde”) dendiğini de görmekteyiz.

Fizik kanunlarında geçen miktarların biremliksiz olarak ifade­si, bunların değişik alanlarda tatbikini mümkün kılmaktadır. Buna misal olmak üzere, YAPIRGAQ kavramını diğer bir şekilde tarifden aşağıdaki örneği verebiliriz. Bir galakside bulunan madde SUWLAR vasıtası île yıkanmakta,ve galaksi çekirdeğinde ve yıldızlarda olkunan madde (H,He,v.s.) U-ZANMAQ’ a sıçramaktadır. Bu maddeye LIN-XUA ÇEÇEKLER [ yıldız sistemlerinin zifosları] denmektedir (bunların miktarı yıldızlar arası mekânın her cm3‘ünde 1-2 hidrojen atomu kadardır). Britannica ÇEÇ’ mek üzere SUWLAR in karşılaştıkları (çarpıştıkları ) madde sütunu miktarının 3~5 g/cm2 olduğunu (macr. ,cilt 5, s.204- 205) ve bu SUWLAR’ın [kozmik ışın parçacıklarının] galaksilerde kalma müddetlerinin 10002 yıl tuttuğunun söylüyor. Bu müddetten sonra bu SUWLAR galaksilerinden ayrılacaklardır ve buna göre, galaksilerdeki SUW yoğunluğunun sabit kalabilmesi için,bu galak­silerde yılda (1/10002) eV/on3’lük galaksi kaynaklı enerji veril­mesi gerekecektir. Şimdi yukarıda sözkonusu ettiğimiz YAPIRGAQ’ ımızın SAN’ını bu enerji miktarı ile ilişkilendirmek üzere, şöy­le bir

yazabiliriz: YAPIRGAQ/1 — 1 eV/10® eV.Burdan:

LIN-XUA = 1000 YAPIRĞAQ = (1000)3

Diğer taraftan,bir hidrojen atomunun (protonun) enerjisi:

E = mc2 = 1,67239-10″2Z| x (2,997925* 1010)2

= 15,0307-10“4 erg = 9,3825-108 eV

= tahminen (1000)3 eV

Buna göre,LIN-XUA’nın yalnız “yıldız sistemi” manasında de­ğil,   Fakat bir “atom” şeklinde de kaale alınabil ineceği anlaşıl­maktadır.

SUWLAR’ in galaksilerde_kalma müddetleri olan 10^ yıl,tu müd­det sonunda maddenin ALINGADTURGU’su [demontajı “| başlıyacağından,şu şekilde açıklanıyor:

BA. ANÇULAYU OQ,QAĞAN QAN OUN-TAYZI ALIUN URUĞLARI ADA­SIZ TUDASIZIN,TÜMEN-TÜMEN YAŞAZUN.

Ayni şekilde,galaksi çekirdeği mani’foldunun dejenarasicnunun ALTUN mensupları (yani altın sınıfına mensup elementler)  radioizotop haller söz konusu olmaksızın 108YAŞ’asın.

WAÇRAZAN ÖRGÜN’lerin [radioaktiv organların (yani radioaktlv şimik elementlerin) bulunduğu ALTUN grubu (s.8!) madde te­şekkülünün son ACUN ’udur ve bu ACUN teşekkül ettikten sonra ar­tık bir “madde demontajı” (yani, maddenin radioaktîvite ile dağı­lımı) başlıyacaktır. İşte,metnimiz elementlerin devamlı olarak yeni yeni elementler teşkil etmek suretile hayatiyetlerini kay­betmelerine QUN-TAYZI diyor ve bu şekilde teşekkül eden ACUN’ların ulaşacağı en son ACUN olan ALTUN grubunun değerini şu şe­kilde ifade etmiş bulunuyor: YAŞ = 10.0002/1.0002 = 100.

Bu sayı YÜZ YÜZEGÜ [topoloji formasyonu] YÜZ YUUÇAN. YÜZ QG LTI şekillerinde de belirtilmekte ve ondan astronomik hesaplarda da yararlanılabilinmektedir. Bu sayının manasını biz şu şe­kilde de belirtebiliriz: YAŞ = (1/10002) eV/cm3 (s.21!) olmak üzere, TÜMEN-TÜMEN YAŞ = 100 eV/cm3. Eğer bu galaksi mizdeki madde yoğunluğu ise, 200 eV/cm3 olmamalımıydı?

.Britannica kozmik radiasionların bir kısmının ori­jininin galaksi dışında aranması gerektiğini söylüyor (mac.,cilt 5,s.204).Buna göre biz,yukarıdaki sualimize cevap bulabilmek üzere, galaksimizdeki maddenin 200 eV/cm3’lük yoğunluğunun yarısı­nın “dış kaynaklı” olduğunu söylüyebiliriz. Hakikaten, McGraw-Hill Ehcyclopedia of Astroncrry’da verilen cetvele göre ( 1983, s.108- 109),TAMU elementleri olan H,He,N,0,ve F dışında kalan 100 ele­mentin astronomik ve kozmik KÖP ‘lüklerinin ağırlıklarının bir­birine nispetinin 1,9891 = tahminen 2 olduğunu görürüz.Yani,as­tronomik MAXA QALPLAR kozmik MAXA QALPLAR’ın 2 katıdır. Buna karşılık, TAMU elementlerinin nispeti tahminen 1 etmektedir. Yanî eski Türkler 100 sayısı ile yıldızları değil, planetleri gözönünde bulundurmaktadırlar.

ALTUN çağı tamamlandıktan sonra, 1000 YAPIRĞAQ’lı güneş sis­temi YU’ ulmuya başlanmak suretile, bir ALINGADTURĞU çağı ge­lecektir. Bu demontajın biremliği “ELLÎGER YUUÇAN” şeklin­de ifade ediliyor (Arat,1965,s.2O6). Bu sayıyı, sah.21’de verilen­lere göre, şu şekilde elde edebilmekteyiz: ELLÎG = 0,4 / 0,008 = 50. Güneş sistemimizden ibaret olan BÎR MÎN YAPIĞAÇLIĞ LIN- XUA ’mız bu biremlik ile yıkandıktan sonra, geriye 1000-50 = 950 sayısı kalacaktır. Kur’an-ı Kerimde de dile getirilen (Ankebut 14) bu sayı bir çok astronomik hesaplarımızda geçmektedir.

Kazım MİRŞAN