İÇİNDEKİLER

Önsöz

Giriş

I.BÖLÜM

insanı Tanımaya ilişkin BİLGİ NAZARİYESİ – EPİSTOMOLOJİK TESPİTLER

İnsanın Kendini Bilme Meselesi

Algılama-İdrak etme ve Anlama Meselesi

Düşünme Meselesi

Öğrenme-Bilgilenme Meselesi

Bilginin Nerden ve Nasıl Geldiği Meselesi

Eşyanın Hakikati Meselesi

Duyuların Aklı Yanıltması Meselesi

Bilgi ve Eşya arasında Uygunluk Meselesİ

Düşüncenin ve Bilginin Tasnifi Meselesi

II.BÖLÜM

TEMEL MESELELERİ ELE ALAN BİLGİ KAYNAKLARI

Felsefe

İlim

Din

III. BÖLÜM

Temel Meseleleri Cevaplama Kapsamında BATIL DİNLER VE HAK DİN

Batıl Dinler ve Hak Dinin Tanımı

Batıl Dinler

Kitap Ehli Olmayan Batıl Dinler

Kitap Ehli Batıl Dinler

Hak Din ve TEMEL ÖZELLİKLERİ

Hak Din/İSLAMİYET

İslamiyetle Diğer Dinlerin Mukayesesi

IV. BÖLÜM

Temel Meseleleri Cevaplama Kapsamında İSLAM İMAN ESASLARI

İslamda iman esaslarının önemi

Allah’ın varlığına ve birliğine iman

Meleklere iman

Kitaplara iman

Peygamberlere iman

Ahirete, Kıyamet gününe ve Haşr’e iman

Kadere iman

2.BASKI ÖN SÖZÜ

1984 yılında 1. Baskısı yapılan, kusur ve noksanlıklarıyla tenkitten çok takdire mazhar olan, bu arada Milli Eğitim Bakanlığı Tâlim Terbiye Dairesince Orta dereceli öğrenci ve öğretmenlere tavsiye edilen “ilim ve İnsan” adlı kitabın kısa zamanda tükenmesinden aldığım cesa­retle, tamamlayıcı mahiyette olmak üzere; yine ilmiliği ve güvenirliği tartışmasız kabul edilen kaynaklardan yararlanarak, bu kitabı hazırlamış ve 1986 yılında 1.Baskısını yapmıştım. Bu kitapta baskı yılı içerisinde tükenmişti. Ancak Yahudi tarıhi ve dinine ait yanlış bilginin olduğu iddiası (!) ve gerekçesiyle Milli Eğitim Bakanlığı Tâlim Terbiye Dairesinden tavsiye kararı çıkmadı. O nedenle bu kitabı, tekrar basma ihtiyacı duymadım. Ne var ki, zaman içerisinde tekrar basılması hususunda devamlı talep gelmesi dolaysıyla yeniden gözden geçirerek ve noksanlıkları ikmal ederek, yeniden tertip etmek suretiyle 2.Baskının yapılmasını uygun gördüm.

Yaptığım bu çalışmada; daha önce tab ettiğim kitapta olduğu üzere, doğruyu tespit ve gerçeği gösterme bakımından, yararlanılan kaynaklarda belirtilen bilgiler; olduğu gibi yansıtılmış ve gerektiğinde ayrıca doğruyu belirleme anlamında yorumlamalarda bulunulmuştur. Bir diğer ifade ile yaptığım çalışma;  Kur’an ve hadis başta olmak üzere ilim oteritelerinin ortaya koydukları kitaplardan yarar-lanacak şekilde, herhangi bir gölgeleme ve perdeleme olmadan açık ve anlaşılır şekilde bilgi sunmaktan, aynı zamanda doğruyu belirleme anlamında yorumlamalar yapma gayretinden başka bir şey değildir.

Bu kitabı hazırlama amacımız, insanın gaye-hedefini belirleyen, öteden beri insanlığı doğru istikamette tutan temel mesele kapsamında, vahyi hakikatlerden uzaklaşılmasına sebep iman zafiyeti karşısında, hangi dinde ve mezhep de, hangi yaşta ve mevkii de olursa olsun,  insanların dirençli olmasına katkıda bulumak ve giderek yaygınlaşan imansızlık felaketi karşısında; sağlam ve doğru kaynaklara dayalı bilgiler sunmaktır. Ki, böylesi sağlam ve doğru kaynaklardan olan asrımız müceddid islam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin; telif etmiş olduğu eserlerden ziyadesiyle yararlandığımı belirtmek isterim. 

 Girişten başka dört bölümden tertip edilen bu kitabın, giriş kısmında; temel meselelerin tarif ve önemi üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde; temel meselelerle ilgili önemli bazı kavramların açıklanmasına çalışılmış, ikinci bölümde ise temel meseleleri ele alan kaynaklar olarak ilmi, felsefi ve dini bilgilere değinilmiş ve bu kaynakların temel meseleleri çözmedeki selâhiyeti ve sınırları üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde, temel meseleleri çözmede iddia sahibi dinler, batıl (doğru ve geçerliliği olmayan) dinler ile hak dinin tanımı yapılmış ve yegâne hak din olan islam dini ile batıl dinlerin mukayese edilmiştir. Dördüncü bölümde ise, temel meseleleri cevaplama kapsamında islamın inanç/ iman esasları tafsilatlı olarak açıklanmıştır.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan          

                Ali KÖMÜRCÜ

GİRİŞ

Bilindiği üzere önemli ve faydalı bir teşebbüste bulunmanın kendine göre zorlukları vardır. Tıpkı önemli bir konuda araştırma yapmanın, ilmi bir eser hazırlamanın kolay olma­dığı gibi…Şöyle ki; her şey-den önce hazırlanması düşünülen konu hakkında, kütüphane rafları arasına sıkışmış, gizlenmiş olanlarda dâhil pek çok eserin gözden geçirilmesi (İkinci baskı yapılırken internet denen yeni teknolojik imkân ortaya çıkmış ve daha kolay araştırmalar ve doğrulamalar mümkün olmuştur), okunması, altının çizilmesi, notlar alınması ve değerlendirilerek sabırla işlenilmesi gerekmektedir.

Şüphesiz bu tür çalışmalar yaparken yani ciddi ve faydalı bir teşebbüste bulunurken, yararlanılan kaynakların doğru ölçülere göre (gerek metot itibarıyla, gerekse muhteva itibarıyla) ele alınması, yapılan çalışmanın en temel şartı olmalıdır. Ancak bu temel şarta göre, doğrunun ve yanlışın, faydalı olanın ve zararlı olanın neler olduğunun (ferd, aile ve cemiyet planında) tespiti mümkün olabilir. Aksi halde ortaya konulan eserlerin, bir anlamı, pratik bir değeri ve bilgilenme cihetiyle insana ve topluma müspet bir katkısı olma-yacağı gibi zararı da olabilir.

Esasen kabul etmek gerekir ki, hayata doğru ölçülerle ve doğru açıdan bakılmadan, eşyaya doğru nazar atılamadan; yanlışın, iyinin, kötünün ve faydalı olanın, ne olduğu anlaşılmaz. Dolaysıyla hayata ve eşyaya atılan her doğru nazar, olumlu hayat sürdürmenin bir gerekçesi olduğu kadar, insanın kendini sorgulayıp, tanımasının da bir anahtarıdır. İnsan, kendini ve çevresini doğru tanımladığı nispette, hayatla ve eşya ile müspet ve doğru ilişki kurabilir. Bu çerçevede de temel meselelerin neler olduğunu tespit edebilir, mutlu yaşamanın; bu meselelerle ne denli alakalı olduğunu idrak edebilir, kavrayabilir. İnsan, temel meseleleri kavradığı, mutluluk prensiplerinin neler olduğunu tespit ettiği ölçüde de yaşama azim ve gayreti gösterir. Bu noktaya gelmenin yaşı insana göre değişmekte ise de 18 ile 40 yaş arasında olduğunu tecrü­beler ve yapılan araştırmalar göstermektedir.

Hayatın, menfi ve müspet yönde ferd, aile ve cemiyet planında yaşanarak tanınması, bilinmesi gerekir, derken; hususen (irade dâhilinde) kötüyü, yanlışı deneyerek kazanılan tecrübe anlaşılmamalıdır. Burada ifade edilmek istenen maksad; nasıl olursa olsun, insanın yaşadığı hayat sürecinde, her an irade dâhilinde ve haricinde bizzat sebebiyet verdiği veya karşılaştığı kötülüklerle, yaptığı veya başkalarında gördüğü kötülükler ve yanlışlıklardan edindiği tecrübelerden istifade etmesi ve böylece faydaların ve zararların idrak edilmesi, anlaşılmalıdır. Hayatı bu şekilde anlamaya ve tanımaya çalışmak, elbette ki, insanı daha isabetli, daha doğru bir seçim yapmaya götürür. İşte hayatı, bu şekilde tanıma noktasına gelen ve karşılaştığı olaylarla; bu olay­lara bağlı düşünceleri ve öğrendiklerini önemseyen ve ciddiye alan insan, bu çerçevede; artık hayatı tanıma yönüyle yol ayrımına gelmiş demektir. Bundan sonra ya tecrübeyle kazandığı ve şuuruna erdiği; saadetine ve mutluluğuna vesile olacak bilgileri (ilmi ve imani bilgiler), hayatına prensip ittihaz ede­cek şekilde yaşama gayreti içinde olacak ya da hayvanlar gibi sadece nefsi ihtiyaçlarının gerektirdiği doğuştan (içgüdüsel) tevarüs eden bilgilerle ve bu bilgilere göre yaşama gayreti içinde olacaktır. Ne var ki bu istikamette yaşayan insanlar, hayvanlarda olmayan geç­miş ve geleceği hatırlama ve düşünme özelliğini yani akıllarını, başlarından söküp atmadık­ları sürece hayvanların aldıkları yaşama lezzetine yani mutlu olma hazzına sahip olamazlar. Oysa Hayvanlar, her an hayattan yani yaşamaktan lezzet ve haz alabilmektedir. Çünkü geçmiş ve gelecekle ilgili ne bir endişe, ne bir elem, ne de bir telaş içindedirler. İhtiyaçlarının giderilememesi halinde sadece fizyolojik bir ra­hatsızlık (acı) duyarlar. İhtiyacın gide-rilmesi halinde ise rahatsızlığın sebe­bini dahi anlayamazlar. İşte insan; akıllı canlı varlık bir olarak, yukarda belirtilen hayvan tabiatına bürünemeyeceğinden; ya doğru ölçülerle (ilmi ve imani bilgilere dayalı prensiplere göre) ha­yata bakmak zorundadır, ancak hayata böyle bakarsa, mutluluğa ve saadete kavuşur. Aksi halde hayvanlar gibi doğuştan gelen bilgi ve değerlendirmeye göre hayata bakar ve hayvani hayattan farklı (Endişe, elem, telaş vb. dürtülerle) her şeyin burnundan geldiği huzursuz ve mutsuz bir hayatın esiri alarak yaşar.

Dolaysıyla hayatın, mutluluk ve saadet içinde geçe­bilmesi için karşılaştığı hayata ait meselelerin; insâni ve doğru bir bakış zaviyesinden, doğru ölçülerle tartılıp anlaşılması gerekmektedir. Ki bu meseleler esas itibariyle yakın meseleler ve temel meseleler olarak iki gruba ayrılmaktadır:

1.Yakın Meseleler: ferd, aile ve cemiyet ihtiyaç-larıyla doğrudan ilgili olan meselelerdir. Yani her türlü içtimai, iktisadi ve kültürel ilişkilerle (Üretim, tüketim ve tevzii ilişkileri ile günlük hayatta yapılması zorunlu veya keyfi olan fiillerimizden çalışmak, yemek, içmek, gezmek, sağlık koruma v.b. ihti­yaçların giderilmesi ile ortaya çıkan insandaki değişiklikler) ilgili meseleleridir. Dünyada tek bir insan yoktur ki bütün hayatı boyunca bu meselelerle şu veya bu suretle her an karşı karşıya gelmiş veya ilgilenmiş bulunmasın! Bu meselelerle karşı karşıya geliş tarzında ve onların hallinde (çözümünde) gösterilebilecek kifayet, ebette insan başarısının derecesini gösterir.

2.Temel Meseleler: Yakini meselelerden farklı olarak, hayatın/yaşamın belirli bir safhasından sonra yani şehevi duygularla birlikte aklın da olgunlaşması ile ortaya çıkmaya başlar. Ki hayatı ciddiye alan her insan, temel meselelerle ilgili kendi kendine bazı sorular sormaya başlar. İlk soru, kendi iç âlemini tanımaya ilişkin “Ben neyim? Nasıl bir varlığım?” sualidir. Bu basit sual, halkaları kırılmaz bir zaruret bağlarıyla birbirine perçinleşmiş halde, devamlı bir zincir halinde akan bir sual yağmurunun başlangıcıdır. Bu iti­barla birinci sualin nazarı dikkate alınması, içten dışa doğru diğer bir suali davet eder “Biz in­sanlar nereden geldik, menşeimiz nedir?” ve sonra üçüncü bir sual “İnsan hayatının mahiyeti ve hakikati nedir?” ve sonra dördüncü sual; “İnsan hayatının amacı-gayesi ve hedefi nedir.”

Yukarıda belirtilen bütün sualler (tabir caiz ise) şahsidir. Fakat insan boşlukta yaşamıyor. O kâinat denilen bir âlemde yaşıyor ki o âlem, insanın zerrenin zerresi denecek kadar küçük olan maddi varlığından, ölçülmesi imkânsız denecek kadar geniş ve sonsuzdur. Bu âlem onun hayatına ve hare­ketlerine müessir oluyor; bütün serveti, hatta servetinden öte bütün hayatı o âlemle bağlanmıştır ve kendisini çevreleyen âlemle bağımlıdır. Mesela güneş vazifesini yapmaktan fariğ olsa (ayrılsa) bütün hayat kaybolur ve yine mesela; güneşin harareti yaz mevsimindeki normal hararetinden % 25 artsa insanlar kül haline gelir. Durum bu olunca insanın kendi şahsi hakkındaki sualler, âlem (kâinat) hakkındaki sualleri davet etmektedir. Bu münasebetle ilk sual şu oluyor: “Bu kâinat âlemi nedir?” Bunun da manası diğer bir ifade ile “Bu âlemin mahiyeti ve hakikati nedir?” dir. Fakat bir şeyin kaynağı hakkında vazıh bir fikrimiz ol­madıkça ve ne, hangi maksada ve gayeye göre hizmet ettiği bilinmedikçe gereği gibi anla­şılamaz. Dolayısıyla “ne, hangi” hakkındaki sualleri “nasıl, nereden, nereye” gibi sualler takip eder. Diğer bir ifade ile “Bu kâinat ne zaman var oldu (yaratıldı) ?”, “Bu kâinat nasıl ya­ratıldı”, “Bu kâinat nasıl var oldu?”, “Bu kâinat âlemi, hayatını hangi kaynaktan alıyor?”, “Hangi gayeye doğru gidiyor?”, “Nihai hedefi nedir?”, gibi bir sürü sual ortaya çıkmakta. Şöyle ki; “Eğer bu kainat kendi kendine var oldu ise bu nasıl olmuştur?”, “Başka bir kuvvet tarafından yaratılmış ise bu kuvvet nedir?”, “Elektrik gibi gayrişahsi bir kuvvet midir, yoksa (yaratan) bir zat mıdır?”, “Eğer şahsiyeti olmayan bir kuvvet ise, bu şu demektir ki o da, şahsiyeti olmayan bütün kuvvetler gibi kör bir kuvvettir” ve şayet kör bir kuvvet ise nasıl oluyor da ondan bu kadar zeka, basiret, plan, gaye ve kanun meydana geliyor?”, Eğer bir şahsiyet ise mahiyeti ve yapısı nedir ?”, “Bizim gibi bir şahıs ise maddi, bozulmaya ve ölmeye mahkum fani bir kimse midir? Yoksa ebedi midir?”, “Maddi değilse nedir?”, “Sonsuz mudur? Yoksa sonu varmı dır?”, “Sayıca bir mi dir, iki mi dir, üç mü dür, yahut daha fazla mı dır?”

Yukarıda belirtilen ve insana, kâinata ve yaratıcı kudrete taalluk eden sualler, esasen o kadar hayatidir ki düşünen, tefekkür eden her insanın belirli hayat safhasında onlarla karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Bu sualler, hayatın yakın meseleleriyle ilgili olduğu kadar, temel meseleleriyle de derinden alakası vardır. İnsan ancak bu temel meseleleri kavradıktan ve çözümledikten sonra hayata müspet/olumlu gözle bakabilir, kendiyle ve eşya ile ilgili hakikati doğru şekilde tanımlayabilir, mutlu olma prensiplerini kavrayabilir, yaşamaktan haz/lezzet alabilir.

Bazı kimseler, temel meselelerle ilgili suallerin; denildiği kadar mühim olabileceğinden şüphe edebilirler. Zira lâik-seküler hayat ve bu çerçevede oluşturulan batı medeniyeti, temel meselelerin; insanlığın yakın mesele-leriyle bir ilgisinin olmadığı düşüncesi üzerine kurul-muştur. Bu görüşe göre, temel meselelere gös­terilecek alaka, özel ve akademik bir alakadan başka bir şey ola-maz. Yani bu mesele­lerin yalnız filozoflar için bir manası vardır. Kimse, bunlarla vaktini ve gücünü kaybet-memelidir, denilmektedir. Oysaki temel meselelerin, yakın meselelerle ziyadesiyle alakası olmanın yanında, onlardan hesaba sığmayacak derecede önemli olduğunu, başta sağ­duyumuz olmak üzere Antropoloji, Psikoloji, Sosyoloji, ilimleri en açık bir şekilde göstermektedir. Burada hayatın yakın meseleleri yanında, temel meselelerin önemine bir tek misal göstermek gerekirse, yaratıcı kudret olarak tanımlanan Allah’ın varlığına inan­mak veya inanmamanın pratik neticelerini tartışmanın yeterli olduğudur. Kaldı ki, temel meselelerle ilgili her konunun ayrı ayrı insanı derinden etkilediği de bir gerçektir. Bu kitapta İnsanın temel meseleleri ile ilgili olarak peşin hükümlerden uzak, doğru bilgiler (modern ilimler, vahyi hakikatler ve hikmet bilgisi denilen müspet felsefi bilgiler) çerçevesinde oldukça önemli açıklamalar yapılmaktadır.