İÇİNDEKİLER

1. BÖLÜM

Temel Bilimsel Görüşler

Bilim nedir?

Bilim, Evren Hakkında Belirli Bir Görüş Verebilir mi?

Hipotezler

Bilim Allah’ın Varlığını İspat Edebilir mi?

İslâm’ın Evren Hakkında Görüşü

Bilimin İslâmî temelleri

Müslüman Bilginlerin Sorumluluğu

2. BÖLÜM

Bilimle İlgili Ayetleri Sınıflandırma Denemesi

Astronomi ile ilgili ayetler

Coğrafya ile ilgili ayetler

Botanik ile ilgili ayetler

Zooloji ile ilgili ayetler

İnsanın yaratılışı ve embriyon ile ilgili ayetler

Tıp ve psikoloji ile ilgili ayetler

TEMEL BİLİMSEL GÖRÜŞLER

Batıda yazılan bilimsel felsefe kitaplarının çoğuna göre evren, evrenin aslı, oluşumu gibi konularda, özellikle insanın oluşumu ve insan hayatındaki değerler konusunda dinin ileri sürdüğü görüşlerle bilimin sunduğu görüşler çelişmektedir. Bunlara göre, din ve bilim arasındaki çekişme uzun zamandan beri devam edegelmektedir. Yine onlar «Bu konuda bizim için bilim tarafını tutmaktan başka çıkar yol yoktur, çünkü dini esasların kaynağı olan mukaddes kitapların güvenilirliği, din adamlarının şehadeti ve vahy gibi şüpheli şeylere bağlı olduğu halde, bilim, ispatı her zaman mümkün olan teoriler ve gözlemlerden çıkarılan sağlam esaslar üzerinde durur» derler.

Bu tür değerlendirme ve eleştiriler, ister din, isterse doğa üstü kuvvetler ya da mezhep veya nizam olarak isimlendirilsin, insanlar tarafından uydurulmuş bütün inançlar için geçerli olabilir. Bu tenkidler ister  Hind, ister Roma, Mısır – Afrika ve ister Yunan kaynaklı olsun, putperestlik, Hindu ve Budist din bilginlerinin sözleri, insanların yazdıkları kitapların tümü ve Yahudilerin, Hristiyanların kutsal kitapları için de geçerli olabilir. Çünkü bütün bunlar, evren, evrenin aslı ve insanın oluşumuyla ilgili birçok yanlış sözleri içermektedir. Modern bilimin keşifleri ve hakikati arama çalışmalarının sonucu bu görüşlerin çürütülmesi bizi pek şaşırtmamalıdır.

İslâm, asında bahsedilen bu bilimsel keşifler ortaya çıkmadan çok önce ve bu uydurmaları çürütücü özelliğiyle gelmiştir. Bilimsel ilerlemelerin, çoğu eski insanların hatası olan zaten eskimiş bu görüşleri reddetmesiyle insanlık herhangi bir şey kaybetmiş değildir. Çünkü zaten İslâm, onların çürüklüğünü çok önceden ortaya koyup, reddetmiştir.

Bilimci din tenkitçileri, Tevrat’ın, Yahudiliğin – Hristiyanlığın ya da Hind düşünürlerinin evren hakkındaki görüşlerini tenkid konusunda İslâmı kendi taraflarında, fakat «din» olması bakımından tam karşılarında görünce çok şaşırıyorlar. Ve gene İslâmın, hakikate ulaşma isteğine büyük bir değer verdiğini, hakikati arama peşinde koşmayı her müslüman için gerekli gördüğünü, bilimsel metodların ilk olarak İslâm bilginleri tarafından ortaya konulduğunu ve uygulandığını, bundan da ileride bilimsel keşiflerin müslümanların imanını kuvvetlendirdiğini, eksiltmek yerine Allah’ın yoktan var edici kudretine derin bir inanç sağladığını görünce de şaşırıp kalıyorlar.

Din gerçek ölçüleriyle tamamlanmıştır, tabii ki bilim ve felsefe de. Bilimin, felsefenin ve dinin insanı evren içindeki yerine yerleştirmek için çalıştığı kabul edilen bir gerçektir. Çünkü insan yaradılıştan bir hedefe ve azme sahip, aklî üstünlüklerı, ruhî ve bedenî ihtiyaçları olan bir varlıktır. Bundan dolayı insanlar hayatları için değerler ve hedefler tesbit eder ve bunları gerçekleş- tirebilmek için çaba gösterirler. Bilim adamı ilk önce hakikati ortaya atar, sonra onu ispatlayabilmek için merakla çaba sarfeder.

Onda hakikata ulaşma konusunda bilimin metoduna kuvvetli bir inanç vardır. Felsefeci nihai gerçekleri araştırır. Fakat, o, araştırmalarında sadece aklî ve mantıkî metodları kullanır. Bilim adamına göre güzellik bütün değerlerin en üstünüdür. Dindar bir kişi de Takvayı, insanî değerlerin en üstünü olarak kabul eder. Esasen herkesin bu konuda az çok inandığı hipotezleri vardır. Örnek olarak şunu ele alabiliriz: Bilim adamları ve felsefeciler, bilimsel metodlarla hakikatin bulunacağı hipotezini ortaya  atarlar, din adamları da tanrıların yada Allah’ın, insnlarm ibadetleri ile hoşnut olacağı hipotezini ileriye sürerler. Bununla beraber üç grupça da insanların inançlarının «tenkitli inceleme»sinin zorunlu olduğu, insani değerleri keşfetme konusundaki bütün çalışmaların insanın belirli ihtiyaçlarını karşılamada payı bulunduğu, bundan dolayı bilim çağında felsefe, dinler ve bilimin kendilerine has yerlerinin olduğu kabul edilir. Hristiyanlar, Yahudiler, Hindular ve Budistler, dinlerinin bu şekilde incelenmesi karşısında koruma duygusu ve mutluluk hissederler. Ama müslümana gelince iş değişir. Çünkü onun böyle bir tartışmada, «dininin bir art niyetten, bilim ve felsefe ile denk hale gelme art niyetinden uydurulduğu» öncülünü kabul etmesi mümkün değildir.

Çünkü müslüman, İslâma inandığıni idrak eder, İslâmın, yaratıcının, zatından kaynaklanan bütün hakikatlerin kaynağı olduğunu bilir.

Din sosyolojisinin, ilkel korkulan, gizli tabiat güçlerinden korkmayı ve bu tabiat güçlerini putlaştırma gibi etkenleri dinin kaynağı olarak gösteren teorileri ve din psikolojisinin de yine dinin kaynağı olarak ileri sürdüğü babanın Allah şeklinde putlaştırılması gibi teorilere inanmaz. Çünkü Müslüman, korkusunu azaltmak için onu dindiren bir şey araştırmaz ya da gene aynı maksatla eşyanın mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışmaz. Fakat o büyük, çok büyük bir gerçeğe, Allah gerçeğine, onun birliği gerçeğine güçlü bir imanla inanır ve hatta hayatını bu gerçek uğruna feda eder.

Müslümanların asırlarca önce bildikleri, dünyanın güneş etrafında dönen küçük bir yıldız olduğu daha sonra Galile tarafından keşfedilince, astronomik gözlemler sonunda güneş sisteminin milyonlarca yıldıza sahip olduğu ve milyonlarca galaksiye sahip geniş evren içerisinde küçük bir zerreden başka bir şey olmadığı ortaya konuldu.

Bunun neticesi olarak, insanın hatta bütün dünyanın Allah katında önemi olmadığı belirdi. Bundan dolayı, inanç esasları, mukaddes üç parçadan meydana gelmiş ve tek uğraşısı dünya ve özellikle insanların işleri olan Allah inancı üzerine kurulmuş Baba Allah’ın insanları son derece sevdiğinden dolayı biricik oğlunu yeryüzüne gönderdiğini iddia eden Hristiyanlığın evren hakkındaki görüşünün sonu geldi.

Bilimleri inceleyen bir Hristiyan şu iki şıktan birini tercih etmekten başka bir seçenek bulamaz :

 1 — Hristiyanlığı terketmek ve evren hakkında,inandığı dinden uzak bir görüş açısına sahip olmağa çalışmak.

 2 —Kozmopolit bir kişi olmak, inançlarına gizlice inanmak ve yaşanan hayata uymadığı için onlara aykırı hareket etmek.

Bir kısım bilim adamları birinci yolu tuttular. Bunun neticesi olarak Rusya ve Doğu Avrupa’da Hristiyanlığı tümüyle bir kenara atan, buna karşılık Marx (1) ve Heackel (2) ‘in ortaya koyduğu bozuk, bilimsel, ateist felsefenin kucağına düşmüş büyük bir insan kitlesi ortaya çıktı. Diğer bir kısmı da ikinci yolu benimsedi.

Bugün batıda hayattan kopuk yönelişlere iman eden pek çok bilim adamı vardır.

Julyan Huxley (3) batı insanının bu ruhî durumunu şu şekilde dile getiriyor: «Bizim büyük Avrupa ımasalımız birçok hücuma uğrayacaktır. Çünkü o, sağlam ve gerçek bir savunma kuvvetine sahip olacak kadar birlik içinde değildir. (Onun gerçek gücü hayvanî arzulara karşı koymak ve bu arzulardan uzak olmaktır.) Aksine o, eşit şekilde, fizik ile metafizik, Allah ile kul, madde ile ruh arasını ayırmaya devam ediyor. Medeniyetimiz kelimenin tam manasıyle bu kopukluğa boyun eğecektir ve gerçek hedefe yöneltici hareketi gerçekleştirmek için gerekli kuvveti toplama çabaları da başansızlıkla sonuçlanacaktır. Huxley’e göre bu sorunun çözümü, ilerlemiş insanlığın felsefesi diye isimlendirdiği, «Tanrısız bir din» ortaya koymaktadır.

Hiç şüphesiz, bati Hiristiyanlarinin karşilastigi durum ile komünist Rusya’da Hristiyanlığın karşılaştığı durum, Çin’de Budizm’de, Japonya’da Taoizm’de de açıkça görülmektedir. Ayn şekilde Hindistan’da Hinduizm’de aynı son beklemektedir. Çünkü uydurma tanrıların, akla ve mantığa, gerçeklere aykirı fikirlerin, din ve mezheplerin kaçınılmaz sonu yıkılıp yok olmaktır. Şuphesiz, bu menfliklerden uzak, her yönüyle insanlığın kurtuluşuna ve saadetine vesile olma özelliğini haiz İslam dini, bu akibete düşmeyecektir.

(1)Karl Marx (1817-1883) Almanya’da doğdu, politika ve sosyoloji bilginidir.

(2)Heackel (1834-1919) Alman biyoloji bilgini.

(3)Julyan Huxley(1887-1975) İngiliz biyoloji bilgini.

BİLİMİN İSLÂMİ TEMELLERİ

Batılı ve sosyalist bilim adamları İslâmın bilim hakkındaki görüşlerini, prensiplerini öğrendikleri zaman şaşırıp kalıyorlar. Çünkü müslüman bilim adamı değişmez bir esas üzerinde durur. O, Allah’ın yaratıklarının, vehim değil hakikat olduğuna inanır.

Bundan dolayı üzerinde gözlem ve deney yaptığı şeyin vehim olmadığını bilir. Ve gene Allah’ın kendisine maddî âlemden faydalanması, deney ve gözlem yapabilmesi ve bunların sonuçlarını değerlendirebilmesi için akıl, işitme, görme gibi duyular bahşettiğini bilir. Müslüman bilim adamına göre hareket ve olaylar ötesinde bu hareket ve olayları yürüten gizli bir düzen vardır. Yaratıkların şekil, hacim ve hidayet (kendine göre hareket edecekleri düzen) leri vardır. Allah yeryüzüne, insanların menfaatlerine hizmet etmesini emretmiştir. Her derdin çaresi vardır, bütün evrende «yaratıcının arzusuna boyun eğmek» kanunu geçerlidir, İslâm kanunu ise işte bu evrensel kanunun bir cüz’ü, küçük bir bölümüdür, Kim İslâm kanununa uyarsa kendi dışında kalan evrenle uygunluk içerisinde olmuş olur. Yüce Allah, kullarına karşı çok merhametlidir.  Müslüman bilim adamı çektiği sıkıntılardan muzdarip olmaz, kuvvet ve servet kazandığı zaman da aşırı bir sevinç duymaz Çünkü bütün bu şeyler yüce Allah’ın katından gelir. Son olarak şunu belirteyim ki, müslüman bilim adamının en büyük sorumluluğu hesap vermek için döneceği yüce Yaratıcı önündedir. İşte bu, onu, şöhret kazanmak için koşuşturmaktan uzaklaştırır, alıkoyar.

Müslüman bilim adamı metafizik sorunlar çevresinde kafa yorup vaktini boş yere harcamaz. Çünkü yüce Allah bilinmesi zorunlu olan konularda ona yeterli bilgiyi vermiştir. Bundan dolayı o, bütün çalışma gücünü birtakım yeni bilgiler elde edip, onları uygulama yolunda kullanır. Yaptığı çalışmanın konusunun din ilimleri, maddi alem ya da hayat seviyesini yükseltmek olması bir şeyi değiştirmez. Çünkü Allah’a itaat ettiği müddetçe yaptığı bütün çalışmalar Allah tarafından, hayatın gayesine uygun birer çalışma ve ibadet kabul edilir. Kaybetme korkusu onun azmini zayıflatır. Çünkü ondan istenen sadece yüce Allah’ın rızası için çalışmalar yapmasıdır.

İslâm’ın ilimle ilgili esaslarının yukarda açıkladığımız prensiplerle kalmayıp, bilime yardım ettiğini, bilim için tek bir esas, ona prensip koyduğunu görürüz. İslâmî görüş açısından evren, ruh ve madde, canlı ve ölü, fizik ve metafizik, insan ve dışındakiler gibi kısımlara ayrılmaz. Çünkü bu sınıflandırmalar tek bir evren bulunduğu halde insan tarafından yapılmıştır. Bunun için evrene tam manasıyla fizik veya metafizik diyebiliriz.

Bazan «Allah, tabiat olaylarına müdahale eder mi?» diye bir soruyla karşılaşırız.

Bu soruyu üç sebepten dolayı kabul edemeyiz; ilk olarak bu soru, tabiat olaylarının bir birini şebep – sonuç olacak şekilde izlediğini, dolayısıyla Allah’ın tabiat olaylarına karışmaması gerektiğini içeriyor.

İkinci olarak bu soru, soruyu soran kişinin, tabiatta meydana gelen «Allah’ın müdahalesi»nin ne oIduğunu açıklayabilmesi için bütün tabiat olaylarını bilmesini gerektirir. Üçüncü Olarak, bu soru tabiatla ilgili bir teoride Allah’ın işe karışmaması gerektiği fikrini içermektedir.

Bu konuda ‘sorulan diğer bir soru da : Tabiat tahakküm etmediği halde, Allah’ın tabiat kanunlarına uymayan bir iş yapması mümkün müdür? Bu soru, soruyu soran kişinin Allah’ı (c.c.) despot bir hükümdar gibi zihninde canlandırmasından ya da Yüce AIlah’ı eski Roma, Yunan ve Hint tanrılarına benzetmesinden kaynaklanmaktadır. Açık bir gerçektir ki birden fazla tanrı olsaydı evren helâk olurdu, Yahut da bu soruyu soran kişi Allah’ı, zihninde, sadece eğlence olsun diye önce yaratıp sonra yok eden bir varlık olarak tasavvur etmektedir. İslâmî görüş açısından, tabiat kanunu diye isimlendirdiğimiz şey Allah’ın emirlerinden veya Sünnetullah’dan başka bir şey değildir.

‘‘Bizim kanunumuzda hiç bir değişiklik bulamazsınız.’’ 17/77.

‘‘Güneş kendisine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İş te bu aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir, Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olarak geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belirli bir yörüngede yüzmege (akıp gitmeye) devam ederler.»’’ 36/39-40

İşte bu gibi insanlar, Yüce Allah’ın bazı hikmetlerini ve sürekli yaratışını, hükmedişini keşfetmelerine rağmen, Allah’a, kendisi tarafından yaratılmayan, işlerinin yürümesinde kendisine ihtiyacı olmayan bir evrenin kolaylıkla işleyişini bozmak isteyen aptal bir diktatör gibi bakıyorlar.

Muhammed Sıddıki

Derleyen M.kutlu Aytuğ