İslamda Suç ve Ceza (Had) Nasıl Uygulanmakta ?
İslam’ın müeyyidelerine karşı çıkanlar, bir bakıma “Allah’ın kullarını “Allah’tan korumak” gibi bir çılgınlığın içine girmiş olmaktadırlar. Oysa . Allah’tan daha merhametli bir varlık tasavvur edilemez. Allah’ın dini olarak İslâm iki ilkeyi birlikte vaz’ediyor:
1. “Hadleri uygularken merhamet edeceğiniz tutmasın. Çünkü hiçbiriniz Allah’tan daha merhametli değilsiniz. 2. Şüphe halinde had uygulamaktan vazgeçin.”
Hadler uygulanmalı, bunu Allah emrediyor, çünkü suç, toplum bünyesini tehdit eden bir nitelik taşıyor. Hadler uygulanırken titiz bir değerlendirme yapılmalı, hata yapmaktan kaçınılmalı, çünkü bir insanın hayatı son derece büyük önem taşıyor. İşte İslâm, toplumla insanı böyle bir denge içinde koruyor.
İslâm aleyhinde kampanya yürütenler, bir İslâm toplumunun elleri ve ayakları kesilmiş yaşayanlarla, boyunları bir şekilde uçurulmuş ölülerden oluştuğunu mu anlatmak istemektedirler? Bu büyük bir bilgisizliğin ürünü değilse, çirkin bir aldatmanın eseridir.
Sağlıklı bir İslâm toplumunda suç da istisnadır, ceza da… Ama her yanmdan hastalık akan, suçun her gün bir insanın yüreğini kararttığı, ayaklardan yukarıya doğru kirliliğin tırmandığı, boy boy cezaevlerinin yükseldiği bir toplum bünyesinden baktığımızda, ne İslâm’ın temiz toplumunu, ne de o toplumdaki suç-ceza istisnailiğini anlamamız mümkün değildir. İnsana düşen, içinde bocaladığı kirli hayatı kutsamak ve ona uygun bir hukuk düzeni oluşturmak değil, gerçek erdem çığırına yönelmektir.
Herşeyden önce kendime söylüyorum. Herşeye rağmen hâlâ yaşamalıyım, bir tarafım öyle diyor. Zaman akmaya ederken, samimiyet yüklü, sevgi dolu, canlı kelimelerle yürünecek ve yaşanacak vakitler geçiriyoruz. Gün, geride kalmanın ve gölgeliklerin aldatıcı serinliğine takılmanın günü değil; gün, kendimizi savunmak için öğrendiğimiz veya günün bize öğrettiği mazeretlerden soyunma günüdür. Diyorum ki; İslâm’a olan aşkımız, liselilerin aşkı gibi olmamış ve yaz yağmurları kadar sınırlı, bizi de vuracak demektir.
İstismarın neticelerini değiştirmek mümkün mü?! Yerine bir başka istismar getirmekten başka bir noktaya varamazsın.
Düşünce planındadır aslî meseleler…
Düşünceyi müşahhasın kuyruğuna takmayan, ona yön veren ve tekaddüm eden bir şuura ihtiyaç vardır.
Bugün öyle bir sömürü yaşanıyor ki, “sınıfsal” değil! “Bana şunu-bunu niye vermiyorsun?” diye kafa tutacak bir “sınıf” yok ortada. Sınıf kavgasına imkân kazandırma anlamına gelen bir “hürriyet” telâkkisi de yok. Bugün sömürülen, insanlara, insanın manevî-ruhî dengesi ve değerleridir. Bugün, nefsanî-iradî bir kölelik var. Ve bu sömürüye, bu köleliğe çare bulacak değerleri yok.
Batı şimdi etnik oyuncaklar sürüyor ortaya. “Bunlarla oyalanın” diye! Korktuğu şey düşüncedir. Korktuğu ve kaçtığı… Kendi denizi bitti.
Batı’da “düşünce adı” çıkmaması, ajan kılıklı raportörlere yazdırılmış senaryoların düşünce eseri diye anılması, bundan dolayıdır. Çıkmaz artık. Çıkmazdan düşünce eseri çıkmaz!
Bir tek düşünce ufku var: İslâm…
Batı, İslâm’ın, medeniyet tarihi içindeki yerini iyi bilir. Anlatmamıza, tanıtmamıza lüzum yok.
Hastaya düşmanlık yapılmaz. Bu batı medeniyeti hasta… Demokrasiyle, kapitalizm ile, ruhuyla hasta, tedaviyi reddetmesi de hastalığının icabı. Şu medeniyeti, yaşayan realitesinden gerçekleşmeyen idealine doğru bir fikrî kıyas muamelesine tabi tutalım. Dediğimiz bu. Bu şuuru diriltelim, bakın neler olacak.
Nihat DAĞLI