Bilindiği üzere bilginin insan zihninde oluşması (sa­bitleşmesi) için bilgi alıcılarının (Beş duyu organı, sinir sistemi ve akıl), bilgi kaynaklarıyla (Eşya ve diğer mücerred kavramlar) karşı karşıya gelmesi yani dış ve iç duyu organlarımızın, metodolojik esaslara göre tahriki ge­rekmektedir.

ister bilim metodu, ister mantık metodu, istenirse her iki metod birlikte kullanılsın, aklın yani zihnin fa­aliyetinde, buluğ çağına kadar karşılaşılan her müşahass (somut) şeyin mücerred kalıplarını (kelimeler, kavramlar) tanımlamada ve tespitte, bu metodlar esas rolü oynarlar, ki bununla kalıplar arasındaki benzerlikler ve farklılıklara da­yalı basit tanımlamalar, doğrulamalar, yapılabileceği gibi, vasıtasız algılama ile mücerred kavramlar arasında’da aynı şekilde (metodolojik esaslar çerçevesinde)ilgi kurulabilir, tanımlar, tespitler yapılabilir. Şüphesiz ilkinde müşahade ve tecrübe esastır. Akıl sadece müşahade ettiği şeyler üze­rinde durur. Oysa ikinci yolda müşahade-tecrübe edil­memiş olsada, alınan bilgi (kavram) üzerinde durulur. İşte Kur’an metodolojisinde, imani konular ve bununla ilgili kavramlar bu yolla tanımlamak durumundadır. Şüphesiz müşahade ve tecrübe söz konusu olmasa bile yinede ilmi- mantıki bir tertip ve düzenin bulunması gerekir.

Kısacası Kainat Kitabı (tabiat alemi) nasıl mantıki ve ilmi metodlarla tanınıp, okunup, anlaşılıyorsa, bu kitabın mücerred kavramlarla öz olarak (varlık ve vakaların oluş ve yaşayış prensipleri itibariyle) tertiplenmiş hali olan Kur’an ve hatta kuran’ı açıklayan koruyucu prensipler olan hadisler ve diğer dini bilgiler de (Fıkıh, kelâm, tasavvuf ilmi) aynı metodik ifadelerle okunup, anlaşılabilir.

Bu iddialarımızı isbat kabilinden bazı ayet ve hadisleri metodolojik esaslar çerçevesinde incelemeye çalışacağız.

Önce şu hususu belirtmeliyiz. İslamiyet öncesi de­virlerde ilmi ve mantiki aciklamalar, iki metoda dayanmaktaydı. Tüme varım ve Tümden gelim metodu, bir diğer ifade ile ilmi araştırmalarda ve tespitlerde; basit ve bileşik kıyaslarla, tecrübesi yapılmamış gözlemlerle hükme varılmaktaydı.

Bu şekilde yapılan değerlendirmelerde, varılan hü­kümlerde esaslı yanlışlar ortaya çıkmakta, telafi edilmez saplantılara sebep olunmaktaydı.

Tâ ki İslam ilim anlayışıyla delil, gözlem ve deneyin ön plana çıkmasına kadar.

Görüleceği üzere islâmın (Kurân’ın) ilim ve mantık anlayışında daima gözleme-tecrübeye, delile-şahide dayalı ilim ve mantık kaideleri bulunmaktadır. Esasen ilmi ve mantıki ölçü olarak şu iki ayet dahi, Kurân me­todolojisinin ne denli objektiv ve sağlam olduğunu ortaya koymaya yeterli bulunmaktadır.

Muşahade ve Tecrübeye ölçü olarak:

“Yeryüzünde gezipte bir bakmadılarmı evvelkilerin akibeti nasıl olmuş” Fatır süresi Ayet(44)

Delilli kıyas’a ölçü olarak;

“Her kim Allah ile beraber, isbatı konusunda hiç bir delili bulunmayan başka bir ilaha ibadet ederse, onun he­sabı rabbine aittir.” Mümi’nin suresi ayet (117)

Yukarıda belirttiğimiz iki ölçünün, başta vahiy olan kur’an-ı Kevrim ayetlerinde olmak üzere vahye dayalı or­taya konulan bütün hakikatlerin isbatında göz önüne alın­dığı görülür.

Bu sebebledir ki, İslam kaynaklarında; gözlem ve tec­rübeye dayalı sentez metodu ile delile dayalı analiz me­todu (delilli kıyas) gözönüne alınmaksızın ilmi açık­lamalarda bulunulmamaktadır. Bu metodların, bizzat Kur’anda ve diğer sağlam İslam kaynaklarında kul­lanıldığını misallerle gösterebiliriz.

Önce Kuran’dan (muhkem ayetlerden) misal verecek olursak;

“Hikmete haiz Kurân hakkı için, Muhakkakki sen gönderilen Peygamberlerdensin, (çünkü) Doğru yol üze­rindesin.

(Demekki) Kurân, aziz; rahim olan Allah’ın indirdiği (bir) kitaptır” Yasin Süresi: Ayet (2/5) Meali

Delilli Tümden gelim metodunun (delilli kı­yaslamanın) uygulandığı bu ayetlerden ilk ikisinde, her mukaddes kitab gibi Kur’anın insanlık için faydah bir kitap olduğu ve onu getirenin, gönderilen hak peygamber olduğu belirtilmektedir, (isbat edilebilir hakikat) üçüncü ayette ise herkesin kabul edeceği üzere, böyle mukaddes kitapları insanlığa mal eden peygamberlerin, ötedenberi insanlığa dosdoğru yol gösterdiği belirtilmektedir. Ki tarih boyunca insanlık, hep bu duruma şahit olmuştur.

Son ayette ise, bir hükme varılmakta ve Kur’anın her mukaddes kitab gibi aziz ve rahim olan Allah (cc) ta­rafından peygambere indirildiğinin artık inkar edilmemesi gerektiği belirtilmektedir, (sonuç çıkarması)

Bir diğer ifade ile burada şöyle bir matematiki-mantıki ifade kullanılmaktadır. Elinde her zaman 50 kg‘dan aşağı yük taşımayan bir grup insandan, biri ile karşılaştığımızda, “elindeki kaç kg” dersek ve O’da, bize 40 kg derse, nasılki mümkün olabileceği konusunda tereddüt etmezsek, misal verilen ayette belirtilen mantıki ifadenin sonundaki hüküm hakkında’da, tereddüde mahal verilmemektedir. Zira o ki­şinin muktedir olduğuna müşahade söz konusudur.

Aşağıda bir başka ayette’de gözlem ve tecrübeye da­yalı tüme varım metodunun uygulanmasını gösterelim.

“Yeryüzünde gezipte bir bakmadılarmı.

Evvelkilerin akibeti nasıl omuş.

Halbuki evvelkiler onlardan daha güçlü idiler.”

Fatır Suresi Ayet: (44) meali.

Bu uzun ayette ilk yarım cümlede, iddia olarak tarihte geçmiş insanların (toplumların) başlarına gelen ibret sah­nelerinin, eski medeniyet yıkıntılarının gezilmesiyle gö­rülebileceği belirtilmiş ve böylece gözleme dayalı bir açık­lamada bulunulmuştur. İkinci yarım cümlede benzer görüntülerin çok olduğundan bahisle daha önceki toplumlarca geçirilen bu nevi tecrübelere dikkat çekilmiş, (Tarih ilmi şahid, Arkeoloji kalıntıları delil) ve nihayet ta­mamlayıcı; cümlede, ne kadar güçlü ve büyük olunsa da çok daha güçlü olan eski milletlerin akibetlerinden ders alınmaması halinde ergeç aynı akibetle karşılaşılacağı be­lirtilmiştir ki, bu hükmün mutlak ve gerçek (kanun) ol­duğu ortaya konulmuştur. (Sonuç çıkarması)

Aynı isbat yollarına hadislerde’de başvurulduğu gö­rülmektedir.

Bir hadise şerifte;

“Benimle, sizin haliniz, düşmanı görünce, ailesini ha­berdar etmek üzere koşan ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak, haykıran bir adamın haline benzer. Ben size şu dağın eteğinden veya şu vadiden, düşman atlılarının çıkaraağmı ve sabaha veya ak­şama baskına uğrayacağımızı bildirecek olursam beni tas­dik edermisiniz” diyen peygamberimiz (S.A.V.) burada önce kendisine güvenin olup olmadığını öğrenmek istemiş (kendisinin yalan söylemediğini tasdik ettirmiş) ve Evet cevabı aldıktan sonra davasını kısaca anlatmıştır. Ki bu­rada başvurduğu metod tüme verim şeklinde olmuştur. Bu arada bir misal vererek (Temsil yoluyla) mesajın koıayca anlaşılmasını sağlamış ve böylece dinleyenlere, kendisinin doğruluğunu tasdik ettirerek, davasının’da doğruluğunu is­patlamıştır. Dikkat edilirse, birinci paragrafta; hemşerilerini korumak isteyen bir insanın görev sorumluğu, bir temsille ifade edilmiş ve tanınan bir insan olarak sö­zünün doğruluğuna güvenilme konusunda orada bu­lunanlar (dinleyenler) şahit tutulmuş ve anlatılacak şey­lerin (mesaj) yanlış olmadığı (kişiyi tasdik edenlerin şahitliği ile yani delille) gösterilmeye çalışılmıştır. Bu ifade tarzı, gerçeği anlatmada uygulanabilecek en mü­kemmel yoldur. Peygamberimiz (S.A.V.) hayatı boyunca; gerek akli ve müsbet ilimlerle ilgili olsun gerekse iman ha­kikatleri ile ilgili olsun söylediği herşey, bu yollarla (ha­kikatler ifade edilmektedir. (Özellikle hadislerde, temsil metodu çok sık kullanılmaktadır, ki bu sebeble yanlış tevil edilen hadisler’de az değildir.

Bir misal verilecek olursa; “Dünya, öküzle; balığın sırlındadır” yanlış tevil edilen zayıf bir hadis ise de, as­lında kinayeli olarak, dünya maiişetinin, tarıma ve ba­lıkçılığa dayandığı ifade edilmiştir.

Öte yandan müteşabih ayetlerin açıklanmasında’da bu yola (temsil metoduna) başvurulmaktadır. Ancak bu ayet­lerin teşbih, istiareli ve kinayeli hakikatler olması do­layısıyla, İslama göre ancak ilimde ve fazilette mesafe almış kişilerin bu ayetleri açıklama yetkileri vardır.

Bu konuda da bir misal verecek olursak;

“… ileri (ölmeden önceki) amelleri ve geri gönderilen(öldükten sonra ki) bıraktıkları eserleri kaydederiz. Biz herşeyi imam-ı mubinde, Levh-i mahfuzda yazıp, saymışızdır.” Yasin süresi, Ayet:(l2) meali

Yukarıda ifade edilen ayette’de şüphesiz yine isbata yönelik, mantıki bir tertip bulunmaktadır. Ne var ki bu ifa­deyi her insanın anlaması mümkün değildir. İmam-ı mübin, lehv-i mahfuz kavramları konusunda derin bilgisi olan ve ilimde kökleşmişler ancak bunu anlayabilirler. SÖzkonusu ayette, verilmek istenen mesajın, ilmi-mantıki tertib içerisinde (Temsil ve sentez metodu kullanılarak) ya­pılmış bulunan açıklaması şöyledir.

“…Bir çekirdekde, bir cihetle kesin ilahi irade mahsulu, ilm-i ilahinin bir unvanı olan nazari kader denilen, imam-ı mubinden haber veren, diğer yandan òlmeden once yaşanan kesin kader denilen kitab-ı mubinden haber veren iki kader tecellisi var. (îsbat edilmesi istenen hakikat)

Nazari olan kader, sözkonusu çekirdeğin hedeflediği (ölmeden önceki) ağacın maddi keyfiyet ve vaziyetleri ve heyetleridir ki, o sonradan göz ile görünecek bir nizamdır, (delil olarak gozleme dayali ilmi kabuller söz konusu)

Kesin kader ise, öldükten sonra tarihçe-i hayat na­mıyla tabir edilen anbean değişen tavırlar, vaziyetler, şe­killer ve fiillerle, o ağacın dalları ve yapraklarından ibaret bir nizamdır, (delil olarak müşahade-tecrübe söz­konusu)

Madem kaderin nebatat üzerinde boyle kolay ve basit te­cellileri var. Elbette umum eşyanın vücudundan evvel ya­zılı olduğunu ifade eder. Ve de az bir dikkatle anlaşılır… (Tüme varımlı bir sonuç çıkarması)

‘Bilimin Temel Meseleleri’ başlıklı kitaptan alıntı.

M.Kutlu Aytuğ