Bilimin Mana ve Önemi
Merak ve ihtiyaçlara binaen ortaya çıkan öteden beri kainatta var olan gerçekler (Eşyaya ve hayata ait tüm özellikler) iki şekilde insan önüne serilmektedir.
Bir yandan müsbet modern bilimlerle, diğer taraftan müsbet din bilimleriyle…
Burada müsbetlik kavramı gerçeği ifade ettiği kadar faydalılığı da ifade etmektedir.
Müsbet modern bilimler, ya fen bilimleri (Fizik, Kimya, Biyoloji ve bunların alt bölümleri); ya Matematik bilimleri (Aritmatik, Cebir, Geometri, Trigonometri, vs) ya da sosyal bilimler (Sosyoloji, psikoloji, filoloji vs.) olarak ortaya konulmaktadır.
Müsbet din bilimleri ise ya ayetlerle, ya hadislerle ya da sünuhatla (Kelam, Tefsir, Fıkıh) ortaya konulmuş bulunmaktadır.
Müsbet modern bilimlerin tabanını fen ve matematik bilimleri oluşturmakta, gerçek din bilimlerinin tabanını ayet ve hadisler oluşturmaktadır. Din bilimleri, her ne kadar modern bilimlerin gelişmesine önemli rol oynamaktaysa da; asıl etkisi ferd, aile ve cemiyet hayatının tanzimine yöneliktir.
Esasen ister müsbet modern bilimlere ait, ister müsbet dini bilimlere ait olsun, ortaya konulmuş bulunan bütün bilgiler gerçektir. Zira bilimin temel özelliklerini, tamamıyla taşımaktadırlar.
Ancak müsbet modern bilimler derken, resmi olarak günümüzde tedris edilen kısmen çarpıtılmış bilgiler anlaşılmamalıdır. Zira bu bilgiler, bilimin en temel özelliği olan iradenin hürlüğü ilkesine uygun olmayan bir takım nazariye (Naturizm, Materyalizm, Ateizm gibi felsefi görüşler) ve faraziyelerin (Doktrin, Teori, Hipotez mahiyetinde fikirler) etkisinde kalınarak ortaya konulmuştur.
Hür irade ile ortaya konulan müsbet bilme ait bilgiler ise sağlam ve doğru tespitlerden (bizzat müşahede edilerek doğruluğu anlaşılan veya dolaylı olarak delil ve şahidlerle belirlenen bilgilerden) oluşmaktadır. İster müsbet modern bilimlere ait olsun ister vahye dayalı müsbet dini bilimlere ait olsun ortaya konulmuş bulunan bütün tespitler gerçek bilgidir. Her iki halde de gerçek bilgi, yani ilmi tespitler, kainat nizamının ve sanatının zihinlere yansımasıdır denilebilir. Bir diğer ifadeyle kainatın yaratıcısı ile bir münasebetin kurulması istikametinde elde edilen bilgilerdir. Bu sebeple bilmi, insanın veya bir kısım insanların dimağlarının mahsulü bilgiler olarak düşünmemek gerekir. Bilim bir bakıma yaratılmış bir varlıktır. Eğer yaratılmış bir varlık olmasaydı, ne atomun çekirdeğindeki matematiği bilebilir, ne de insanlar arasındaki asayiş ve nizamı, refah ve saadeti sağlayacak içtimai esaslar ve kaideler ortaya konabilir, öğrenilebilirdi ki esasında bu gerçeklerin, dimağımız var olmadan önce mevcut olduğu öteden beri bilinmektedir. Yani bilimdeki gerçekler hiçbir zaman değişmemektedir.
Bu durumda pek tabii olarak bilimi, ya tümüyle gerçekleri ifade eden bir hakikat demeti ya da yanlışla doğrunun bir arada olduğu; karışık gerçeği ifadeden yoksun sistemli bir bilgi olarak karşımızda görmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz bütünüyle gerçekleri ifade eden bilim, islamın ve aklın kabul ettiği bilimdir. Bu da yüce yaratıcının, maddi görünüm itibariyle, ortaya koymuş olduğu kainat sanatını (eşyanın maddi özelliklerini), madde ötesi görünüm itibarıyla da kainat sanatının sırlarını (söz konusu özelliklerin sebeplerini, kanunların hikmetlerini) insana tanıtan ve sistematik bir şekilde ortaya konulan gerçeklerdir. Bir diğer ifade ile bilim, bir yönüyle eşyanın dış yüzünü (mana-i ismini) yani yüce yaratıcının yarattığı, mahlukat alemini tanıtan; diğer bir yönüyle de eşyanın iç yüzünü (mana-i harfini), yani yüce yaratıcının bizzat isim ve sıfatlarını bize tanıtan, zaman ve mekan derinliklerinde, bilinenleri nirengi yaparak bilinmeyenleri tesbit eden çift mercekli bir dürbündür.
Böylesine çift mercekli bilimin mahsulleri (teknikler, pratikler vb. imkanlar) de şüphesiz ferd, aile ve cemiyet planında, refah ve saadete vesile nimetler ve sanatlar olarak tezahür etmek durumundadır. Zaten bilim öğrenmekten gaye, bilimin insanoğluna rehber olması ve öğrenilen şeylerle kemalata ve saadete giden yolların aydınlığa kavuşması değil midir?
Görülüyor ki bilim, ister maddi görünüm cihetiyle (müsbet bilim ciheti), ister madde ötesi görünüm cihetiyle (dini bilimler ciheti) olsun, doğrudan veya dolayısıyla ilahi menşeyli bir bilgi sistemi olup, ikisi arasında metod, zihniyet ve uygulamada uyum olduğu takdirde her zaman ve her yerde hakikat (doğruluk ve kesinlik) ortaya çıkar.
Gerçeklere tercüman olan bilimin elde edilmesinde rol oynayan sebeplere gelince; bu sebeplerin öteden beri mah- lukatm yaşamasında hayati rol oynayan ana sebepler olduğu görülür. Bunlar, yüce yaratıcının direkt tasarrufunda bulunan şuursuz ve şuurlu madde ötesi güçler olarak bilinen tabiat kanunları-sunnetullah ve insanların Öz kişiliği ile ilgili Ruhi etkinliklerdir. Tabiat kuvvetleri, cansız varlıklara direkt, canlılara ise endirekt etki etmekte, ruhi etkinlikler ise tersine etkili olmaktadır. Yani canlılara direkt, cansızlara endirekt etki etmektedir. (Nitekim ruh, vücut vasıtasıyla herhangi bir cisme etki eder. Onun yerini değiştirir. Tabiat kuvveti ise cisimlere doğrudan doğruya etki eder. Onları yönlendirir, şeklini değiştirir. Sıcak ve soğuk hava akımlarının oluşması, bulutların yönlendirilmesi yağmurun yağması, depremin olması gibi…)
Bilindiği üzere tabiat kuvvetleri müsbet bilim aklın muhakeme ve yorumlama yapması ile mantıklı metodlar dahilinde kolayca İncelenmekte ve elde edilen bilgiler teori ve kanun seviyesinde ortaya, konulmaktadır. Aynı şekilde ruhi etkinlikler de, müspet bilim çerçevesinde (psikoloji ve sosyoloji bilimi vasıtasıyla) akli ve mantıki olarak İncelenmekte ve elde edilen bilgiler, teori ve kanun seviyesinde ortaya konulmaktadır. Ancak ruhi etkinlikler, tabiat kuvvetleri gibi dışımızda cereyan eden olaylar olmadıklarından, bizzat iç alemimizde cereyan eden olaylar olduklarından; müspet bilim metodlarıyla doğru ve kesin sonuçlara ulaşılamamaktadır. Fakat buna rağmen batının bilim otoriteleri, bu konuda yine de oldukça ciddi araştırmalar yapmakta ve ortaya konulan tespitleri “Pa- rapsikoloji” bilimi çerçevesinde değerlendirmektedir. Nasıl ki tabiat olayları gözlendikçe, tecrübeler yorumlandıkça, bunlardan değişik şekillerde istifade edilmekte (suyun kaldırma kuvvetinin gözlenip, yapılan deneylerin yorumlanması ile ilk gemilerin keşfedilmesi; nükleer kuvvetin gözlenip deneylerle yorumlanması ile çok yüksek seviyelerde ısı ve elektrik enerjisinin keşfedilmiş olması gibi), aynı şekilde, bugün parapsikolojik araştırmalarda ruhi etkinliklerin gözlenip deneylerle yorumlanması ile de siyasi, askeri ve idari sahalarda değişik istifade edilme şekilleri sözkonusu olmaktadır. (Telapatik haberleşmeler, narkoz kullanılmadan hipnozla ameliyat vs.)
Esasen bilimin, teknik imkanları geliştirmedeki önemi bir yana asıl faydası insanın ebedi saadete kavuşmasına vesile bir vasıta olabilmesidir.
Öte yandan gerçek din bilimleri çerçevesinde, pa- rapisikolojiden daha şumüllü bir bilim dalı vardır ki, bu bilime İslam kaynaklarında “ledün ilmi” denilmektedir. Akıl üstü seziş, yanlış ve gereksiz bilgilerden annma olarak belirtilen bu ilim, yüce Allah’ın (C.C.) doğrudan doğruya kalbe (insan kişiliğinin yönetim merkezi) ilka ettiği bir nurdur. İnsan kalbine akan saf bilgi yüklü bir çeşit enerji akımı olan bu nur, (bir yayın merkezinden yayınlanan radyo, TV dalgaları gibi sesli, görüntülü bilgiler olarak alıcılara aksetmektedir) Öyle bir hakikat demetidir ki, en küçük bir terettüde bile yer yoktur. Ne ise, gerçek ve doğrudur. Konuya biraz daha derinlemesine girilecek olunursa, bilindiği gibi müsbet bilimin ortaya çıkmasına sebep olan kaynaklan tabiat alemi, dış duyular ve akıl (iç duyumuz) teşkil etmekte, dini bilimlerin ortaya çıkmasına sebep olan kaynakları ise nübüvvet. hakikati (vahy ve vahye dayalı bilgiler), akıl ve akıl üstü (kalbi) duygular teşkil etmektedir. Gerek akıl hudutları dahilinde (gözlem, deney vb. araştırmalarla) elde edilen müspet bilimlerle olsun gerekse akıl üstü duyularla (gözlem, deney vb. araştırmalara ihtiyaç hissedilmeksizin) elde edilen dini bilimlerle olsun, ortaya konulan bilgi ve pratikler asla gerçek dışı ve faydasız olarak nitelenmemi ştir.
îslam kaynaklarında ortaya konulan bilgi ve pratiklerde aynı şekilde gerçek ve faydalıdır. Gerçektir çünkü, arasında daima bir istidlal, (kıyasla kabul etme) bir delil veya güvenilir sağlam bir şahit bulunmakta, faydalıdır çünkü insan saadetine vesile olmaktadır.
Kısacası müsbet bilimlerle ortaya konulan bilgilerin ilmen ve mantıken doğruluğunun ispatı hakkında nasıl ki her zaman binlerce misal vermek mümkünse, dini bilimlerle ilgili (İslam kaynaklarında) ortaya konulan bilgilerin de; ilmen ve mantıken doğruluğunun ispatı hakkında aynı şekilde her zaman binlerce misal vermek mümkündür.
Ali Kömürcü