Tanzimattan Bugüne Eğitim Uygulamaları
“Eğitimde Gelecek Arayışları: Dünden Bugüne Türkiye’de Beceri, Ahlak ve Değerler Eğitimi” adlı uluslararası sempozyumda, sunuş mahiyetinde hazırlanmış olan aşağıdaki metin; Nihat BÜYÜKBAŞ (A.Araştırma Kurumu Başk.Yardımcısı) tarafından yapılmış bir konuşmadır. Tanzimattan günümüze kadar reform adı altında eğitim alanında yapılan köklü yanlışlıkları, ibretamiz tarihi gerçekleri ortaya koyması bakımından sitemizde yayınlamayı uygun gördük…
“Aslında her şey 1853 yılında Osmanlı ile Ruslar arasında patlak veren Kırım Savaşı ile başladı denilebilir. Bu savaşta askeri ve diplomatik destekle Osmanlı’nın yanında olan Fransız ve İngilizler bu savaştaki desteğin karşılığına binaen Osmanlı ile siyasi, askeri, diplomatik ve kültürel temaslarla o güne kadar emsali görülmemiş derecede yakın bir ilişki içine girdi. Bu savaşın kazanılmasında kendisini Fransız ve İngilizlere karşı borçlu hisseden Osmanlı, bu iki ülkenin bütün değerleri ile Osmanlı’yı istila etmesinin gelecekte yaratacağı tahribatı kestirmeyerek, biraz da isteyerek bu devletlerin baskılarına olabildiğince boyun eğdi. Bu yarı gönüllü kabulleniş zamanla kültürel etkileşimi, bu etkileşim sonucu ön kabulü ve bu coğrafyanın yönünü hep Batı’ya dönmesine, Batı’nın üstünlüğünü kabullenmesine, Batılı değerleri çağın en üstün değerleri olarak algılamasına ve Batı karşısında “geri kalmış bir milletiz” algısının yerleşmesine zemin hazırladı. Oluşan minnet ve üstünlük duygusuyla bu ülkele, Sultan Abdülmecid’e kurdukları baskı ile 28 Şubat 1856’da “Islahat Fermanı”nı yayınlattılar. Herkese “eşitlik” bağlamında kendi okullarını açma, kendi dilinde, kültüründe ve inancında eğitim öğretim yapmanın yasal dayanağını oluşturmaya başladılar. Bu ferman doğrultusunda Müslüman Derviş Paşa, Rum İstefanaki Karatodorı, Ermeni Barutçubaşı Ohannes, Katolik Düzoğlu Mihran, Protestan Panayot Efendi ve Musevi Şapçı Damadı Daviçen Efendi’den oluşan 6 kişilik komisyon ile Meclis-i Muhtelit-i Maarif kuruldu. Bu meclis bir yıl sonra kurulan Maarif-i Umumiye Nezareti’nin bünyesine alındı. Bu meclisin ilk sunduğu proje ile ilk eğitim kademesinde herkes kendi dininde, dilinde ve inancında eğitim yapacaktı. Her cemaatin ruhban sınıfı ilkokula kendi hocasını tayin edecekti. Buna karşılık yeni kurulan Rüştiye mektepleri de orta eğitim kademesi olacaktı ve dili Türkçe olacaktı. Yükseköğretimin dili ise öğretilen sahanın uzmanlık dili neyse o dil olacaktı. Bir ayrıntı olarak belirtelim, Rüştiye ve yüksekokul kademelerinde öğrenciler üniforma giyeceklerdi. Ancak rüştiyeler için tasarlanan “kız-erkek ortak eğitim” önerisi hiçbir zaman hayata geçemedi. (büsbütün devlet gavurlaştı denmemesi için olsa gerek).
Bu düzenlemenin nihai safhası, Fransa’da Katolik Kilisesi ile yaptığı mücadele ile tanınan, eğitimin laikleştirilmesi sürecinin önde gelen devlet adamı, dönemin Fransız Eğitim Bakanı Victor Duruy’un kaleme aldığı, Fransız hükümetince Bab-ı Ali’ye sunulan ve 1 Eylül 1869’da yayımlanan Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi’dir. Duruy’un hazırladığı taslak Dadyan Artin Efendi, Recaizade Ekrem Bey, Ebüzziya Tevfik Bey, Mehmed Mansur Efendi ve Dragan Cankov Efendi’nin incelemesi ve kabulü ile yayımlanır. Bu nizamname ile topyekûn bir değişme, dönüşme velhasıl Batılılaşmak için eğitimin Fransız tipi yöntem ve araçlarıyla Yeni Osmanlıcılık ideolojisi üretme ve yayma amaçlandıysa da bu amaç bir türlü gerçekleşmemiştir. Bu girişimin-projenin en somut göstergesi olarak, nihayetinde tamamen Fransızların kurduğu, öğretmenlerinin Fransızlardan oluştuğu, Fransızca eğitim yapan, Fransa eğitim programlarının tercümesi ile şekillenen Mekteb-i Sultani yani Galatasaray Lisesi kurulmuş ve geleceğin devlet adamları ve aydınları burada yetiştirilmiştir. Ki bu projeninin gerçek anlamda taşrada hayata geçirilmesi de ancak 1881’den itibaren II. Abdülhamid ile birlikte mümkün olmuştur. II. Abdülhamid yaklaşık kırk yıl süren saltanatı boyunca, eğitimde gerçekleştirilecek bu reform ile yetiştirilecek elit insan gücünün devleti ebediyete taşıyacağına inanarak gerekli her türlü desteği verdi.
Kitlesel eğitim ile tüm vatandaşların güya asgari seviyede Osmanlıcılık kültürü ile mücehhez edilmesiyle yani mensubu olduğumuz dini değerler ile batı kültürünün birlikte yoğrulmasıyla istenilen amaca ulaşılacaktı. Bir diğer ifadeyle 2.Abdulhamit, batı kültürü üzerine oturtulan islami değerlerin talimiyle istenilen olumlu insan modelinin mümkün olacağı inancındaydı. Ancak dönemin yetişmiş insan kaynaklarının eğitim formasyonunun menşei bunu mümkün kılmadı. Aksine Batılı eğitim organizasyonlarının etkili olması ve bu düzende yetişen insan kaynakları hiçbir zaman yerli bilgi üretme ve milli olma çabasında olmadı. Tek amaç yabancı dil öğrenmek ve yabancıların ürettiği bilginin tercüme edilmesi nihayi hedef oldu. Batılı düşünürlerin ürettiği bilgi ile şekillenen düşünce dünyamız coğrafyamızda ortaya çıkan yerel problemleri çözmeye yeterli olmayınca, kaçınılmaz sonuç olarak Osmanlı Devleti yıkıldı. Bir bakıma Tanzimatla başlatla başlayan ve 2.Abdulhamit tarafından desteklenen, yerli ve milli olmayan (Fransız menşeyli) Yeni osmancılık projesi; Osmanlı devletinin yıkım ekibini yetiştirmiş oldu. Ki o ekip Osmanlı devletini yıktıktan sonra Anadolu’da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, 1869’da yayımlanan Maarif-i Umumiyye Nizamnamesine dayalı projeden vazgeçmediler. Eğitim sistemiyle ilgili düzenin kurgulamasında, düzenin her aşamasında değişim, dönüşüm yapılarak, evrilip çevirilerek, Cumhuriyet Türkiye’sin de uygulanma gayretine girildi, diyebiliriz. Yani 2. Abdülhamit imzalı inanç ağırlıklı uygulamalar, Söz konusu Yeni Osmanlıcılık düşüncesi, Türkçülüğe evrilerek, dünyevileştirilmiş olarak hayata geçirildi. Esasen 1869’dan bu yana bu gün geldiğimiz noktada eğitim, Tanzimat’tan sonraki tüm deneyimlerin karışımını yansıtmaktadır. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren, eğitimimiz; şekilcilikten herkesin ulaşabileceği daha kolay ve esnek bir yörüngeye oturtulmuş, eğitimin zorunluluk süresi uzatılmış, ulaşılabilirliği olabildiğince mümkün kılınmıştır.
Bu güne kadarki deneyimlerimiz, bizi yerli bilgiye kavuşturacağı ve yerel sorunlarımızın çözümünü de kolaylaştıracağı ümidindeyiz. Bizim mutlu gelecekler kurgulayabilmemiz, üreteceğimiz yerli bilgi ile mümkün olacaktır. Anadolu’da ki öğrencilerin etkili öğrenme profili, ABD’de herhangi bir eyalettin öğrencilerinin öğrenmesinden farklıdır. Dolayısıyla oradaki öğrencilerin öğrenmesini kolaylaştırmak için yapılan araştırma sonucu ortaya konan stratejilerin, bizim güneydoğumuzdaki öğrencilerin öğrenmesine elbeyye ilaç gibi etki yapmaz, yapamaz. Tarihimizde kendi kültür ve yerel dinamiklerle kurulan, günümüze kadar gelip, Avrupa ülkelerinde öğrencilere ev sahipliği yapan “yerli” bir okul henüz oluşmadı. Halen yabancı menşeli okullar geçiş sınavlarında en yüksek puanlı öğrencileri alır ve ülkenin en pahalı öğrenim ücreti olan okullardır. Ülkemizin imkân sahibi insanları çocuklarını ya Avrupa’daki ve Amerika’daki okullara gönderir ya da Batı’daki okulların izdüşümü olduğunu varsaydığı ülkemizdeki yabancı menşeli okullara gönderir. Gönderemeyenlerde gönderme imkânı bulamamanın ezikliği içinde olur. Bu eziklik dünya çapında yerli, etkili okul kurma güven duyumuzun gelişmesinin önünde bir engel olarak durur. Bu gün büyük reklam stratejileri ile hayata geçirmeye çalıştığımız okullarımızın en belirgin başarı sloganı “en iyi yabancı dili biz öğretiriz” stratejisidir. Bu strateji aslında “Batı dili ve kültürü en üstündür bir an önce çocuklarınızı getirin değiştirelim” demektir. Bunu yaparken tüm imkânlarınızı seferber edin, üstüne de çok para verin… Bu gün en pahalı eğitim aracı İngilizce dil öğrenme/öğretme materyalleridir.
Bu tarz eğitim uygulamaların yanlışlığından hareketle Kurum Olarak ‘Eğitimde Gelecek Arayışları: Dünden Bugüne Türkiye’de Beceri, Ahlak ve Değerler Eğitimi’ adı altında böyle bir sempozyum yapma teşebbüsünde bulunduk. İstedik ki ülkemizin eğitimci akademisyenlerimizi yerel düşünüp evrensel bilgi üretmeye yöneltelim. Tercüme bilgiden çok yerel bilgi üretme alışkanlığını bireysel veya kurumsal olarak geliştirelim. Milli ve Manevi Değerlerimiz ile yoğrulmuş eğitim uygulamalarını yeni bilimsel bilgi ile kurgulayalım. Artık bu topraklarda da dünya çapında üne kavuşmuş, yerli okulların kurulup gelişmesine bilgi desteği ile arzu edilen insan kaynağı yetiştirmenin zamanı gelmiştir. Ülkemizde yeterli alt yapı ve insan kaynağının oluştuğunu ve kaliteli eğitim hizmeti önünde engel olmadığı kanısındayız. Değerleri ile donanmış, inancına saygılı, bilimsel düşünen ve üreten insan kaynaklarımızı etkili, kaliteli eğitim hizmeti sunabilen yerli eğitim kurumlarında yetiştirmenin artık kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu gerçeği ortadadır. Bu gerçeğe hizmet etmesi amacıyla tasarlanan bu eğitim sempozyumunda sunulan bildiriler, çeşitli incelemelerden geçtikten sonra kitap olarak hazırlanmış ve konu uzmanlarına sunulmuştur.
Sempozyuma bildirileri ile destek veren tüm araştırmacılara, eğitimcilere ve akademisyenlere teşekkür eder, bu çalışmanın geleceğin insanını yetiştirmeye yönelik ülke vizyonuna olumlu katkı yapmasını temenni ederim.”