GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nin Avrupaî tarzda reformlara tabi tutulduğu tanzimat döneminde (1839 da tanzimat fermanının ilanıyla birlikte), yeni sürecin ruhuna uygun görülmeyen medreselerin, özellikle fen ve tıp alanınının dışlanmasından dolayı geldikleri olumsuz seviyeleri nedeniyle bu yöndeki işlevlerine son verilmiş, medreseler tamamen ilahiyat eğitimi yapan kurumlar hüviyetine büründürülmüştür. Çünkü artık Osmanlı Devleti kendi medeniyeti çerçevesinde kurumlarını yenileyen bir devlet değil, başka yerlerden ithalat yaparak yeni kurumlar ortaya koyan bir devlet hüviyetine bürünmüştü. Yöneticilerin her alanda batı kurumlarını tercih etmesi, Avrupaî modelde yeni açılımların yapıldığı sırada yeni alternatifler üretemeyen medreselerin, artık eski etkin konumlarını koruyamamasıydı. Bu durum, medreseleri; eksik bırakılan yönlerini tamamlamak ve ıslah etmek yerine; o dönemde ilk, orta, lise seviyesinde yapılan yeni uygulamalardakine benzer şekilde,  medreselere parelel olmak üzere, Avrupaî tarzda yeni yüksek eğitim kurumları açma cihetine gidilmiştir. İşte Darüfunun, medreselere altarnatif olarak, Avrupai bir yüksek eğitim kurumu olarak tesis edilmiştir. Medresleri değersiz kılma şeklinde ortaya konulan bu yeni eğitim politikaları, giderek islam temelli eğitimin de yavaş yavaş dışlanmasına neden olmuş, bu gidiş ister istemez Osmanlı devletini, kuruluş amacından saptırmıştır. Bu gelişme, devleti öylesine etkilemiştir, ki sonunda, Osmanlı devleti, tüm kurumlarıyla Avrupai olan laik devlet statüsüne dönüşerek, Türkiye Cumhuriyeti devleti ortaya çıkarılmıştır. Tabi bu hale gelmeden önce bu statüye dönüştürecek asker ve sivil devlet kadrolarının ve yeni aydın kadroların yetiştirilecegi Avrupai yüksek okullar oluşturulmuştur. Bu yüksek okulların oluşturulduğu eğitim kompleksine de Darülfunun denilmiştir.

I-DARÜLFÜNUN’UN KURULUŞ KARARI

Medrese dışında Avrupaî tarzda bir müessese açmak düşüncesinin etkisi ile Darülfünun (üniversite)’un kurulması fikri ilk defa 1845 yılında Muvakkat Maarif Meclisi tarafından ortaya konmuştur.

Bu Muvakkat Maarif Meclisi’nde, Meclis-i Vâlâ üyesi Reisü’l-ulemâ payeli Abdülkadir Bey başkanlığında, Vak’anüvis Esat Efendi, Keçecizade Mehmed Fuad Efendi (Paşa), Recai Efendi, Dar-ı Şura-yı Askeri azası Arif Hikmet Bey, Fetva Emini Arif Efendi, Meclis-i Vâlâ azası Said Muhib Efendi ve Mekteb-i Fünun-ı Harbiye Nazırı Emin Paşa bulunmaktaydı. 13 Mart 1845 tarihinden itibaren haftada iki gün toplanmak üzere onbir aylık bir çalışma neticesinde Muvakkat Meclis’in hazırladığı rapor Meclis-i Vâlâ’ya takdim edilmişti. Bu raporda; önceki devirlerin değerli eserlerinin tedkik edilip, onlar hakkında geniş bilgi verilmek üzere bir Darülfünun tesis edilmesi, burada okutulacak ilim ve fenne ait kitapların kurulacak kütüphanede toplanması teklif edilmişti. Darulfünun’da tedris edilecek kitapların telif veya tercümesi için kırk azadan teşekkül edecek bir Encümen-i Dâniş’in kurulması kararlaştırılmıştı. Ancak, Encümen-i Dâniş, Meclis-i Maarif-i Umumiye’ye bağlı olacaktı. Bu husus 21 Temmuz 1846’da yayınlanan resmî bir bildiri ile açıklanmış, bu bildiride Darülfünun kavramı ve vazifesi izah edilmiştir. Bu bildiride;

– İstanbul’un uygun bir yerinde Darülfünun binası inşa edilecektir.

– Darülfünun orta eğitimin (Rüşdiyelerin) üzerinde üçüncü eğitim-öğretim kademesi olarak düzenlenecektir.

– Darülfünun’da her nevi ilim ve fen öğretilip, öğrenilecektir.

– Darülfünunda “ikmâl-i kemâlât-ı insâniye” için bütün ilim ve fenler okutulacaktır.

– Osmanlı bürokrasisinde görev almak “emelinde” olanlar da ilim ve fenleri Darülfünun’da tahsil edebileceklerdir.

Yukarıdaki maddelerden anlaşılacağı üzere Darülfünun’un öncelikli gayesi memur yetiştirmek değil üniversitenin var oluş amacına uygun insan yetiştirmektir. Bu da raporda “ikmâl-i kemâlât-ı insaniye” olarak belirtilmiştir. Bu yeni fikrin teşekkülü ile Osmanlı Devleti’ndeki eğitim sistemi tamamen yeni bir formata dönüşmüş olup, Doğulu müesseseler yerine Batılı eğitim sistemi ilk okuldan üniversiteye kadar ithal edilmiş oluyordu.

1839 yılında ilk ve orta eğitim kurumları düzeyinde başlatılan Batılılaşma teşebbüsü, 1845 yılında üniversite düzeyinde de kabul görmüş, her ne kadar medreseler kapatılmasa da, yeni kurulan bu müesseseler onların alternatifi olarak ortaya konulmuştur. Ki bundan sonra, eski kurumlarla ilgilenilmemiştir.  Bu durum yani eski kurumların kapatılması yönündeki hedefin açık göstergesi olarak kabul edilmelidir. Nitekim, devlet tarafından açılan (yeni eğitim sisteminin esası olarak kabul edilen) eğitim öğretim kurumları karşısında, eski eğitim kurumlarının ayakta durabilmesi, kendilerini toparlayabilmesi mümkün olmamıştır.

2- DARÜLFÜNUN’UN KURULMA ÇALIŞMALARI

A-İlk Darülfünun Kurma Teşebbüsü

Darülfünun’un kuruluş kararından sonra, çeşitli ilim ve fenler için ayrı kısım ve odaları, dershaneleri ihtiva eden, kütüphane müze ve laboratuvarları içine alan geniş bir binanın inşasına başlandı. Ayasofya Camii yakınındaki bir arsada İtalyan Mimar Gaspare Fossati tarafından başlanan inşaat, Mimar Ahmet Efendi tarafından 1861’de kısmen bitirildiği bir sırada, bu binanın Darülfünun için fazla büyük olduğu düşüncesiyle, bir kısmı Maliye Nezareti’ne verildi. Bununla da yetinmeyen yönetim, 6 Mart 1865’te tamamlanan binanın tamamını Maliye Nezareti’ne devretti. Darülfünun’un bina ihtiyacını karşılamak üzere, daha küçük bir binanın yapılmasına 26 Mart 1865’te başlandı ve 1869 ‘da tamamlandı. Daha önce Darülfünunun bina inşaatının uzun süreceğinin anlaşılması ve açılışın gecikeceğinin fark edilmesi üzerine Encümen-i Dâniş’in bir an önce çalışmalara başlamasının faydalı olacağı, Meclis-i Maarif-i Umumiye tarafından 1846’da bir lâyiha-bildiri ile ortaya konulmuştu. Bu lâyihada; ilim ve fennin Osmanlı ülkesinde yayılmasını sağlayacak olan Encümen-i Dâniş’in, Darülfünun’un açılışını beklemeden bir an önce Darü’l maarif binasında faaliyete geçmesi ve okutulacak kitapları hazırlaması teklif  kararlaştırıldı. 18 Temmuz 1851’de açılan Encümen-i Dâniş 1862’ye kadar faaliyet göstermiş, bazı eserler hazırlamasına rağmen pek başarılı olamamıştı. Öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak amacıyla, Darülfünun’un açılışına hazırlık olması için 1857’de biri terbiye diğeri riyaziye öğrenimi yapmak üzere iki talebe Paris’e gönderildi. 1863 yılında Darülfünun’un resmi açılışına kadar bazı derslerin halka açık konferans tarzından yapılması Sadrazam Fuat Paşa tarafından uygun görüldü. İnşaatı devam eden binanın bazı odaları dershane şekline sokularak 13 Ocak 1863’de Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye âzâsından Edhem Paşa’nın nezaretinde konferanslara başlandı. İlk konferans Kimyager Derviş Paşa tarafından fizik ve kimyanın lüzumu ile elektrik konularında verildi. Konferansta 500 civarında dinleyici hazır bulundu. Ahmet Vefik Paşa tarafından da Tarih-i Hikmet (Tarih Felsefesi) dersleri verildi. Fizik, kimya, tabii bilimler, tarih ve coğrafya konularında konferans tarzındaki bu dersler, Mart 1865’e kadar düzenli olarak devam etti. Derviş Paşa’nın verdiği fizik derslerini izleyen bir çok kişi sınava tabi tutularak başarılı olanlara şehadetname (sertifika) verildi. Paşa’nın gayretleriyle çoğunluğu Fransızca olan 4000 ciltlik bir kitaplık oluşturuldu. Ayrıca, dönem itibariyle önemli sayılabilecek bir fizik ve kimya laboratuarı kuruldu. 1865’te inşaatı biten Darülfünun binası tamamen Maliye Nezareti’ne devredilince Darülfünun da Nuri Paşa Konağı’na taşındı ve konferans tarzındaki derslere 19 Nisan 1865 tarihinde tekrar başlandı. 1865 sonlarında çıkan bir yangında Avrupa’dan getirilen ders araçları ve kitapları bina ile birlikte yandı. Böylece ilk Darülfünun kurma teşebbüsü düzenli derslere bile başlanamadan halk için yapılan konferans tarzındaki derslerle sınırlı olarak kaldı ve Darülfünun kapatıldı.

B-İkinci ve Üçüncü kez Darülfünun Kurma Teşebbüsü Ve Darülfünun-ı Osmanî ile Darülfünun-ı Sultanî

İlk Darülfünun teşebbüsünün başarısız olması üzerine, yeniden Darülfünun açılma çalışmalarına başlandı. Bu arada medrese ve askerî okullar dışındaki hemen hemen bütün eğitim-öğretim kurumlarını Maarif Nezareti çatısı altında toplayarak merkezileşmesini ve düzenli işlemesini sağlayan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi hazırlandı. Bu nizamname ile ilmî, idarî, malî ve hukukî durumu belirlenen bir Darülfünun’un kurulmasına da karar verilmişti.

Fransız modeline göre teşkilatlandırılan Osmanlı maarifinde, 1867’de Fransız Eğitim Bakanı Victor Duruy’nun, Osmanlı eğitim müesseselerinin yeniden sistemleştirilmek üzere hazırladığı ve içinde fen, tarih, hukuk ve idare branşlarının okutulacağı bir üniversitenin kurulmasını ihtiva eden taslağı esas alınarak, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi hazırlandı. Bu Maarif Nizamnamesi’nin belirlediği çerçeve günümüze kadar eğitim sistemimizin temelini oluşturmuştur.

Darülfünun, Maarif Nezareti’nin takriri ve Padişah’ın tasdiki ile tayin edilecek bir Nazır tarafından idare edilecekti. Fakülteler ise şube muallimlerinin her sene içlerinden birini bir yıllığına seçtikleri bir müdür tarafından idare edilecekti. Nazırın başkanlığında toplanan Darülfünun-ı Osmani Meclisi’nin üyeleri şube müdürleri (fakülte dekanları) idi. Darülfünun ders programlarının, inzibat işlerinin ve cari olan meselelerin görüşüldüğü yer, Darülfünun Meclisi idi. Şube müdürlerinin doğrudan seçimle işbaşına geldiği, Maarif Nezareti ve Maarif Nezareti’nin Darülfünun’daki temsilcisi olan Darülfünun Nazırı tarafından tasdik edilmesinin gerekmediği göz önüne alınırsa, Darülfünun’un en yüksek organı olan Darülfünun Meclisi’nde seçilmiş üyeleri devamlı olarak çoğunlukta olmuştur. Her şubenin ders programı, ilgili şubenin muallimleri tarafından düzenlenerek, Darülfünun Meclisi’nde de görüşüldükten sonra Darülfünun Nâzırı ile Maarif Vekâleti tarafından tasdik edilmesi gerekiyordu. Bu nizamnameye göre Darülfünun’un; Hikmet ve Edebiyat Şubesi, İlm-i Hukuk Şubesi, Ulum-ı Tabiiye ve Riyaziye Şubesi’nden meydana geliyordu. Dersler Türkçe olarak verilecekti. Ancak Türkçe ders vermeye muktedir muallimler yetişinceye kadar dersler Fransızca olarak da verilebilecekti. Öğrenci olabilmek için en az on altı yaşını doldurmak, her şubeden seçilen bir imtihan heyeti huzurunda Lisan-ı Osmanî, Tarih-i Umumî, Coğrafya, Hesab, Hendese, Cebir, Hikmet-i Tabiiye ve Mantık’tan yapılacak imtihanda başarılı olmak şarttı. Yalnız bu dersleri okuduğuna dair Osmanlı Hükûmeti tarafından kabul edilen bir okul şehadetnamesini ibraz edenler sınavsız olarak kayıt yaptırabileceklerdi.

Bütün Darülfünun için binden fazla öğrencinin giriş sınavı ya Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yapılmış ve 450’den fazla öğrenci kayıt edilmişti. 20 Şubat 1870’te Sadrazam Ali Paşa’nın da hazır bulunduğu bir törenle Darülfünun-ı Osmanî adı altında, Darülfünun yeniden açıldı.

Fransız modeline göre örgütlenmesi düşünülen Darülfünun’un fiili özerkliğe sahip bir kurum olarak düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Üç fakülteden biri olan Hukuk Fakültesi’nde her ne kadar fıkıh ve usul-ı fıkıh dersleri var ise de, diğer dersler Fransız ve Roma hukuku ekseninde olması calibi dikkattir. Kendi medeniyet temelleri üzerinde açılım yapmayan veya yapamayan Osmanlı Devleti, devlet sistemini belirleyen hukuk alanında  o zamanlar Avrupa hukukunu ithal ederken, bu hukuk sistemini işletecek insanları yetiştirmeye de ister istemez Darülfünun’da başlamıştır.

1873’te Darülfünun-ı Osmanî’nin kapatılmasıın ardından üçüncü teşebbüs teşebbüs olarak 1874 yılında Maarif Nâzırı Safvet Paşa tarafından Avrupa üniversiteleri model alınarak Mühendis Mektebi (Turuk ve Maabir Mektebi) ile Hukuk Mektebi’nin içinde bulunduğu Darülfünun-ı Sultanî, Galatasaray Sultanîsi binasında  kurulmuştur. Daha sonra Darülfünun-ı Sultanî’ye bir Edebiyat Mektebi ilâve edilmiştir. İdadi seviyesinde kurulmuş olan Mekteb-i Sultani ile beraber Darülfünun’un da idareciliğini yürüten Sava Paşa’ya göre, Darülfünun’un Tıp, Fen, Edebiyat, İlahiyat ve Hukuk mekteblerinden oluşması gerekirken, Tıp ve İlahiyat mekteblerinin açılmaması sebebi, ülkede mevcut tıp tahsili yapılan Tıbbiye mektebi ile ilahiyat tahsili yapılan medreselerin mevcut bulunmasıdır.

Darülfünun-ı Sultanî’den Mezun olmak için, tedris edilen her yıl sonunda yazılı ve sözlü olarak yapılan imtihanlarda başarılı olmak mecburiyeti vardı. Hukuk Mektebi’nde doktor ünvanına sahip olabilmek için, ilmî bir konuda bir risale(tez) hazırlamak ve bunu Maarif Nezareti’nin tayin edeceği bir başkanın riyasetinde Darülfünun müdür ve muallimlerinden oluşacak bir jürinin huzurunda savunmak gerekiryordu. Doktorada başarılı olamayanlar daha kolay bir sınava girerek başarılı olursa “Lisaniye” yani mezuniyet unvanına sahip olabilirlerdi. Turuk ve Maabir Mektebi’nde dört yıl sonunda başarılı olup hazırladıkları tezleri kabul edilenler Mühendis, doktor unvanını alacaklardı. Doktora sınavında başarılı olamayanlar daha kolay bir imtihandan geçirilerek Kondüktör unvanına nail olacaklardı. Edebiyat Mektebi’ndeki dört yıllık eğitimde başarılı olanlara da “Muallim-i Edebiyat” unvanı verilecekti. Darülfünun-ı Sultanî de orta öğretimin yeterli olmaması, finans kaynağı ve araç-gereçlerin temin edilememesi, yeterli sayı ve düzeyde hocaların bulunmaması ve teşebbüsün daha çok taklit düzeyinde kalması dolayısıyla başarısız olmuştur. Darülfünun-ı Sultanî’de Mühendis Mektebi’nin düşünülmesi mühendislik alanındaki ilim ve teknolojinin Türkiye’de üretilmesi düşüncesinin pratiğe dökülmesi bakımından önemli olup, bu ilk teşebbüstür.

2- DARÜLFÜNUN’UN DAİMİ OLARAK FAALİYETE BAŞLAMASI

A-Darulfunun tekrar açılması

Yirmi yıl sonra, bir üniversitenin kurulmasının şart olduğu hususunda kanaatlerin yoğunlaşması üzerine Darülfünun, nihayet II. Abdülhamid’in tahta geçişinin 25. yıldönümünde, 1 Eylül 1900’de yeniden açılmıştır. Açılan Darülfünunun resmî adı Darülfünun-ı Şâhâne’dir. Darülfünun, Ulum-ı Aliye-i Diniye, Ulûm-ı Riyaziye ve Tabiiye ile Edebiyat şubelerinden oluşuyordu. Ulum- Aliye-i Diniye Şubesi’nin öğretim süresi dört yıldı. Edebiyat ile Ulum-ı Riyaziye ve Tabiiye Şubesi’nin öğretim süreleri üç yıldı. Darülfünun-ı Şâhâne’nin yönetimi, II. Abdulhamid döneninin genel özelliği olan merkezden yönetme anlayışına uygun olarak tanzim edilmişti. Darülfünun’nun başında bir müdür ve bu müdüre yardımcı olmak üzere her şube için birer müdür muavini atanmıştır. Darülfünun’a kayıt yaptırabilmek için 18 yaşından büyük olmamak şarttı. İyi ahlâk sahibi; Mekteb-i Sultanî, Ticaret, Darüşşafaka ve İdadi mezunları ile bu okulların mezunları derecesinde malumatı haiz olduklarını imtihanla ispat edenler, Darülfünun’a kabul edileceklerdi. Darülfünun’dan mezun olacak öğrencinin ilk önce son sınıf derslerinden, sonra da mensup olduğu bölümün bütün derslerinden yapılacak sözlü imtihanda başarılı olması gerekiyordu. Ayrıca, imtihanlarda başarılı olan öğrencinin ilmî bir konuda bir çalışma yapması gerekiyordu. İslam Birliği politikası izlediği kabul edilen II. Abdülhamid’in kurduğu Darülfünun-ı Şahane de, daha evvel kurulan Darulfununlar gibi Avrupa üniversiteleri model alınarak kurulmuştur.

II. Abdülhamid bir ilke imza atarak, Batı tarzında kurulan üniversite içerisinde Medrese usulu eğitim veren, Doğulu bir İlahiyat Fakültesi oluşturmuştur. II. Abdülhamid’in izlediği İslam Birliği politikası ile bunu nasıl bağdaştırdığının ciddi olarak sorgulanması gerekir. Esasen Abdulhamit’in islam temelli medrese derslerini okutan böylesi bir mektebi ayrı bir kompartıman da olsa, Darulfunun çatısı altına tesis etmesindeki amaçı, burada islam ahlakiyla yetişmiş yeni kadroların oluşmasıydı. Ancak beklenen amaç gerçekleşmemiş, aksine buradan yetişen kadrolar da dahil, diğer şubelerden yetişen kadrolar; Avrupa’nın kültürü etkisinde, onlar gibi Osmanlı devletine hasta adammış gibi bakarak, miadını doldurduğuna ve yıkılması gerektiğine inanarak, tüm kurumlarıyla yıkılıp Avrupai tarzda yeni bir devlet kurulma gayretine girmişlerdir. Bu gayreti önce Meşruti idareyi haiz bir devlet oluşturma şeklinde bir yapılanmaya gitmişlerdir.

B-II. Meşrutiyet Döneminde Darülfünunun Yeniden Yapılandırılması ve Özerklik Uygulaması

Bu dönemde iş başına gelen Maarif Nazırı Emrullah Efendi tarafından savunulan Tubâ Ağacı Nazariyesi ile eğitim sisteminde düzenleme ve iyileştirmenin ilk eğitimden değil üniversiteden başlanması gerektiği görüşü, Darülfünunun daha iyi anlaşılmasına yardım etmiş ve yeni yönetimin Darülfünuna daha fazla ilgi göstermesine yardımcı olmuştu. Ayrıca, Tıp ve Hukuk mekteplerinin de Darülfünuna bağlanması ile bu kurum daha etkin hale getirilmişti. II. Meşrutiyet döneminin hürriyet ortamında fakültelerin de kendi kendilerini yönetme istikametinde önemli bir adım atılarak 1911 yılı sonlarında Darülfünun’un şubeleri (fakülteleri) nde birer Meclis-i Muallimîn kurulması Maarif-i Umumiye Nezareti tarafından İstanbul Darülfünunu’na bildirilmişti. Maarif Nezareti tarafından verilen emir “Darülfünun Şubelerinde Mecâlis-i Muallimîn’in Vezâifini Mübeyyin Talimat” başlığını taşımaktadır. Türkiye’de fakültelerin kendi kendilerini yönetmesini açıklayan ve ilkelerini belirleyen bu talimatın, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’nde uygulanması ile ilgili Fakülte Meclis Zabıtları mevcuttur. Her şubenin muallimlerinin tabii üye olduğu Meclis-i Muallimîn gizli oy ve ekseriyetle bir yıl müddetle bir reis ile aynı şartlarda bir katip seçecekti. Fakülte reis ve katibinin atanması için Maarif Nezareti’nin tasdiki gerekecekti. Reis ve katibin katılmadığı toplantılarda en yaşlı üye reise ve en genç ise katibe vekalet edecekti. Ayda bir defa toplanma mecburiyeti olan Meclis-i Muallimîn, Reisin daveti üzerine fevkalâde de toplanabilirdi. Azanın yarısından bir fazlası hazır bulunmadıkça Meclis-i Muallimîn tarafından karar alınamazdı. Maarif Nezareti’nin Meclis-i Muallimîn kurulması talimatı üzerine, Edebiyat Şubesi “heyet-i muallimîn”i 8 Kanunuevvel 1327 (21 Aralık 1911) tarihinde toplanarak Türkiye’de üniversitelerin kendi kendisini yönetmesi istikametinde bir ilki gerçekleştirmiştir. Böylece üniversitelerin bilimsel işlevlerini yerine getiren en etkili kurum olan fakülteler özerkliğe kavuşmuştur. Bundan sonra Türkiye’de özerk yönetimle ilgili yapılan her düzenlemede esas olarak 1911 yılı fakülte meclisi çalışma prensiplerine uyulacaktır.

II. Meşrutiyet döneminde öğrencilerin serbestçe örgütlenmesine de müsaade edilmişti. Ancak, Darülfünun ve müştemilatında öğrencilerin kulübler kurmaları, miting yapmaları, nutuk söylemeleri ve konferans yapmaları yasaklandı. 14 Ekim 1910 tarihinde Darülfünun Talebe Cemiyeti kurulmuştu. Daha sonraları her fakültede ayrı ayrı dernekler kurması üzerine bütün bu dernekleri içine alacak Darülfünun-ı Osmanî Talebe Cemiyet-i Müttehidesi 1911 yılında oluşturulmuştu.

C- Birinci Dünya Savaşı’nda Darülfunun

Aynı cephede savaştığımız Almanya ile işbirliği sadece bu alanla sınırlı kalmamış ve Alman ilim adamları da İstanbul Darülfünunu’nda görev almışlardır.

Bu arada Kız öğrencilerin Üniversite seviyesinde ders görmeye başlamaları da 1915 yılında Darülfünun’un yeniden yapılandırılması ile olmuştu. Kurulan kız üniversitesi, Edebiyat ve Riyaziyat-Tabiiyat şubelerinden oluşturulmuştu. Esasında bu öğrenciler Fen ve Edebiyat Fakülteleri öğrencileri olup o dönemde kız-erkek karma olmaması dolayısıyla bu uygulamaya geçilmiş idi. Sabahları erkekler öğleden sonra ise kızlar aynı müderrislerden ders görüyorlardı. Ancak, kız öğrenciler 1919 yılında fiilen erkeklerle beraber derslere girmeye başlamaları üzerine, 1921 yılında Darülfünun Divanı da bu fiili durumu resmen onaylayarak ikili uygulamaya son vermişti.

D-Darülfünun’da İlmî ve İdarî Özerkliğe Geçiş

Bununla ilgili ilk ciddi çabaların Edebiyat Fakültesi hocaları tarafından ortaya konulduğunu görüyoruz.

İlim adamları, Darülfünun’a yapılacak müdahalelerin ilmî çalışmaları engelleyeceğini savunuyorlardı. Bu gibi düşünce ve çalışmaların tesiriyle Edebiyat Fakültesi’nde özerk Darülfünun fikri benimsendi. 10 Mayıs 1916’da Darülfünun’un özerk olması hususundaki mazbata Edebiyat Fakültesi Muallimler Meclisi’nde kabul edilerek Darülfünun yönetimine gönderildi. Ancak, 1919 yılına kadar bu hususta bir netice alınamadı. 1919’da Darülfünun-ı Osmanî Nizamnamesi ile Türkiye’de üniversiteler, ilk olarak ilmî özerkliğe kavuşmuştu. İdari özerklikten bahsedilmemekle birlikte, bu nizamname ile kurulan idari yapı ile de fiili özerk yönetim kurulmuş oldu. Bu düzenlemeye göre; Darülfünun Emini, Maarif Nazırı adına Darülfünun’u idare edecek. Emin bütün müderris ve muallimler tarafından iki yılığına seçilecekti. En çok oy alan iki aday Maarif Nezareti’ne bildirilecek ve bunlardan biri Padişah tarafından tayin edilecekti. Görev süresi sona eren Emin tekrar seçilebilecekti. Darülfünun Eminliği ile Medrese reisliği bir şahsın uhdesinde bulunmayacaktı. Darülfünun’da en yetkili organ olan Darülfünun Divanı; Başkanı, Darülfünun Emini’dir. Fakülte reisleri tabii üyesidir. Her fakültede Meclis-i Müderrisince ekseriyet-ara ile iki yıllığına ikişer müderris de seçilmiş üyelerdi. Divan ayda bir olağan, Reisler veya Darülfünun Emini’nin daveti üzerine fevkalade olarak toplanırdı. Darülfünun’da ilmî, kazaî ve idarî alanda en yetkili mercii Darülfünün Divan’ı idi. Fakülte Reisi; Meclis-i Müderrisin tarafından bütün azaların ekseriyet-arası ile iki aday seçilecek, durum Divan adaylar hakkındaki mütalaasını da ilave ederek Maarif Nezareti’ne bildirilecekti. Maarif Nazırı da adaylardan birini tayin edcekti. Reis bir yıllığına seçilecekti. Süresi dolan reis tekrar seçilebilecekti. Reisin değiştirilebilmesini icab eden bir hal olduğunda, ancak Darülfünun Divanı’nın kararına istinaden Maarif Nazırı tarafından azledilebilecekti.

Reis, fakülte’nin idaresini sağlayacak, fakülteyi temsil edecek ve fakülte’nin bilumum muamelatını yürütecekti. Fakülte Reisine yardımcı olmak üzere, Meclis-i Müderrisîn tarafından bir Kâtib- i Umumi seçilecek ve Maarif Nezareti’nce tasdik edilecekti. Katibin Muallimlerden olması tercih sebebiydi155. Meclis-i Müderrisîn; Her medresede müderris ve muallimlerden meydana gelen bir meclis bulunurdu. Meclise reis başkanlık ederdi. Eğer reis yoksa, meclis yerine bir vekil seçerdi. Azanın ekseriyeti bulunmadıkça müzakere yapılmaz herhangi bir karar alınamazdı. Meclis ayda bir defa mutad olarak toplanırdı. Ayrıca reisin daveti veya üyelerden dört kişinin isteği ile meclis olağanüstü toplanırdı156. Fakülte’nin ilmî, idarî ve kazaî alanlardaki en yetkili organı Fakülte Meclisi idi. 24 Ekim 1919’da yürürlüğe giren Darülfünun-ı Osmani Nizamnamesi ile Darülfünun’a ilmî özerklik ile fiili idarî özerklik verilmişti. Daha sonra Osmanlı Hükûmetince 12 Ağustos 1922 tarihli kararname ile Darülfünun’a idarî özerklik verilmiştir. 1919 sonrası yapılan düzenlemelerle oluşturulan özerk yapı 1933 yılına kadar Darülfünunda uygulanmıştı. 1946’da üniversitelerde gerçekleştirilen özerklik yönündeki düzenlemeler de esas itibariyle 1919 nizamnamesinin bir tekrarından ibarettir.

İşgal Döneminde Darülfunun’un Durumu

İşgale Karşı ve Millî Mücadele Taraftarı İstanbul Darülfünunu Millî Mücadele sürerken İtilâf Devletlerinin İstanbul’u işgal altında tutmaları Darülfünun’un zor yıllar geçirmesine sebep olmuştur. Buna rağmen, Darülfünun, Millî Dava karşısında ilgisiz kalmamıştır. Paris Konferansı’nda İstanbul ve Boğazların tarafsız bir statüye dönüştürülmesi çalışmalarına karşı Darülfünun bir muhtıra hazırlamıştır.

Bu muhtırada yapılmak istenilenin haksızlık olduğu ve İstanbul’suz bir Türkiye’nin bağımsız kalamayacağı vurgulanmıştır. İzmir’in Yunan işgaline uğraması Darülfünun’da büyük tepkiyle karşılanmıştı. Hocaların ve öğrenci derneklerinin temsilcilerinin katılmasıyla bir cemiyet kurulmuş ve bu cemiyet bir protestonâme hazırlayarak İtilaf Devletleri temsilcilerine vermeyi kararlaştırmıştı. Daha sonra İzmir’in işgali ile ilgili bir protesto toplantısı daha yapılmıştı. Edebiyat Fakültesi öğrencileri , 12 Nisan 1922’de , Edebiyat Medresesi Talebe Cemiyeti vasıtasıyla ittifakla aldıkları bir kararla Millî Mücadele aleyhine tavır sergileyin ve Türkleri tezyif edici ifadeler kullanan bazı altı öğretim üyesini protesto ile dersleri boykot etmişlerdi. Daha sonra boykot Darülfünun’un bütün fakültelerine yayılmış ve Osmanlı Maarif Nezareti karşı tedbir olarak 25 Nisan 1922 tarihinde geçici olarak Darülfünun’u kapatmıştı. Darülfünun ancak 2 Haziran 1922’de tekrar açılmıştı. İstanbul’un işgal altında olmasına rağmen Millî Mücadele önderi Mustafa Kemal Paşa’ya 1922’de Edebiyat Fakültesi fahri müderrislik unvanı verilmemişti160. Kısacası İstanbul Darülfünunu işgal karşı ve Millî mücadele taraftarı bir tavır ortaya koymuştu.

3- CUMHURİYET DÖNEMİNDE DARÜLFÜNUN

Osmanlı dönemindeki 22 yıllık süreçte, iç ve dış çalkantıları yaşayan, bazı yıllar öğretime ara verilen Darülfünun, 1924 yılında medreselerin kapatılması üzerine medreselerin yüksek düzeydeki kısmı, İlahiyat Fakültesi olarak Darülfünuna ilhak edilmişti.

Cumhuriyet döneminde bütün kurumlar yeniden düzenlenip Cumhuriyet ideali doğrultusunda çalışması sağlanırken İstanbul Darülfünunu da ele alınmıştı. İlk olarak yapılan icraat, darülfünunun bir türlü çözülemeyen mekan problemine el atılması olmuştu. Tıp Fakültesi hariç, diğer bütün fakülteler, II. Meşrutiyet döneminden itibaren Bayazıd’deki Zeynep Hanım Konağı’nda mekan bakımından zor şartlar altında faaliyetlerini sürdürüyordu. Darülfünun’un bina problemini çözmek isteyen Cumhuriyet hükûmeti, İstanbul’un en önemli binalarından biri olan Harbiye Nezareti binasını Darülfünuna verdi. Bugün İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü olan bu binanın üst katlarına Edebiyat ve Hukuk Fakülteleri yerleşmişti. Eski Jandarma Komutanlığı binası Eczacılık ve Dişçilik yüksek okullarına tahsis edilirken, Zeynep Hanım Konağı’nda sadece Fen Fakültesi ile Yüksek Muallim Mektebi kalmıştı. Böylece İstanbul Darülfünunu o dönem için mekan bakımından rahat bir ortama kavuşmuştu. 1919 yılında verilen ilmî özerklik yanında son Osmanlı Hükûmeti kararnamesi ile idari özerklik vermesine rağmen Meclis tarafından düzenleme yapılmamıştı. Cumhuriyet döneminde bu eksikliği gidermek isteyen Darülfünun Divanı bir kanun teklifine son şeklini vererek Maarif Vekaleti’ne göndermişti. Hükûmet tarafından uygun görülen kanun teklifi TBMM tarafından da kabul edilerek yürürlüğe girmişti. 21 Nisan 1924 tarihinde 394 sayılı kanunla İstanbul Darülfünuna idarî ve malî özerklik tanınarak Darülfünun ve fakültelerinin mülhak bütçe ile yönetilmesi kararlaştırılmıştı. İstanbul Darülfünunu’na özerklik veren kanun hazırlanırken bu yasanın ruhuna uygun olacak tarzda bir talimatnamenin hazırlanması çalışmaları da tamamlanmıştı. 21 Nisan 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından 52 maddelik bir talimatname kabul edilmişti. Bu talimatname özerklikle uyumlu bir nitelik taşımakta olup 1919 düzenlemesi ile çok büyük benzerlik taşımakta idi.

Darülfünun Nizamnamesi

-Darülfünun’un Amacı: Darülfünun için çizilen hedef “Maarif-i Âliyyenin inkişâf ve terakkisine” hizmet etmektir. Darülfünun ilmî bir müessesedir.

– Darülfünun’un İdaresi: Emanet Darülfünunun “reisi” Maarif Vekili’dir. Maarif Vekili, Darülfünun’u Emin vasıtasıyla idare ederdi. Fakat Darülfünun Emini’nin tayini, doğrudan atama suretiyle Maarif Vekâleti tarafından yapılamazdı. Emin, Darülfünun’da vazifeli umum müderris ve muallimler tarafından üç seneliğine seçilir ve seçim esnasında en çok oy alan iki aday Vekâlet’e bildirilirdi. Vekâlet de bunlardan birini tercih ederek, Cumhurbaşkanı’nın da tasdikine sunar ve böylece Darülfünun Emini’nin tayini gerçekleşirdi. Darülfünun Emini olabilmek için müderris olmak şart olup, Emin seçilen kişi aynı zamanda eminlik ile bir fakülte reisliğini uhdesinde bulunduramazdı. Darülfünun’un bütün şubelerine iyi bir şekilde nezâret etmek, lüzumlu hususları Darülfünun Divanı’na havale etmek ve talimatnâme layihalarını inceleyerek tasvip etmektir. Darülfünun Talimatnamesi’nde her fakültede okunması bildirilen derslerinilmî ehemmiyet ve genişliğine göre bir veya müteaddit derslere ayrılması, fakültelerde bulunan derslerin birleştirilip, şubelere taksimi, ders ihdâs ve ilgası teklifleri, fakültelerde meslek şubeleri açılması ve lüzûm görülen her türlü değişikliği, o işlerle ilgili fakülte meclisinin teklifi, Darülfünun Divanı’nın kabulü ve Maarif Vekâleti’nin onayı ile icrâ edilebilirdi. Ayrıca Darülfünun Divanı Türkiye’deki orta ve yüksek öğretim hakkında görüşlerini açıklamakla vazifeliydi. Darülfünun Divanı’nın yapmış olduğu icraat örneklerinin ortaya konması konunun anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Meselâ 1930 yılında, Darülfünun hocalarının maaşlarında baremin uygulamaya konulabilmesi için derecelendirme yapılması şart olmuştur. Bunun için, fakülte meclislerinden gelen ve kürsü ile ders sayılarını gösteren taslaklar üzerinde Darülfünun Divanı düzenlemeler yapmış ve bazı kürsüleri ayırma işlerini bitirdikten sonra Maarif Vekâleti’ne göndermişti. Darülfünun tarafından 1929-30’da bir ıslahat projesi hazırlanmıştı. Bu ıslahat projesi hazırlanırken Hukuk Fakültesi Müderris Meclisi ile Divan arasında Tatbikat-ı Hukukiye ve Cezaiye dersi ile İktisat dersinin kaldırılması hususunda görüş ayrılığı çıkmıştı. Divan’daki Hukuk Fakültesi temsilcilerinin itirazına rağmen Divan’ın ekseriyet kararı ile iki ders kaldırılmıştı. Darülfünun Divanı’nın hazırladığı ıslahat projesi de Maarif Vekâleti tarafından yeterli bulunmayarak icraata konulmamıştır.

Darulfünun Divanı’na başkanlıkta bulunmak Darülfünun Divanı’nın kararlarını icra etmek, fakülteler tarafından verilen diplomaları hazırlamak, müeseselerle yazışma ve haberleşmeyi sağlamak, gelen heyetleri Darülfünun namına kabul etmek ve bütün hususlarda Darülfünun’u temsil etmek Darülfünun Emin’inin başlıca vazifeleri arasındaydı. Süresi dolan Darülfünun Emini tekrar seçilebilirdi. Darülfünun Emini’ne eminlik vazifesinden dolayı müderrislik maaşından başka belirlenmiş bir tahsisat da verilirdi.

Divan İstanbul Darülfünunu ve her fakülte şahsiyet-i hükmiye’yi haiz olmakla beraber Darülfünun’da en yüksek karar organı Darülfünun Divanı’dır. Emin’in başkanlığında toplanan Divan’da tabii üye olarak fakülte reisleri ile her fakülteden üç yıllığına müderris meclislerince seçilen ikişer müderrisden oluşmaktadır.

Darülfünun Divanı; Emin, beş fakülte reisi ve seçilmiş on üye olmak üzere toplam onaltı kişiden müteşekkildir. Divanın vazifeleri ilmî, kazaî ve idarî olmak üzere üçe ayrılırdı1: İlmî Vazifeleri Tedrisatla ilgili olarak fakülte müderris meclislerince alınan kararları tetkik, ilmî gelişmelere ait incelemeleri teşvik, ilmî kitapların telif ve neşrini temin, ilmî kitaplara mükâfat verilmesini Maarif Vekâleti’ne teklif, fakülte meclislerine alınan fakültelere ait nizâmatı belirleme idi. Fakülte meclisleri ile DF Divanı arasında bir ihtilaf ortaya çıkması halinde Divanın re’sen ittihaz edeceği kararlar geçerlidir.

Darülfünun Divanı, 1929 yılında Hayvanat İstasyonu’nun Baltalimanı’ndaki yalıda kurulması ve Tedkik-i Arz Enstitüsü’nün kadro ve çalışma tarzına dair bir talimatname yapılmasını ve onaylanmasını Maarif Vekâleti’ne arz etmiştir. Görüldüğü gibi, Darülfünun Divanı ilmî hususta Maarif Vekâleti’nden doğrudan emir alma mevkiinde değilse de, özellikle mevcut olan şeylerin dışında yapacağı icraatlarında Maarif Vekâleti’nin tasdiki gerekmektedir. Kazaî Vazifesi İlmî heyetten birinin değiştirilmesinde nihaî kararı vermek Darülfünun Divanı’na aittir. Bir öğretim üyesinin görevden alınması; onun istifası, derse ve meclise tekraren devam etmemesi, mesleğin şeref ve haysiyetine aykırı harekette bulunması, sahasındaki ehliyetsizliği ile ilgisizliği dolayısıyla verilecek ceza, Divan üyelerinin üçte iki çoğunluğunun verecekleri kararla gerçekleşebilirdi. Tatbikatta ise nihaî kararın, Darülfünun’a idarî muhtariyet verilmesinden önceki nizamnamede olduğu gibi uygulandığı görülmektedir.

Darülfünun Divanı, bazen reisler hakkında tercihini yapmadan evvel Maarif Vekâleti ile temas eder veyahut da Vekâlet iki aday arasından tercihini doğrudan yapardı. Mesela Emin Neş’et Ömer Bey 1930’da Tıp Fakültesi reislik seçiminde yirmi ve onüç oy alan iki aday hakkında Maarif Vekâleti’yle hangisinin tercih edileceği hususunu görüşmüştü. 1930’da Fen Fakültesi reislik seçiminde Fatih Bey onüç oy, Hüsnü Hamit Bey onbir oy almış ve Maarif Vekâleti doğrudan Hüsnü Hamit Bey’i tercih etmişti. Daha sonra Fen Fakültesi Reisliği’nden Hüsnü Hamit’in istifasını Maarif Vekâleti reislik süresi az kaldığı gerekçesiyle kabul etmemişti. Tıp Fakültesi’ne bağlı bulunan Dişçilik Mektebi Müdürlüğü’ne Tıp Fakültesi muallimi Mahir Bey’in tayini de Maarif Vekâleti tarafından red edilmişti204. Daha sonra Dişçilik Mektebi Müdürlüğü’ne kimya müderrisi Ziya Bey’in tayini kararlaştırılarak Maarif Vekâleti’ne bildirilmişti. Darülfünun idarî kadrosunun belirlenmesinde muhtariyetin bulunmasına rağmen Maarif Vekâleti’nin etkili olduğu görülmektedir. 3- Fakültelerin İdaresi a- Fakülte Reisi Reis, fakülte öğretim üyelerinin üçte iki çoğunluğu ile üç yıllığına seçilirdi. Üçte iki çoğunluk sağlanamadığı takdirde en fazla oy alan iki aday Fakülte Meclisi tarafından Darülfünun Divanı’na bildirilirdi. Divan da bunlardan birini tercih ederek Maarif Vekâleti’ne önerir ve Vekâlet’in tercih ettiği şahıs, Cumhurreisi’nin tasdiki ile Reis tayin edilirdi. Reisin müderris olma şartı vardı. İki fakültenin reisliğini bir kişi uhdesinde bulunduramazdı. Reis, fakültede bulunmadığı zamanlarda yerine bir müderrisi vekil bırakır ve bunu Darülfünun Emaneti’ne bildirirdi

Mesela 1930’da Fen Fakültesi ve Hukuk Fakültesi’nde reisler ittifakla seçilmişti. Bazen reis seçimlerinde emin ve Divan’ın istemediği şahısların seçilmesinde tartışmalar olurdu. Bunun tipik bir örneği Edebiyat Fakültesi’nde cereyan etmişti. Edebiyat Fakültesi Meclisi, müddeti sona eren Fuat Köprülü’yü tekrar reis seçmiş, fakat Divan bunu red etmişti. Fakülte Meclisi’ndeki bir kısım hocaların Köprülü’yü Divan’ın istememesine karşın tekrar reis seçmek istemeleri üzerine, Emin Muammer Reşit Bey, Fakülte Meclisi’ndeki toplantıya iştirak etmiş ve Fuat Köprülü’yü reis olarak istemediklerini bildirmişti. Reis seçimi için toplanan Fakülte Meclisi’nde bir kısım müderrisler Fuat Köprülü’nün tekrar seçilmesinde bir sakınca bulunmadığı, diğerleri ise seçilse bile Divan’ın tekrar reddedeceği şeklinde görüş bildirmişlerdi. Fuat Köprülü, Divan’ın kendisi hakkında yaptığı muamelede haksız olduğunu, sicil makbuzunu mecliste bulunanlara göstererek Divan’ın kendisini sicilli bulunduğu yolundaki ithamların da asılsız bulduğunu belirtmişti. Fuat Köprülü, bu Divan’la çalışmasının mümkün olmadığını bildirerek reis adaylığından çekilmişti. Bunun üzerine yapılan seçimde on iki oy Ali Muzaffer Bey’e, onbir oy da Behçet Bey’e verilmişti. Neticede Divan, Ali Muzaffer Bey’in reisliğini tercih etmiş ve daha sonra da tayini tasdik edilmişti. Bazı durumlarda fakülte idareleriyle Maarif Vekâleti arasında anlaşmazlıklar meydana gelirdi. Mesela, Maarif Vekili, Cemal Hüsnü Bey’in Dişçilik Mektebi’nde vazife yapması için Kâzım Esat Bey’in kadroya alınmasını istemesi ve bunun da Darülfünun’da tasdik edilerek tayin işinin gerçekleşmesi, Tıp Fakültesi’nde huzursuzluğa sebep olmuştu. Zira boş bulunan bir kadroya talimatname icabı fakülte meclisleri aday belirler ve bunu Maarif Vekâleti red veya tasdik ederdi. Bu olay üzerine Tıp Fakültesi Reisi Süreyya Ali Bey, “fakülte reislerinin ancak fakülte meclislerinin verdiği direktifle çalışabileceği” gerekçesiyle istifa etmişti. Fakat Fakülte Meclisi bu istifayı geri aldırtmıştır. Özerkliğin olmasına rağmen Maarif Vekili’nin yetkisi dışında olarak eminin yukarıdan aşağıya yaptığı müdahaleler tepkiyle karşılanmış ve huzursuzluk meydana getirmiştir.

Muhtariyet ve Hükûmetle İlişkiler

Büyük ölçüde Fransız üniversite modeli esas alınarak kurulan Darülfünun, Cumhuriyet’in ilanından önce de ilmî ve idarî muhtariyeti haizdi. Türkiye Cumhuriyeti tarafından Darülfünun’un özerkliği yeniden düzenlenmiştir. Fakat bu hükmî şahsiyet verilirken Darülfünun ve fakültelerde bulunması gereken “mallanmalarına ve mallarını da bağımsız olarak idare etme”lerine gerçek manada serbestlik getirilmemişti. Şöyle ki, İstanbul Darülfünunu ve müteşekkil bulunduğu Tıp, Hukuk, Edebiyat, İlâhiyât ve Fen fakültelerinden her biri menkul ve gayrimenkullerini “tasarruf ve teberruat kabulüne ve devair ve mehâkimde huzur ve murâfaaya” haiz idi. Fakat “istikraz ve mümasili akidler yapmaya haiz değildi. Darülfünun’un gelirleri umumî bütçeden verilen para ve bağışlar olarak tesbit edilmişti. Fakültelerin gelirleri fakülte meclislerinin kararıyla sarf edilirdi. Gelirlerin fakültelere dağıtılması Darülfünun Divanı’nca kararlaştırılırdı. Tatbikatta Darülfünun’un bütün gelirleri Darülfünun Mülhak Bütçesinin B cetvelinde gösterilirdi. Fakülte meclisleri doğrudan gelirlerini harcamayıp, Darülfünun’un bütün gelirlerinin de dahil edildiği ve hükûmetçe son şekli verilen Darülfünun bütçesine göre harcama yapılırdı. Zaten fakültelerin gelirleri hiç bir zaman giderlerden fazla olmamıştı. Darülfünun bütçesi, Divan tarafından hazırlanır ve Maarif Vekâleti’ne gönderilirdi. Vekâlet ve hükûmet tarafından gerekli düzenlemeleri ve işlemleri yaparak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne havale edilirdi. Darülfünun bütçesi encümenlerde görüşülürken Maarif Vekâleti’nden ve Darülfünun’dan temsilciler bulunurdu. Bütçede Darülfünun’un ve fakültelerin her birinin gelir ve giderleri ayrı ayrı cetvelde gösterilirdi. Bir fasıldan diğerine nakil hususî kanun ile bir faslın maddeleri arasındaki nakil ise Maarif vekilinin tasdiki ile icra olunurdu. Görüldüğü gibi Darülfünun, bütçesini serbestçe tanzim ve idare edememekte, gelirlerin dağılımını yapamamaktaydı. Hatta kendisine tahsis olunmuş olan bütçenin bir faslındaki maddeler arasında nakil yapabilme hakkına bile haiz değildi. Bu da hükmî şahsiyet ile sağlanması gereken, mâlî açıdan serbestliği son derece kullanılmaz duruma düşmekteydi. Darülfünun’a özerklik verilmesine rağmen, idarî olarak bunun gerektirdiği düzenlemelere gidilmemişti. Şöyle ki, Darülfünun’un asıl reisi olan Maarif Vekili, Emin vasıtasıyla Darülfünun’a nezaret ederdi. Emin, Darülfünun’un öğretim üyeleri tarafından seçilen iki aday arasından birisinin Maarif Vekâleti’nce tercih ve tasvib ve Reisicumhur’un tasdikiyle tayin edilirdi. Fakülte Reisleri, fakülte öğretim üyeleri tarafından seçilir, Divan tarafından tasvib edilir, Maarif Vekâleti’nce kabul ve Reisicumhur’ca da tasdik edilirdi. Hocaların tayinleri de aynı yolla gerçekleşirdi. Bunların haricinde Maarif Vekili Darülfünun Divanı’na doğrudan müzakere etmesi için uygun bulduğu hususları havale edebilirdi.Darülfunun’da bir esere mükâfat verilmesi uygun görüldüğünde son karar Maarif Vekâleti’ne aitti. Ayrıca yüksek mekteplerden atılan talebelerin Darülfünun’a kayıt-kabulü fakülte meclislerinin teklifi ve Maarif vekilinin tasdiki ile gerçekleşirdi.

Uygulamada, Maarif vekili doğrudan Darülfünun’a gelerek hocalar ve idarecilerle görüşür, hükûmetin maarif politikası hakkında açıklamalardı bulunurdu. Darülfünun’da dikkat ve ehemmiyetle takip edilecek hususları bildirdiği gibi, emin vasıtasıyla yapılması gerekenleri Darülfünun hoca ve idarecilerine aktarırdı. Fakülte reisliği seçimlerinde iki aday ortaya çıkması durumlarında tercih hakkı Divan’a ait iken bazen Maarif Vekâleti bu tercihi doğrudan kendisi yapardı. Darülfünun’da boş bulunan öğretim üyelikleri için aday tesbiti fakülte meclislerince yapılması gerekirken, bazen Maarif Vekili kendi istediği birinin kadroya alınmasını isterdi. İlmî yetersizliği yüzünden bir hocanın ihraç edilmesi, fakülte meclislerinin kararı ve Divan’ın tasdiki ile gerçekleşmesi gerekirdi. Ancak işlemler bazen Maarif Vekâleti’ne intikal eden ihraç kararını uygun bulmayan Maarif Vekâleti, öğretim üyesini normal bir memur statüsünde kabul ederek, Vekâlet emrine alırdı. Hatta hukukî hiçbir yetkisi olmayan Sıhhat Vekili de Tıp Fakültesi Meclisi’ne başkanlık etme düşüncesini taşıyabilirdi. Mesela 1932’de Tıp Fakültesi Meclisi toplantısına katılarak başkanlık edecek olan, Sıhhat Vekili Refik Bey’in gelmemesi üzerine fakülte meclisi normal şekilde toplanmıştı. Gerek talimatnamede çizilen çerçeve ve gerekse tatbikattaki davranışlar gözönüne alındığında Darülfünun’a verilen tüzel kişiliğin sağladığı idarî serbestlik sınırlıdır. Darülfünun ilmî muhtariyete haiz olmasına rağmen, bunu sağlayabilecek ilmî ve malî destekten yoksun bulunuyordu. Ayrıca bir ilim şubesinin genişliğini dikkate alarak bir çok derslere ayrılması, mevcut derslerin birleştirilme ve şubelere ayrımı, yeni derslerin konması veya ilga edilmesi, yeni şubelerin açılması fakülte meclislerinin kararı, Divan’ın tasvibi, Maarif Vekâleti’nin tasdiki ile gerçekleşirdi. Bu da ilmî noktadan dahi muhtariyetin tatbik alanlarını çok daraltıyordu. Hükûmet Darülfünun’a tüzel kişilik verirken, esbâb-ı mucibesinde belirtildiği gibi “Darülfünun’un bir hükmi şahsiyet sıfatıyla haiz olacağı hukuk ve vezaifin tavzihini daha muvafık görmüş ve bu suretle Darülfünun şahsiyet-i hükmiyesinin hudut ve gayesi çizilmiştir. Kanunda tasrih edilen mevaddan gayrı hususta şahsi hükmünün hukuku şamil olmayacaktır” ve Maarif vekili Darülfünun’un reisi sıfatıyle “Darülfünun’a umumi bir surette nezaret sıfatına haizdir”. Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, Darülfünun’un tüzel kişiliği şuurlu olarak çok sınırlı şekilde tanzim edilmiştir. Darülfünun’a hükmî şahsiyet verilmesinin esas hedefi ise Darülfünun’a bağış ve teberruatın sağlanmasına hukukî zemin hazırlamaktı. Özellikle Mısırlı Prenses Fatma Hanımefendi’nin vakfiyesinde İstanbul Darülfünunu’na ayırdığı pay 1922’den beri alınmamakta idi. Bu tüzel kişilik statüsü Darülfünun’a verildiğinde artık her türlü bağışı Darülfunun alabilecekti. Buradaki ana fikir, “ şahsiyet-i hükmiyeye haiz olan Darülfünun, kendisine bir takım menâbi-varidat(gelir kaynıkları) bulabilir” düşüncesiydi. Yoksa hükmî şahsiyet verilen Darülfünun’a yeni bir talimatname hazırlanırken eski Darülfünun-ı Osmanî Nizamnamesi aşağı-yukarı aynı muhteva ile kabul edilemez ve gerçekten tüzel kişiliği uygun bir talimatname hazırlanırdı.

Öğretim Üyelerinin Tayin ve Azli

Darülfünun’un öğretim kadrosu, müderris, muallim ve müderris muavinlerinden meydana gelirdi. Asistanlar da yardımcı öğretim elemanları olarak vazife yaparlardı.

Müderrisler İlmî şahsiyetini ispat eden önemli eserler meydana getiren ve Darülfünun muallimliğinde en az on yıl başarılı bir şekilde hizmette bulunanlarla fakülte reisinin teklifi, mensup olduğu şubenin, fakülte meclisinin ve Divan’ın uygun görmeleri, Maarif Vekâleti’nin tasvip ve Cumhurreisi’nin tasdiki ile tayin edilirdi. Ayrıca daha önce müderrislik vasıflarına haiz olup da herhangi bir sebeple Darülfünun’dan ayrılmış olanlar da doğrudan doğruya müderrisliğe tayin edilebilirdi253. Darülfünun’a müderris olarak girebilmek 1924 öncesinde, sadece Darülfünun’da görev yapan muallimlere hasredilmemiş ve daha çok kimsenin Darülfünun’a girebilmesi için imkân sağlanmıştı. Ancak 1924 tarihli talimatname ile müderris olmanın şartı ilmî eser sahibi olmak ve on yıl muallimlik yapmaktı. Burada on yıl sadece Darülfünun’da muallimlik yapma şartı konması ve hiçbir istisnaya yer verilmemesi, gerek Türkiye’de Darülfünun dışında yetişen ve gerekse yurt dışında tahsil yaparak belli bir seviyeye gelen ilim adamlarına, o dönemde tek üniversite olan Darülfünun’u kapatmıştı. 1924 talimatnamesi ile müderris adayının mensup olduğu şubenin müderrislerinin ekseriyet-ârâsı ( oy çokluğu ) ile belirlenmesi de tekelleşmeye yol açabilecek bir durumdu. Muallimler Bir muallime ihtiyaç duyduğu anda fakülte meclisi bir aday tesbit eder, Divan tasvip, Maarif Vekâleti kabul ve Cumhurreisi tasdik ederdi. Fakülteler, bazı muallimlerin tayinleri gerçekleştirilirken özel şartlar da koyabilirlerdi. Mesela, Rasim Ali Bey birkaç yıl Emrâz-ı Dahiliye asistanlığı yaptıktan sonra Hayatî Kimya muallimliğine tayin edildiğinde, bu dersi okutamayacağı bilindiği için kendi maaşı ile Avrupa’ya giderek bu sahada ihtisas yapması tayinde şart olarak konmuş ve kendisine de şifahi olarak bu yolda tebligat yapılmıştı.

Ayrıca Darülfünun’a muallim alınırken, Darülfünun dışında başarılı olanlarla Avrupa’da tahsillerini tamamlayarak başarılı olanlar da, Maarif Vekili’nin istediği üzerine muallimliğe tayin edilirdi. Müderris Muavinleri Müderris muavinleri, Fakülte Meclisi’nce tespit edilen beş kişilik heyet tarafından fakülte tedrisatına uygun olarak sözlü, yazılı, nazari ve tatbiki olarak imtihan yapılırdı. Yazılıda başarılı olanlara kırk beş dakika aleni ders verdirilir ve Batı dillerinden birinden Türkçe’ye tercüme yaptırılırdı. Bir adayın kazanması imtihan heyetinin ittifakla veya ekseriyetle vereceği karara bağlı idi. Müderris muavinleri üç yıllığına tayin olunurlardı. Bu zaman zarfında tetkikat yapmak, bildikleri lisan ve lisanlardan başka, tetkiklerini genişletmede ihtiyaç duyacağı lisan öğrenmeleri şarttı.Bu şartlar yerine getirilirse göreve devam ettirilirler, yoksa fakülte meclisleri tarafından ihraç edilirlerdi260. Şayet fakültede doktora usulü tatbik ediliyorsa, müderris muavini olabilmek için doktora imtihanında başarılı olmak gerekiyordu. Müderris muavinleri için en büyük problem, ilmî heyetten sayılmalarına rağmen262, Edebiyat Fakültesi hariç diğer fakülte meclislerine kabul edilmemeleri idi.

Hocaların Görevden Alınması

Öğretim üyelerinden birinin görevden alınabilmesi; derslere ve Fakülte Meclisi’nin toplantılarına tekraren gelmeme, mesleğin şeref ve haysiyetine aykırı harekette bulunma ve ilmî ehliyetsizlik halinde, Fakülte Reisi’nin teklifi, Fakülte Meclisi ve Darülfünun Divanı’nın kararı ile gerçekleşirdi. Çok ender de olsa Darülfünun’da ilmî yetersizlik dolayısıyla ihraç edilme vuku bulmuştur. 1930-33 arasında ihraç edilen tek hoca muallim Rasim Ali’dir. Yazdığı Fizyoloji kitabını inceleyen Tıp Fakültesi Meclisi Rasim Ali’nin görevine son vermeyi kararlaştırmış ve Darülfünun Divanı da ihraç kararını ittifakla tasvip etmiştir. Fakat Maarif Vekâleti Rasim Ali’nin tekrar göreve başlamasını istemiş, ama Tıp Fakültesi Meclisi bunu kabul etmemiştir. Buna rağmen Şûrâ-yı Devlet de Rasim Ali’nin tekrar vazifeye dönmesi hususunda karar vermiş ve nihayet, orta mektep mualliğine tayin edilmiştir. Fen Fakültesi’nde de 1931’de müderris muavini Adem Nezihî, Müderris Huavs’ın dersine usulsüz olarak girmek ve müderrisin dershaneye gelmesinde uygunsuz sözler söylemesi yüzünden Fakülte Meclisi tarafından azledilmiştir. Öğretim üyelerinin seçiminde Fakülte Meclisleri söz sahibi iken, ilmi yetersizlik dolayısıyla öğretim üyelerini ihraçta Fakülte Meclisleri ve Divanı tek söz sahibidir. E-Öğretim Üyelerinin Siyasetle Uğraşmaları Darülfünunun özerk bir kurum olmasından dolayı öğretim üyeleri serbestçe siyesi partilere üye olabiliyor ve faaliyet gösterebiliyorlardı. Tek partinin olduğu dönemde Tarih Bölümü öğreti üyelerinden Müderris Şemseddin Bey gibi pek çoğu CHF’de aktif olarak siyasi çalışma yapmaktaydı.

Ancak, 1930 yılında SCF’nin kurulması ile bu konuda tartışmalar başlamıştı. Atatürk’ün teşviki ile kurulan ve çok partili hayata geçişte önemli bir deneme olan SCF’na Edebiyat Fakültesi’nden de bazı öğretim üyeleri katılmıştı. Edebiyat Fakültesi İçtimaiyat Müderrisi İsmail Hakkı Baltacıoğlu SCF İstanbul Vilayet Ocak Reisliği’ni yürütmeye başlamıştı. Bu fakülteden diğer bir müderris Şekip Tunç ta bu partide faal üye olarak çalışmaları başlamıştı. Öğretim üyelerinin siyaset yapması konusunda Edebiyat Fakültesi, daimi müderrisler ile fakülte reisleri, divan azalar ve Darülfünun emininin siyasetle uğraşmama kararını almıştı. Bunun üzerine Müderris Şekip Tunç SCF üyeliğinden, Müderris İsmail Hakkı Baltacıoğlu da SCF İstanbul Ocak Reisliği’nden istifa etmişti. Ancak, İsmail Hakkı Bey, siyasi kanaatine uygun olduğunu belirterek SCF üyeliğinden ayrılmayı red etmişti. İsmail Hakkı Bey, öğretim üyelerinin siyasetle uğraşması gerektiği belirterek ilimsiz siyasetin olamayacağını vurgulamıştı. İktidardaki CHF Hükûmeti müderrislerin siyasetle uğraşmasının kanunlara aykırı olduğunu belirtmesine karşılık hiçbir öğretim üyesi hakkında beyan dışında bir takibat yapmamıştı. F-Öğrencilerin Örgütlenmesi II. Meşrutiyet’ten itibaren öğrencilerin kanunlara uymak şartıyla dernek kurmaları serbestti. İstanbul’daki bütün yüksek öğrenci derneklerinin katıldığı Millî Türk Talebe Birliği de kurulmuştu. Bu öğrenci cemiyetleri; öğrencileri ilgilendiren konulardan, Millî meselelere ve İnkılabların Türkiye’de yerleşmesi istikametinde pek çok faaliyete yer almışlardı.

4-DARÜLFÜNUNUN KAPATILMASI

Yeni bir atılım dönemi olan Cumhuriyet devrinde eğitimin istenilen seviyeye gelmediğini belirten Darülfünun Divanı, 14.04.1929 tarihinde bir ıslahat projesi hazırlama kararı vermiş, hedefin; laboratuar, enstitü ve seminer çalışmalarına öncelik vererek Avrupa’daki gelişmiş üniversiteler seviyesine ulaşmak olduğunu belirterek, hazırlanan taslağa; Darülfünun Divanı’nda 16.12.1929 tarihinde son şeklini vermişti. Bu Islahat Projesi Darülfünun Emini Müderris Neşet Ömer tarafından Maarif Vekaleti’ne bizzat takdim edilmişti. Maarif Vekaleti, hazırlanan bu Islahat Projesi’nin yeterli olmadığını Mayıs 1930’da açıklamıştı.

Maarif Vekaleti, daha geniş bir tarzda bu konunun bir yıl sonra ele alınacağını bildirmişti. Yüksek öğretimle ilgili daha ciddi adımlar atmak isteyen CHF, 14 Mayıs 1931 tarihinde parti kongresinde hazırladığı programında “Darülfünun ıslah ve tensik edilerek lazım olan dereceye yükseltilmesi” hakkında bir karar almıştı. Bu karar doğrultusunda harekete gecen CHF Hükûmeti, İsviçre Hükûmeti nezdinde girişimde bulunarak bir mütehassısın göndermesini istemiş ve Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profefesörü Albert Malche üniversite reformu için Türkiye’ye gelmiş, 1932 yıl  yılında Türkiye’ye gelen Malche 18.01.1932’de Başbakan İsmet İnönü ile görüşerek çalışmalara başlamış, nihayetinde Malche, 29 05 1932’de raporunu tamamlamış olduğu bilinmekte, ki hazırlan raporda Darülfünunun “zayıf bir radımanla çalışan vasi bir teşekkül” olduğunu belirtmiş, Malche; “Darülfünun için ne iyi ne de fena” denilebileceğini ifade etmiş, Malche göre, “makineyi sadeleştirmek, mesaisini teksif etmek , bu makineyi işletenlere en mükemmel usulleri tatbik imkanları vermek suretiyle, müteaddit kayıpların önüne geçilmesi” şarttı. Malche’ın raporunu inceleyen Hükûmet reform için harekete geçmişti. Malche’ın raporunu değerlendiren Hükûmet Darülfünun’da yeni düzenlemeler yapılması gerektiğine kanaat getirmişi. Dürülfünun’un kapatılacağı yönündeki haberler de gündeme gelmeye başlamıştı. 8 Ekim 1332’de Darülfünunu ziyaret eden Maarif Vekili Reşit Galip bu haberleri tekzib etmiş ve meselenin elbirliği ile mevcudu kuvvetlendirmek olduğunu, kapatılmanın “doğru olacağını zannetmediğini” belirtmişti. O’na göre “Darülfünun’un memleket ve inkılap ihtiyaçlarına daha iyi hizmet edebilecek şekilde takviye” edilmesi gereklidir. Ancak Hükûmet 15.V.1933 tarihli toplantısında Darülfünunun ilga edilerek yeni esaslar çerçevesinde yeni bir üniversitenin kurulmasına karar vermişti. Hükûmet “ yeni ve mütekamil esaslar üzerine kurulabilmesi için mevcut teşkilatın tamamen ilgası ve ondan sonra yenisini memleket ihtiyaçlarına göre vücuda getirilmesi belirtilmiş,, bunun için” Maarif Vekaletine malî ve idarî salahiyet veren kanun teklifi 18 V.1933 tarihinde TBMM’ye sevk edilmişti. TBMM 31.V. 1933 tarihli oturumda bu kanunu kabul ederek Darülfünun ve buna bağlı olan bütün kurumlar lağv etmişti. Ancak, bu kanuna göre Darülfünun 31 Temmuz 1933’e kadar devam edecek ve 1 Ağustos’tan itibaren de yeni Üniversite dönemi başlayacaktır. Denilmiştir. Üniversite döneminde fakülte, bölüm ve dersler itibariyle Darülfünun’dan farklı olmamış. yalnız, üniversite döneminde İlahiyat Fakültesi enstitüye dönüştürülmüş ve İnkılab Tarihi Enstitüsü kurularak, bu enstitüden  mezun olmadan önce buradan sertifika alma şartı getirilmiştir. Ayrıca 1933’te özerk yönetime son verilerek merkezden yönetim usulüne geçilmişti.  Bu yapı daha sonra kurulan bütün üniversitelere örnek teşkil etmiştir.

5-ÜNİVERSİTENİN YENİ YAPISI

Reform sonunda Fen Fakültesi’ne bağlı olan ve mühendis yetiştiren Elektro-Mekanik Mühendisliği Bölümü, Yüksek Mühendisliğe devredilirken, İlahiyat Fakültesi de kapatılmıştı (Din karşıtı politika gerei). 1944’e kadar Türkiye’nin tek üniversitesi olarak kalacak İstanbul Üniversitesi, 1934’te Tıp, Fen ve Edebiyat, Hukuk Fakülteleri ile Dişçilik ve Eczacılık Okulları’ndan oluşan bir yapıdan ibaretti. İdarî olarak da merkezden yönetim anlayışına göre düzenlenerek ilmî ve idarî özerkliğe son verilmişti. Devletçilik anlayışına uygun olarak, yönetim bakımından köklü değişiklikler yapılan İstanbul Üniversite’si Millî Eğitim Bakanlığı tarafından doğrudan idare edilmeye başlanmıştı.

A-Üniversitenin Amacı: ilmi araştırmalar yapmak, Millî kültür ile bilgiyi genişletmeye ve yaymaya çalışmak, Devlet ve millete hizmet edecek “ergin ve olgun” insan yetiştirmek olarak belirtilmiştir.

B- Üniversitenin Bağlı Olduğu Kurum 1934 düzenlemesi ile üniversite Maarif Vekâleti’ne bağlı bir müessese haline getirilmiştir. Yönetim anlayışı itibariyle yerinden yönetime, özerkliğe son verilerek merkezden yönetim ilkesi getirilmiştir. Üniversiteye sadece Maarif Vekili değil, diğer ilgili şahısların da müdahalesi söz konusudur. Meselâ 1938-39 öğretim yılının başlaması dolayısıyla Maarif Vakâleti Yüksek Tedrisat Umum Müdürü Cevad, yüksek mekteblerle beraber üniversitede de incelemelerde bulunmuştur. C-Üniversite’nin İdaresi

a-Rektör

Maarif Vekili’nin temsilcisi olarak üniversiteyi idare etmekle görevlidir ve üniversite ile ilgili bütün işlerde tek mesul makamıdır. Rektörün tayini, doğrudan Maarif Vekâleti’nin teklifi ile ortak kararnâme ve Reisicumhur’un onayı ile gerçekleşirdi. Rektör, üniversite profesörlüğünden başka hiçbir işle uğraşmaz, ders saatlerinde ve mesai süresince üniversitede bulunmak mecburiyetindeydir. Rektör, görevinin başında bulunamayacağı iki haftalık süre için kendisine vekil bırakabilirdi. Fakat daha uzun zaman için rektör vekili Maarif Vekâleti’nin tasdikiyle görev yapabilirdi.

Rektörün Vazifeleri:

– Üniversiteyi temsil etmek,

– Üniversite teşkilât ve tedrisatını yürütmek ve murakabe etmek,

– Üniversitenin bütün makam ve müesseselerle yazışmalarını gerçekleştirmek,

– Mali hususlarda ita amirliği yapmak.

– Üniversitede Maarif Vekili’nin başkanlık etmediği bütün toplantıların tabii reisliğini yapmak.

– Her sömestir sonunda üniversite hakkında bir rapor hazırlayarak Maarif Vekâleti’ne göndermektir. Rektör istediği zaman herhangi bir fakültenin meclisine başkanlık edebilir, meclislerin ayrı ayrı veya bir arada toplanmalarını sağlayabilirdi. Fakültelerin, Maarif Vekâleti veya diğer resmî kuruluşlarla yazışmaları rektörlük tarafından yapılırdı. Fakültelerin yabancı ilmî kuruluş ve şahıslarla yazışmaları ilmî işlerde rektörlüğün müsaadesi ile fakültelerce, diğer hususlarda ise rektörlükçe yapılırdı.

1933 reformu ile Darülfünun özerk dönemindeki rektörün seçilmesi işlemine son verilerek, rektörün doğrudan doğruya hükûmet tarafından atanmasına başlanmış ve böylece 1919’dan itibaren yürürlükteki seçim usulüne son verilmiştir.

b- Umûmî Kâtip (Genel Sekreter)

Rektörlüğün teklifi ile Maarif Vekâleti’nce tayin olunurdu. Rektör Yardımcısı konumundaki umumî kâtip, üniversite merkez teşkilatına ait harcamaların tahakkuk amiri ve Üniversite Heyeti ile Arttırma, Eksiltme ve İhale Komisyonu’nun da tabiî üyesi idi.

Hesap işleri Maliye Vekâleti’ne bağlı bir müdürlük tarafından görülen üniversitede itâ amirinin rektör olmasına rağmen umumî kâtip tarafından “tetkik ve imza” edilmeden sarf evrakı rektöre götürülemezdi. Fakültelerde bulunan hesap memurlarının çalışmaları da umumî kâtip tarafından kontrol edilirdi.

c-Üniversite Heyeti (Üniversite Yönetim Kurulu)

Rektörün başkanlığında dekanlar ve umumi kâtipten oluşurdu. Normal şartlarda her çarşamba toplanırdı. Kararlarını çoğunluğa göre verir ve oylamalarda çekimser oy kullanılamazdı. Muhalif oy sahiplerinin de, bunun sebebini kararın altına yazmaları gerekirdi .

Heyetin Vazifeleri:

– Fakültelerin teşkilat ve tedrisatıyla ilgili hususları incelemek ve üniversitenin genel bir surette ilmî faaliyetlerini tanzim ve idare etmek,

– Fakülte, enstitü ve mekteplerin öğretim ve idare kadrolarında bulunan şahıslar hakkında gerektiğinde disiplin kararları almak ve memurlar kanununa göre ilk soruşturmayı yapmak,

– Talimatnameye göre talebelere disiplin cezaları vermek,

– Üniversite bütçesini hazırlamak,

– Üniversitenin gelişimi için inceleme ve tekliflerde bulunmaktır.

– Üniversite Heyeti’nin kararlarından Maarif Vekâleti’nden izin alınması gerekenler haricindekileri rektör doğrudan doğruya uygulardı. Üniversitede en yetkili yönetim organı olan Üniversite Heyeti’nin bütün üyeleri Maarif Vekâleti’nce doğrudan tayin edilen idarecilerden oluşmaktadır. Bu, merkezden yönetim anlayışının bir göstergesi olduğu gibi, rektörü tek başına değil, dekanlarla beraber hareket etmeye zorlayan bir uygulamadır. Böylece rektörün keyfi uygulamalarının önüne geçilmek istenmiştir. 

d-İstişarî Komite(Danışma Komitesi)

Fakültelerde oluşturulan istişarî komiteler rektörün başkanlığında toplanırdı. Rektör lüzum gördükçe bir fakülteyi, bir kaçını veya tamamını toplantıya çağırıp istişare yapabilirdi.

e-Fakültelerin İdaresi

Rektörün nezareti altında Dekan fakülteyi idare ederdi. Dekan, rektör tarafından ilgili fakülte ordinaryüs profesörleri arasından seçilir ve bu seçimin Maarif Vekâleti’nce onaylanmasıyla atanırdı. Dekan üniversitedeki öğretim işinden başka hiçbir işle meşgul olamazdı. Yalnız Maarif Vekâleti’nin izni ile yüksek bir mektepte az sayıda bir ders için profesörlük yapabilirdi. Dekanlar ders ve mesaî saatlerinde fakültelerinde bulunmak mecburiyetinde idiler. Dekan, fakültede bulunamayacağı zamanlarda, Rektör’ün uygun görmesi ile ordinaryüs veya profesörlerden birini vekil bırakırdı. Daha uzun süreler için Rektörün teklifi ve Maarif Vekâleti’nin tasdiki ile vekil bırakılırdı.

Vazifeleri:

– Fakülteyi temsil etmek,

– Fakülte ve bağlı kuruluşların teşkilat ve tedrisatını murakabe etmek,

– Mali hususlarda tahakkuk amirliği yapmak

– Fakültenin yazışmalarını gerçekleştirmek,

– Fakülte dahilinde Rektörün katlmadığı toplantılara başkanlık etmektir. Dekan, ayrıca her sömestir sonunda fakülte ve bağlı kuruluşlar hakkında bir rapor ile öğretim üyelerinden her biri için çalışma tarzı ve derecesi hakkında ayrı bir rapor hazırlayarak rektörlüğe vermekle mükellefti.

Dekanlar da, Darülfünun dönemindeki güçlü konumlarını kaybetmiş ve sadece rektörün fakültedeki temsilcisi durumuna gelmişlerdi. Dekanların, rektörlerin teklifi ile tayini ve rektöre karşı sorumlu olması, dekanı, özerk fakültenin güçlü yöneticisinden, rektörün yardımcısı ve destekçisi haline getirmişti.

f-Fakülte Meclisleri

Dekan’ın başkanlığında fakültenin ordinaryüs ve profesörlerinden meydana gelirdi. Sırayla iki doçent ve ihtiyaç halinde diğer bazı doçentler de katılabilirdi. Fakülte meclisleri her sömestir başında veya Dekan’ın ihtiyaç gördüğü zamanlarda toplanırdı. Ayrıca üyelerin mutlak çoğunluğu isterse meclis toplanabilirdi. Fakülte meclislerinde kararlar çoğunlukla verilirdi. Eşitlik halinde ise Dekan’ın bulunduğu taraf tercih edilirdi.

Vazifeleri:

– Hoca kadrosundaki eksiklikleri için aday göstermek, doçentlik imtihanlarını tertip ve icrasına nezaret etmek,

– Ders proğramlarını ve derslerin hocalara dağıtımını yapmak, mesai ve faaliyetleri düzenlemek,

– Fakültenin inkişâf ve tekâmülü için düşünülen tedbirleri üniversite heyeti’ne bildirmek,

– Fakülte ve bağlı kuruluşlar hakkında rapor ve mütalaalarını beyan etmek,

– Mezun olan talebelerden Avrupa’ya gönderilecek olanları seçmek,

– Fakülte neşriyatını tanzim etmek,

– İlmî toplantılara ve merasimlere iştirakleri inceleyerek üniversiteye teklif etmek,

– Fakülte ve bağlı kuruluşların bütçelerini hazırlamak,

– Havale olunan hususları müzâkere ederek oyunu bildirmek. Darülfünun döneminde fakültenin en yetkili idari ve akademik bir organı olan Fakülte Meclisi, Üniversite’ye geçiş sonrasında idari görevlerine son verilmek üzere korunmuş, fazla etkili olmayan akademik ve danışma kurulu olarak varlığını sürdürmüştür.

g. İstişarî Komiteler Her fakültede Dekan’a bağlı olarak; İdarî, Malî, Tedrisat, Proğramlar ve Neşriyat ile Talebe İşleri İstişare komiteleri vardı. Her komite iki ordinaryüs ve bir profesörden oluşurdu. Komiteler için, Dekan iki misli aday teklif eder ve Rektör de komite üyelerini seçerdi. Dekan da her komiteye bir doçenti kâtip seçerdi. İstişarî komiteler, Dekan’ın yardımcılarıdır. Dekan’ın havalesiyle, fakültede yapılacak işler hakkında teklifler hazırlardı ki bunlar yalnız istişarî mahiyette tekliflerdir.

Öğretim Üyelerinin Tayin ve Azli Ordinaryüs Profesörler

Boş bulunan kadrolar için fakülte meclisleri iki üç aday gösterir, Üniversite Heyeti’nin her aday hakkındaki görüşlerini de alan Rektör, durumu Maarif Vekâleti’ne bildirirdi. Vekâlet de uygun gördüğü birini tayin eder veya yeni adayların tespitini isterdi. Profesörler Profesör adayları da fakülte meclisleri tarafından seçilir, Üniversite Heyeti görüşlerini bildirir ve Maarif Vekâleti de birinin tayinini veya adayların belirlenmesini isteyebilirdi. Profesörlük şartlarını haiz doçent bulunduktan sonra üniversite dışından aday tespit edilemezdi. Bir doçentin profesör olabilmesi için, en az yedi sene doçentlik yapması ve dersleri, umumi çalışmaları, ilmî araştırmaları ve neşriyatıyla başarısını ispat etmesi gerekmekteydi. Profesörlük şartlarına haiz olan bir doçente, eğer kadro yok ise profesörlük ünvanı verilir fakat bu profesör, doçentlik işlerini yapmaya devam ederdi.

Doçentliğe talip olanları rektör, ilgili fakültenin dekanının şahsî görüşünü aldıktan sonra Maarif Vekâleti’ne bildirirdi. Vekâlet de uygun gördüğü şahısların imtihanlarının yapılmasını Üniversite’ye havale ederdi. İmtihanlarda başarılı olanlar doçentliğe Maarif Vekaleti’nin tasdiki ile tayin olunurdu. Orta kudretten ileri bir başarı gösteremeyenler ve yedi sene zarfında profesörlük vasfı kazanamayan doçentler, Üniversite’den alınarak Maarif Vekâleti’ndeki diğer görevlere tayin edilirlerdi. Konferansçı Profesörler Bunlar Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti azalarından olup, İstanbul Üniversitesi’nde tarih dersleri okutmakla görevlendirilmişlerdi ve bunlar, ordinaryüs profesörlerin sahip oldukları bütün haklara sahiplerdi. Hocaların Azli Tayinlerde olduğu gibi görevden almada da asıl yetki Maarif Vekâleti’ne aitti. Öğretim üyeleri, dekanlar ve rektör tarafından murakabe edilirdi. İhtar rektör tarafından, azil de dahil olmak üzere diğer cezalar Maarif Vekâleti tarafından verilirdi. Maarif Vekâleti uygun gördüğü anda istediği hocayı Maarif Vekâleti emrine alabilirdi. Mesela, 1934’de Hukuk Fakültesi Roma Hukuku Ordinaryüs Profesörü Mişon Ventora Maarif Vekâleti emrine alınarak yerine başka biri tayin edilmişti Darülfünun döneminde hocaların görevden alınması, üniversite organlarına ait iken, üniversitede bu Maarif Vekâleti’ne bırakılmıştı.

Öğrencilerin Örgütlenmesi

Öğrencilerin örgütlenmesine sınırlamalar getirilerek, sadece not bastırmak, öğrencilere yardımcı olmak, talebeleri birbirlerine sevdirmek ve bilgilerini arttırmak amacıyla dernek kurmalarına izni verilmiştir. Fakülte cemiyetleri birleşerek bir Üniversite Talebe Cemiyeti kurabileceklerdi. Öğrenciler, dernek kurarken rektörden izin almaları şarttı. Öğrencilerin diğer yüksek okullarla beraber örgütlenmeleri yasaktı. Kurulacak öğrenci cemiyetlerinin bir makam veya müesseseye yazı ile müracaat edebilmeleri için üniversite yönetiminden izin almaları şarttı. Darülfünun’a göre öğrencilerin örgütlenmesi yönetimin kontrolünde olarak üniversite içine hasredilmiştir. Öğrencilerin bu kanuni haklarına rağmen 1939’a kadar örgütlenmelerine izin verilmemiştir.

SONUÇ

Osmanlı Devletinin batılılaşma hareketi, kendi eski müesseselerine dokunmadan, onların yanı başında Batılı kurumları kurup desteklemekle mesafe aldı. Hemen her alanda böyle oldu. Askeri alanda, İmparatorluğun eski askeri düzenini yıkmadan, onların yanı sıra Batı örneğinde subaylar yetiştirmeye, ordular kurmaya başlandı. Ancak, batı tipi ordu kurulmasına Yeniçeriler karşı çıkınca, onlara dokunmadan hazırlanan yeni askeri ordu güçlenince, bu kurum kanlı bir şekilde zorla ortadan kaldırıldı. Ancak bu zorbalık, diğer kurumların yenilenmesinde yapılmadı. Eski kurumlara dokunulmadan refornlar yapılmaya çalışıldı. Batı örneğindeki eğitim kurumlarının yerleştirilmesi de,  bu şekilde eski eğitim kurumlarına dokunmadan oldu.  Osmanlı Devleti, bu şekilde bütün alanlarda eski kurumlara dokunmadan eğitim-öğretim sistemini, Avrupaî tarzda düzenleme yoluna gitmiş, bu çerçevede 1845 yılında, Darülfünun’un adıyla bir üniversite kurulması kararlaştırılmıştı. Bu Darülfünun’da esas hedef meslekî eğitim değil; “ikmâl-i kemâlât-ı insâniye” yani mükemmel insan yetiştirmekti. 1863-65 arasındaki ilk teşebbüs sadece konferanslar tarzında halkı çeşitli ilmî konularda bilgilendirme ile sınırlı kalmıştı. 1870- 73 arasındaki ikinci Darülfünun’da; fiili özerklik verilen yönetim, fakültedeki dersler, öğrenci kayıt-kabul gibi bütün hususlar düşünülmesine rağmen, tatbikatı tam olarak gerçekleştirilememişti. Darülfünunun üçüncü olarak yenileme teşebbüsü 1874-78 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Darülfünun-ı Sultanî’de Doktora programı uygulanmasına ve “Lisaniye” unvanına ile mezuniyet usulü tatbikine başlanmıştı. Ancak bu kurum da devam etmede başarısız olmuştu.

Kesintisiz bir şekilde öğretime devam eden Darülfünun, 1900’de kurulmuş olup; başlangıçta talebe sayısı sınırlı ve yönetimi merkeziyetçi anlayışta olmuştu. Gittikçe gelişme ve yenileşme gösteren Darülfünun özellikle II. Meşrutiyet döneminde gerçek bir üniversiteye dönüşmeye başladı. Bu dönemde özerk yönetimin en önemli kademesini oluşturan Fakülte Meclislerinin kurulması sağlanmıştı. Ayrıca bu dönemde öğrencilerin serbestçe örgütlenmesi ve pratik çalışmaların yapılması bakımlarından ilerleme kaydetmiş, Alman ilim adamları ile de takviye edilmişti. Fakültelerin gerçek kimliklerini kazandığı bu dönemde ihtisaslaşma yönünde önemli gelişme sağlanarak bölüm ve kürsülerin oluşması yönünde ilerleme kat edilmişti. II. Meşrutiyet döneminde özellikle Edebiyat Fakültesi’nin çalışmaları sayesinde, 1919’da, Darülfünun ilmî özerkliğinin yanında fiili idarî özerkliğini de kazanmıştı. Buna ilaveten Osmanlı yönetimince 1922’deki bir kararname ile Darülfünuna resmen idarî özerklik de verilmişti. İstanbul başta olmak üzere ülkenin bir çok yeri işgal edildiği bir sırada, Millî Mücadele’ye aktif olarak destek veren Darülfünun ve öğrencileri, çeşitli sıkıntılara maruz kalmıştı. Bu sıkıntılı dönemde işgal altında olmasına rağmen, büyük bir cesaret gösteren Edebiyat Fakültesi, Fakülte Meclisi kararı ile Mustafa Kemal Paşa’ya fahri müderrislik unvanı vermişti. Cumhuriyete geçiş öncesinde Darülfünun önemli bir aşamalar kat ederek belli bir seviyeye ulaşmış bulunuyordu. Ancak, 22 yıllık bir dönemde, savaşlar göz önüne alındığında, ulaştığı seviye takdire şayan olmakla beraber yeterli değildi. Bunun farkında olan Cumhuriyet idaresi, Darülfünunun’un o dönemdeki en öncelikli problemi olan bina ihtiyacını çözmek ve Darülfünunu aynı binada toplamak için, Darülfünun, Osmanlı Harbiye Nezareti binasına yerleştirilmişti. Daha rahat çalışması için, Osmanlı yönetiminin kararname ile verdiği idarî özerklik konusunu ele alan Cumhuriyet yönetimi, 1924 yılında TBMM’den kanun çıkararak Darülfünunu ve fakültelerini ilmî, idarî ve malî alanlarda özerk bir kurum halini tescil etmiş, bu doğrultuda bir talimatname hazırlayarak 1933’e kadar olan 1919 düzenlemesiyle belirlenmiş prensipleri içeren özerk bir yönetim sistemi kurmuştur. Darülfun’un bu özerk yapısı diğer yüksek öğretim kurumlarını da etkilemiş ve 1928’de Yüksek Mühendiis Mektebi’ne özerklik verildiği gibi, 1933’de kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü de özerk bir üniversite niteliğinde Darülfunun yönetimi esas alınarak kurulmuştur. Darülfunun’dan ümit edilen verimin alınamaması üzerine, özellikle 1929 yılından itibaren Darülfunun’da ıslahat çalışmaları başlamış ve Darülfunun tarafından bu hususta bir proje hazırlanmıştı. Bunu yeterli görmeyen hükûmet, İsviçre’den Albert Malche’ı getirerek bir rapor hazırlatmış ve büyük ölçüde bu raporun doğrultusunda, Darülfünun’dan Üniversite’ye geçilmişti. Üniversite’ye geçişle birlikte ilmi ve idari özerkliğe ve Darulfunun bünyesindeki ilahiyat şubesine son verilmiş ve merkezi bir yönetim sistemi kurulmuş, rektör ve dekanlar Maarif Nezareti’nce tayin edilmeye başlanmış ve özerk yapının bir uzvu olan Divan kaldırılmıştır.

Prof. Dr. Ali ARSLAN

Kaynaklar

AKYÜZ, Yahya, “17. Yüzyıldan Günümüze Türk Eğitiminde Başlıca Düzenleme ve Geliştirme Çabaları, Millî Eğitim Dergisi, s.144 1999. http: //yayim.meb.gov.tr/dergiler/144/ akyuz.htm

AKYÜZ, Yahya, Başlangıçtan 2001’e Türk Eğitim Tarihi, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001.

AKYÜZ, Yahya, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (1848-1940), Ankara, 1978.

Altun, M., Matematik Öğretimi, Aktüel Yayınları, Bursa, 2005.

Arif Hikmet, Bursa Seyahati, Mekatibi İbtidaiye Muallimleri Cemiyeti Neşriyatı, İstanbul, 1339. ARSLAN, Ali, “Cumhuriyet Dönemi İstanbul Darülfünunu’na Öğretim Üyesi Olmanın Şartları ve İlmî Yetersizlik Dolayısıyla Görevden Alınma”, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 14, İstanbul 1994, s. 161-171. ARSLAN, Ali, “İstanbul Darülfünunu’nda Öğretim Üyelerinin Siyasetle Uğraşmaları”, İ.Ü. İnkılap Tarihi Enstitüsü Yıllığı, sayı: X (1999), İstanbul, 2001, s. 56-70.

ARSLAN, Ali, “Türkiye’de Üniversitenin Kuruluşu ve Yönetimindeki Değişiklikler (1869-1946)”, Yeni Türkiye, Sayı 23-24, Ankara 1999, s. 412- 13.

ARSLAN, M, Cumhuriyet Dönemi İlköğretim Programları ve Belli Başlı Özellikleri. www. Geocities. com/psikolojiarsivi/ilköğretim_programları. html. 12/06/2005

ASAF, Burhan, “Arkada Kalan Darülfünun”, Kadro, s. 8, İstanbul Eylül 1932, s. 47-48.

ASAF, Burhan, “Üniversitenin Manası”, Kadro, Sayı: 20, İstanbul Ağustos 1933, s. 24-28.

Öğretmen Yetiştirme Politikası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1996.

ATAÜNAL, A – ÖZALP, R., Türk Millî Eğitim Sistemini Düzenleme Teşkilatı, 1977.

AYTAÇ, Kemal, Eğitim Politikası üzerine Konuşmalar, Ank.Üni.yay., Ankara, 1984.

BALCI, Veysel, Liselerde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminin Değerlendirilmesi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı yüksek lisans tezi, Eskişehir, 2002.

BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı, Hayatım, İstanbul 1998

BERKES,Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1979.

CICIOĞLU, Hasan, Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Ortaöğretim (Tarihi Gelişimi), Ankara,1985

ÇETIN, K. – GÜLSEREN, H.Ö., “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Stratejileri”, Millî Eğitim Dergisi, 160 (Güz), 2003, s. 1-20.

ÇELENK S. – Tertemiz N. -Kalaycı N. – Tazebay, A. (Edit), İlköğretim Programları ve Gelişmeler: Program Geliştirme İlke ve Teknikleri Açısından Değerlendirilmesi, Nobel Yayın, Ankara 2000.

Darulmuallimîn ve Darulmuallimât Nizamnâmesi, İstanbul 1331. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Zabıt Hülasaları, C.II, XII. 1931, s. 37.

DEWEY, Evelyn, Eski Mektep Yerine Yeni Mektep, (çev. M. Zekeriya). 1931. DEWEY, John, Türk Maarifi Hakınnda Rapor, Ankara, İmaj Yayınları, 2002.

Devlet Salnamesi, İstanbul 1926, s. 166.

DF Edebiyat Fakültesi Meclis Zabıt Hulasaları (1919-33), s.51. DF İnzibat-ı Dahiliye Talimatnâmesi, (1931-33 TR, s. 13-18.), m. 9.

DOĞAN, Hıfzı, “Mesleki ve Teknik Eğitimin İlkeleri ve Gelişmesi”, Mesleki ve Teknik Eğitim Sempozyumu, Ankara, 1983, s. 5.

DUMAN, Ahmet, Yetişkinlerin Eğitimi, Ankara, Ütopya, 2000.

DUMAN, Tayyip, “Mesleki ve Teknik Eğitimin Gelişimi”, Türkler Dergisi, Cilt, 6, s.61-71.

Eğitim Enstitüleri Kurulurken, Millî Eğitim Bakanlığı, Ankara 1946.

Eğitim Fakülteleri Öğretmen Yetiştirme Programlarının Yeniden Düzenlenmesi, Yüksek Öğretim Kurumu, Ankara, 1998.

ERASLAN, Cezmi, “Türk Siyasi Hayatında Serbest Fırka Deneyimi Üzerine Düşünceler”, İlmi Araştırmalar, sayı 9, İstanbul 2000, s. 77-96.

ERGİN, Osman, Türk Maarif Tarihi, Cilt: 1-2, Eser Matbaası, İstanbul 1977.

ERGIN, Osman Türkiye Maarif Tarihi, Cilt 5, İstanbul, 1943.

ERGÜN, M. (2005b). “Cumhuriyet Eğitiminin Genel Değerlendirilmesi”, http: //www.egitim.aku.edu.tr/ergun4.htm

EŞME, İ, Yüksek Öğrt. Okulları. http//:www.maltepe.edu.tr/akademik/fakülteler/egitim/isaesmekitap. asp FER, S., “Genel ve Mesleki Orta Öğretim Programlarına İlişkin Eğilimler ve Bir Model Önerisi”, IX. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi, Erzurum, 27-30 Eylül 2000.

FER, S., Eğitim ve Öğretim Programları. Project on Sector Dialog for Vocational Training (Mesleki Eğitimde Sektör Diyaloğu Projesi), Türk Alman Hükumetleri Ortaklığı. Devlet Planlama Teşkilatı- GTZ Alman Teknik İşbirliği Kuruluşu, Proje no: 95.3531.1-0/2.00, Ankara 2000.

FEYZIOĞLU, Turhan, “Eğitimin Laikleştirilmesi ve Eğitim Birliği”, Atatürk Yolu, Ankara 1987, s 204

HESAPÇIOĞLU, M. / AKDAĞ, B. (2004), “Eğitimin Felsefî Temelleri”, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, (Editörler: Musa Gürsel ve Muhsin Hesapçıoğlu), 1. Baskı, Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları, s.223-26

GENCER, Ali İhsan – ARSLAN, Ali, Edebiyat Fakültesi Tarihçesi ve Edebiyat Fakültesi Meclis Zabıtları, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2005, s. 54.

İHSANOĞLU, Ekmeleddin, “Darülfünun Tarihçesine Giriş”, Belleten, nr.210, Ankara 1990, s.701-702. İlk Mektep Muallimlerinin Kitabı, (Muallim Sesi Neşriyatıından), 1932.

İlk Okul Programı, Maarif Basımevi, İstanbul, 1936. İlk Okul Programı, Maarif Basımevi, İstanbul, 1948.  

İstanbul Darülfünunu’nun 1929-1930 Talebe Rehberi (1929-1930), İstanbul 1930.

İstanbul Üniversitesi Talimatnâmesi (İÜT), İstanbul 1934, m.1.

KAFADAR, Osman, Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma, Ankara, 1997.

KAHYA, E, Cumhuriyet Döneminde Bilim Tarihi ve Gelişmesi. http//: www. akmb. gov. tr. 11. 10. 2005

HIRSCH, Ernest, Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, I, İstanbul 1950.

KARAL, Enver Ziya, “Tanzimattan Bugüne Tarihçiliğimiz”, Felsefe Kurumu Seminerleri. Ankara, 1977.

KARAL,Enver Ziya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 1943.

KAYA, Y. Kemal, İnsan Yetiştirme Düzenimize Yeni Bir Bakış, Ankara, 1989. 

KOÇER, H.E., Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi (1773-1923), MEB Yayınları, İstanbul, 1992.

KODAMANOĞLU, M.N., Türkiye’de Eğitim: 1923-1960, Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Enstitüsü, Ankara, 1963.

Maarif-i Umumiye Nizamnamesi (MUN), (Düstur, I. Tertip, cilt II, s. 184-219), m.108, 109, 111, 113.

MAASKE, Roben J., Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Hakkında Rapor, Ankara, 1955.

Mahmut Cevat, Maarif-i Umumiye Nezareti’nin Tarihçe-i Teşkilet ve İcraatı, İstanbul.

MALCHE, Albert, İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor, İstanbul 1939.

Muallim Mektebi Talimatnamesi, 10 II. Teşrin 1930, (Yücel, a.g.e., s. 462- 483).

Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çeviri: Yavuz Alogan), 3. Baskı, İstanbul, 1995.

OKÇABOL, R., Türkiye Eğitim Sistemi, Ütopya yayınevi, Ankara, 2005. OKTAY, Ayla – Öztürk, Cemil, “Türkiye’de Kızların Eğitimi”, Eğitimde Nitelik Geliştirme / Eğitimde Arayışlar 1. Sempozyumu Bildiri Metinleri, İstanbul 1991, s. 47-52.

MECHIN, Benoıst, Bir İmparatorluğun Ölümü- Mustafa Kemal, (Türkçesi Zeki Çelikkol), Ankara 1999.

Millî Eğitimle İlgili Kanunlar, Millî Eğitim Vekaleti, I. Cilt, Ankara, 1953, s. 647-648.

Millî Eğitim Hareketleri 1927-1966, Ankara, 1967. Millî Eğitim İstatistikleri, MEB, Ankara, 2005.

OKTAY, Ayla, “Türkiye’de Okul Öncesi Eğitimin Dünü ve Bugünü”, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı: 7, İstanbul 1983.

OLGUN, Kenan, “II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Basınında bir Eğitim Kurumu olarak Darülfünun (1908-1912), Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Sayı 2, İstanbul 2002, s. 191.

ÖZTÜRK, Cemil, Dünden Bugüne Türkiye’de Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, Marmara Üriversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1998.

SAKAOĞLU, Necdet, Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi, 2003.

Satı Bey, “Daru’l-Muallimine Mülhak Numune ve Tatbikat Mektebi İbtidâîsi”, Tedrisat Mecmuası, İstanbul, 1913, sayı 14.

TIMUR, Hafız, “Üniversite Muhtariyeti”, Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, İstanbul, 1950, s. 167.

UNAT, Faik Reşit, “İlk, Orta ve Yüksek Tedrisatımızın On Senelik Bilançosu”, Fikirler, 29 Teşrinievvel 1933, s. 3-36.

YÜCEL, Hasan Ali, Türkiye’de Orta Öğretim, İstanbul, 1938. 2.Bölümde Cumhuriyet döneminde eğitim sisteminin nasıl reforme edildiği açıklanacaktır.