İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

GİRİŞ

I.BÖLÜM

BİLİM VE BİLGİLENME MESELESİ

1.Bilimin Temel Özellikleri

2.Bilimin Anahtarı

3.İlmi Bütünlüğün Temel İlkeleri

4.Bilim ve Hakikat

5.Bilgi Kaynakları

5.1.Varlıklar

5.2.Vakalar

5.3.Kavramlar

6.Eşyaya Bakış ve Bilgi Edinmede Ölçü

7.Bilgi Çeşitleri

8.Bilgi Edinme Vasıtaları Bütünü Olarak insanı Tanımak

8.1.Dış Duyular

8.2.İç Duyular

8.3.Zihni İşlem

II.BÖLÜM

İNSANIN MAHİYETİ

1.Vücud Yapısı ile ilgili Temel Özellikler

2.Fizyonomik Yapı ile ilgili Temel Özellikler

3.İnsan Irkları

3.1.Beyaz-Esmer Derililer

3.2.Siyah-Kahverengi Derililer

3.3.Sarı-KızıI Derililer.

4.Fizyonomik Yapı ile Mizaç-Karakter Arasındaki ilişki

5.Çevrenin, Fizyonomik Yapı ve Karakter Üzerine Etkileri

6.İnsanın Yüz İfadesi

III.BÖLÜM

İNSANIN HAKİKATİ

1.Bünyevi Yapı Cihetiyle İnsan

2.İnsanın Kimyevi Yapısı

2.1.Zerreler ve Zerrecikler

2.2.Mikro ve Makro Moleküller

3.İnsanın Biyolojik Yapısı

(999

4.Yaratılış Olayı

5.Hayatın Temel Karakteri

6.Canlılık Özellikleri

7.Spesifik Organizasyon

7.1.Hücre Organelleri

7.2.Hücre Çeşitleri

7.3.Hücre Dayanışması

7.4.Doku Çeşitleri

7.5.Organların Teşkili ve Organizma Oluşması

IV.BÖLÜM

İNSANIN MUHTEVASI

1.Doğurgan Yapısı Cihetiyle İnsan

2.Üreme Organı ve Yavru Oluşumu

3.Vücud Sistemleri

4.Vücud idare Merkezi

5.Beyin Ötesindeki Emredici Güç

6.İnsanı Çevreleyen Enerji Alanı

7.ilmi ve Dini Bilgiler Işığında Ruh

8.Ruhun kaynağı

9.Tabiat Kuvvetleri ve Ruh

10.Ruhani Varlıklar

11.Ölüm ve Ötesi

12.Yeniden Dirilme

SON SÖZ

ÖNSÖZ

Varlıkları ve vakaları tanıma ve bilme konusunda günümü­ze kadar bir hayli tanım ve tespit yapılmış olduğu inkâr edile­mez. Fakat bilinen bir diğer gerçek, insanoğlunun çevre­sindeki şeyleri tanımak için sarf ettiği emeğin her nedense çok azını kendine ayırmış olması ve neticede kendisini çevresi ka­dar tanımaktan ve hakiki vazifesinin neler olduğunu idraktan uzak kalmış bulunmasıdır.

Yapılan ilmi tespitlere göre, etrafımızı saran Uzay denilen boşluk ve içerisindeki irili ufaklı; canlı, cansız; yoğunlukları farklı gazlar, sıvılar ve katilar, Kâinat denilen büyük âlemi teş­kil etmektedir Söz konusu bu varlıkların kütle ve hacim adı verilen iki temel ortak özellikleri yanında bir diğer ortak özel­likleri de Atom adı verilen zerrelerden meydana gelmiş olma­larıdır. îster gaz, ister sıvı, ister katı halde olsun bütün var­lıklar belirli yaratılış (oluş) kanunlarıyla, Atomların belirli nis­pet ve kesafette ve belli şekillerde dizilmeleriyle meydana gel­miştir. Varlıkların birbirlerinden farklı şekilde ve terkipte, farklı yapı ve görevlere haiz olmalarına sebep işte bu yaratılış özel­liklerinin küçükten büyüğe her varlıkta az veya çok, eksik veya fazla bir şekilde bulunmuş olmasıdır. Ki bu özellikler ilim adam­larınca genelde Fizikî, Kimyevî, Hayatî (Biyolojik) olmak üzere üç grupta toplanmaktadır. Bu gruplandırma geniş bir perspektif içinde değil de daha dar bir perspektif içerisinde ele alındığın­da; yukarıda belirtilen ilimlerin alt bölümleri olan Mekanik, Bo­tanik, Zooloji, Organik ve İnorganik Kimya v.s. şekilde hu­susi gruplandırmalar yapılmaktadır. (1)

Her ne kadar Fizikî, Kim­yevi, Hayatî özellikleri ile kavranması varlıkların genel olarak tanınmalarına kafi gelebilirse de; canlı varlıklarla (İnsan dahil) ilgili bilgilerin daha detaylı öğrenilmek istenmesi halinde de, Anatomi, Morfoloji, Embriyoloji, Histoloji, Fizyoloji, v.s. şekilde hususi başlıklar altında gruplandırmalara ihtiyaç duyulmakta­dır. Hele ki insan varlığının hususen tanınmak istenmesi halinde ise İnsan Embriyolojisi, Histolojisi, Anatomisi, Morfolojisi, Fiz­yolojisi yanında Fizyonomi, Psikoloji ve Sosyoloj adı verilen ilim dallarına da ihtiyaç duyulur. (2)

Şüphesiz ilmin ortaya koyduğu hakikatları birer imkân ol­arak kullanmak suretiyle, insanla ilgili (dış ve iç yapısı ile dış ve iç çevresi hakkında) geniş bilgiler edinilmesi; mahiyet, hakikat ve muhtevasının bilinmesi noktasından belki günümüz insan­larını tatmin etmeye kafi gelecektir. Ancak konunun tatmin ol­maktan öte bir anlam ve öneme haiz olmasından dolayı; burada belirtilmek istenen esas hususun İnsan denilen varlığımızın bilinen ve bilinmeyen özelliklerinin ayrı, avrı noktalardan değil; iç içe sarılmış zarfların açılması misali, bütün bir yapı olarak; ilmin ışığında ortaya konulmasını sağlamak ve böylece insanın esas kimliği ile hakiki vazifesinin ne olduğuna işaret eden bir kapının  açılmasına vesile olmaktır.

Gayret bizden, tevfik Allahtan…

 Ali Kömürcü             

GİRİŞ

«ilim ve teknik çeşit çeşit dalları ve her dalın ihtiva ettiği faideleriyle hemen herkes için yararlı ise de; insanın ömrü mahdut, imkânları sınırlı olduğundan, bunların hepsini belleyip istifade etmesi mümkün değildir. Bu itibarla, her fert kendisi ve milleti için gerekli olan şeyleri öğrenip değerlen­dirmeli, diğerleri ile ömrünü beyhude zâyi etmemelidir.»

Bilindiği üzere Kâinat denilen Tabiat âleminde, kendi varlığı­mız dahil kavram (4) itibariyle küçükten büyüğe algılanan her- şey, canlı ve cansız; kendine özgü bir sistem (5) üzere-, terkip, tanzim ve inşaa edilmiş olduğundan, basit veya karmaşık; sistem­siz herhangi bir şeyin varlığının düşünülmesi mümkün değildir. Hâl böyle olunca, basit ve karmaşık her sistemde mevcut bulun­ması tabii olan plan ve program cephesinin incelenmesi ile var­lıkların mahiyet, hakikat ve muhtevalarının anlaşılması pek zor olmasa gerektir. Zira sistemi meydana getiren unsurların ve özelliklerinin bir sıra dahilinde dizilmesinden ibaret olan plan cephesi ile mahiyet ve hakikat; hedefin ortaya konulduğu prog­ram cephesi ile de esas muhteva açıklanmaktadır.

Şüphesiz, her ne tarzda olursa olsun, en küçük bir zerreden yıldız ve galaksilere kadar herbir şeyin, herbir mahlûkun belirli bir plâna ve belli bir programa bağlı olarak var olduğunun kabülleri ilmi olarak yapılan müşahadelerdir. Aslında bu görüş ve bu anlayışımızdır ki, biz insanlara, diğer bütün varlıklardan ayrı bir mevki vermektedir, öyle ki, bizim o mevkide kalışımız ve o mevkie liyâkatimiz, ancak, söz konusu plân ve programın varlı­ğını sezebilmemize ve anlayabilmemize, yâni en küçük varlık olan atomdan, hattâ onu da meydana getiren parçacıklardan, dev yıl­dızlara ve galaksilere kadar herbir varlığın bir plân ve program içerisinde olduğunu bilmemize bağlıdır. Yine bu plân ve programa kendimizin de dâhil olduğunu bilip, kendi programımızdaki hu­susiyetlerin şuuru içinde olmamıza bağlıdır. Ki bunu bize sağla­yan yegâne vasıta şüphesiz ilimdir.

Bazı şeyler vardır ki, kavranması ve târifi fevkalâde güç­tür, ama herkes bunu tanıdığını, bilindiğini sanır. Bunlardan bîr tanesi, belki de en mühimi, ilimdir, ilim denildiğinde, ek­seriyetle, birtakım tesbitlerin, birtakım neticelerin alınarak bun­lar arasında bir âlâka kurulması akla gelmektedir. Bu yüzden de şimdiye kadar ilmin ne olup olmadığı bir türlü anlaşılama­mıştır. İlim, gerçekte kâinat nizamının ve sanatının anlaşılma­sıdır. Bilhassa onun Sanatkârı ve Yaratıcısı ile bir münasebet kurulmasıdır. îlim, insanın veya birtakım insanların dimağları­nın mahsulü değildir. îlim, yaratılmış bir varlıktır. Eğer ilim yaratılmış bir mahlûk olmasaydı, ne atomun çekirdeğindeki matematiği bilebilir, ne de galaksilerdeki en ince hesapları ta­nıyabilirdik. Çünkü bunlar beynin mahsulü değil, beynin ken­disinden daha önceden beri mevcut olan hâdiselerdir. Biz her­hangi bir ilmi, belli bir sistematikten ilhamla kazanıyoruz. Yani bir geometrik diziden gidiyoruz, bir fizik diziden gidiyoruz. Fi­zik, matematik geometri ise kâinat sanatının iskeletidir, bun­lar bizim icad ettiğimiz şeyler değildir. îlim. Büyük Yaratıcı­nın, kâinat sanatını, bilhassa insana tanıtmak için yarattığı bir sistemdir. însan, ilmin muhfazası gibidir. Çünkü Yaratıcı kendi güzelliğini tanıtmak için insanı yaratmıştır. însan, ken­di bestesinin olduğu kadar îlâhi Bestenin de bir dinleyicisidir.

Kâinata bakarken bir noktayı göz önünde tutmamız lâzım gelir: Biz kâinatı beş duyumuzla tanıyabiliriz. Kâinatta binler­ce ışık vardır. Gözümüz bunlardan yalnızca yedi tanesini alır. On binlerce ses titreşimi vardır. Kulağımız bunlardan pek mah­dut sayıdaki titreşimi alabilir. Kâinatta milyar santigrada ka­dar sıcaklık vardır. Dokunma hissimizle bunların içinden yal­nızca 15-20 derecelik bir farkı sezebiliriz. Demek ki, bizim duy­gularımız kâinatın büyük yapısını, muhit sanat ve ilmini idrâk edecek kabiliyette değildir. O halde biz ilme nasıl kavuştuk? Atomu mu gördük? Galaksileri mi gezdik? Gama ışınını, fermiyonları gözün mahdut yedi ışığı görme kapasitesiyle gördük de mi bulduk? Hayır. Zihinlerimizde doğan, gönlümüzde yükselen bir arzuyla kazandık. Bu arzu bize, «Bu böyledir» diye seslen­di. İlmi bulduk. İçimizden bir spiker, bize, en küçüğün de küçü­ğü olacak, diye fısıldadı. Atomu tanıdık. İlmin çıkış noktasını iyice tespit edebilmeliyiz ki, ilmin Büyük Yaratıcı tarafından verildiğine gerçekten inanabilelim. Eğer biz beş duyumuzla kal­saydık ve bu beş duyunun idrâkiyle kâinatı değerlendirseydik, insan dışındaki diğer valıklardan faiklı bir muhâkeme sahibi olacak değildik. Ne aklın, ne İlmin, ne de medeniyetin herhan­gi bir merhalesine, bugünkü devresi şöyle dursun, taş devrine dahi gelemezdik. Yine baş duyumuzla kalsaydık, önce teknolo­jiyi bulup, sonra onun matamatiğine varmamız gerekecekti. Halbuki insan önce fizik ve matematiği, sonra teknolojiyi bul­muştur. Beş duyuyla izah edilemeyecek olan atomdaki formül­leri .atomu keşfetmeden öğrenmiştir. Adetâ, atom fiziğine ulaş­tığı zaman elindeki belli formülleri kullanır hale gelmiştir. Eğer fizik ve matematik tarihini incelersek bu ilgi çekici noktayı da tesbit etmiş oluruz. Aslında ilim, Cenâb-ı Hakkın insana ver­diği ve «Beni bul, Benim sanatımı gör» dediği bir cevherdir, işte biz ilme böyle inanıyoruz. Kitabımızda, bu görüşümüzün ışığı altında ,en katıksız modern ilimlerin matematiğine, fiziği­ne, kimyasına ve biyolojisine bağlı olarak evvelâ Atomu ve parçacıklarını (zerreler ve zerrecikler) tanıyacak sonra hücre­leri gezecek, dokunun yapısını inceleyecğiz. Daha sonra da âlem­lerin Yaratıcısı Yüce Allah’ın hârika bir sanatı olan insanın diğer inceliklerini temâşa edeceğiz. Bunları yaparken de şüphesiz ölü bir bilgi yığınının değil, gerçek bir ilmin ışığı al­tında yürüyeceğiz.

Burada takip edeceğimiz yola gelince, hiç şüphesiz ilmin kabul etiği metodar olacaktır.

İNSAN’IN MAHİYETİ, HAKİKATİ VE MUHTEVASININ AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMASI İÇİN TAKİP EDİLECEK İLMİ METODLAR NELER OLMALI VE NASIL UYGULANMALIDIR?

Yapılan müşahadelere göre insan Mahlûkat içinde bir ferd olarak, haiz olduğu genel hususiyetleri (kütle, hacim, terkip, yapı) ile kendine has özel hususiyetleri (şekil, renk, biçim, hal ve ha­rekâtı ve davranış) itibariyle varlıklar içerisinde en dikkat çeke­ni olmaktadır.

Derinliğine incelendiğinde insanın kütle hacim ve terkibin­deki, Atom adı verilen yapı taşlarıyla cansız varlıklarla (ikinci derecede) ortak yanları; inşaa ve temel hayatî fonksiyonları iti­bariyle canlı varlıklarla (birinci derecede) ortak yanları olduğu nihayet şekil, biçim, hal, ve hareket ve davranış itibariyle de, canlı varlıklar içinde hayvanlarla bir çok ortak yanları olduğu görülür.

Nitekim insanın hayvanlarla olan benzerliğini incelemiş bulunan ilim adamları yapmış oldukları sınıflandırmalarda, in­sanı hayvanlar âleminin omurgalılar sınıfından, omurgalıların memeliler alt sınıfından memelilerin en üstün tak’mı olan Primat­lar takımından,bu takımında Homo (insana benzeyenler) familya­sından ve nihayet bu familyanın HOMOSAPlENS cinsi olduğu­nu kabul etmişlerdir. Üreme sistemindeki farklılık dışında Er­kek ve dişi olarak aynı cinsi özellikte bulunan insan ilk ba­kışta bir bütüne ait parçalar şeklinde görünmektedir ki Mahi­yet, Hakikat ve muhteva itibariyle üç bölümde ele alacağımız söz konusu bu bütün yapının mahiyet bölümünde fiziki yapı ve özelliklerin, Hakikat bölümünde kimyevi ve Biyolojik yapı ve özelliklerin. Muhteva bölümünde de kısmen Fizyolojik özellik­ler ile psikolojik ve Sosyolojik özelliklerin belirtilmesine çalışı­lacaktır.

Esasen insan denen güçlü etkinlikler kaynağına içten ya da dıştan bakabiliriz, içten bakınca, tek gözlemci olarak kendimizi, dü­şüncelerimizi, isteklerimizi, sevinçlerimizi ve acılarımızı bulu­ruz. Dıştan bakmca ise bedenimiz; kendimizinki olduğu kadar benzerlerimizin bedenleri de karşımıza çıkar. Demek oluyor ki, insanoğlunun büsbütün ayrı olan iki görünüşü vardır. Bundan dolayı iki bölüm halinde, yani ruh ve beden olarak ele alınır. Fakat, ne ruh bedensiz, ne de beden ruhsuz gözlenir. Bedeni­mizden içyüzümüzü görürüz, içimizin normal işleyişinin anla­şılmaz rahatlığını hissederiz. Ne var ki, tüm bu organların hiç­birinin şuuru içinde olamayız. Baden, bizden büsbütün sakli bulunan mekanizmaların emrindedir. Ancak anatomi ve fizyo­loji tekniklerini bilenlerin gözleri önüne serilmektedir bu me­kanizmalar Böylece, sadeliğin örtüsü kalkınca şaşırtıcı bir kar­maşıklık ortaya çıkar. Ve beden, hiçbir zaman, hem dış ve herkesçe bilinen, hem de iç ve özel görünüşünü birden gözlememize imkân vermez. Beyin ve sinir etkinliklerinin içinden çı­kılmaz lâbirentine eğilsek bile şuura asla rastliayamayız. Ruh ve beden bizim gözlem yöntemlerimizin ürünüdür. Bölünmez bir bütünden budanmış şeylerdir.

Bu bütün, Hem hücre, hem doku, hem organik sıvılar, hem de şuurdan ibarettir. O aynı zamanda uzay ve zaman içinde yayılır. Ayrı cinsten öğelerden meydana gelen bütünlüğüyle uzayin üç boyutunu ve zamanı doldurur. Ne var ki, bu döıt bo­yut, onu kapsamağa yetmez. Çünkü şuur hem beyin maddesinin içinde, hem de fizik boyutların dışındadır. Bu sebeple insan varlığı; bütünüyle kavrıyamıyacağımız kadar karmaşıktır. Onu ancak gözlem yöntemlerimizle parçalara ayırdıktan sonra in­celeyebiliriz. Kısaca insanı bir beden dayanağı ile türlü etkin­liklerinden meydana gelmiş bir varlık olarak tasvir etmek me­todolojik bir gerektir.

Ancak insanın sahip olduğu değişik yapı ve görünüşlerin, hal ve hareketlerin duygu organlarınca farklı şe­killerde algılanması; bu arada insanla ilgili doğru ve yeterli bilgilerin olmaması ve duygu organlarının ve akil denen şuurun daha ön­ce ortaya konulmuş yanlış bilgilerle şartlanmış olması ve ayrı­ca asırlardan beri insanla ilgili olarak biriken kavram ve bil­gilerin muğlak olması ve nihayet insanı tanıma ve tanıtma saf­hasında kullanılan metodun yanlış seçilmesi gibi sebepler insa­nın mahiyet, hakikat ve muhtevasının açıklığa kavuşmasını zor­laştıran meseleler olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar kullanilan metodların ilmiliği fazlaca tartişılmaz ise de, metodların yerli yerinde kullanılmaması meselesi oldukça önem arz etmektedir. Zira Metodun yanlış kullanılmasından eksik ve anlaşılmaz sonuçlar ortaya çıkmakta neticede hakikatlerin tes­piti veya açıklanması mümkün olamamaktadır.

Dolayisiyle insanın karmaşık bir sistem olarak, mahiyet, ha­kikat ve muhtevasının ortaya konulmasında; onun bir bütün olarak parçalarına doğru (Dedüksiyon metodu) incelenmesi ye­terli olmadığından, algı dairesi içerisine giren varlıklarla olan ilişkilerinin de (pratik ve tecrübelerle birlikte aklında gelişmesi dolayisiyle) gözönüne alınarak; bir bütünün parçası olarak; özelden genele doğru (Endüksiyon metodu) incelenmesi (Bir ci­hette müstakil bir sistem, bir cihette bütün varlık âlemiyle kontakt içerisinde merkezi bir sistem olarak ele alınması) gerek­mektedir ki genelde bu iki metodla da her şeyin açıklanması ve çözümü mümkün olmadığından, Bazen temsil metodunun (Ana­loji metodu) ve Bazen de asrımızda en çok rağbet edilen Matematiki ispat metodunun özellikle her saha da olduğu gibi; bu tür özel ve grift konuların açıklanmasında da yerine göre devreye sokul­ması gerekebilir.

Yukarıda kısaca belirtilen ilmi Mantıki metodlar; teker te­ker gözden geçirilmeden esas konuya girmenin, bazı zorlama­lara ve eksik tanımlara sebep olacağı düşüncesiyle, giriş bölü­müne ait dip notlarda metodla ilgili açıklamalara ve ayrıca konunun esası ile ilgili diğer meselelere (Sistem ve kavram meseleleri) yer verilmiş bulunmaktadır.(6)

(1) Duyu organlarımıza etki eden herşeye «varlık» diyoruz. Kum, su, güneş birer varlıktır. Çünkü bunları görüyoruz. Ses bir varlıktır. Çünkü işitiyoruz. Hava bir varlıktır. Çünkü elimizi açıp yelpaze gibi sallayınca Hava’nın elimize çarptığını hissediyoruz. Bunun gibi sıcaklıkta, soğuklukta birer varlıktır. Deri­mizle bunları duyuyoruz. Elektrik akımı, ısı (hararet), mağnetik akım gibi enerji türlerinin de varlık olduklarına inanıyoruz. Zira, elektrik akımının ve mağnetik akımın; ısı vb. kimyasal reaksiyonlar meydana getirdiğini, ısı artınca sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın çekici bir kuv­vetle kendine yaklaştırdığını, hissediyor, görüyoruz. Ayrıca canlı bir varlık ölünce, sağken var olan bir şeyin (can) eksildiğini, insan ile hayvan mukayese edilince ’insanm hiç bir hayvanda olmıyan bir ruhi etkinliğe sahip olduğu­nu anlıyoruz. Ki bunlar görülmezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duyu organımızla hissediyor anlıyoruz.

Varlıklar arasında meydana gelen münasebetler ve varlıklardaki değişik­liklere vakıa «olay» denilir.

Varlıklar genel olarak iki sınıfta mütalâa edilir.

  1. Maddi varlıklar; Katı, Sıvı, Gaz halinde bulunan; Ağırlığı (Kitlesi) ve hacmi olan varlıklardır. Bu varlıklar, Safelementler, Bileşik maddeler ve ci­simler olmak üzere üç gruba ayrılır.

Saf elementler; Mineraller (Maden cevherleri) ile taş, toprak, hava, su v.b. bileşik maddeleri oluşturan Azot, Karbon, Hidrojen, Oksijen, Gümüş, altın, de­mir, bakır gibi maddelerdir.

Yapı maddesi; bileşik maddelerden oluşan, katı, sıvı, gaz haline geçebilen normal sıcaklıkta asıl halde bulunan cisim adı verilen maddeler de basit ve bi­leşik cisimler olmak üzere iki grupta toplanırlar.

Basit cisimler; kendilerini meydana getiren parçalarının bütün özelliklerini taşırlar; parçalandıklarında da bu parçaları aynı özellikleri taşır. Makro ve Mikro olmak üzere iki şekilde ifade edilirler. Makro basit cisimler; Yıldızlar (dışa devamlı ışık, ısı, v.b. şekillerde enerji verirler.) ve Gezegenlerdir. (Dün­yamız gibi sönmüş durumda sadece ışığı yansıtmaktadırlar.) Mikro basit ci­simler ise Maddenin en küçük parçalan olan, zerre (atom), zerrecikleri (atom parçacıkları) dır. Basit cisimlerin şekilleri yuvarlaktır.

Bileşik cisimler; Saf elementlerin ve moleküllerin karışımlarından meydana gelmiş maddelerdir. Madenler, bitkiler ve hayvanlar bileşik cisimler grubuna gi­rer. Bunlann parçaları bütünün özelliklerini göstermez. Bu cisimlerin şekil ve tabiatları birbirinden farklıdır. Herzaman kullanmakta olduğumuz ham ve iş­lenmiş haldeki kömür, demir, bakır, cam, tahta, çivi, kapı, elbise, ev, arrba, v.b. cansız maddeler ile her nevi bitki, ağaç, at, kedi, köpek, ve insan gibi canlı maddeler bileşik cisimlerdir.

2.Maddi olmayan varlıklar : Ağırlığı (kitlesi) ve hacmi olmayan fakat du­yu qorganlarımızla direkt veya indirekt (ilmi ve mantıki olarak) algılanan var­lıklardır. Foton, Enerji, özel enerji ve Ruh olmak’üzere dört grupta mütalâa edilir.

Foton (Enerji partikülleri) : Fizik kanunlarına tâbi, madde dışında ve mad­deden ayrı olarak varlık gösteren; maddi varlıklar olup olmadığı son yıllarda tartışılan elektromanyetik dalgalar mahiyetinde değişik frekanslarda tezahür eden (ses, ışık, ısı, koku, rüzgar v.b.) kütlesiz zerreciklerdir.

Enerji : Fizik kânunlara tâbi, madde içinde, maddeyi bizzat etkileyen şuur­suz kuvvetir (Nükleer kuvvet, elektromanyetik, itme ve çekme kuvvetleri) Bi­lindiği üzere duran bir cismi harekete geçiren, hareket eden bir cismi durdu­ran veya hareketini değiştiren sebeplere «kuvvet» denilir.

Özenerji: son yillarda aksalatör adi verilen gorunmez parcaciklari tespit eden özel cihazlarla varligi kesfedilen, takyon adi verilen kùtlesiz anerji birimleridir.

Ruh : En küçük canlı mikro organizmalardan insana kadar, canlılığın her kademesinde varlığı tezahür eden kuvvetlerdir. Canlılığın nevii ve sevi­yesi; haiz olunan Ruhun şiddet ve yoğunluğunun (Frekans) bir neticesidir ki Frekansları itibariyle Ruhlar’da üç sınıfta mütâla edilmektedir.

  1. Sınıfı; Nebâti Ruhlar (Can) teşkil eder. Genelde Merkezi Sinir Siste­minden yoksun (Tek hücreli Hayvanlar ve Bitkiler) canlı varlıklarda görülen; canlı vücudun dağılmasını önleyen, bir çok fizyolojik özelliklerin tezahür etme­sine sebep olan şuurlu kuvvetlerdir.
  2. Sınıfı; Hayvâni Ruhlar (Perisperi) teşkil eder. Genellikle Merkezi Sinir Sistemine haiz hayvanlarda görülen; canlı vücudun hareket etmesini, hertürlü reflex ve davranışlarda bulunmasını sağlayan şuurlu kuvvetlerdir.
  3. Sınıfı; insani Ruhlar (Ene) teşkil eder. Ki bu kuvvet ve kudret kayna­ğının diğer iki sınıf Ruha hükmetme kâbiliyeti vardır. İnsanlardaki temel şah­siyet unsuru (Benlik) bu kuvvetle beslenir. Ki irâde. Muhakeme, Karar ve Emir Verme özellikleride yine sadece bu Ruhta bulunur.

Hayvanlar’da; 1 ve 2. sınıf ruh; birlikte mevcutken, insanlar her üç sınıf ruhu birlikte ihtiva eder.

İlmî olarak Ruh’la ilgili; bugüne kadar pek az bilgi ortaya konulmuş bu­lunmaktadır.

(Kitabın son bölümünde Ruh kavramıyla ilgili geniş bilgi verilmektedir.)

  • Tabiattaki varlıklar ve vakalarla ilgili gerçek ve düzenli bilgilere Fen Bilgisi adı verilir. Bu bilgilerin sayı, işaret ve sembollerle ifade edilmesi Matematik adı verdiğimiz ilim dalını meydana getirmiştir.

Fen bilgisi; Fizik, Kimya ve Biyoloji olmak üzere üç bölümden ibarettir.

Fizik : Madde, enerji ile madde ve enerji arasındaki ilişkileri inceler.

Kimya : Maddenin yapısını, terkibini ve maddede vukubulan değişiklikleri inceler.

Biyoloji : Canlı varlıkların yapılarını ve fonksiyonlarını inceler.

Mekanik : Cisimlerin hareket özelliklerini inceler.

Botanik : Bitkilerin yapı ve fonksiyonlarını inceler.

Zooloji : Hayvanların yapı ve fonksiyonlarını inceler.

Organik Kimya : Madenler, mineraller, toprak, kaya v.b. cansız varlıkların molekül yapılarını inceler.

İnorganik Kimya : Bitki, Hayvan, bakteri, mantar v.s. canlı varlıkların mo­lekül yapılarını inceler.

  • Adı geçen ilim dalları sırasıyla;

Embriyoloji : Döllenmiş yumurtadan itibaren canlıların tam oluşumuna kadar geçen safhaları inceleyen ilim dalı.

Histoloji : Dokuların yapısını inceleyen ilim dalı.

Anatomi : Canlıların doku ve organlar itibariyle iç yapılarını inceleyen ilim dalı.

Morfoloji : Canlıların şekilleri, biçimleri ve genel yapılarını inceleyen ilim dalı.

Fizyonomi : İnsanın çehresi ve yüz ifadesini inceleyen ilim dalı.

Fizyoloji : Canlıların İç ve dıs yapı organlarının görev ve fonksiyonlarının nasıl olduğunu inceleyen ilim dalı.

Psikoloji : İnsan ve hayvan başta olmak üzere canlı organizmaların dav­ranışlarını inceleyen ilim dalı.

Sosyoloji : İnsanların topluluk halinde ve ferd olarak birbirleriyle olan ilişkileri inceleyen ilim dalı.

  • Kavram; bir obje «şey»nin zihindeki tasarımıdır. Buna fikir de denir. Man- tiK dilinde Kavrama «terim» adı verilir. Kavramlar anlamlarının hudutları (Mahiyet ve muhteva) ne kadar iyi belirlenirse o derece iyi anlaşılır.

Kavram nasıl bir objeyi ifade ediyorsa terim de kavramı ifade eder. Hayal edilen şeyler kavram olamaz. Kavramlar geneldir, hayal ise özel olup belli bir objenin, belli bir ânının tasarımıdır. Hayal gerçeği ile var olmayan fakat herhangi bir şekilde var sayılan «şey»dir. Hayâle müteallik hükümlere «vehim» adı verilir.

Meselâ: Bir at hayali bir atm rengi ve duruşu ile belli bir biçimde insan zihninde At olarak canlandırılmasından ibarettir. Oysa At kavramı ise genel olup, içerisine bütün Atlar girmektedir. Tekil kavramların ifadesinde de aynı durum söz konusudur.

Meselâ; Ankara şehrini hayal etmek, kişiye göre Ankara şehrinin belli bir açıdan belli bir ânının görülür gibi tasarlanmasıdır. Habluki Ankara kavramı, belli görüş açısından ve belli ândan arınmış genel bir durumu ifade eder.

Öte yandan kavramlar değişik anlam şekillerinde (mana-ı zahiri, mâna-ı bâtini, mana-ı remzi, mâna-i mecazi, mâna-ı mefhumi, mâna-ı ismi, mânâ-ı harfi) ifade edilmektedir ki en çok kullanılan mâna şekli; mâna-ı harfi ve mâna-ı ismi adı verdiğimiz şekildir.

Mâna-i ismi : Bir şeyin genel özellikleri ile tanınması halidir.

Mâna-i harfi : Bir şeyin genel özelliklerinden ziyade, ona vücud veren se­bepler ve hikmetler gözönüne alınarak tanınması hâlidir.


Misâl : Bir ağacın bize sağladığı faydalarına (görünüş, verdiği meyveler, gölgesi v.b.) bakıp tanıma hali mâna-i ismi, onun canlılık ve yaradılış özellik­leri gözönüne alınarak (nasıl oluştuğu, hakiki vazifesinin ne olduğu) tanınması hâli ise mâna-i harfi’dir.

Kavram unsurları :

Bir kavramın zihinde oluşabilmesi için dört unsura ihtiyaç vardır.

  1. — Sey (Obje)
  2. — Duyular (Algı organları)
  3. — Dimağ (Akıl, muhakeme gücü)
  4. — Eski Bilgi (Öncü bilgi – ilk kavram)

Şey : En geniş anlamıyla hükmün üzerine taallûk ettiği olaydır, varlıktır, -eşyadır, vakıa’dır. Sey, kendi üzerinde ve derininde bulundurduğu özellikleri ile tanımlanabilmektedir.

Duyular : Beş duyu olarak tanımlanan görme, işitme, dokunma, tatma vo koku alma olarak belirlenmiş fitri (yaratılıştan gelen) özelliklerdir.

Dimağ : Öğrenme, öğrendiklerini muhakeme etme özelliğidir. Ki insanı diğer varlıklardan ayıran başlıca vasıftır.

Eski Bilgi : O da bir bilgidir. Fakat hakkında hüküm verilecek olayla ilgili o olayla karşılaşmadan edinilmiş bir bilgidir. Bundan dolayı buna eski bilgi denilir.

Kavram, bu dört unsur bir araya gelmeden oluşmaz, olamaz. Sey’le birlikte duyular ve aklın zarureti kadar, eski bilgi’de kavramların oluşmasında zaruri­dir. Zira hükümler bu bilgi ile objenin karşı karşıya getirilmesi ile ortaya çık­maktadır.

Gerek eski, gerekse yeni bilgilerin (oluşacak kavramlar) edinilmesinde şu üç yoldan biri veya birkaçına ihtiyaç vardır.

  1. Şey’in bizzat zaafının idraki, algılanması yolu
  2. Sey’in eserinin (izinin) idraki, algılanması yolu
  3. Doğru haber edinme yolu

İnsanlığın bugüne kadar elinde bulunan bilgilerin hepsi bu üç yoldan elde edinme bilgileridir.

Bilgilerimizin bir kısmını, hakkında bilgimiz bulunan şeyin zâtını – kendi­sini – algılamak suretiyle, o şey’e müteallik eski bilgilerimizin yardımı ile hük­me varmış, olarak doğru veya yanlış, eksik veya tamam bir fikir sahibi bu­lunarak edinmişizdir. Örneğin beş duyumuzdan biri veya birkaçı vasıtası ile algıladığımız önümüzde duran insan, ağaç, deniz, dağ, yıldızlar v.s. gibi…

Diğer bir kısım bilgilerimizi ise, bilgimizin üzerine teallûk ettiği şayi bizzat algılamak yolu ile değil, ondan bir şeyi onun eserini algılamak sureti ile edin­mişizdir. Örneğin bir uçağın kendisini göremediğimiz halde ondan bir şey olan onun kendisi olmayıp onun izi olan sesini duymak suretiyle eski bilgilerimizin da yardımıyla «bu uçaktır», «uçak olmab» diyebiliyoruz. Tavşan veya bir başka hayvanın kendisini görmediğimiz halde onun bir eseri olan topraktaki izlerden «buradan bir tavşan geçmiş» diyebiliyor ve hüküm verebiliyoruz. Nitekim em­salsiz bir düzen ile karşılaştığımız kâinatı yaratanı görmediğimiz halde bu denli mükemmel bir düzenin sahibi, yaratıcısı, yapıcısı olmalı diyor, kıyas yolu ile kendisi (varlığı) hakkında fikir sahibi oluyoruz.

Bir ksım bilgilerimiz de vardır ki bunlar doğru «sadık haber» yoluyla edini­len bilgilerdir. Sadık habercilerin başında yer alan Peygamberlerden öğrendik­lerimiz ve kademe kademe günlük hayatımızda edinilen birçok bilgimiz, habe­rinin doğruluğu kanaatini taşıdığımız kişi veya kaynaklardan sağlanan bilgi­lerdir. Yerine göre bir gazete, dergi, televizyon ki bunlar haber alma vasıta­larıdır. Bunlar sözünün doğruluğu, kişiliğinin güvenirliğine inandığımız mües­seseler, insanlar ve yazılı kaynaklardır.

Kavram Mahiyeti ve Hakikati :

Bir kavramın zihindeki bireylerinin dikkate alınarak ifade edilmesi ile kav­ram mahiyeti ortaya konulur. Kavram mahiyeti kısaca, bir şeyin ne olduğu­nun (aslı, esasının ortaya konulması) belirtilmesidir. Ki bu belirtmeye Mantık dilinde «Tanım» adı da verilir.

Eğer Tanımda, zihin dışındaki bireyler dikkate alınırsa (Müsahadeye ve ilmi mantiki metodlara dayalı olarak) bu tarz tanıma, «Gerçek Tanım» Haki­kat denilir. Eyleme dayalı kavramlar (Ameli kavramlar) bu tür tanımlama içi­ne girmektedir.

Her kavram mahiyeti itibariyle tanıtılabilir, fakat her kavram hakikati iti­bariyle tanıtılamaz.

Tanımın Şartlan :

  1. Tanım tam olmalıdır, tanımı yapılan bütün bireyler tanımın içine girmelidir.
  2. Bir şey kendisinden açık olmayan başka bir şeyle tanımlanmamalıdır.3
  3. Tanımda kısır döngü (devr-i bâtıl) bulunmamalıdır. Birşey kendisine bağlı bir şeyle tanımlanmamalıdır.
  4. Bazı şeylerin tanımlanmaları müşahadeye, deney ve tecrübeye dayansa bile tanımlayana göre olmaktadır (Renk, ses v.b. ile aşk, kin, nefret v.b.)

Kavram Muhtevası :

Bir şeyin ayrıntılarını ifade eder. (O şeye has özellikler fonksiyonlar v.b.) Kavramların mahiyet ve diğer özelliklerinin belirtilmesi. Mantık dilinde tanım olarak ifade edilirken, muhtevalarının belirtilmeleri de yine Mantık dilinde ayrım olarak ifade edilir.

Misâl: İnsan kavramına ait Marfolojik Anatomik, Pizyonomik yapı ve hu­susiyetler (Uzuvlar, sistemler, hareketlilik, duyarlılık v.b.) ile tanım yâni ma­hiyet ve Hakikat; Psikolojik ve Sosyolojik yapı ve özelliklerle de «insana has bütün ruhi etkinlikler» muhteva belirtilmektedir.

Bir kavramın tanımı ve ayrımı aynı zihni işlemi gerektirir. Her ikisi de kavramın belirtilmesi ile ilgilidir. Ve ters orantılı olarak birbirini tamamlarlar.

Misâl : İnsan, at, ağaç gibi kavramları; mahiyetleri ve hakikatleri itiba­riyle ortaya konulabilir. Zira zihinde bu terimlere anlam kazandıran tasarım­ların yanında zihin dışında müşahade edilebilen bireyleri vardır. Fakat masal­larda varlıkları anlatan kavramlar mahiyet itibariyle tanıtılabilinir ise de bun­ların zihin dışında karşılığı olan bireyleri olmadığından (hakikat olarak ifade edilebilmesi mümkün olmadığından) muhtevalarının da ortaya konulması müm­kün değildir. Zira tanım tam olarak yapılmadan muhteva belirtilememektedir.

Kavram Çeşitleri :

  1. Tümel, Tekil ve Tikel Kavramlar :

Eğer kavram, bir sınıfın bütün unsurlarını ifade ediyorsa, buna Tümel Kavram denir. Tümel kavramlar, sistematik yapı özelliğine haiz kavramlardır. Biı kavram bir sınıfın bir tek ferdini temsil ediyorsa. Tekil Kavramdır.

Misal: Şehir, ağaç hayvan, insan. Renk, Geniş v.b. kavramlar Tümel Kav­ram: Ankara, ip, şapka, kalem Ali, At, Siyah v.b. isim, fiil ve sıfatlardan oluş­muş kavramlar ise Tekil Kavramlardır.

Tikel Kavramlar ise bir sınıfın bir kısmına delâlet eder.

Misâl : Bazı şehirler. Bazı insanlar.

  • Müşahhas (Somut) ve Mücerret (Soyut) Kavramlar :

Eğer kavramlar belli bir nesneye veya belli bir varlığa delâlet ediyorsa Mü­şahhas Kavramdır.

Misâl : İnsan, beyaz, arslan, kaya, ev, araba, uzun, yeşil v.b. kavramlar. Eğer kavram, bir oluş tarzı ifade ediyorsa Mücerret Kavramdır.

Misâl : İnsanlık, beyazlık, ahlâk, v.b. kavramlar.

e) Pozitif (Olumlu) ve Negatif (Olumsuz) Kavramlar :

Örnek : «İnsan» kavramı pozitif, «insan olmayan» negatif kavramdır.

Bu kavram çifti varlığın bütününü ifade etmektedir.

(İnsan + insan olmayan = Bütün Varlık)

  • Kollektif ve Distribüter Kavramlar :

Bireyler grubunun ifade edip te; grupta gerçekleşen kavramlara kollektif kavramlar denir.

Örnek : Meclis, ordu, sendika, cemaat, tarikat v.b. gibi.

Bireyler grubunu ifade eden, ancak bireyde gerçekleşen kavramlara da Dist- rübütif denilmektedir.

Örnek : İnsan, asker, işçi, ferd, mürid v.b.

  • Amelî ve Gayriameli Kavramlar :

Deneye dayalı olarak oluşan kavramlara Ameli kavramlar veya Eyleme Da­yalı Kavramlar denir.

Eyleme dayanan bir kavram, onu elde etmek için yapılan işin, eylemin ya da bir sıra eylemin karşılığıdır. (Bu eylemler gözlem, deney, ölçmedir). Gerçek­te, her olumlu bilgi belli bir tekniğin uygulanmasına bağlıdır.

Misâl : Herhangi bir şeyin bir metre olduğunu söylediğimiz zaman, bu de­mektir ki, o şey, Paris’te uluslararası ağırlık ve ölçüler dairesinde saklanan, metre ayarının eşit uzunlukta bir ağaç çubuk kadardır. Açıkça görülüyor ki, aslında müşaha ettiklerimizden başka bir şey bilmiyoruz. Yukarıdaki örnekte, uzunluk kavramı o uzunluğun ölçüsüyle eş anlamlıdır.

Diğer taraftan deney alanının dışında kalan kavramlara da Gayri Ameli Kavramlar denilmektedir. Ki bu kavramlar anlamsızım (Önümüze çıkan bir sorunun »karşılığına ulaşmamızı sağlayan işlemleri bulmak imkânı yoksa o so­runun hiçbir anlamı yok demektir.)

Misâl : Herhangi bir kavramın belirginliği, onu elde etmeğe yarayan iş­lemlerin belirgin oluşuna bağlıdır. Eğer insanı, madde ile şuurdan meydana
gelen bir varlık olarak tanımlarsak gayri amelî bir kavrama göre açıklama yapmış oluruz… Çünkü şimdiye kadar madde ile şuur arasındaki ilişkiler, de­ney alanına getirilmemiştir.

Oysa, insanı fiziki – kimyevi; Biyolojik fizyolojik ve ruhi etkinlikler gös­teren bölünmez bir bütün olarak ele alırsak ve onun hakkında eyleme dayanan bir tanımlamaya varabiliriz. Zira fizikte olduğu gibi biyoloji ve psikolojide de ilmin dayandığı ve her zaman doğruluğunu koruyabilecek olan kavramlar, ya­pılan bazı gözlem yollarına bağlıdır. Örneğin; bugün, beyin kabuğunun piramit- vâri yapısı, ağaçlaşmış eklentili, düz ve parlak uzantılı hücreleri konusunda, sahip olduğumuz kavram, Raymon Cajal’m tekniklerinin sonucudur. Eyleme dayanan bir kavramdır bu. İlmi yolların gelecekteki gelişmesiyle değişebilir ancak. Fakat beyin hücrelerinin zihni faaliyetin merkezi olduğunu söylemek değersiz bir sözdür; Çünki beyin hücrelerinin içinde bir zihni faaliyetin oldu­ğunu gözlemek imkânsızdır.

Eyleme dayanan kavramların uygulanışı sağlam temele dayanmamızı sağlar.

Biliyoruz ki; insanla ilgili eyleme dayanan kavramlar içinde bir kısmı doğ­rudan insana aittir, diğer bir kısmı bütün canlı varlıkları ilgilendirir, en son bölümü ise kimya, fizik ve mekanik alanına girer. Canlı maddenin oluşmasın­da ne kadar değ.şık kademe varsa, o kadar da çeşitli kavram sistemi vardır. Ağaçlarda ve bulutlarda olduğu gibi insan hücrelerinde de bulunan elektronik, atom ve molekül kuruluşları seviyesinde uzay, zaman, enerji güç, kitle, büyük­lük zinciri ile ilgili kavramları uygulamak gerekir. Geçişmeli gerilime, elektrik gücüne, iyona, kılcallığa, geçirim.iliğe, yayılmaya kadar bir çok kavram kul­lanılabilir. Moleküllerden daha iri madde kümeleri düzeyinde ise binde bir ile onda üç mikronluk parçalara, dağılıma, emmeye, sıvılarda yumak yumak çö­kelmeye ilişkin kavramlar ortaya çıkar. Moleküller ve bileşimleri hücreleri mey­dana getirdiği, hücreler de organ ve organizmalar haline geldiği zaman; daha önceki kavramlara kromozom, gen, uyum, refleks, içgüdü gibi kavramları ek­lemek gerekir. Bunlar doğrudan doğruya fizyolojik kavramlardır. Fiziki – kim­yevi kavramlarla birilkte bulunurlar, fakat onların yerine konamazlar. Orga­nizma teşkiilnin en yüksek kademesinde moleküllerin, hücrelerin ve dokuların ötesinde organlardan sistemlerden ve şuurdan meydana gelen bir bütün vardır ki burada Fiziki – Kimyevi ve fizyolojik kavramlar yeters.z hale gelir. Onlara, insana has psikolojik kavramları da eklemek gerekir. Zekâ, ahlak duygusu, toplumsal duyu gibi… Meselâ; termodinamik ve uyum kanunlarının yerine, en büyük yaran, ya da verimi en az çaba ile elde etmenin, bağımsızlığı ve eşitliği aramanın v.b. ilkelerini getirmek mecburiyeti vardır.

  • Sistem : Bir bütünü meydana getiren unsurlar topluluğu veya belli bir gayeyi gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş parçalar topluluğudur.

Sinir sistemi, Güneş sistemi, Atom sistemi, Kas sistemi. Hücre sistemi v.b. küçükten büyüğe canlı cansız her organize varlıkta ve tümel kavramlarn ta­biatında görülen terkip, tanzim ve yapı esaslarıdır. Bir diğer ifade ile belli bir takım sonuçlar elde etmek üzere, bir araya gelmiş unsurlar topluluğudur.

Sistem unsurları iki grupta incelenir.

A — Sistemin Mahiyeti ve Hakikati İle İlgili Unsurlar (Plan Cephesi) :

  1. Gaye: Her sistemli şeyin bir gayesi vardır. Gaye; belli bir hedefe ulaş­mak için yapılan teşebbüs, niyettir. Gayesiz bir sistem düşünülemez. Nitekim sistemli varlık olarak Güneşin gayesi, etrafına ışık saçmak olarak belirtilebilir.

Aynı şekilde varlık ve vakalarla ilgili doğru bilgilerin sınıflandırılarak ter­tip ve tanzim edilmesinden (doğru bilgilerin sistematize edilmesi) ibaret, ilim kavramının gayesi de bir cihetiyle kainattaki varlıkları (insan dahil) ve vaka­ları (tabiat olayları) tespit ve tanıtmak suretiyle bunlardan istifade yollarını ortaya koymak, diğer cihetiyle de insanla ilgili (fert ve toplum olarak) vakaları sınıflandırıp tanzim ve tertiplemek (sistematize etmek) sureti ile bunlardan faydalı derslerin alınmasını sağlamak olarak belirtilebilir.

Şüphesiz ilmin ana dallarının da (matematik, fen ve sosyal ilimler) kendi­lerine has sistemleri olup buna göre belli gayeleri bulunmaktadır.

  • Tarifler: Sistemli şeylerle ilgili kavramların kendine has tarifleri var­dır.

Sistemin mahiyeti ve hakikati bu tariflerle ortaya konulur.

İki çeşit tarif yapılmaktadır.

2/a) Her millete göre farklı dillerde fakat aynı mânâyı ifade etmek üze­re yapılan tarifler.

Misâl: Güneş, Türkçe’den başka dillerde, aynı lügat mânâsını ifade etmek üzere değişik kelimelerle belirtilir.

2/b) Yukarıda belirtilen günlük lügat mânâlarından farklı olarak değişik muhtevada ilmi mânâlar ihtiva eden tarifler.

Özellikle kültür kavramları bu ifade şekli içerisine girer.

Misâl: ilim, Demokrasi, Devlet, v.b. sisteme haiz kavramlar kültür lisanın­da değişik muhtevaya haizdir. Günlük mânâları ile değil ilmi mânâları ile ifade edilirler.

  • Mantikî ve İlmî Tanıtma Vasıtaları: Her sistemin mantıkî (akla uygun) olarak izahını sağlayan ilmi tanıtma vasıtaları (metodlar) vardır. Akıl yürüt­me metodları olarak adlandırılan bu vasıtalarla, varlık ve vakıalarla ilgili bir takım açıklamalar ve genellemeler yapılmaktadır.

Misâl: Güneş sisteminin varlığı ve yapısı hakkında yapılan gözlem deney­lerden elde edilen sonuçlar ve daha önce edinilen bilgiler. Akla uygun bir şe­kilde (akıl yürütme usulüne göre) açık ve net şekilde izah edilemezse; Güneş sisteminin varlığı ve yapısı anlaşılmaz.

(Bu hususla ilgili diğer örnekler, Mantık Metodları başlığı altında belirtil­mektedir.)

  • Kabuller (Aksiyomlar): Sistemin akla uygunluğunu ortaya koyan; sis­temin dışındaki varlık ve vakalara dayalı ileri sürülen, doğruluğu herkesçe ka­bul edilmesine rağmen ispat edilemeyen hükümlere Aksiyom denilmektedir. Her sistemli şeye ait bir takım aksiyomlar bulunur.

Misâl: Güneş sisteminin aksiyomları; Gözlemlere dayalı görüntüler, patla­ma- teorisi v.b. hükümlerdir. Ayrıca Ana Bilim dallarından olan Geometri’nin Aksiyomları ise Pisagor, Oklit, Tales v.b. bağıntılardır. Aynı şekilde Nevton, Arşimet kanunları v.b. kanunlar da Mekanik Eminde adı geçen aksiyomlar ola­rak ifade edilebilirler.

B. Sistemin Muhtevası İle İlgili Unsurlar (Program Cephesi)

  1. Hedef: Her sistemli şeyin mutlaka belli bir hedefi vardır.

Misâl: Güneşin hedefi dünyamıza ışık ve sıcaklık sağlamak olarak belirtl- lebilinir. Hedef ulaşılmak istenen nokta, elde edilmek istenen sonuçtur. İlmin
hedefi de kâinattaki varlık ve vakalardan (yaratan-yaratılan ilişkisini kurarak) en iyi şekilde istifade ile fert ve cemiyet olarak saadet ve refah içinde yaşamak olarak belirtilebilir. Gaye ile hedef arasında; başlangıç ve sonuç şeklinde di­rekt bir ilişki vardır.

  • Fonksiyonlar (Esas vazifeler) : Belli bir hedefe ulaşmak için yapılan gayret, çalışma veya işin özellikleridir.

Misâl : Güneş sistemindeki belirgin özellikler (fonksiyonlar). Patlamalar, kendi etrafında ve veya yıldızı istikâmetinde hareket etmesidir.

Vücut sistemimizle ilgili fonksiyonlar ise yeme, içme, görme, konuşma, dü­şünme v.b. özelliklerdir ki ayrıca vücudumuzdaki her organ veya doku veya hücrenin başlı , başına bir sisteme haiz olması dolayisiyle her birinin de kendi­lerine göre ayrı ayrı fonksiyonları bulunmaktadır.

Sisteme haiz kültür kavramlarından olan ana bilim dallarının her birinin de kendine göre vazifeleri ve vazifelerini belirleyen özellikleri vardır. Ki bu özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar.

  • Temel Prensipler (İlletler): Her sistemde, fonksiyonlarının dayandığı belli temel prensipler bulunmaktadır. Ki bunlar Fizik, Kimya Kanunları, Mate­matik! Hesaplar v.b. İlmî prensiplerdir.

Misâl: Güneşteki patlamaların esası (sebebi); Nükieer/fisyon ve Füzyon adı verilen çekirdek reaksiyonlarıdır. Vücut sistemimize ait görme fonksiyonu­nun esası (sebebi) ise ışık yansıma kanunlarıdır.

Geometri ilmine ait temel kavramlar olan küre, prizma, kare, dikdörtgen, açı, düzlemlerle ilgili şekillerin esası ise; bir takım bağıntılar ve matematik! hesaplara dayanmaktadır.

  • Yapı Vasıtaları (Genel Yapı): Yapı vasıtaları, sistemin oluşmasını sağ­layan en önemli faktörlerdir.

Küçükten büyüğe her varlık; kendinden küçük vasıtaların varlığı ile vücut bulur. Fotonlar, Proton, Nötron ve elektronların; Proton, Nötron ve elektron­lar, atomların; atomlar küçük moleküllerin; küçük moleküller de büyük mole­küllerin, teşkiline, nihayet bu silsile devam ede ede canlı ve cansız varlıkların oluşmasına vasıta olmaktadır.

Sisteme haiz kültür kavramlarından olan bir takım ilmi konular; bu teş­kilâtlanmaya benzer şekilde, sayısız ihtisas dalları altında gruplanarak; tâli bilim dallarını oluşturmakta, bu bilim dalları da grupanarak ana bilim dalla­rını meydana getirmekte, o da topluca müspet ilim dediğimiz tek bir kavram altında ifade edilebilmektedir.

(6) İnsanı ve kâinattaki varlık ve vakaları açıklamak ilmi hakikatleri ifade etmek üzere kullanılan akıl yürütme yollarına «İlmi mantk metodlar’» adı ve­rilir. Ki bu metodlar düzenli ve tutarlı hüküm vermenin yanında doğru düşün­meye yardımcı vasıtalardır. Bu vasıtalar klâsik mantık ilminde dört esas grubta ele alınmaktadır.

  1. Dedüksiyon metodu (Tümden gelim) : Genelden özele doğru akıl yürüt­me metodudur. Daha önce elde edilmiş olan doğru genel bir hükmün ayrı ayrı olaylara uygulanmasıdır. Bu metodun en mükemmel şekline mantık dilinde «Kıyas» denilmektedir.

Kıyas: Verimliş öncüllere (önermelere) dayanılarak zihnin zorunlu bir so­nuç çıkarması işlemidir. Basit, bileşik ve düzensiz kıyas olmak üzere üç şe­kilde yapılır.

  1. Basit kıyaslar: İki Öncül (önerme) ve bir sonuçtan oluşan kıyaslar.

Misâl: Bütün insanlar ölümlüdür. (1. önerme)

Ali insandır                              (2. önerme)

Ali ölümlüdür                        (Sonuç çıkarması)

a/1) Kesin kıyaslar: Eğer kıyasın sonucu öncüllerde anlam bakımından bulunur, şeklen bulunmazsa bunlara kesin kıyaslar denir.

Yukarıdaki örnekte «Ali ölümlüdür» sonucu «Bütün insanlar ölümlüdür» öncülünde anlam bakımından var, fakat şeklen yoktur.

a/2) Seçmeli kıyaslar: Eğer sonucun aynı veya tersi, öncüllerde şeklen bu­lunursa buna da seçmeli kıyas denir.

Misâl: Eğer mıknatıs bu cismi çekerse bu cisim demirdir.

Mıknatıs bu cismi çekiyor.

O halde bu cisim demirdir. (Sonuç çıkarması)

Burada; kıyasın sonucu olan «Bu cisim demirdir» önermesi şeklen öncüller­de vardır.

  • Bileşik kıyaslar: İkiden fazla öncülü bulunan kıyaslardr.

b/1) Zincirleme kıyas :

Misâl: Bütün Omurgalılarda dolaşım sistemi vardır.

Bütün Memeliler omurgalıdır.

Memelilerde dolaşım sistemi vardır. (1. Sonuç çıkarması)

Et yiyenler memelidir.

Et yiyenlerde dolasım sistemi vardır.

Kedigiller et yiyendir.

Kedigillerde dolaşım sistemi vardır. (2. Sonuç çıkarması)

Görüldüğü üzere ilk iki öncülden çıkan sonuç sonraki önermenin büyüğü olarak tekrar devreye girmiştir.

b/2- Sorit: Eğer zincirleme kıyasta ortadaki sonuçlar çıkarılırsa Sorit olur.

Misâl: Bütün Omurgalıarda doaşım sistemi vardır.

Memeliler omurgalıdır.

Et yiyenler memelidir.

Kedigiller omurgalıdır.

Kedigillerde dolaşım sistemi vardır. (Sonuç çıkarması)

b/3) Hulfi Kıyas: Bir kesin kıyasla bir seçmeli kıyasın birleşmesinden mey­dana gelen kıyastır.

İspatı istenen önermenin karşıt hâlinin saçmalığını göstererek ispatı isteni­len doğruluğunu ortaya koymaktır.

Misâl : Bir şeyin yok iken var edilmesi mümkün değildir (Muhaldir) O halde bir şey kendini yoktan var edemez.

  • Düzensiz Kıyaslar :

c/1) Matvi Kıyas (Entimem): Bu ifade şeklinde öncüllerden birisi kullanı­larak zihinde tam anlamın oluşması sağlanmaktadır.

Misâl: «Kalp kırmak kötü şeydir.» bir Entimemdir.

Esasında bu ifade, düzenli kıyasla belirtilse idi;

Bu hareket kalp kırmaktır. (1. öncül)

Kalp kırmak kötü şeydir. (2. öncül)

Bu hareket kötü şeydir. (Sonuç çıkarması şeklinde ifade edi­lirdi.

Ayrıca öncüllerden biri ile sonuç çıkarmasının birlikte ifadesi de bir «Enti­mem» dir.

Misâl: «Düşünüyorum, o halde varım»

Yine burada da düzenli kıyas yapılsa idi

Bütün düşünenler vardır.          (1. öncül)

Ben düşünüyorum.                     (2. öncül)

O halde varım                             (Sonuç çıkarması)

c/2) Delilli Kıyas : Bu tür kıyasta kıyasın öncülleri ile birlikte onların de­lilleri de birlikte belirtilir.

Misâl Heva ve hevesine tâbi olan daima ızdırap içindedir. (1. öncül)

Çünkü hem vicdan onu ayıplar, hem de insan arzu ve istekleri hiç bitmez. (1. delil)

Izdırap içinde bulunan kimse mutlu değildir. (2. öncül)

Çünkü mutluluk huzur verir. (2. delil)

Öyle ise heva ve hevesine tâbi olan kimse mutlu değildir. (Sonuç çıkarması)

Kıyasla İlgili Dikkat Edilecek Önemli Husus :

Kıyasta öncüllerin seçilmesi hususuna dikkat etmek gerekir. Zira öncüller­deki küçük bir hata zincirleme kıyaslarda gittikçe büyüyerek sırf yanlıştan iba­ret bir sonucun ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Nitekim Ortaçağda Avrupa’da kıyasın gelişi güzel kullanılması sonucu ilim adına birçok yanlışların peşinde koşulmuştur. Ancak Dekart ve Bacon gibi Av­rupa mütefekkirlerinin kıyasla ilgili sakıncaları ortaya koymalarından sonra bu yanlışlar düzeltilmiştir. Ve bu metod yerli yerine kullanılarak ilmin istifa­desine sunulmaya devam edilmiştir.

  • Endüksiyon Metodu (Tüme varım) :

Bir bütünü meydana getiren bireylere dayanılarak o bütün hakkında hüküm verme işlemidir. Zihnin özelden genele doğru akıl yürütmesidir. Bu metodla, önce belli bireyler topluluğunda; bireylerin sahip oldukları özellikler belirtilmek­te, daha sonra bu özelliklerin, bireyler toplamının veya belli bir sınıfın özelliği olduğu kabul edilmektedir. Tüme varım’la olaylardan kanunlara, genel pren­siplere ulaşılır. Fizik, Kimya, Biyoloji ilimlerinde bu metod vazgeçilmez bir metoddur.

Bu metodla ifade ya tam olur ya da eksik olur.

2/a) Tam Tüme Varım: Eğer bir bütünü oluşturan parçaların veya bir sınıfı oluşturan bireylerin hepsini inceleyerek o bütün veya sınıf hakkında hüküm verilirse buna «tam tüme varım» (Formel İndüksiyon – şekle bağlı tüme varım) denilir. Burada öncüllerrden zorunlu bir hüküm çıkarılır.

Misâl :Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar günleri her biri yirmidört saattir. (1. öncül)
Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar haftanın bütün günleridir. (2. öncül)

Haftanın günlerinden her biri 24 saattir. (Sonuç çıkarması)

Burada bir bütünü (haftayı) meydana getiren parçalar olan günler teker teker sayılarak, sonuçta bütün hakkında hüküm verilir.

Ancak sayım, her zaman haftanın günleri gibi kolay olmayabilir. Böyle du­rumlarda İndüksiyon metodunun kullanılması mümkün değildir.

2/b) Eksik Tüme Varım: Bütünü meydana getiren parçaların veya bir sı­nıfı meydana getiren bireylerin hepsine değil de bir kısmına dayanılarak, o bütün hakkında hüküm verme işlemine «eksik tüme varım» denilir.

Bir diğer ifade ile bu metoda İlmi Endüksiyon da denir.

Misâl : Arşimet Kanununda ifade edildiği üzere yapılan gözlem ve deneyler so­nucunda ; «Bir suya daldırılan cisim, aşağıdan yukarıya doğru bir itme kuvveti etkisi altındadır» tespit edilen bir haldir. Yine devam edilen gözlem ve deneyler so­nucunda,

«Bu itmo kuvveti, etkilenen cismin taşırdığı suyun ağırlığına eşittir» şeklin­de genel bir hüküm ortaya konulur.

Bu metodda gözlem ve deneylere dayalı olarak zorunlu bir hüküm çıkmak­tadır. İlmi Endüksiyon metodunun esası; gerekli kontrolleri kapsayan mümkün olduğu kadar nicel olarak yapılan; peşin hükümden uzak, gerçekçi ve dikkatli gözlemler ve deneylerdir. Bundan sonra gözlem ve deneyler analizenir ya da gözlenen olay, kendini oluşturan kısımlar halinde basitleştirilerek bir düzene sokulmuş olur. Bundan sonra bu kısımlar sentezlenir ya da bileşenlerine bölü­nerek basitleştirilir ve böylece gözlenen olaya şemada gösterildiği üzere bir dü­zen verilir.

İlim adamı bu gözlemlerin ışığı altında bir genelleme yapar ya da gözlem­lerin niteliği hakkında geçici bir fikir veren ve olaylar zinciri arasında sebep- sonuç ilişkilerini balirten bir .hipotez kurar. (İlk öncül) Hipotez kurarken ele alman ihtimaller daha sonra kontrollü deneylerle smanabilmelidir.

İlim adamlarını birbirinden ayıran en belirgin özellik yukarıda belirtilen hipotez kurma yeteneğidir. Her ne kadar ilmi hakikatler bu şekilde ortaya çı­kabilirse de gerçekte ilmin, yalnızca gözlemlerle veya hipotezlerle gelişmeyeceğininde kabul edilmesi gerekir. İlmi araştırmalarda daima her ikisi birlikte cin alınarak yürünür. Yani gözlem, hipotez gözlem-gözden geçirilmiş hipotez ve yine gözlem.

  • Analoji (Temsil) Metodu :

Bir mantık (Akıl yürütme) yolu olarak iki şey arasındaki benzerliğe daya­nıp birisi hakkında verilen bir hükmün diğeri hakkında da verilmesi işlemidir. Zihnin özelden özele doğru muhakeme yapması olarak ta ifade edilir.

Misâl : Cansız bilinen en küçük varlıklar olan atomların, elektronların (Mikro basit cisimleri şekilleri ile en büyük varlıklardan olan dünyamız, güneş v.b. gezegenler ve gezegen topluluklarının (Makro basit cisimler) şekilleri yu­varlak olduğuna göre; kâinatın seklinin de yuvarlak olması gerekir.

Misâl 2: Yer gezegeninin atmosferi vardır ve üzerinde canlılar yasar.

Merihte de atmosfer olduğu için orada da canlıların bulunması gerekir. Analojide çıkan sonuçta kesinlik yoktur. İhtimal vardır. Özellikle hipotez kurulmasında önem arzeden bir metoddur.

  • Matematik! İspat Metodu :

Ortaya konulan hipotezin doğruluğuna dayanılarak çıkarılacak hükmün de doğru olduğunun gösterilmesi (ortaya çıkarılması) işlemidir.

Bu usulle hüküm çıkarmada Teorem (ispatı istenen önerme), Hipotez (1. öncül) ve Aksiyomlara (diğer öncüller) ihtiyaç vardır.

Hipotez : İspatlanması muhtemel bir hükmün (Teorem) ortaya çıkmasını sağlayan ilk önermedir. (1. Hakikat)

Aksiyom : Doğru olduğu ispatsız kabul edilen ikinci önermedir. (2. Haki­kat)
Teorem : Doğruluğu ispatlanmak üzere ortaya konulan iddialara (Önerme­lere) Teorem denilir. Teoremlerin ispatı için başka teoremler (Aksiyom olarak) kullanılır. Bunların da ispatlanması gerektiğinde daha başka teoremlere (yine aksiyom olarak) başvurulur. Tâki bu hal ispatlanamayan iddialara gelip daya­nana kadar devam eder.

Hüküm: Hipotez ve Aksiyomlardan yararlanılarak doğruluğu kesinleşen Te­oremdir. (Kesin hakikat)

Misâl: Teorem: (İspatlanması istenilen hüküm)

Bir üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir.                              

Aı + Bı+ Cı = 180° dir.                                                               

Hipotez: (1. Öncül)                                                             /

Bir ABC ücgeninde, A1 + A2acıları toplamı 180° dir.

Yâni bir üçgenin bir iç açısı, kendine komşu açı ile 180° lik bir bütünlük sağlar.

Aksiyom: A acısı = B1 + C2 acılar toplamıdır. Yani, bir üçgende; bir dış açı, ken­disine komşu olmayan iki dış açı toplamına eşittir. (2. öncül)

İspat : A1 + A2 = 180° (1. öncül)

A 1= B1+  C1 (2. öncül) olduğuna göre ve A1 yerine

(B1 + C1) konulduğunda

Hüküm : A1 + B1 + C1 — 180° olurç

Önceleri sadece Matematik, Geometri, v.b. ilim dallarında kullanılagelen bu metod, günümüzde diğer ilimlerde de birçok hakikatlerin ispatlanmasında kul­lanılmaktadır. Nitekim sosyal bir ilim olan psikoojide ifade edilen bir haki­kati aynı metodla örnekleyecek olursak :

Misâl II: Teorem: İnsan zamanın bir fonksiyonudur.

(F)= insan, (x) = zaman ise —> F (x) = a x + b dir.

Hipotez: İnsan bir takını imkanlar içerisinde doğar (1. Öncül)

(b) ile ifade edilen imkanlar daima ( + ) değere haizdir.

Aksiyom: İnsanın müspet ve menfi bütün davranışları insanın iç âleminde değişikliklere sebebiyet verir. (2. Öncül)

(a) ile ifade edilen bu davranışlar, (+) ve (-) değerlere haizdir.

İspat:
a Faktörü aksiyomda belirtilen hallerin sayı değeri: (edep, disiplin, cesaret, korku, çekingenlik, mızmızlık, kin, nefret v.s.)

a =3

b Faktörü de insanın sahip olduğu imkânların sayı değeri; (İyi bir aile, ev, araba, para, yiyecek, giyecek v.s.)

b = + 6

F(x) = ax + b fonksiyonuna göre;

F (x) = 3 x + 6 olduğu göz önüne alındığında;

x = 0 için F (0) = 3 x 0 + 6 = 6 olur.

Burada insan (0) zamanda bulunduğu imkan ne ise, o kadarlık değere haizdir. Yani doğduğunda 6’lık bir de­ğere haizdir ve kıymeti budur.

x = 1 için —>- F (1) = 3.1 + 6 =9 olur. Ki zaman değişince yâni bir yıl geçtiğinde insan 5’lik değerden 9’luk bir sayı değerine çıkmaktadır.

Hüküm : f (x) = a x + b bağıntısındaki ifade doğrudur.