Her Şeyin Teorisi
Aşağıda okuyacağınız teorinin cevap verdiği sorular.
1-Karanlık madde nedir?
2-Karanlık enerji nedir?
3-Maddenin yapısı nasıldır ve nereye kadar gider.
4-Madde ile boyutlar arasındaki ilişki.
5-Büyük patlama öncesinde neler oldu.
6-Kütlenin kaynağı.
7-Maddenin yapı taşı nedir?
8-Kuantum parçacıkların garip davranışlarının nedenleri.
9-Evrende bulunan büyük boşluklar ve büyük duvarların nedenleri.
10-Boşluk dahil uzayın yapısı nasıldır?
11-Süper simetri gereği anti parçacıkların olması gerekir. Bu parçacıkların nerede oldukları…
12-Üst-Kuark neden bir elektrondan 350.000 kez daha ağırdır?
Bilim evreni incelerken pek çok konuda farklı teorilerle farklı gözüken hipotezler ortaya atmaktadır. Yapılan deneylerle çok azı kanıtlanabilmiştir. Zaten diğerleri teori aşamasındadır. Bende yeni gibi gözüken ama aslında her bölümü ayrı bir teoride olan yeni bir teori sunacağım.
Teorim en büyükle en küçüğü birbirine bağlayan Büyük Patlama teorisinden başlayıp, Standart Model, Kara Delikler, Süper Simetri, Sicim Teorileri, M kuramı, Kütle Çekim kuramı, Kuantum Kuramı gibi teorileri birleştiren bir teoridir. Aslında tüm bu teoriler bir fili tanımlayan körlerin durumu gibidir. Her teori bütünün bir bölümünü açıklamakta, fakat diğer teorilerle birleştirilememektedir. Konu bilinenden daha karmaşık ama sanıldığından da basittir. Olayı anlayabilmek için önce evren tanımımızı güncellemeliyiz. Çünkü yeni evren tanımımızda görünen evren küçük bir detaydır. Asıl evren Kuantum evrenlerdir. İşte önce görünen evren ile kuantum evreni birleştirmek gerekir. Bunu da fazladan boyutlarla yapmak mümkündür. Bilim fazladan boyutların görünen evrende olduğunu sanarak yanılmaktadır.
Mekân boyutunun sadece içinde bulunduğumuz görünen evren için geçerli olduğunu 4 boyutlu uzayda mekân boyutlarının olmadığını da kabul etmenizi rica edeceğim. Bu kabulün gerekçelerini daha sonra anlayacağız. Şimdilik sadece kabul edin. Tanımlamaya çalıştığım evren 10 boyutludur. Bizler 3 boyutlu uzayda yaşamaktayız. Hatta bazılarına göre zaman da bir boyut olduğundan 4 boyutlu uzayda yaşıyoruz. Bazılarına göre ise bilinç 5. Boyuttur. Bunu söylememdeki sebep 4. Boyut dediğimizde 3 mekân boyutunun devamı başka bir kenar düşünülmemeli. Anlaşılması gereken şey boyutlar yükseldikçe bizim düşündüğümüz mekân boyutlarının farklılaştığı olmalıdır. 10 boyutlu bir cisim bir köşesinden birbirine dik 10 çizginin olduğu bir cisim olmamalıdır. Yani şekil 1’de üç boyutlu gösterimi yaptığım gibi anlaşılmamalıdır. Üçten sonraki boyutları zaman boyutu olarak düşünebiliriz. (Ya da başka bir şey)
Yeni evren modelimizin en altında içinde bulunduğumuz görünen evren var. Hemen üstünde 4 boyutlu uzay, üstünde 5 boyutlu, daha üstündeyse 6 boyutlu uzay, derken bu uzaylar 10 boyuta kadar çıkar. Farkındaysanız ilk defa 10 boyutlu uzayla sicim teorilerinde karşılaşıyoruz. (Şekil 2)
Sicim teorisi 6 yeni boyut daha önerir, fakat bu boyutları standart anlamdaki mekân ve zaman boyutları değil, bunlara bağlı alt boyutlar gibi tanımlar. Bilim insanları göremediğimiz boyutları şu şekilde açıklamaya çalışırlar “Çok ince bir tel düşünelim 2 mm kalınlığında, bu tel uzaktan bakılınca bizim için tek boyutlu bir doğrudur, diğer boyutları bizim için yok gibidir. Fakat bu telin üzerinde hareket eden bir karınca için telin üzerinde sağa ve sola gidip tur atılabilir ve o yönlerde de boyut vardır. İşte o boyutlar ancak o seviyeye inince anlam kazanır ve her zaman gözükmezler.” İlim insanlarının böyle düşünmelerinin sebebi her şeyin görünen evrende olması gerektiğini düşünmeleridir. “Eğer görünmüyorsa küçük olduğundandır” demektedirler. Oysa göremediğimiz ama varlığını ispatlayabildiğimiz çok şey var. Bu boyutları göremiyoruz ama varlıklarını zamanı geldiğinde ispatlayabileceğiz. Üstelik bu durumun gerçekten güzel bir delili de var.
Karanlık madde göremediğimiz bu boyuttaki maddedir. Bu konuyu daha sonra detaylandıracağız.
Atomun temel yapıtaşları olan proton, nötron ve elektron aslında kendisini oluşturan başka alt parçacıklardan oluşmaktadırlar. Bu parçacıklar, hızlandırıcı ve çarpıştırıcı laboratuvarlarda yapılan deneylerle bulunmuştur; Protonların altındaysa Kuarklar bulunur. Fakat “kuarkların altında hangi parçacıklar bulunmaktadır” ve “bunların yapı taşı nedir” sorularına bilim henüz cevap verememiştir. Aslında cevap var ama standart model ile sicim teorisini birleştiremeyen bilim bunun farkında değil.
Eğer standart modelin parçacıklara kütleleri açısından, sicim teorisinin ise frekans yönünden baktığını düşünürsek olay kolaylıkla çözülür. Sicim teorisine göre bu parçacıkları birbirinden farklı kılan frekanslarıdır. Sicim teorisine göre, 6 farklı boyut içeren sicimsi parçacıklar bir frekansta titreşip yukarı kuarkı, başka bir frekansta titreşip aşağı kuarkı oluşturur. Eğer sicim 10 boyutlu, atom ise 3 boyutlu parçacık ise arada her boyuta uygun parçacıklar da olmalıdır.
Bilim parçacık hızlandırıcılarda proton veya kuarkı elde ederken bu parçacıkların boyutlarıyla ilgilenmiyor. Daha doğrusu onların görülemeyecek olmasının asıl sebebinin küçüklükleri olduğunu düşünmektedir. Oysa asıl sebep boyut farkıdır. Boyut farkı beraberinde enerji seviyesi farkı getirmektedir. Bizler proton ve elektronu bir üst uzay elemanı olmalarına rağmen kolaylıkla elde edebiliyoruz. Çünkü o uzay, bize en yakın yerdir ve orayla iç içeyiz. Daha üst uzayda olan kuarkları çok daha zor elde edebiliyoruz ve onun üstünü ise elde edemiyoruz. Parçacık hızlandırıcılarımızın enerji seviyesi arttıkça elde edeceğimiz üst parçacıklar da üst uzaylara doğru tırmanacaktır. Fakat o parçacıkları bir proton gibi net ve tartışmasız göremeyiz. Çünkü onlar alt uzaylarda serbestçe olamazlar. Hatta kuarkı bile tek başına göremiyoruz. Onları bir bulut halinde görmekteyiz.
Elde ettiğimiz üst parçacıklar ortalıkta gezip durmazlar. Çok kısa sürelerle görünür ve kaybolurlar. Bunun sebebi frekans olarak ilk elde edildiklerinde düşük olmaları. Daha sonra kendi doğal frekanslarına çıktığında görünen evrenden çıkmış olmalarıdır. Yani kendi boyutlarına geçerler. Fakat bize en yakın olan 4 boyutlu uzaydakiler, bizi kütle çekim olarak etkiler. Çünkü orayla iç içeyiz.
Bu durumda karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Her boyut atladığında farklı bir parçacık karşımıza çıkmaktadır. Bu parçacıkları birbirinden ayıran özellikleri kütleleri ve frekanslarıdır. Her kademe artımında kütle azalmakta ama buna karşılık frekans artmaktadır. .
Parçacıklar atomdan sicime kadar hem kütle hem de frekans olarak farklı olarak dizili olmalıdır. Bildiğimiz parçacıkları şöyle sıralayalım Atom, proton, Kuark, v.d Sicim şeklindedir.
Burada araya girerek iki önemli detayı söylemem gerek. Atomlar çok çeşitlidir ama hepsine “atom” diyoruz. Fakat proton, nötron ve elektron aynı uzayın elemanları olmalarına rağmen hepsini temsilen bir isim yok. Onun için ben hepsini temsilen proton ismini kullanacağım. Aynı şekilde çeşitli kuark olmasına rağmen ortak isimleri kuarktır.
Başka bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Görünen evrenimiz 3 mekân ve bir zaman boyutundan oluşmaktadır ama kuantum dünyaları (sicim teorilerindeki boyutlar) 1 mekân ve sayısı değişen başka boyutlardan oluşmaktadır. Yani bütün kuantum dünyaları boyunca 1 mekân boyutu olduğunu düşünüyorum ve konuyu anlatırken bu boyuttan bahsetmeyeceğim. Yani şekillerde 4 boyutlu dendiğinde yanında birde mekân boyutu olduğunu düşünmelisiniz. Bu kabul kuantum dünyalarının bir karadelik olduğunu anlatır. Ve bilim insanları da elde ettikleri pek çok veri kuantum alanın karadelikten oluşması gerektiğini düşünür.
Konumuza dönersek: Hem boyutları hem de parçacıkları birleştiren bir model oluşturalım. Keşfedilmemiş parçacıklar için boyut sayısına uygun isim vereceğim.
Bu tabloda ilk sıra bizim içinde yaşadığımız, görünen evrendir. Ondan sonrakiler kuantum dünyalarıdır. Görünen evrenle kuantum dünyaları arasındaki en önemli fark zaman boyutu ile mekân boyutunun yer değiştirmiş olmasıdır. 3 mekan boyutu orada artarak 4,5,6..10 zaman boyutuna kadar çıkar ama zaman, dönüşerek tek mekan boyutu olarak sabit kalır.
Görüldüğü gibi Standart model kütleleri baz aldığı için ağırdan hafife doğru gitmekte. Sicim teorileri ise frekansı baz aldığından en yükseği baz almaktadır. Madde ise bu sicimlerin farklı frekanslarından oluştuğu düşünülmektedir. Her iki teori aynı durumun iki ayrı yüzüdür. Şekil 2’yi incelediğimizde durumu daha iyi anlayabiliriz. “Madde beden” ile gösterilen çizgi görünen evrene karşılık geliyor. “Atom” ile gösterilen çizgi kuantum dünyalarının en altıdır. Bu iki çizgi birbirinden etkilenir ve birbirini etkiler. Fakat Atom düzeyinde frekans ışık hızındayken, dünyamızda sıfıra yakındır. (Şekil 2’deki frekans aralığı benim tahmin ettiğim miktarlardır. Gerçek frekanslar yapılacak ölçümlerle tespit edilecektir.)
Bilim insanları beş ayrı sicim kuramı ortaya atmışlardır. Bilim insanları için bu beklenmeyen bir durumdur. Evreni açıklayan tek bir teorinin olması gerekir diye düşünürler. Sonra M kuramıyla 11. Boyutu ekleyerek bu kuramların farklı birer görüntü olduğu anlaşıldı. Böylece evreni açıklayan tek teoriye doğru adım atıldı. Fakat bu konudaki çalışmalar sürmektedir. Henüz teori tam olarak oluşturulamadı. Bana göre gerçeğe en yakın teori oluşturulma aşamasındadır.
Şekil 3 Eş ve zıt evren yapısı
Evren Büyük Patlamayla oluştu
Açıkladığım bu parçacık dizilimi, evrenin ilk patlama anından sonra, sıra ile oluşmuştur. Büyük Patlama anında enerji madde ve antimaddeye ayrılarak kendi uzaylarını oluşturarak genişlemeye başladı. İlk defa sicim ve antisicimler oluştu. Aslında hemen birbirlerini yok etmeye de başladılar ama o kadar kısa süre içinde bu işler oldu ki! bir miktar sicim ve antisicim birbirini yok edemeden ayrılmak zorunda kaldılar. Patlama anında olanlara daha sonra değineceğim. O zaman neden evrenin ilk patlamasından sonra şiştiği, neden büyük boşluklar ve büyük duvarlar oluştuğu daha iyi anlaşılacaktır. Bilimin henüz cevap veremediği bu gibi soruların kolay ve anlaşılabilir bir cevabının olduğu görülecektir.
Konumuza dönersek Evren genişlerken bir taraftan da soğumaya devam etmiştir. İlk oluştuğunda serbest olan sicimler evrenin genişlemesiyle soğumaya başlamıştır. Bir müddet sonra bulundukları enerji düzeyi, soğuyan uzayda tek başına kalamayacak kadar azalmıştır. Böylece birkaçı birleşerek daha düşük seviyeye inmek zorunda kalmıştır. Sicimin frekansı çok yüksektir ve ona bağlı olarak enerjisi de o seviyededir. “Ortam” soğudukça, içinde olması gereken parçacıkların da, daha düşük enerji seviyesinde olmasını zorunlu kılmıştır. Sicimin enerjisini düşürebilmesi bireysel olarak mümkün değil ama ancak kütlesini artırarak bu işi yapabilir. Böylece birkaç sicim birleşerek yeni bir parçacık oluşturdular. Yeni parçacık kütle olarak daha büyük ama frekans olarak epey düşük olmuştur. Böylece toplamda enerjisi daha düşük bir parçacık ortaya çıkmıştır. Ben bu parçacığa 9 parçacığı adını verdim. Çünkü 9 boyutlu uzayın elemanıdır. Evren soğumaya devam ettiği için 8 parçacığı, 7 parçacığı… Kuark, Proton ve son olarak Atom oluşmuştur. Atom; sayısını bilmediğim sayıda sicimin birleşiminden oluşur. Kütlesi toplam sicimlerin kütlesi kadardır ve frekansı ışık hızı civarıdır. Elbette her uzayda karasız ve kararlı parçacıklar oluşur. Kararsızlar tekrar bozunur ve başka bir parçacık oluşur. Kararlı olanlar bozunmadan kalır ve o ortamın hâkim parçacıkları olurlar. Böylece bir alt uzay oluşurken, yeni oluşacak parçacıkları, kararlı parçacıklar oluşturur. Örneğin Atom; proton, nötron ve elektronun birleşiminden oluşur ama farklı sayıdaki alt parçacığın birleşmesi çok çeşitli atomların oluşumuna vesile olur. Bu durum tüm kuantum dünyaları için geçerlidir.
Atom kuantum dünyalarının olabilecek en büyük elemanıdır. Enerji seviyesi nedeniyle daha büyük parçacığın oluşumuna izin vermez. Bundan sonra başka bir yol izlenir. Görünen evren ise kuantum dünyasının en sonu olan astral düzeyin bir hologram görüntüsüdür. Görünen evren bir bilgisayar programıdır ve oluşum girdilerini astral düzeydeki atomlardan alır. Yani orada bir şekilde atom artışı, ya da eksilmesi olsa bu direk görünen evrene yansır. Evrenimizdeki atom sayısını bularak astral düzeydeki atom sayısını bulabiliriz.
Bu güne kadar yaptığımız deneylerde karşı parçacıksız herhangi bir parçacık elde edemedik. Bu durum süper simetri teorisinin doğruluğunu gösterir. Oysa Büyük Patlamada oluşan maddelerin karşı maddelerini bulamadık. Yani evrende antimadde gökadaları göremedik. İlerde onları neden bulamacığımızı ve nerede aramamız gerektiğini anlayacağız. Şekil 3’e bakarsanız bir miktar fikir elde edebilirsiniz. Şekilde Büyük Patlamanın olduğu merkezin iki yanında oluşan eş ve zıt evrenler gözükmektedir. Fakat her iki evren arasında 180 faz farkı vardır. Bu faz farkı yüzünden bu evrenleri göremiyoruz. Oysa onlarla tam olarak aynı evreni paylaşmaktayız ve faz farkını kaldırdığımızda birleşerek enerjiye dönüşürüz.
Bilim, maddenin kökenini araştırdıkça şaşırmaktadır. Öncelikle atomun %99 oranında boşluktan oluştuğunu düşünmektedir. Yani evrende gördüğümüz bunca devasa kütlelerin tamamına yakını boşluktur. Geri kalanı ise kütle dediğimiz büyüklüğü oluşturur. İşte bu büyüklüğün ne olduğunu biraz araştıralım.
Normalde bilim, atomların olasılık dalgalarından oluştuğunu söyler. Olasılık dalgası ise asla bir şekle sahip değildir. Bizler parçacıkları bir bilye şeklinde düşünürüz. Bunun asıl sebebi içinde bulunduğumuz görünen evreni bir bilgisayar görüntüsü olmasındandır. Program olasılık dalgasını bize noktasal bir şeymiş gibi yansıtır. Tüm bu olasılık dalgaları normal doğa kanunlarına uyarlar ama bu uyum görünen evrenle sınırlıdır. Eğer bir parçacığı kendi ortamında incelemeye kalktığımızda bildiğimiz fizik kuralları geçersiz olur. Örneğin bir parçacığın aynı anda farklı yerlerde olabileceği gibi… Bu ortamlarda yeni kurallar geçerli oluyor. Bu kurallara kuantum fizik kuralları diyoruz. Bunlar bildiğimiz fizik kurallarına pek uymazlar. Durumu daha iyi anlayabilmek için linkteki animasyonu seyretmenizi öneririm.
Linkteki deneyin bize sunduğu en önemli şey, atomaltı dünyayı gözlemlediğimizde dalga özelliğinin çöktüğüdür. Biz bakmadığımızda madde diye bir şey yoktur. Her şey dalgadır, fakat baktığımızda olay tanıdığımız şekle dönmekte. Bunu, dünyamızın bir bilgisayar ortamı olduğunu söyleyen yazımdan veya orada yayımlanan -Through the wormhole- belgeselinden alınma videodan da anlayabiliriz. Her üç video da aynı konuda örtüşmektedir. http://www.dailymotion.com/video/xfwmc5_heisenberg-belirsizlik-ilkesi_tech
Bir bilgisayar içinde yaşıyor olmamızın önemi madde yapısına bir miktar ışık tuttuğu içindir. Bizler olasılık dalgalarını parçacık şeklinde algılamaya programlıyız. Yani, asla parçacık şeklinde bir yapı yoktur. Her şey dalgadır. Aslında sicim teorileri evrendeki her şeyin sicimlerden oluştuğunu söyler ve şimdi sicimlerinde dalga olduğunu anlayabiliyoruz. M kuramı ise evrendeki her şeyin menbran olduğunu anlatır. Evreni; çarpışan menbranların enerjilerini bir miktar kaybederek 10 boyutlu uzaya inen sicimler oluşturur. Yani menbranlar çarpışmada parçalanarak kendi yapı taşları olan sicimlere ayrılmışlardır. Zaten sicim teorisi de “evrendeki her şey sicimlerin farklı titreşimlerinden oluşmaktadır” demektedir. Ben bu düşünceyi bir adım daha ileri götürmek istiyorum.
Maddenin yapı taşı karadelikler mi?
Hawking Büyük Patlama anında çok fazla mini karadelik olması gerektiğini hesaplamıştı. Fakat evrende hiç mini karadelik gözlemleyemedik. Ayrıca Hawking bu mini karadeliklerin buharlaşarak yok olduklarını düşünmektedir. Bu konuda onunla aynı fikirde değilim. Hawking’in bahsettiği mini karadelikler hâlâ evrenin her köşesindedirler. Yani onlar evrende var olan her şeyin kökenidirler. Tanıdığımız maddenin yapı taşlarıdırlar. Aslında Menbranlar da birer karadeliktirler. İki (karşı) karadeliğin faz salınımı sırasında birbirini algılaması yüzünden Büyük Patlama oluşmuştur. Menbranlar bir nevi çarpışmış ve kopan parçacıklar enerji kaybetmeleri yüzünden bir alt uzaya saçılmış gibi düşünmelidir. Bu parçacıklar ana yapı olan Menbranların birer minyatürü şeklindedir yani birer mini karadelik halindedirler. Öyle sanıyorum ki mini karadeliklerin bir ucu 10. boyutta diğer ucu 11. boyuttadır. Bizler 10. boyuttaki tarafın ürünleriyiz.
Evrende bulunan büyük karadelikler maddenin kendi içine çökmesiyle oluşmaktadır. Yani maddenin yapı taşı olan mini karadeliklere (diğer adıyla sicimlere) dönüşmesi sonucu oluşmaktadır. Böylece mini karadeliklere dönüşen madde, birleşerek büyük bir karadelik oluşturabilmektedir. Kısacası sicimlerin yapısını anlamak istiyorsak karadeliklerin yapısını anlayarak işe başlayabiliriz.
Karadelikleri inceleyen bilim insanları onların dört çeşit olduklarını keşfetti.
1- Açısal momentum ve elektriksel yük sıfır değerliyse “Schwarzschild karadeliği” türü söz konusudur.
2- Karadeliğin elektriksel yükü sıfır olmayıp açısal momentumu (kendi ekseni etrafında dönüşü) sıfır olduğu takdirde “Reissner-Nordström karadeliği” türü söz konusu olur.
3- Karadeliğin bir açısal momentumu olup elektriksel yükü olmadığı takdirde “Kerr karadeliği” türü söz konusu olur.
4- Dördüncü tür, Kerr karadeliğinin elektriksel yüke sahip olduğu türdür. Buna Kerr-Newman karadeliği türü denir.
Bu yapı mini karadeliklerin de yapısıdır ve evrendeki her şeyin kökenini oluştururlar. Bildiğimiz kadar evrende yüklü ve yüksüz parçacıklar var. İşte o parçacıkların oluştuğu şey bu mini karadeliklerdir. Yani sicimler, hadronlar ya da leptonlar bu mini karadeliklerden oluşmaktadır. Ben çok iyi bilmediğim bir konuda tahmini bir eşleştirme yaptım.
- electron (Elektrik yükü=-1) ………Reissner-Nordström karadeliği
- νenötrinolar (Elektrik yükü=0) .…..Schwarzschild karadeliği
- kuarklar (çeşitli yüklerde)…….….…Kerr-Newman karadeliği
- Bozonlar(Elektrik yükü=0) …………Kerr karadeliği
Bu eşleştirmeye göre yüklü karadelikler kütleyi, yüksüz karadeliklerse kütleler arasındaki ilişkiyi düzenler. Böylece evrende varolan her şey bu dört mini karadeliğin eseri olmuş olur. (Sicim teorilerinin kökeni de bu mini karadeliklerdir. Birinin tekrar olduğu kanısındayım)
Kütleçekimin kökeni mini karadelikler mi?
Yüklü parçacıklar bir yüke sahip oldukları için çekilip itilebilirler. İşte kütle dediğimiz şey menbran ve karşımenbranın bu yüklü parçacıkları itme veya çekmesinden oluşur. İtme işlemi evrenin en başında tüm sicimleri itip gidebilecekleri en uzak yere göndermiştir. Bir menbran itiyorsa diğer menbran çekmektedir. Böylece itme işlemi sicimlerin diğer menranın çekim kuvvetinin maksimum olduğu yere kadar etkili olmuştur. Artık karşı menbranın sicimleri iterek çekim kuvvetini yenebilme gücü yoktur. Böylece parçacıklar sadece çekme kuvvetine maruz gözükmek durumundadır. İşte biz bu kuvveti tek kutuplu yerçekimi olarak tanıyoruz. Bu konuya daha sonra tekrar değineceğim.
Kütleçekimin elektriksel bir çekim olduğunu gösteren bir şey de üst kuarkın kütle olarak elektrondan büyük olmasıdır. Eğer elektriksel yük olarak düşünürsek bunun olağan bir durum olduğu görülebilir.
Görünen evrende çekme işleminin karşımenbran tarafından yapıldığını ve sınırının sonsuz olduğunu, itme işleminin ise kütleler arasında olduğunu ve sınırının çok kısa olduğunu anlamak gerek. Biz bir bardağı tuttuğumuzda elimizin atomlarıyla bardağın atomları birbirine asla değmez. Çok kısa mesafelerde itme kuvveti çok büyüktür. Menbranın itme gücü de çok fazladır ama sicimler gidebilecekleri en uzak noktaya gittikleri için etkilerini pek hissedemeyiz.
Dikkat etmemiz gereken bir konu da; elektronun negatif, protonun pozitif yüklü olmasından kaynaklanan çekim kuvvetine benzeyen çekim gücü, yüklü parçacıklar ile karşımenbran arasında var. Fakat karşımenbran hem pozitif hem de negatif yükü aynı şekilde çektiği için daha farklı bir çekim olduğu kesin ama yine de elektriksel çekim gücüne benzer olmalıdır. Çünkü elektriksel alan ile kütleçekim formülleri aynıdır.
Bu durum kütleçekim kuvvetinin neden bu kadar zayıf olduğunu da açıklar. Çünkü 11. Boyuttan kaynaklanan çekim gücü tüm o boyutları aşarken gücüde azalır. Şekil 5 ve 6’dan durumu görebilmek mümkündür.
Görüldüğü gibi ayrı ayrı gözüken kuramlar aslında bir bütünün bölümleridir. Bilim insanları çok daha detaylandırabileceklerdir. Ayrıca kuantumun anlaşılamayan deneylerinin de bir anlam kazandığını anlayabiliyoruz. O konuları doğru analiz edebilmek için kuantum evrenlerin mekân olarak tek boyutlu olduğunu ve bizimde aslında bir karadelikte yaşadığımızı anlamamız gerekir. Gerçekte bir karadelikteyiz ama bize oluşturulan bilgisayar programında üç mekân boyutlu olduğumuzu sanıyoruz. Daha doğrusu öyle sanmamız sağlanmıştır. Yani oluşturulan hologram üç mekân boyutludur. Şimdi o konuları irdeleyelim.
Kuantum fizikte anlaşılmaz bir konu EPR paradoksu denilen olaydır. Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen tarafından 1935′te öne sürülen bir düşünce deneyi vardır. EPR deneyi, üç yazarın soyadlarının baş harfleriyle anılır.
Bu düşünce deneyine göre bir radyoaktif atomun bozunduğunu ve zıt yönlerde, zıt spinlere sahip iki parçacık saldığını düşünelim. Parçacıklardan yalnızca birine bakan bir gözlemci, onun sağa mı yoksa sola mı döneceğini öngöremez. Ancak gözlemci örneğin sağa döndüğünü ölçerse, diğer parçacığın sola döneceğini öngörebilir. Dahası gözlemlediği parçacığa etki edip spin yönünü değiştirirse diğer parçacığın da anında bu durumdan etkilenip yönünü değiştireceği öngörülür. Einstein’a göre bu durum, kuantum kuramının saçmalığını gösteriyordu. Çünkü diğer parçacık o sırada galaksinin öbür tarafında olsa bile döndüğü yön hemen bilinebilirdi. Burada iki parçacığın birbirine bağlı olduğunun ve aralarında iletişim kurulduğunun düşünülmesi yatmaktadır. İki parçacık arasında nedensel bir ilişki kurulmaya kalkışılırsa onların ışık hızını aşan bir hızla telepati kurdukları sonucuna varılır. Bu da saçmalıktır.
1982’de Paris’te Alan Aspect tarafından yapılan deney Einstein’ın yanıldığını göstermiştir. Uygun biçimde hazırlanmış parçacık çiftleri -bunlara dolanık parçacıklar denir- ölçülen özelliklerini bağımsız olarak edinmez. Sihirli bir çift zara benzerler. Biri Ankara’da, diğeri İstanbul’da atılır, her birinde rastgele bir sayı gelir, yine de her seferinde iki zardaki sayılar bir şekilde aynı olur. Dolanık parçacıklar da benzer şekilde davranır. Dolanık parçacıklar, uzaklık olarak ayrı olsalar da kendi başlarına davranmazlar. Birbirlerinden etkilenirler.
Kuantum parçacıkları neden garip davranır?
Bizler bir parçacığı incelemeye çalıştığımızda aslında onu kendi uzayında inceliyoruz. Hatırlıyorsanız daha önce ne demiştik? Kuantum dünyaları mekân olarak tek boyutludur. İşte bizler mekân olarak tek boyutta olan bir parçacığı incelemiş oluyoruz. Yani biz tek boyutta hareket eden parçacığa 3 boyutlu bir hologramdan bakıyoruz. Daha önce görünen evrenin bir hologram görüntüsü olduğunu söylemiştik. İşte bizler tek boyuttaki bir parçacığa 3 boyuttan baktığımızda onun A noktasından B noktasına gitmek için sonsuz alternatifinin olduğunu görürüz. İşte belirsizlik olan şey bu tek boyuttaki hareketin üç boyutta sonsuz karşılığının olmasıdır. EPR deneyinde A dan B ye giden bir elektronun tek ve çift delikte farklı davrandığını görmüştük. Biz tek yarık bıraktığımızda elektronun bize görünmesi gereken güzergâhı belirlemiş olduk. Aslında elektron dalga olarak hareket eder ama tek yarık olduğu için ekran görüntüsü de tek olur. Eğer ikinci yarığı da açarsak bu sefer parçacığın gidebileceği yeni bir güzergah açmış oluruz. Elektron için A den B ye giden tüm yollar kullanılmalıdır. Zaten dalga olduğu için tüm yolları kullanır. Fakat iki yarık olduğu için ancak o iki yarıktan hedefe ulaşır. Böylece ekran görüntüsü girişimli olur.
Bu durum kuantum parçacıklarının garip hareketlerinin nedeninin açıklar. Kuantum dünyalarında mekân tek boyutludur ve içindeki atom veya atomaltı elemanlar boyutsuzdur. Biz kuantum parçacıklarını incelediğimizde gördüğümüz şey tek boyutlu bir uzaydaki bir harekettir. Tek boyutlu uzaydaki hareketi üç boyutlu bir uzaydan izliyoruz. Yani aslında biz hologram görüntüsünü izleyebiliyoruz. Bir parçacığın aynı anda birçok yerde birden olabileceği, bu çok boyutluluk sebebiyledir. Tek yöne hareket eden bir parçacığa üç boyutta baktığımızda parçacığı bir boyut seçmeye zorluyoruz. Aslında parçacığın herhangi bir boyutu seçmesi için bir gerekçe yok. Onun için her yerde olabilir. Üstelik bizim parçacık diye gördüğümüz şey aslında tam olarak bir dalgadır. Dalga hologramın yapısı gereği bize parçacık olarak gözükür.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için şöyle bir örnekleme yapmaya çalışayım. Bir borunun içini bir boyutlu mekân olarak düşünelim. Bu borunun içinden giden bir parçacık hayal edin (Şekil 4). Bu parçacığın gideceği yer bellidir. Mutlaka borunun içindeki tek boyuttan gidecektir. Şimdi boruyu açarak bir yüzeye çevirelim. Tek boyutu iki boyuta çevirip bir çarşafa dönüştürelim. Şimdi bu parçacık çarşafın içinden nereyi tercih etmelidir. Tek boyuttan açıldığı için çarşafın her noktası onun için aynı önemdedir. Yani bir yeri tercih edemez. Fakat her noktada olmalıdır. Eğer parçacığa da boyut genişleme imkânı verseydik tüm çarşafın yüzeyine yayılıp gidecekti ve biz parçacığın hareketinde gariplik görmeyecektik. Oysa parçacık boyutsuz ve tek boyutta yaptığı hareketi çok boyutta gözlemliyoruz. İşte tek boyuta karşılık üç boyutlu uzayda sonsuz sayıda yol var.
Dalga-Parçacık ikiliği.
Dalga parçacık ikiliği de bu duruma benzer ama biraz daha farklıdır. Aslında parçacık olarak görünen bir yapı yoktur. Tüm atom ve atomaltı yapı dalga halindedir. Olasılık dalgası dediğimiz şey bu yapının bize yansımasıdır. Biz hologramda bu dalgaları görmeye çalışırız. İşte parçacık dediğimiz şey o zaman ortaya çıkar. Yani parçacık yapısı sadece hologramda vardır. Gerçekte parçacık diye bir şey yoktur. Biz hologramda dalgayı görmeye ya da algılamaya çalışınca onu parçacığa çökertiyoruz. Algılayıcı her şey dalgayı parçacığa çökertiyor. Bu, uzayın her yerinde olması gereken parçacığı bir yerde görmek için zorlamamıza benziyor. Hologramda dalga yapısını sevmez. O ille de onu parçacık gibi görmek ister. Mümkün olan her durumda onu parçacık gibi görmemizi sağlar.
Karanlık madde nedir?
Şekil 2’de, görünen evrenin, astral düzeyin altında kalan bölge olduğunu görebiliyoruz. Fakat görünen evrenin aslında olmadığını, sadece hologram olduğunu söylemiştik. Yani bir bilgisayar programıdır. Bu program girdilerini astral düzeyden alır. Kuantum evrenlerin en altı olan astral düzey atomlardan oluşur. Böylece hologram, astral düzey sayesinde kuantum evrenlere bağlanır.
Şekil 2’de 1. Gök katıyla astral düzey aynı boyuttadırlar. Bu bölge, frekans olarak 105 ile 107 (benim tahmin ettiğim) aralığındadır. Atom en alttadır. Ama o bölgenin asıl elemanı proton, nötron ve elektronlardır. Fakat frekansları atomdan yüksek olduğu için astral düzeyin üstünde kalırlar. Onun içinde hologram evrene yansımazlar. Onları çeşitli aletlerle elde ederiz ama kısa süre sonra yok olurlar. İşte karanlık madde bu proton, nötron veya elektronların oluşturduğu elemanlardır. Frekans olarak göremeyeceğimiz düzeydedirler ama kütleçekim olarak etkilenmekteyiz. Çünkü aynı uzayda oldukları atomları çekerler. Atomlar görünen evrenin oluşum şartlarını oluşturduğu için bizde etkilenmiş oluyoruz. Böylece onların kütleçekim etkisini algılayabiliyoruz.
Evren Kütle kaybediyor olabilir mi?
Eğer evren sadece atomların olduğu uzaydan oluşmuş olsaydı karanlık madde veya karanlık enerji olmamalıydı. (gerçi karanlık enerji diye bir şey yok ama o etkileri oluşturan bir şeyler var)
Karanlık enerjinin var olması gerektiği düşünülüyor. Çünkü Büyük Patlamadan sonra evren gittikçe yavaşlayarak genişlemesi gerekiyordu, fakat gerçek tam tersidir. Evren gittikçe hızlanarak genişliyor. Bilim insanları, bunu ancak evrende göremediğimiz bir enerjinin olması halinde olabileceğini düşünüyor. Oysa aynı etkiyi evrenden kütle eksilmesi durumunda da gözlemleriz. Bilim bu alternatifi hiç gündem yapmıyor. Aslında kütle eksiliyor olarak düşündüğümüzde evrendeki büyük gökada guruplarını da açıklamış oluruz. Çünkü hem gökadalar birbirlerinden uzaklaşıyor, hem de gökada gurupları var diyebilmenin tek yolu kütle eksilmesiyle mümkündür. Yoksa bilim kendiyle çelişiyor olur. Bu durum açıklanamayan bir durum olarak bilimin önünde durmaktadır.
Önemli soru; evren kütle kaybediyorsa, bu kütle nereye gidiyor. Aslında nereye gittiği belli… Atomlar bir şekilde bozunarak karanlık maddeye dönüşüyor. Böylece görünen evrenden çıkıyorlar ve karanlık maddenin görünen maddeden 5 kata daha fazla olduğu biliniyor. Atomun nasıl bozunduğu konusunu diğer yazılarımdan okuyabilirsiniz.
Durumu daha iyi anlayabilmek için şekil 2’yi incelemeye devam edelim. (1. Gök katındaki elemanlar proton, nötron ve elektrondur ama ben hepsini temsilen protonu kullanacağım.) Atom bir şekilde parçalanarak elemanlarına ayrılır. Bu parçalanmanın olabilmesi için atomun frekansının artması gerekir. Eğer frekans artarsa atom bir bütün olarak kalamaz ve alt parçacıklarına ayrılır. Böylece astral düzeyden ayrılır ve görünen evrenden görünmeyen tarafa geçer. Eğer frekans artmaya devam ederse 1. Gök katının en üstüne çıkar. Frekans artımı devam ettiğinde ise bir üst uzaya sıçrar. O zaman proton olan parçacık alt parçalarına ayrılır. Çünkü 2. Gök katı kuarkların serbestçe olabileceği ortamdır. Bizler kuarkları serbestçe elde edemiyoruz. Bunun sebebi bizim ortamımızda serbestçe bulunamayacakları gerçeğidir. Böylece bir zamanlar görünen evrende bulunan bir atom kuarklarına ayrılarak 2. Gök katına çıkar. Böylece görünen evrenden bir atom eksilmiş olur. 1. Gök katındayken kütleçekiminden etkileniyorduk ama 2. Gök katına çıktığında artık kütleçekiminden de etkilenmeyiz ve tamamen görüşümüzden çıkar. Bu süreç tam olarak Büyük Patlamada oluşan durumun tersidir. Orada sicimler birleşerek atoma dönüşmüştü. Süreç tersine döndüğünde ise atomlar parçalanarak sicime gider.
Şekil 5’de durumu biraz daha açıklamaya çalıştım. Daha önce kütleçekim maddenin karşı menbran tarafından çekildiğini söylemiştim. Bu çekme işlemi kütlenin içinde gerçekleşir. Yani üst boyutlar kütlenin içinde saklıdır. Bilim; boyutların, evrenin her noktasında kıvrılmış olduğunu düşünüyor ama bana göre yanılıyor. Çünkü evreni oluşturan şey kütledir ve boyutlar da kütlenin içindedir. Şekildeki gök katlarının kütlenin içinde, iç içe olduğunu anlamanız önemlidir. Bu şu anlama gelmektedir. Bir atomu parçaladığımızda bir üst uzaya çıkar. Eğer protonu yada kuarkı parçalarsak onlarda bir üst uzaya çıkarlar. Şekillerde her parçacığın serbestçe olacağı uzaylar verilmiştir. Her parçacık ancak kendi uzayında serbestçe bulunur.
Şekil 6 aynı durumun anlatıldığı bir başka gösterimdir. En dış kabuğun atomu temsil ettiğini düşündüğümüzde, tüm boyutların atomun içinde olduğu, daha iyi gözükür. En ortada olan yer ise menbran uzayıdır ve kütleçekim tüm boyutları aşarak atomdan uzaya yayılır. Böylece çevredeki kütleleri çeker. Bu durum kütleçekimin kaynağını açıklar. Atomun içinden gelen kütleçekim boyutları aşarken gücünü kaybeder. Günümüzdeki duruma gelir.
Büyük Patlama bir bomba patlaması değildir.
“Büyük Patlama 11. Boyuttaki menbranların çarpışması sonucu olmuştur” demiştik. Hawking bu menbranlara bran demektedir. Bilim menbranları dalgalı bir deniz yüzeyine benzetmektedir. “İki farklı menbran dalgalanırken bazı dalga tepeleri birbirine çarpmaktadır” diye düşünmektedirler.
Ben bu olayı şöyle anlatmaya çalışayım. Üç fazlı bir elektrik motorundan elektrik üretirken aralarında 120°faz farkı olan üç faz elde ederiz. İşte menbranlarda benzer sistemde çalışırlar.
Şekil 7’de +90° ve -90° de kesikli çizgiyle gösterdiğim menbranlardır. Fakat onlar bir sinüs eğrisi halinde sürekli dalgalanırlar. Fakat dalgalanma birbirine zıt yönlerde olur. Böylece +90° ve -90° de olan her iki menbranın fazı 0° ye doğru salınır. Her iki faz 0° olduğunda birbirlerini algılarlar ve patlama gerçekleşir. Bu durum bildiğimiz madde ve antimadde karşılaşmasındaki olayın tam tersidir. Madde ve karşımadde birleştiğinde kütle yok olur ve ortaya gama ışını çıkar. Tahminim bu menbranlarda gama ışını gibi bir şeydir. Çarpıştıklarında ortaya sicim ve karşısicimleri çıkarırlar. Sicimlerin frekansları çağrışma anında düşer. Böylece antimenbran kendine çektiği halde etkileşimleri sadece kütleçekim olarak olacaktır. Antimenbranla birleşemeyecektir. Böylece Büyük Patlamanın ilk aşaması gerçekleşmiş olur.
Sicimler 0° fazında oluşur demiştik. Oluşan sicimler menbranlar tarafından çekilir ve itilirler. Yani sicimler karşımenbran tarafından çekilirken kendi oluştukları menbran tarafından da itilirler. Çünkü yükleri oluştukları menbranın yüküyle aynıdır. Bu ilk patlama esnasında sicimler çekilirken bir taraftan da karşı cinsleriyle de birleşirler. Fakat bu süre çok kısa bir zaman aralığında olduğu için bir miktar sicim ve antisicim birleşemeden ayrılarak +90° ve -90° fazlarına çekilmiştir. Birleşen sicimler ise ikinci bir patlama oluşturarak şişmeyi tetiklemiştir. Böylece Büyük Patlama gerçekleşmiş oldu. Şekil 7’de sarı bölgeler evren ve karşı evrenlerin oluştuğu gösterimdir.
İşte bu çekilme ve itilme yüzünden iki adet evren oluşmuştur. Onun için evrenimizde antimadde gökadaları göremeyiz. Onlar karşıevrenin yapı taşlarıdır.
Bizim gördüğümüz patlamalarda etrafa parçalar saçılır. Oysa Büyük Patlama anında etraf olmadığı için parça saçılması olmamıştır. Onun için Büyük Patlama bildiğimiz patlama şeklinde olmamıştır. Kendi uzayın da oluşturarak genişlediği için, bir şişme durumu yaşanmıştır. İçindeki maddeler hareket etmezler. Sadece aralarındaki uzay genişler. Yani gün geçtikçe evrenin yoğunluğu azalır.
Boşluk da dediğimiz yer gerçekten boşluk mudur?
Büyük Patlama mekân ve zamanın olmadığı bir yerde oluşmuştur. Ne yazık ki bu bölge hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Anladığım şey, zaman da mekân da Büyük Patlamada oluştu. Özellikle mekân sicimlerin eseridir. Yukarıda kütlelerin yüklü mini karadeliklerin eseri olduğunu söylemiştik. İşte o karadelikler menbranlarla iletişime girmiştir. Yani birbirlerini çekmişlerdir. İşte bu çekme işi uzayı oluşturmuştur. Tıpkı manyetik alan çizgileri gibi kütleçekim çizgileri oluşmuştur. Uzayı oluşturan şey bu çizgilerdir.
İlk kütleli sicimler oluştuğunda ışık hızıyla alan çizgileri oluşmuştur. Fakat bu süreçte patlamanın getirdiği genişleme de olduğu için evren ışık hızından hızlı genişler gözükmüştür. Aslında sınırlarda hız ışık hızını aşmamıştır. İşin ilginç yönü patlamadan önce hiçbir şey olmadığı için kütle kendi uzayını da beraber oluşturmak zorundaydı. Genişleme bir mekân içinde olmadığı için bir sınır oluşamadı. Yani bir balonun şişmesi gibi olmadı. Aslında balonun şişmesine benzer şişme oldu ama sınır olmadığı için sadece evren oluştu. Bunu anlatabilmek eper zor…
Şekil 8’de durumu anlatmaya çalıştım. İki boyuttaki gösterim durumu tam anlatmıyor ama hayal gücünüzü devreye sokmalısınız. Şekilde bakış yönlerini oklarla gösterdim ve şeklin dışının olmadığını düşünün. Şekilde a,b,c,d harfleriyle gösterdiğim her iki noktaların da aynı nokta olduğu hayal edin.
Şekli evren olarak düşünün. Ortasında bir kuasar olsun. Biz dünyadan kuasara doğru baktığımızda onu 1,33 milyar ışıkyılı uzaklıkta görürsek. İşte evrenin dışı ve sınırı olmadığı için kuasara baktığımız yönün 180° ters yönüne bakarsak yine aynı kuasarı görürüz. Bu sefer 8,67 milyar ışık yılı uzaklıkta. (Evrenin 10 milyar ışık yılı çapında olduğunu kabul ettim)
Evrenin kutuplardan basık olduğu düşünülmektedir. Ben bu durumu kabul etmiyorum. Çünkü evrenin dönüp dönmeyeceğini referans noktamız olmadığından anlayamayız. Onun için ben küre şeklinde olduğunu kabul ediyorum. O zaman başka bir bakış yönüyle aynı kuasarı 11 milyar yıl uzakta görebiliriz. Başka bir bakış açısıyla ise 9,67 milyar ışıkyılı uzaklıkta görürüz. (Rakamlar 10 milyar çapında bir evrene göre hesaplanmıştır.)
Aslında aynı kuasarı pek çok yöne bakarak görebiliriz. Fakat gerçek tam öyle değildir. Bizler ne kadar uzağa bakarsak o kadar da geçmişe bakarız. Onun için en çok Büyük Patlama anına kadar bakabiliriz. Gerçekte o kadarını da göremeyiz. Fakat kuasarlar evrenin ilk oluşum anlarında oluştuğu için 180° acıyla bakarak aynı kuasarı görebilme imkânımız var. Fakat evrenin büyüklüğü olaya direk etki eder. Evren çok büyükse bu düşüncem gerçekleşemez ama benim tahminim evren o kadar büyük değildir. Hubble teleskopuyla çekilen derin alan fotoğrafındaki galaksilerden biri bizim gökadamız olabilir. Kütleçekim uzay ilişkisini biraz daha açmak istiyorum. Şekil 9’da şeklin ortasında madde olduğunu kabul edelim. İşte o madde derhal karşımenbranla çekim işlevine girecektir. Bu çekim şeklin köşesindeki mıknatısın iki kutuplu hali gibidir. Fakat burada kutuplar, atom ile karşımenbrandır. Karşımenbran tarafı atomun içinde kaldığı için onu göremiyoruz ve olayı tek kutuplu sanıyoruz. Bizim görebildiğimiz bölüm atomun dışına yansıyan bölümdür. İşte atom çevresindeki atomları bu sayede çeker. Yani çekme işlemini karşımenbran yapar ama biz atom yapıyor gibi görüyoruz. Birlikte olan atomların çekim gücü üst üste toplanabildiği için muazzam büyüklüklere ulaşılabilir.
Şekilde A noktaları veya B noktaları aynı yerlerdir. Lacivert çizgi, oluşan uzayın görünmeyen sınırlarıdır. Oluşan uzayın belli bir hacmi vardır ama sınırları olmadığı için sonsuz gibi algılanır. Ortadaki maddeden yola çıkan biri bir müddet sonra yola çıktığı yönün tersinden yine aynı maddeye döner. Tıpkı dünyanın bir noktasından çıkan birinin aynı yöne giderek tekrar aynı noktaya gelmesine benzer.
Evrende neden büyük boşluklar ve büyük duvarlar var?
Evrendeki gökadalar uzaya eşit olarak yayılmamıştır. Onun yerine yığınlar, yani “kümeler” halinde dururlar. Tıpkı gökadaların kümelerde toplaşması gibi gökada kümeleri de daha büyük “süperkümeler” içinde toplaşır. Samanyolu Yerel Grup denen yaklaşık 30 gökadalık bir topluluğa aittir. Yerel Grup ise Başak Kümesi denen yerel süperkümeye bağlıdır. Ancak süperkümeler bile bazı büyük yapıların yanında küçük kalır. Büyük Sloan Duvarı normal gökadaların 10.000 katı kütleye ve 1,4 milyar ışık yılı çapa sahiptir (gözlemlenebilir evren çapının 1/60′ı). Bunlar yanında büyük boşluklarda bulunur.
Gökbilimde boşluklar, iplikçikler arasındaki boş alanlardır, evrendeki en büyük ölçekli yapılardır ve çok az gökada içerir veya içermezler. İlk olarak 1978 yılında Kitt Peak Ulusal Gözlemevi’nden Stephen Gregory ve Laird A.Thompson tarafından keşfedilmişlerdir. Boşlukların çapı genel olarak 35 milyon ile 500 milyon ışık yılı arasındadır; geniş boşluk parçaları, zengin süper küme yokluğu veya süper boşluklar adıyla bilinir. Bilinen en büyük boşluklardan biri çoban boşluğudur ve çapı 300 milyon ışık yılıdır.
Bu yapı Büyük Patlamanın ilk evresinde birbirleriyle birleşen sicimlerin oluşturdukları yapılardır. Bunu anlayabilmek için çok küçük alanda olan sicim birleşmelerini hayal etmek gerekir. İlk oluşum sonrası birbirini algılayan sicim ve antisicimler patlayarak çevrelerindeki sicimleri itmişlerdir. Yanyana oluşan bu patlamalar itme işlemini bir küre oluşturacak şekilde yapmıştır. Zaman içinde evren büyüdükçe boşluklar da büyümüştür.
Şekil 12 iki boyutlu gösterimdir. Açık renkli daireler birleşerek patlayan sicimlerin oluşturduğu boşluklardır. Patlayamadan ayrılan sicimleri koyu bölgelere doğru itmişlerdir. Böylece evren ipliciklerin birleştiği bir şekle dönüşmüştür. A-A ekseni de büyük duvarı oluşturmuştur. Evren genişlerken kütle çekimi bazı yerleri bozmuştur ama şekil 11’e baktığımızda iplicikler arasında boşluklar gözükmektedir. Bu yapı evrenin ana yapısını oluşturmuştur. Büyük duvarlar gibi başka duvarlar da vardır. İlk sicimlerin birleşmesi şekil 12’deki gibi çok düzenli olmamıştır. Düzensizliğin olduğu yerler daha karmaşık bir şekilde olmuş olabilir ama şekil 11 doğruysa pek düzensizlik olmadığı görülüyor.
Seyfullah Demir