Cumhuriyet Döneminde Okul Öncesi Eğitim, Tarihsel Gelişimi Ve Günümüzdeki Durum
GİRİŞ
Çocuğun doğumundan ilköğretime başlayıncaya kadar olan yıllar, genelde okul öncesi dönem olarak tanımlanabilir. Son yıllarda bu dönem, ilköğretimin I. ve II. yıllarını da kapsayacak şekilde genişletilerek “erken çocukluk dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Ülkemizde “Erken Çocukluk” kavramı alandaki uzmanlar tarafından son yıllarda kullanılıyor olsa da, yasalar ve okul sisteminin yapısında bu dönemdeki eğitimle ilgili olarak “okul öncesi eğitim” kavramı varlığını sürdürmektedir. Adı ne olursa olsun, bu dönem insanın hayatının temelini oluşturur. Yaşamın geri kalan dönemleri de bu dönem üzerine oturtulur. Bu dönemde çocuğa sağlanan olanaklar ve yaşantıların zenginliği onun hayata daha avantajlı başlamasına yardımcı olur. İnsanoğlunun dünyadaki binlerce yıllık serüveninde, doğumdan 6-7 yaşına kadar olan dönemi anneler ve diğer aile üyeleri ile birlikte geçirilen bir dönem olarak değerlendirilmiştir. On sekizinci yüzyıldan itibaren, bu anlayış değişmiş ve toplumların değişen yapısına da bağlı olarak küçük çocukların eğitiminin evin dışında açılan kurumlarda yapılması fikri giderek yaygınlaşmıştır. Bu fikrin gelişmesinde özellikle Avrupa’da kadınların iş yaşamına katılmasının da önemli bir rolü bulunmaktadır.
ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİNİN DÜNÜ
İmparatorluk Dönemi Türkiye’de erken çocukluk eğitimi, hemen hemen batıdakilere benzer bir gelişme sürecinde gerçekleşmiştir. 20. yüzyılın başlarında çok sayıda eğitilmiş erkek, savaşlarda hayatlarını kaybetmiş ve geriye çok sayıda yaşlı, çocuk ve kadın kalmıştır. Kadınlar bu kaybolan erkek insan gücünün yerini doldurmak üzere çalışma hayatına girmeye başlamışlardır. Böylece çalışan Türk kadını, Türk anneleri için henüz okul çağına gelmemiş çocukların bakımı ve eğitimi bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’de okul öncesi eğitimin tarihsel gelişimi şöyle özetlenebilir: Türkiye’de bugünkü anlamda okul öncesi eğitim kurumlarının kurulmasından önce de bu yaş çocuklarının eğitimini üstlenen bazı kurumlar mevcuttu. Bunların arasında özellikle o döneme has ilköğretim kurumları diye niteleyebileceğimiz Sıbyan okulları, Islahhaneler ve Darüleytam’lar bulunmaktaydı. Bunlar küçük yaştaki çocukları kabul etseler de bu kurumlara gerçek anlamda okul öncesi eğitim kurumları demek oldukça zordur. (Akyüz, 1996). Türkiye’de Okulöncesi eğitim kurumlarının İmparatorluğun çeşitli illerinde açılışı II. Meşrutiyetin hemen öncesindeki dönemlere rastlar. 23 Temmuz 1908’den önce bazı illerde, bu tarihten sonra İstanbul’da da özel ana mekteplerinin açıldığı bilinmektedir (Öztürk, 1998-Akyüz, 1996). Fakat resmi ana mekteplerinin açılışı Balkan Savaşlarından, 1912 ve 1913’ten sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. 1913-1917 yılları arasında da imparatorluk sınırları içerisinde resmi anaokulları açılmaya başlamıştır. 1913 yılında bütün bu gelişmelerin sonucu olarak anaokulu eğitimi alanında bazı yasal düzenlemelerin de yapılmış olduğu dikkati çekmektedir. 6 Ekim 1913’te yayınlanan Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati’nin (İlköğretim Geçici Kanunu) 3. maddesinde anaokulları ve Sıbyan sınıfları ilköğretim kurumları arasında gösterilmiş olup, kanunun 4. maddesi anaokulları ve Sıbyan sınıflarını şöyle tanımlamıştır: “Çocukların yaşlarına uygun olarak faydalı oyunlar, geziler, el işleri, ilahiler, yurtseverlik şiirleri, tabiat bilgisine ilişkin konuşmalar ile onların ruhi ve bedeni gelişmelerine hizmet eden kurumlar. Kanun ana mekteplerinin 4 yaşından 7 yaşına kadar çocuklar için kurulacağını belirtmektedir (Akyüz, 1996). 1914 yılında Eğitim Bakanlığı Bütçesi düzenlenirken Çocuk Bahçesi Denilen Mekteplerin açılması için bütçeye ödenek konmuştur (Akyüz, 1996). 1915 yılında anaokullarına öğretmen yetiştiren bir öğretmen okulu açılmış olup 15 Mart 1915 yılında ana mektepler nizamnamesi hazırlanmıştır. Okul öncesi eğitim ile ilgili çeşitli uygulamalar ve yasal düzenlemeler ile birlikte büyük kentlerde anaokullarının sayısının hızla çoğaldığı görülmektedir (Akyüz, 1996). Anaokullarının Türk Eğitim Sistemi içinde yerini almalarıyla birlikte bu alandaki yayınlarda da önemli bir gelişme olmuştur (Akyüz, 1996). Cumhuriyet Dönemi Cumhuriyetin kuruluşu sırasında ülkenin içinde bulunduğu şartlar, özellikle ilköğretime öncelik verilmesini gerektirdiğinden bu ilk yıllarda okul öncesi eğitim kurumlarının sayısında herhangi bir ilerleme görülmemektedir. Genç Cumhuriyet yeni bir yurttaş tipi yaratmaya çalıştığı için kaynaklarının önemli bir bölümünü ilköğretimdeki okullaşmanın gelişimine harcamıştır. Bu nedenle de erken çocukluk döneminin eğitimi ailelerin ve yerel yönetimlerin sorumluluğuna bırakılmıştır (Oktay 83a-Oktay 83b). 25 Ekim 1925 ve 29 Ocak 1930 yıllarında çıkarılan iki tamimle ilköğretimin geliştirilmesi için bütçe imkanlarının anaokullarından ilköğretime kaydırılması yönünde bakanlığın görüşleri okullara bildirilmiştir. Bakanlığın bu iki tamimi üzerine vilayetlerde daha önce açılmış olan anaokulları kapatılmıştır (Ergin, 1977). “Maarif Vekaleti Bütçesinden kaynak alan bağımsız ilkokullara bağlı anaokulların kapatılması yönünde ana mekteplerinin bütçesi müsait vilayetlerde, fabrikalarda ve ziraatte çalışan ve çocuklarını çalıştığı saatlerde tevdi edecek kimsesi bulunmayan birçok anaların bulunduğu yerlerde ve yalnız bu esvabı mucibeyle açılabilir. Vekalet, yapacağı teftişlerde bu gibi mekteplerde bulunan çocukların annelerinin çalışmayanlardan olduğunu görürse hiç mazeret ve müsamaha göstermeksizin kapatacaktır” (Ergin 1977.2052). Hükmünün bulunması nedeniyle İstanbul’da çalışan fakir kadınların çocuklarını bırakabilecekleri çocuk yuvaları açılmaya başlanmıştır (Ergin, 1977). 1949 ve 1953’ deki Millî Eğitim Şuralarında bu konu Aile Eğitimi ve Bireysel teşebbüsler ile yerel yönetimlere bırakılmış ancak daha önce bundan farklı olarak bakanlığın elinden geleni yapacağı şeklinde bir ifadeye de yer verilmiştir. “Okuma çağına girmemiş çocukların eğitimi konusu Cumhuriyet Döneminde ilk kez 1949’da IV. Millî Eğitim Şurası’nda, “Aile eğitimi üzerinde durulması, ailede demokratik eğitimin uygulanması için çeşitli yöntemlerden faydalanılması gereği” şeklinde belirtilmiştir (Özalp, 1977, s.239). “1953 teki Millî Eğitim Şurasında Okul öncesi eğitim kurumlarının açılması ile ilgili hükümlerin yeniden yer aldığı görülmektedir. Yer ve vasıta temini şimdilik ferdi teşebbüslere mahalli idarelerin yardımlarına bağlı olmakla beraber, vekalet bu hususta elinden geleni yapacaktır” (Ataünal 1977, s.78). 1960’lardan sonra okul öncesi eğitimin önemi ve yaygınlaştırılmasının gerekliliği yeniden gündeme gelmiştir. Bu tarihten günümüze kadar çıkarılan yasalar ve yapılan uygulamalarla, okul öncesi eğitim isteğe bağlı bir öğretim kademesi olarak sistem içinde yerini almış bulunmaktadır. Konu 1960’lardan sonra yapılan kalkınma planlarında da giderek daha fazla yer almaya başlamıştır. Daha sonra ilk defa ikinci beş yıllık kalkınma planında şu cümleler yer almıştır: “Okul öncesi eğitimi 3-6 yaş çocuklarının eğitimidir. Bu eğitim ancak, anne eğitiminden yoksun çocukları ele alacaktır. “Üçüncü ve dördüncü kalkınma planında, daha çok anne eğitiminden yoksun işçi çocuklarının yoğun olduğu yörelerde ve kırsal kesimde yaygınlaştırılması ve ülke ihtiyaçlarına uygun bir modelin geliştirilmesi yolunda çalışmalar yapılması gereği belirtilirken, beşinci 5 yıllık kalkınma planında okul öncesi eğitimin (5-6 yaş nüfusunun) okullaşma oranının %10’a çıkarılması için kamu ve özel kuruluş imkanlarından azami derecede faydalanılacağı belirtilmektedir” (Ural, 1986, s. 16-17).
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda okul öncesi eğitim konusuna ilköğretim başlığı altında yer verilmiş ve okula başlama yaşı olarak 72 ay sının konusunda görüş birliğine varılmıştır. Programda okul öncesine ilişkin alınması gerekli tedbirler üç maddede toplanmıştır: 1 Okul öncesi eğitim kurumlarının geliştirilmesi hususunda şehirleşme ve sanayileşmenin yoğun olduğu yöreler ile gecekondu bölgelerinde başlatılan çalışmalara devam edilecektir. 2. İş kanununda belirlenen sayının üzerinde işçi çalıştıran kamu kuruluşları ve özel kuruluşların, çalışanların çocukları için kreş ve anaokulu açmaları sağlanacaktır. 3. Fiziki kapasite sağlandığı oranda 6 yaş için anasınıfı açılması uygulamasına devam edilecek ve bu sınıflarda eğitimin kalitesinin arttırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülecektir (DPT, VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1990). Son dilimi 2000 yılına rastlayan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı okul öncesi eğitim için %16 oranında okullaşma öngörmekte, yalnızca okul öncesi eğitim için değil, fakat genelde tüm eğitim öğretim kademeleri için kalitenin yükseltilmesi ve her kademedeki eğitimin yaygınlaştırılmasına çalışılarak fırsat eşitliğinin sağlanmasını, buna bağlı olarak okul öncesi eğitimin de tedricen yaygınlaştırılmasını hedeflemektir
(DPT, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1995). VIII. beş yıllık kalkınma planında (2000-2005) okullaşma hedefi %25 olarak ifade edilmiştir.
Görüldüğü gibi II.Kalkınma Planından başlayarak hemen bütün planlarda yer alsa da MEB ve diğer bakanlıkların çalışmaları, özellikle Çalışma Sosyal Güvenlik ve Sağlık Bakanlığı’nın çalışan kadınların çocuklarına kurum açılması ile ilgili yönetmelikler aracılığı ile yapılan desteklemelerine, belediyeler ve üniversitelerin kendi bölgelerinde açtıkları kurumlara rağmen, okul öncesi eğitim henüz kalkınma planlarında öngörülen düzeye ulaşabilmiş değildir. IX. Orta Vadeli Kalkınma Planında (2006-2008) ise konu, “Okul öncesi eğitim hizmetleri çeşitlendirilerek erişim arttırılacaktır: Okul öncesi eğitim hizmetinden daha fazla kişinin faydalanabilmesi için ikili eğitim uygulaması yaygınlaştırılacaktır. Kırsal alanlarda okul öncesi eğitim hizmetlerinin sunumuna yönelik farklı stratejiler geliştirilecektir. Erişimin arttırılabilmesi için gezici ve yaz okulu gibi uygulamaların yanı sıra yaygın eğitim imkanlarından faydalanılacaktır” İfadeleri ile yerini almıştır. Konuya parti ve hükûmet programları açısından bakıldığında, bazı partilerin programlarında bu konuya yer verdikleri dikkati çekmektedir. Örnek: Doğru Yol Partisi Eğitim Reformu, başlığı altında “Bir yıllık okul öncesi eğitimi devlet okullarında parasız olacaktır.” ifadesi yer almaktadır. CHP konuya “okul öncesi eğitimi, çocukların daha sağlıklı gelişmesinin koşulu, çağdaş eğitim anlayışının zorunlu bir kademesi olarak görmekte olduğu ve kültürel açıdan geri ve toplumsal olanaklardan yoksun yörelerden başlayarak, okul öncesi eğitime kavuşamamış çağ nüfusunun okullaşma oranını hızla yükseltecektir.” İfadesi ile yer vermiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin programında ise Eğitim başlığı altında, Okul Öncesi Eğitim konusu “Ülkemizde oldukça yetersiz düzeyde olan okul öncesi eğitim, kamu ve özel sektör eliyle ülke genelinde yaygınlaştırılacaktır.” ifadesi yer almaktadır. Görüldüğü gibi partiler, genel ifadelerle de olsa “okul öncesi” eğitimi programlarda yer alacak kadar önemli bir konu olarak kabul ettikleri izlemini vermektedir. Hükûmet programları açısından değerlendirilmesinde de henüz okul öncesi eğitim konusunun hiç bir hükûmetin programında yer alacak kadar öncelikli olmadığı dikkati çekmektedir. Kuşkusuz başlangıçta böyle bir öncelik yoksa bile bunun zaman içinde öncelik haline gelebilmesi de mümkün olabilir. Ancak, Türkiye gibi sorunların oldukça çeşitli olduğu bir ülkede küçük çocukların eğitiminin öncelikli hale gelmesi bir zihniyet değişikliğini gerektirmektedir. Bu da insana yapılan yatırımın en karlı yatırım olduğu görüşünün ve bu yatırımın erken dönemde olduğunda uzun vadede daha verimli olduğunun anlaşılması ile ilgilidir.
ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİNİN BUGÜNÜ VE UYGULANAN MODELLER
Türkiye’de okul öncesi eğitim başlangıçtan beri kurum merkezli olarak gelişmiş ve son yıllarda farklı ve yeni modellerin uygulanmasına da başlanmıştır. Bu modeller 1. Kurum Merkezli Eğitim Modeli 2. Aile Merkezli Eğitim Modeli 3. Kurum, Aile ve Toplum Merkezli Modeller 4. Uzaktan Eğitim Modelleri şeklinde sınıflandırılabilir. l. Kurum Merkezli Eğitim Bugün Türkiye’de eğitim yapan kurumlar mevcut yasa ve yönetmeliklere uygun olarak resmi ve özel kuruluşlar tarafından açılmakta ve Millî Eğitim Bakanlığı ile Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunun ilgili organlarınca denetlenmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından veya bu kurumların izni ile açılmış okullar çeşitli adlar ile çalışmaktadır. Millî Eğitime bağlı okul öncesi kurumları; Bağımsız anaokulları, ilköğretim bünyesinde anasınıfları, kız meslek okulları bünyesinde uygulama anaokulları ve uygulama ana sınıflarıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olanlar ise; kreş, gündüz bakımevi çocuk yuvaları, çocuk bakım evleri, çocuk kulüpleri ve çocuk evleri vb. adları ile açılmaktadırlar. Bütün bunlara belediyelerin açmış olduğu kurumlarla çeşitli üniversitelerin bünyelerinde yer alan anaokulları, kreş ve okul öncesi eğitim merkezleri eklenebilir. Kurum Merkezli Eğitim uzun yıllar MEB İlköğretim Genel Müdürlüğü bünyesinde bir şube müdürlüğü tarafından yürütülmüş, ancak 1992’de ayrı bir Genel Müdürlük olarak teşkilatlanmanın gerçekleştirilmesinden bu yana kurumsal eğitimdeki gelişme hızı bir ivme kazanmıştır. Bu da okullaşmanın artışında önemli rol oyna mıştır.
Okul Öncesi Öğretim Yılı Okul sayısı Öğrenci sayısı Öğretmen sayısı
1923-1924 80 5.880
1943-1944 49 1.604 63
1963-1964 146 4.767 180
1983-1984 2784 78.981 4.414
1997-1998 6.999 181.450 10.186
1998-1999 7.976 207.319 11.825
1999-2000 8.571 213.944 15.696
2000-2001 8.996 258.706 16.563
2001-2002 9.643 289.066 18.149
2002-2003 9.657 320.038 18.921
2003-2004 12.212 358.499 19.122
2004-2005 14.411 434.771 22.030
Kaynak: (MEB, 2005)
2. Aile Merkezli Eğitim Okul öncesi eğitim özelliği gereği yalnız kurumsal olarak değil, aynı zamanda ailede de gerçekleştirilebilecek bir eğitimdir. Bu açıdan özellikle annelerin bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi çok büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi eğitimde aile içi eğitimin kalitesi okul öncesi kurumlarında verilen eğitimle desteklendiği zaman çocuğun gelişimi açısından çok olumlu sonuçlara götürebilir. Bu nedenle kurumsal eğitim kadar ve hatta ondan da daha fazla gerekli ve önemli olan ailelerin eğitimidir. Bu nedenle bugün olduğu gibi eğitim tarihimizde de anne eğitimi ile ilgili bazı örnekler bulmak mümkündür (Oktay, 1999). Ekim 1910’da Beyazıt’da açılan Osmanlı Ana Mektebi adındaki okul, o dönem koşulları için son derece ilgi çekicidir. Bu okulun amacı “İstanbul kadınlarının annelik ve ev hanımlığı görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için onlara gerekli bilgileri vermektir”. Bu okul ana-baba okullarının ilki olarak tanımlanabilir.
Aile eğitiminde ailenin çocuk gelişimi hakkında bilgilendirilmesi, çocuğun gelişim düzeyine uygun eğitim yaklaşımları konusunda bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Bu çerçeve içinde son yıllarda Türkiye’de Anne Çocuk Eğitim Vakfı ve Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü’nün birlikte gerçekleştirdiği çalışmalar aile merkezli okul öncesi eğitimi kapsamında zikredilebilir. Anne -Çocuk Eğitim Programı adı altında yapılan bu çalışma, öncelikle annelerin 5-6 yaşındaki çocuklarıyla gerçekleştirebilecekleri eğitim etkinliklerini içermektedir (Oktay, 1999). Yine aynı vakıf tarafından gerçekleştirilen “Baba Destek Programı” da çocuk eğitiminde babaları daha aktif kılmak ve bilinçlendirmek yönünden dikkate değer bir çalışma olarak kabul edilebilir. Aile Merkezli Eğitim için yapılanlara bir başka örnek olarak, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde Prof.Dr.Haluk Yavuzer başkanlığında başlatılan ve bugün çeşitli kurum ve kuruluşlarca sürdürülen Ana-Baba Okulu Programlarından söz edilebilir. Bu programlar, farklı yaş gruplarında çocukları olan ana-babalara; eşler arası ilişki, iletişim, gelişim dönemleri, okul başarısı, uyum ve davranış sorunları vb. konularda bilgi vermeyi amaçlamaktadır (Oktay, 1999). YA-PA adlı yayın kuruluşunun Haziran 1994 tarihinden itibaren yurt çapında kurmuş olduğu bayi teşkilatı ile sürdürdüğü Açık Okul Öncesi Eğitim Projesi de bu çerçevede yer alabilecek bir model olarak örnek gösterilebilir. Bu modelde uzmanlar aracılığı ile ailelere çocuk gelişimi konusunda açıklamalar yapılmakta ve kitaplar önerilmektedir (Oktay, 1999).
3. Kurum-Aile ve Toplum Merkezli Modeller a) Çok Amaçlı Okul Öncesi Eğitim Merkezi Modeli Çocuk merkezli kurumsal eğitim programları ve aile merkezli anne eğitim programlarının yanısıra, Türkiye’de okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin iyileştirilmesine yönelik bir başka örnek de Çok Amaçlı Okul Öncesi Eğitim Merkezi modelidir. Bu modelde sadece çocukların ya da sadece anne-babaların eğitimi değil, aynı zamanda öğretmenlerin ve müfettişlerin eğitimi de söz konusudur. Çok amaçlı eğitim merkezi modeli, çocuğun eğitimini etkileyecek tüm bireylerin ihtiyaçları olan eğitimi bizzat katılarak alabilecekleri bir modeldir. Bu modelde en iyi kalitedeki hizmet en düşük maliyetle elde edilmeye çalışılmaktadır. Yine bu modelde öğretmenin hizmet içi eğitimi ve toplum katılımı ile çocuğu çevresinden soyutlamadan eğitmek amaçlanmaktadır. Buradaki eğitim çocuğun psikolojik, sosyal, duygusal, zihinsel merakını uyandırarak, destekleyerek, temel gelişimsel ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Çok amaçlı okul öncesi eğitim merkezi modelinin ilk örneği 1994 yılından beri İstanbul Küçükçekmece’de MEB-UNICEF-Küçükçekmece Belediyesi ve Marmara Üniversitesi işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Merkez aşağıdaki birimlerden oluşmuştur (Oktay, 1999).
1. Okul Öncesi Eğitim Birimi
a-Bağımsız Anaokulu b-Gezici Otobüs Anaokulu
2. Yetişkin Eğitim Birimi
3. Aile Danışma Birimi
4. Araştırma Birimi
5. Eğitici Materyal ve Araç Geliştirme Birimi Görüldüğü üzere böyle bir merkez yaklaşımı içerisinde hem 3-6 yaş çocuklarının eğitimi, hem de onları eğitecek öğretmenler, müfettişler ve anne-babaların eğitimi gerçekleştirilebilmektedir. Merkezdeki çalışmalara katılan öğretmen ve aileler eğitim çalışmalarının dışında hem danışma biriminden yararlanabilmekte, hem de çocuklarıyla birlikte ve onlar için eğitici araçları nasıl yapacaklarını bizzat atölye çalışmalarıyla öğrenmektedirler. Bu model sadece çocuğu eğitmeyi amaçlayan okul öncesi eğitim kurumları modelinden veya sadece anneyi eğitmeyi amaçlayan anne eğitimi modellerinden daha çok yönlü bir içerik sunmakta; ailelerin ve çevre halkının, öğretmenlerin, yöneticilerin, müfettişlerin, üniversite öğrencilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve yerel yönetimlerin katılımına ve her birinin ihtiyaçlarına uygun eğitimi almalarına fırsat verilmektedir. Merkezin bulunduğu yer itibariyle parasal veya ailesel nedenlerle anaokuluna gelemeyen çocuklar için düşünülen gezici otobüs anaokulu belirli bir zaman dilimi içinde zihinsel ağırlıklı bir eğitim programı uygulayarak hiç anaokulu eğitimi alma şansı olmayan çocuklara yaşadıkları yerde eğitim fırsatı sunarak onları ilköğretime hazırlamaya çalışmaktadır. Bu modelin temel amacı, ailelerde, verilecek eğitim yoluyla çocuklarında meydana gelebilecek değişmeler konusunda farkındalık yaratmak ve okul öncesi eğitimin bir ihtiyaç olduğunu hissettirmektir. Bu nedenle otobüs bölgeden ayrılmadan, bir anaokulu veya anasınıfı kurulması hedeflenmektedir. İlk örneği Küçükçekmece Çok Amaçlı Okul Öncesi Merkezi Projesi çerçevesinde (MEB, Unicef, Marmara Üniversitesi işbirliği) İstanbul’da gerçekleştirilen bu model halen MEB ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Marmara Üniversitesi arasında yapılan bir protokolle İstanbul Avrupa ve Anadolu yakasında iki otobüsle devam etmektedir. Gezici Otobüs uygulaması halen İstanbul dışında Bursa, Gümüşhane, Konya ve Malatya’da yapılmaktadır. (Tüsiad Raporu, 2005) b) Bakıcı Anne Eğitim Programı Bu programın çocuk bakımında annenin yerini alabilecek destek elemanları yetiştirmeye yöneliktir. Bu modelde 3 ana amaç vardır: 1- Çalışan annelere uygun bir okul öncesi eğitim servisi sağlamak, 2- Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çalışan kadınların çocuklarına düşük ücretli ve kaliteli bakım sağlayarak, çalışmalarına imkan vermek, 3- Evde oturan ve kendi aile gelirlerine katkı yapmak isteyen kadınlara başkalarının çocukları için gündüz bakımı imkanı sağlamaktır. İlk örneği MEB-Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun işbirliği ile hazırlanmış bu program, en çok ihtiyacın olduğu 24 yerleşim biriminde uygulanmış ve bugüne kadar 800 bakıcı anne eğitilmiştir. Benzer bir çalışma halen İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Ümraniye Mustafa Kemal Toplum Merkezi tarafından da sürdürülmektedir. Marmara Üniversitesi Kadın İşgücü İstihdamı Merkezi ve M.Ü.Okul Öncesi Eğitimi Bölümünün katkılarıyla gerçekleştirilen “Çocuk Bakıcılığı” Programı da bu kategoride ele alınabilir (Oktay, 1999). 2005 yılında Beşiktaş Belediyesi-Eğitim Bilimcileri Derneği ve İstanbul Üniversitesi ve İş-Kur İşbirliği ile gerçekleştirilen “Çocuk Eğitmeni ve Çocuk Bakıcısı Yetiştirme Projesi” aynı zamanda istihdama yönelik bir çalışma olarak dikkate değer bir uygulamadır. 4- Uzaktan Eğitim Modeli a- Radyo-Televizyon ve Video Yoluyla Anne-Baba ve Çocuk Eğitim Programları: Radyo-televizyon ve video teknolojisinin eğitimde kullanılması özellikle geniş kitlelere ulaşmak yönünden son derece yararlıdır. Türkiye’de radyo ve televizyonda, özellikle TRT’de belirli bir sistematik içinde olmasa da gerek çocuklar, gerekse aileler için pek çok yararlı program gerçekleştirilmiştir. Bunlara verilebilecek dikkate değer üç örnek. b- Video ile Anne-Baba Eğitim Programı: Bu modelde; 0-3 yaş grubu çocuklara sahip anne-babalar için, bu yaş grubunun evrensel gelişim özelliklerini kültürel şartlar içinde ele alan eğitici programlar onar dakikalık video filmleri şeklinde hazırlanmıştır (Yılmaz ve Ülküer, 1995). c- Susam Sokağı: Susam Sokağı programı belirli ilkeler doğrultusunda ve uzmanlara danışılarak, yoğun bir çalışma sonucunda gerçekleştirilen okul öncesi dönemi çocuklara yönelik, en dikkate değer program olarak tanımlanabilir. Program, sosyo-ekonomik düzeyi düşük, okul öncesi çağdaki 5-6 yaş çocukları için hazırlanmıştır, ancak yapılan araştırma ve gözlemler, programın yayınlandığı dönemde farklı yaş gruplarındaki çocuklar ve hatta yetişkinler tarafından izlendiğini göstermektedir. Programda kullanılan okuma yöntemi konusunda öğretmenlerce bazı eleştiriler yapılmışsa da, genelde çocukların dil ve zihin gelişimi yönünden çok katkı sağladığı konusunda ortak görüşlerin çoğunlukta olduğu dikkati çekmektedir (Oktay, 1999). d- Benimle Oynar mısın?: 2001 yılında AÇEV tarafından geliştirilen bir televizyon projesidir. 2002 yılında AÇEV ve TRT işbirliği ile hazırlanan bu program 2002 yılında yayınlanmaya başlanmış, program başarılı olduğu için 2003 yılında da yapımı ve yayını devam etmiştir. Hedefi, okul öncesi çağındaki çocuklar ve onların aileleridir. Program, çocukların zihinsel, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimini destekleyici bir nitelik taşımanın yanı sıra onların anne babalarını da bilinçlendirmektedir. SONUÇ VE ÖNERİLER
• Okul Öncesi Eğitim, sadece 3-6 yaş için düşünülse bile 3 milyonu aşan çağ nüfusuna karşılık 450-500 bin çocuğa eğitim verebilen bir eğitim kademesidir. Bunun acil olarak arttırılması gerekmektedir. Dünya ülkeleri ve özellikle girmek için hazırlık aşamasında olduğumuz Avrupa Birliği sürecinde bu sayının hızla yükseltilmesi son derece önemlidir.
• Konu parti programlarına girmiş olmakla birlikte Hükûmet Programlarında yer almamaktadır. Bu konuda ciddi ve sürdürülebilir politikaların olmaması konunun ön plana çıkmasını da engellemektedir. Okul Öncesi Eğitimin parti ve hükûmet programlarında düzenli bir şekilde yer alması ve genel ifadeler yerine neyin nasıl yapılacağını anlatan açık ifadelerin bulunması önemlidir.
• Aileler ve toplum bu yaş döneminin eğitiminin önemi konusunda yeterince bilinçli değildir. Geleneksel Türk toplumsal yapısı ve aile içi yardımlaşma alışkanlığı ve ekonomik etken ailelerin çocuklarını eğitim kurumuna göndermek yerine evde bir büyük denetiminde bırakmayı tercih etmelerinin nedeni olabilmektedir. Bu da kurum açılmasına ilişkin toplumsal talep yaratma konusunda yetersizliğe neden olmaktadır. Bir başka deyişle karar vericiler üzerinde ciddi toplum baskısı yoktur. Ailelerin bilinçlenmesi için yetişkin eğitim programlarının hazırlanması önerilebilir. Ayrıca, kamuoyunun konunun önemini kavrayabilmesi için medyada sıkça yer alması için yeterli önlemlerin alınması önemlidir.
• Gerek özel sektör gerek kamu okulları belirli bir maliyet nedeni ile daha çok orta ve üst sosyo-ekonomik seviyedeki ailelerin çocuklarına hizmet götürmektedir. Oysa asıl ihtiyaç grubu çocuk sayısı çok olan alt sosyo-ekonomik gruplardır. Bu grup erken eğitimden yeterince yararlanamadığı için, fırsat eşitliği sağlanamamakta ve gruplar arasındaki eğitim eşitsizliği giderek artmaktadır. Bu nedenle özel sektöre kaynak aktarımının yanı sıra vergi indirimi kolaylıklarının getirilmesi okul öncesi eğitimin yaygınlaşmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
• Kurumsal eğitim yoluyla çağ nüfusunun tamamını eğitmek uzun vadede pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle gezici otobüs, evde eğitim gibi farklı modellerin sistem içinde yerini alması gerekmektedir.
• Kurum eğitimi dışındaki modellerin sistem içinde entegre edilmesi, yaygınlaştırılması için de ulusal Standartların hazırlanması ve yeni denetim mekanizmaları oluşturulması.
• Yaygınlaştırma için alınacak önlemler açısından, halen yapılmakta olan yaz uygulamalarının sürdürülmesi de yararlı olabilir.
• Okul Öncesi eğitimin son bir yılının zorunlu eğitim kapsamına alınarak parasız hale getirilmesi (bu özelikle ihtiyaç olan bölgelerde öncelik olarak uygulanabilir.)
• Ülke genelinde hizmet veren okulların standardı MEB tarafından belirleniyor olsa da bu farklı modellere ait ortak standartlar oluşturulmamıştır.
• Programlar/çerçeve olmakla birlikte merkezden ve ülke gen li için hazırlanmaktadır. Uygulamalarda içeriğin çocukların ihtiyaçlara göre değiştirilmesi önemlidir. Bu da uygulamada öğretmenlere gerekli esnekliği sağlanması ile ilgilidir.
• Öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarında her yıl artan kontenjanlara karşılık, öğretim elemanlarının sayısının yetersizliği, yetişen öğretmenlerin niteliği konusunda tartışmalı hale getirmektedir.
• Halen uygulamada büyük ölçüde kadrosuz usta öğreticiler görev almaktadır. Bu da eğitim kalitesi açısından üzerinde oluşturulması gereken bir durumdur.
• Kadrosuz usta öğretici uygulaması hızla yerini kadrolu eğitici uygulamasına bırakmalıdır. Bunun için daha fazla kadro tahsisi gereklidir.
• İlköğretim ve okul öncesi eğitimin fiziksel mekanlar, öğretmen tutumları açısından yakınlaştırılması. Bunun sağlanması öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimde, birlikte eğitilmeleri ile mümkün olabilir. Zira her iki kurumda çalışanların birbirlerini, tanımaları ve çocuktan beklentileri iyi bilmeleri ve eğitim planlamalarını ve öğretmenlik tutumlarını buna göre oluşturmaları gerekmektedir.
• İlköğretim programı ile okul öncesi eğitim programı arasındaki uyumun sağlanması. Bu konuda değişen ilköğretim programları ve buna bağlı olarak okul öncesi eğitim programında yapılan yeni düzenlemeler önemli birer adım olarak değerlendirilebilir.
• Halen bu alana yetiştirme için yapılan açık öğretim uygulaması dikkati çeken bir durumdur.
• Öğretmen açığını gidermek üzere bir proje çerçevesinde sınırlı bir süre için başlatılan bu uygulama, proje süresi sona erdiği halde devam etmektedir. Bu öğrencilerin diğer öğrencilerden farkı giriş koşullarına sahip olmaları, yüz yüze eğitim almadan mezun olmaları özellikle kalite açısından oldukça tartışmalı bir durumdur.
Prof. Dr. Ayla OKTAY
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
KAYNAKÇA
Devlet Planlama Teşkilatı Kalkınma Planları, Başbakanlık Basımevi, Ankara.
ERGİN, O., Türk Maarif Tarihi, Cilt: 1-2, Eser Matbaası, İstanbul 1977.
MEB İstatistiki Veriler, Ankara 2005.
OKTAY, Ayla, “Türkiye’de Okul Öncesi Eğitimin Dünü ve Bugünü, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı: 7, İstanbul 1983.
OKTAY, Ayla, “Okul Öncesi Eğitim ve Sorunları” , Derleyen: Nizamettin Koç, Okul Öncesi Eğitime Toplu Bir Bakış, Türk Eğitim Derneği Yayınları, Ankara 1983.
OKTAY, Ayla, Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem, Epsilon Yayınlan, İstanbul 1999.
ÖZTÜRK, Cemil, Dünden Bugüne Türkiye’de Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, Marmara Üriversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Yayınları, İstanbul 1998.
URAL, M., “Ülkemizde Okul Öncesi Eğitimin Yeri ve Önemi”, IV. Ya-Pa Okul Öncesi Eğitimi ve Yaygınlaştırılması Semineri, Ya-Pa Yayınları, İstanbul 1986.
Tüsiad Raporu, “Doğru Başlangıç Türkiye’de Okul Öncesi Eğitim”, Haz: Sevda Bekman -Can Fuat Gürselel, 2005.