İradesiz varlıklar (mikro ve makro seviyede cansız ve canlılar), var edildikleri tabii ve fiziki şartlara göre bir kader yapılanması içerisindedirler. Var oluşları ile yok oluş-ölüm akıbetine uğramaları arasında geçen süreçte ihtiyaç duydukları değişik frekanstaki enerjiyi (Ruhi ve Tabii enerji) değişik vasıtalarla (haiz oldukları cansız ve canlı aksamlarla havadan, sudan, madeni, nebati ve hayvani gıdalardan) aldıkları sürece, varlıklarını devam ettirirler. Cisimleşmiş bütüncül varlığın, içinde bulunduğu tabii ve fiziki şartların, olumsuz yönde değişmesiyle söz konusu enerji akışı kesilir. Ki buna yok oluş-ölüm denir.

Ölüm öncesi söz konusu enerji akışında ve bu akış sürecinde meydana gelen olaylarda yine tabii ve fizik şartlara bağlı işleyen kader kanunları etkilidir. Bilindiği üzere cansızlar için kader kanunları hükmünde şuursuz tabiat kanunları (determinizm denilen sebep sonuç zincirleme oluşan olaylar) işlemekte ve de bu kanunların tetiklediği tabiat kuvvetleri harekete geçmekte. Canlılar için ise hem tabiat kanunları, hem de canlılara özel şuurlu ruhi etkinlik dediğimiz kanunlar (indeterminizm denilen sebep sonuç zincirine göre işlemeyen özel kanunlar) ve bu kanunların tetiklediği, tabiat kuvvetlerine parelel işleyen duyusal etkinlikler faal hale geçmektedir.

Mikro ve makro seviyedeki cansız ve canlıları kapsar şekilde ilk yaratılış safhasından  itibaren her şey, kader kanununa tabi olarak yaratılmıştır. İster mikro seviyede olsun ister makro seviyede olsun cansız ve canlı her şey, ilk cevherin ve daha sonra oluşan parçacıkların; kader kanunları kapsamında işleyen tabiat kanunlarına-sunnetullaha (başlangıçta ikili, dörtlü, yedili açılım kanunlarına, daha sonra cansız cisimleri ile canlı cisimleri oluşturan-birleştiren, ayrıştıran, değiştiren kanunlar başta, diğer tabiat kanunlara) göre hareketiyle ortaya çıkmıştır.

Yüce yaratıcı kudret, bu sistemi kurarken pek tabii ki hikmeti gereği bir plana ve programa göre hareket etmiştir, etmektedir. Bu plan ve programın temel dinamiği olarak ta, etki-tepki mekanizması yani bir yandan hareket ve sensör mekanizmasını; diğer yandan iletişim ve etkileşim mekanizmasını oluşturmuştur. Cansız varlıklarda sadece hareket ve sensör-reseptör mekanizmasını işletmekte, canlılarda ise bu mekanizmaya ilave iletişim ve etkileşim mekanizmasını işletmektedir. Her ne kadar bu mekanizmalar, doğrudan yüce yaratıcının kontrolü altında olsa da, bu mekanizmanın işletilmesine ilişkin ilmi; ayrıca görevli meleklerine de talim etmiştir.

Gerçek o ki, cansız varlıklardan canlı varlıklara doğru iki den, yedi ye kadar alıcı ve verici reseptör-sensör mekanizması bulunmaktadır. Malum parçacıkların, atomların bir kısmında negatif, diğer bir kısmında pozitif elektrik yükü bulunmakta, bu yüklerin olması, bir tarafta çekme, bir diğer tarafta itme gücü oluşturmaktadır. Tek hücreli canlılarda bu duruma ilaveten bulundurulan diğer sönsör özelliği ise bazı cisimlerin tehlike olarak tanımlanması ve o mahalden kaçılmasıdır. Aynı şekilde hemcinsleri tanıma sensör özelliğiyle, dişil ve erkil tepkimeye bağlı yakınlaşmanın olmasıdır. Ki bu özelliğin işlemesiyle önce birleşme, sonra çoğalma-üreme olmaktadır. Nihayetinde omurgalı canlılarda hücre duyarlılığına-reseptörlere ilaveten beş duyuya (aslında yedi duyu) bağlı iletişim ve etkileşim olmaktadır.

Canlı varlık olarak yaratılmış olan İnsan da, belirli bir aşamaya kadar işleyen kader süreci esas olarak omurgalı hayvanların kader süreci ile aynılık taşısa da, daha sonra yüce Allah’ın bizzat üfledim (yükledim) dediği, akıl merkezli tamamlayıcı üst programı (farklı enerji) haiz ruhi paket, ana karnında henüz yavru iken (tüm uzuvları belirlenmiş dört aylık iken) insana yüklenmiştir. Ki insan, yavru halinden buluğ çagı denen dişil ve erkek şahsiyet gelişimine kadar paket enerji-ruhi özelliğin etkileşimi altında, ilhama açık canlı varlık olarak biyolojik ve fiziki yapılanmasını tamamlamaktadır. Ki bu dönemden sonra yaratıcı kudreti tanıma süreci başlamakta bu süreç yaratıcı kudretin peyder pey buyruklarını yerine getirme amaç ve gayretiyle ölüme kadar devam etmekte yada yaratıcı kudreti tanımanın ötesine geçmeksizin iman etmenin hazzına kavuşmadan sadece nefsinin arzularına göre yaşayan (aklını hayvan misali biyolojik ihtiyaçlarını (kolay-paraziter olarak) gidermede kullanan ve ihtiyaçlarının çokluğundan kıvranan, ancak bu ihtiyaçları tatmindan lezzet alan bir kişilik sergilemektedir. (iman ve ilimden nasip almadığı için başka lezzetlerden habersiz hayvan misali ölene kadar ömür törpülemektedir.)

Nefsinin arzularına göre yaşayan insan, başkalarına zarar vermek gibi alışkanlığı haizdir.  Çünkü imani değerler dediğimiz Allah’ın, peygamber vasıtasıyla bizlere yazıyla bildirdiği yaşama prensiplerine uyma sorumluğumuz olduğuna, ne halde ve nerede olursak olalım Allah’ın bizi gördüğüne, işittiğine ve görevlendirdiği melekleri şahit tutmak üzere her yaptığımız iyi ve kötü iş ve eylemlerimizi onlara kaydettirdiğine, bu kayda göre öldükten sonra her şeyin tarumar olduğu, yeniden dirilişin olacağı güne kadar, kısmen kabir hayatında, kalanın da Allah’ın huzurunda kurulacak büyük mahkemede hesap verileceğine inanmadıklarından, beşeri kanunlarla yargılanmadıkça  hiçbir kötü iş ve eylemin hesabının sorulmayacağına inandıklarından yani beşeri kanunlara göre suçüstü olmadıkça sorumlu olmadıklarına inandıklarından bu tavır ve davranış içerisine girmektedirler.

Ne var ki; her şeyin hakimi yüce Allah, iman etmeyenlerden özellikle haddi aşanların, zülmedenlerin, insanlık dışı hareket edenlerin hesabını, yeniden diriliş sonrası büyük makkemeyi beklemeden bu dünyada da vermektedir. Nitekim iman etmeyen zalimlere (krallara, o krallara tabi olan halklara) dünyada iken, ne denli büyük cezalar verildiğini, gerek arkeolojik kalıntılarla, gerek tevhidi dinlerin kutsal metinlerinde (tahrifatlar olmasına rağmen) açıkça görmekteyiz.

M.Kutlu Aytuğ