Cevap: Kur’an-ı Kerime göre cansız ve canlı her şey yüce Allah tarafından bir ilme, bir plana-kadere, sonsuz kudrete ve belirli kanunlara dayalı olarak yaratılmıştır. Bu konuda Kur’an-ı  kerimde şöyle buyurulmaktadır.

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şey üzerinde; görüp gözetici ve mutlak hüküm sahibidir.”  Zumer suresi, 62.Ayet Meali

ilmi tespitlere göre, tüm cansız ve canlı maddi vücutlar, atomlardan teşekkül etmiş olup, bu teşekkülat olurken, yani vücutlar inşa olurken; atomların bir birlerine tutunmaları-bağlanmaları dört farklı biçimde (ionik, metalik, kovelent, vandelvals) olmaktadır ki, ionik ve metalik bağ ile cansız (inorganik) varlıklar, kovelent ve vandelvajs bağı ile de canlı (organik) varlıklar oluşmaktadır.  Cansız ve canlı varlıklar arasındaki temel inşa farklılığı budur.  Ancak cansız ve canlıları birbirinden ayıran en temel özellik, canlılarda; cansızlarda olmayan başta şuur olmak üzere kollektif fonksiyonları haiz, adeta sunucuyla (yaratıcı kudretle) devamlı iletişim halinde çevrimiçi ve çevrimdışı işleyen bir ruhi etkinliğin (program yazılımı) var olmasıdır. Cansızlarda ise bu etkinliğe muadil olarak belirli şartların oluşmasına göre (tabiat kanunları muvacenesinde) otomatik ortaya çıkan itim, çekim kuvveti gibi kuvvetlerin (tabiat kuvvetleri) olmasıdır. Ki bu kuvvetlerin sebeb oldukları birleşme, ayrışma v.d fiil ve eylemlerin-hareketlerin, şuurlu olduğu söylenemez. Yani yaratıcı kudret tarafından hususen kendilerine verilmiş bir zeka ve duygu mahsulü etkinlik olduğu söylenemez.  Gerçek o ki, bazı varlıklar zeka ve duyguyu haiz iken, bazılarında böyle bir etkinlik bulunmamaktadır. İşte bu etkinliğe şuurlu olmak denilmekte, bu şuur haline de ruh denilmektedir Bu hal, İnsanlarda çevrim dışı ve çevrimiçi şuurlu hareket ve davranışlar olarak tezahür etmekte, diğer canlılarda çevrim içi hareket olarak tezahür etmektedir.

Bu hareketlerin ve açılımların ilk hedefinde, değişik boyutta ve cesamette atom parçacıklarının ortaya çıkarılması gelmekte, bu parçacıklarla değişik mahiyetlerde bir dizi atom veya atom molekülleri oluşmakta, bu moleküller değişik şekillerde birbirleriyle bağlantı kurulmak suretiyle, değişik inorganik elementler (demir, altın, gümüş vs) oluşmaktadır. Nihayetinde değişik organik bileşikler-yapılar (ata tohumlar-çekirdekler, küçük büyük farklı mahiyette bitkiler, hayvanlar) yaratılmaktadır.

Cansız (mikro ve makro cisimler ile cansız bileşikler) inorganik varlıklar olan atom parçacıklardan atomlara, atomlardan gaz, sıvı, yarı katı-plazma ve katı bileşiklere kadar yaratılış seyrinin her safhasında, her kademesinde oluşan hareketler ve açılımlar, yüce Allah’ın otomatik olarak belirli kanunlara (tabiat kanunlarına) göre doğrudan yaptığı iş ve eylemlerdir. Yüce Allah’ın verdiği iradeli veya iradesiz bir ilmi programa göre yani şuura göre dolaylı olarak yaptırdığı nefsani hareketler, açılımlar, iş ve eylemler ise, ruh denilen tabiat kuvvetine benzer fakat farklı bir etkinliktir.

Bu konuda temel madde olarak atom yerine zerre kelimesi kullanılmakta ve yaratılan zerreden küçük (parçacıklar) ve zerreden büyük her cisim yüce Allah’ın yönetimi altında onun kanunuyla(ilmiyle) ve kudretiyle (kuvvetiyle) hareket etmekte olduğunu aşağıdaki ayet açıkca belirtmektedir:

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ

İnkâr edenler dediler ki: “Kıyamet saati (asla) bize gelmez (ve bu dünya hayatı ve fırsatları bizden sonraki neslimizde de sonsuza kadar devam eder.)” De ki: “Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, o (kıyamet ve ahiret) muhakkak size gelecektir. Ne göklerde ne yerde, Allah’ın ilminden, bir zerre ağır­lığınca bir şey kaçmaz. Bundan (zerreden) daha küçük ve da­ha büyük hiç bir şey yoktur ki, hepsi muhakkak kitapta (levh-i mahfuzda) apa­çık bulunmasın (kaydedilmiş bulunmasın).” Sebe suresi, 3.Ayet meali

Bir başka ayette cansız ve canlı tüm varlıkların, belirli şuursuz kanunlara (tabiat kanunlarına) ve şuurlu kanunlara (farklı ruhi açılımlara) uygun olarak yaratıldığı ve yaşatıldığı belirtilmektedir.

وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Allah, göklerdeki varlıkların ve imkânların, yerdeki varlıkların ve imkânların hepsini, kendi katından bir lütuf olmak üzere kurduğu düzen gereğince sizin faydalanmanız için kanunlarına boyun eğdirendir. Gelişmeye devam eden, tefekkür-düşünme ağına sahip, faydalı sonuçlar elde edebilen toplumlar için, Allah’ın birliğini, kudretini, kurduğu düzeni gösteren deliller, birçok konunun çözümüne işaretler vardır.” Casiye Suresi, 13.Ayet meali

Aşama aşama oluşan, varlıkların mahiyetleri, özellikleri hakkında; başlangıçta harekete geçen atom parçacıkları hiçbir şey bilmez. Çünkü her parçacık veya parçacıkların oluşturduğu atom çekirdekleri,  sadece kendilerinde mevcut olan itme-çekme, tutma-ayırma misali özelliklerinden dolayı yüce Allah’ın otomatiğe bağladığı emirlere göre eylemde bulunmakta, o kadar… Yani en küçük parçacık olan kuarklara yüklenmiş çekme ve itme özelliğinin (tabiat kanununun) otomatik hayata geçmesiyle  daha büyük parçacıklar oluşmakta, bu parçacıkların da, diğer çekirdek kuvvetlerini oluşturmasıyla (elektromanyetik, zayıf nükleer kuvvet ve güçlü nükleer kuvvet), maddi alemin temel yapı taşı olan atom çekirdekleri ile birlikte (elektron denilen parçacıkların çekirdek etrafında değişik yörüngelerde dönmesiyle) atomlar oluşmaktadır.

Evet! İnorganik yapıda gaz, sıvı, yarı katı-plazma ve katı bileşiklere kadar, bu bileşiklerden oluşan organik yapıda varlıklara kadar; yaratılış seyrinin her safhasında, her kademesinde; farklı farklı hareketler ve açılımlar olmaktadır. Ki bu hareketler ve açılımlar; bildik tabiat kuvvetlerinin ve arkasındaki tabiat kanunlarının işlemesiyle olmaktadır.

Bilindiği üzere tabiat kuvvetlerinin ardındaki kânunlar, ‘suyun kaldırma kuvveti kânunu, ışığın yansıması prensibi, maddenin hal değiştirmesinin ardındaki termo­dinamik kânunlar, v.d’ kanunlar olup, bu kanunlara batı literatüründe tabat kanunları, islam literatüründe adetullah denilmektedir.

Tabiat kanunları, maddi varlık aleminde bir takım şartlara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Yani tabiat kanunları, varlıkların tabiatından (mikro ve makro seviyede ortaya çıkan zincirleme sebep sonuç ilişkisinden) kaynaklanan protokol kuralları olup, bu kuralların gereğinin yapılmasıyla tabiat kuvvetleri oluşmaktadır. Ki bu protokollerle, her varlık dairesi içerde ve dışarda birbirleriyle, devamlı iletişim ve etkileşim içerisinde olurlar.                                                                                                                                    

Cansız varlıklar tabiat kanunlarına göre farklı hareketler içerisine girerek iletişimde (anlama ve tepki verme) bulunmaktayken, canlılar haiz oldukları beyin kapasitesine ve zeka seviyesine farklı davranışlar ve sesler çıkararak iletişimde (anlama ve tepki verme) bulunmaktadır. Yani cansız varlıklar, içinde bulundukları zemine ve şartlara göre hareket ve değişime uğramaktayken, canlı varlıklar zeka seviyelerine göre düşünmekte ve konuşma olmaksızın farklı şekillerde iletişim kurmaktalar ve eyleme geçmektedirler.

Yaratılan varlık zincirinin son halkası olan İnsana gelince, diğer hiçbir canlı varlıkta olmayan, ilmi ve imani gelişmeye açık, üstün zeka seviyesine sahip olmasından mücerred düşünce ile değişik dillerde konuşma kabiliyetine sahip  bulunmakta ve sadece bu özelliği ile diğer canlılardan farklı olduğu görülmektedir.

Konuşma dili sayesinde, insanlar arasında; gerek bireysel gerekse kitlesel iletişim olmaktadır. İnsanoğlu konuşma yani dil sayesinde düşündüklerini ve gördüklerini dile getirmekte ve bu şekilde (aynı dili konuşan)  hem cinsleriyle iletişim kurmakta ve anlaşmakta, birbirleriyle her konuda olmasa da düşünce ve eylem birliği oluşturmakta,  ortaya konulan bilgileri, kuşaktan kuşağa aktararak bir kültür birikimi sağlamaktadır. Diğer canlı varlıklarda ise mücerred düşünce ve hem cisleriyle konuşma dışında farklı iletişimlerin ve davranış biçimlerinin olduğu görülmektedir. Hatta konuşma şeklinde iletişim olmasa da bitkilerin ve hayvanların (özellikle evcil hayvanların), İnsanlarla da davranışlarıyla farklı iletişim kurdukları görülmektedir. Şüphesiz en temel ayrışma mücerret düşünce ve konuşma farklılığı olsa da,  İnsanlarla hayvanların esas ayrıldıkları nokta, dışa yönelik tasarruflarda nefsi ihtiyaçlarını gidermede toplumsal kurallara uygun bir kayıt tanımadan davranış sergilemeleridir, Ki bu da insanlar gibi zeka kapasitelerinin olmayışından kaynaklanmaktadır. Oysa içe yönelik nefsi ihtiyaçlarını gidermede zeka seviyeleri kendilerine yeterli gelmektedir. Dışa yönelik iletişimde İnsanlar kadar olmasa da, en azından insanlar gibi hem cinsleriyle ve başka cins hayvanlarla ve insanlarla, kendini emniyete alarak isteyerek veya istemeyerek farklı bir şekilde iletişim ve ilişki-etkileşim içerisine girmektedir. İnsanlarla hayvanlar arasında iletişim konusunda Kur’an-ı Kerimde şu kıssa oldukça çarpıcıdır.

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙوَهُملاوَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ لَاْيَشْعُرُونَفَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَرَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓياَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪

 “Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular oluştu ve onlar bir düzen içinde sevkedilirlerdi. Bir vakit, karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca dedi, ki: Ey karıncalar! Derhal yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu sizi ezebilir. Bu sözü işiten Süleyman tebessüm etti ve dedi ki: Yarabbi! Bana ilham buyur, bana anama ve babama verdiğin nimetlere şükredeyim ve senin rızan olacağın amel işleyeyim. Beni rahmetinle salihler zumresine ilhak eyle…” Neml suresi 17,18 ve 19.Ayetlerin meali.

Bu ayetlerde, Hz. Süleyman’ın, insanlar dışınada diğer maddi vücud sahibi olmayan şuurlu varlıkları ve maddi vücud sahibi a’dan diğer şuurlu varlıkları; değişik iletişim yollarıyla (ilham ve rabıti-telapati) sevk ve idare ettiğine değinilmektedir. Ki yukarıdaki ayetlerin devamında, Hz. Süleyman’ın kuşlarala  da telepatik iletişime girdiği ve bu farklı iletişim yoluyla onları hizme­tinde istihdam ettiği belirtilmektedir. Ki esasen hayvan terbiyecilerinin sesli olarak haykırdıkları emir komutuyla bazı hayvanları nasıl sevk ve idare ettiklerini, sirklerde açıkça gözlemlemekteyiz. Anlaşılan o ki başka iletişim yolları dışında insan dil ile (sesli  veya sessiz harflerle) hemcinsleriyle konuşma şeklinde iletişime girdiği gibi konuşmaksızın dil ile yani anlamlı ve anlamsız müstakil belirli seslerle ve davranış biçimleriyle de yada ilham ve telapatiyle de  diğer canlı varlıklarala iletişim kurabilmektedir.

Gerçek o ki, İnsana has esas İletişim, dil ile gerçekleşmektedir. Dil, üstün bir sanatkârın elinden çıkmış harikulade eşsiz bir yapıya benzemektedir. Seslerin alelâde bir şekilde bir araya gelmesiyle kelimeler, alelâde kelimelerin bir araya gelmesiyle cümlelerin oluşması asla görülmemiştir. Bütün sesler bir amaç, bir düzenli yönlenişle bir araya gelmekte ve kişinin düşünce yapısına göre şekillenerek bir mesaj vermektedir. Kelimelerin bir araya gelmesi sonucu oluşan yapıda anlatılmak istenen bir olgu varsa buna cümle denmektedir. Yoksa anlamsız sesler örgüsünden oluşmuş çağrılara dil diyemeyiz. Dilin bir amaç uğruna belli bir şekilde kullanılması söz konusudur. Tıpkı eşsiz güzelliğe sahip bir bina inşa etmek gibidir. Düşünce dünyamız sürekli bir ilerleyiş içerisindedir. İnsan somut olan düşünceden soyut olan düşünce sistemine doğru ilerler. Düşüncelerin dil ile ifade edildiği göz önüne alınırsa dil bir yandan düşünceyi oluştururken kendi varlığını da düşünceye borçlu olmaktadır. Bir milletin dili o milletin dünya görüşünden ayrı olamaz. Kültürlerin taşıyıcısı ve temel unsuru olan dil hiçbir zaman durağan halde olmamıştır. Bir milletin duygu ve düşünce hazinesi dil vasıtasıyla nesilden nesle aktarılır.

Cansız varlıklarda da ruh var mı dır? Ruhla tabiat kanunu arasındaki fark nedir? Sorusuna gelince;

Bir kısım islam kaynaklarında, ruh denilince hayvani ve insani ruh olarak iki kademeli etkinlik/kuvvet kasdedilmekte, bir kısım islam kaynaklarında da, cansız varlıkları oluşturan atomlardaki devinim ve diğer hareketleri oluşturan etken dahil bitkisel hayatın kaynağı ile hayvani ve insani hayatın kaynağı olan komplek bir varlık kast edilmektedir.

Ruhla ilgili genel tanımlamaya göre, canlılığın ve şuurlu faliyetin olmadığı cansız eşya/cemadat yani maddenin derinliğindeki mikro seviyede parçacıklarda görülen hareketler ve bitkilerde görülen canlılık, ruhi etkinlik olarak görülmemekte, sadece hayvani tabiatta olan (insan dahil) mikro ve makro seviyedeki canlılık ve şuur kaynağı-etkinlik, ruh olarak kabul görmektedir.

Ruhla ilgili en mantıklı bir açıklama şöyle yapılabilir; yaratıcı kudretin kendinde mevcut binbir özelliği haiz kudret ışımasının taşıyıcısı olup, yaratıcı kudretin belirlediği kanunlar muvacenesinde, değişik zaman ve mekan boyutlarında, dört değişik fazda (maddi mikro alemde tezahür eden dört temel kuvvet alanı misali), değişik tohumların ve değişik surette bedenlerin oluşmasını aktive eden yaratılmış bütüncül bir varlıktır, diyebiliriz. Burada üzerinde durulacak önemli husus, dört fazlı ruhi etkinliğin yani dört farklı ruhi kuvvetin varlıklar üzerinde etki biçimleridir. Ki o da, cansız varlıklarda atomik ve moleküler hareket, canlı nebati varlıklarda hayati etkinlik, hayvani varlıklarda hayatla birlikte nefsani şuur etkinliği, insanlarda ise hayati ve nefsani şuurla birlikte akıl ve irade etkinliği olarak varlık göstermesidir. Bu açıklamadan hareket edildiğinde, Ruh; öyle bir etkinlik ki, cansız veya canlı, küçük veya büyük, önceden yaratılmış namütenahi çeşit ve nitelikteki mahlukat kalıplarına (çekirdek veya tohum hükmünde önceden yaratılmış farklı bedenlere) girip, temel yaratılış kanunları (başta dörtlü açılım kanunu olmak üzere belirli yaratılış kanunları) çerçevesinde aktivasyon oluşturan yani cansızlarda hareket-kuvvet, canlılarda nebati şuur, hayvani şuur ve insani şuur ve iradeyi haiz farklı (fiziki, kimyevi ve biyolojik) etkinlikler  kazandıran, insanda ayrıca sosyolojik, psikolojik ve parapsikolojik vasıflar kazandıran, yaratıcı kudrete ait en yakın  ve en temel etkinliktir. Bu etkinliği insan bütünlüğü çerçeve­sinde tanımlayacak olursak; “mahlukat/varlıklar üzerinde büyük etki kaabiliyetine haiz değişik vucut şekilleri oluşturan, vücuda dirilik/canlılık veren, vücudun beslenmesini, gelişmesini, büyüme­sini, hareket etmesini, üremesini v.d hayati fonksiyonların idamesini sağlayan,bitkisel sinir sisteminden ve beş duyu mekanizmasından ge­len etkilere bir anlam kazandıran, gerçekte görme, işitme, tanıma ve beslenme işle­vini bizzat sağlayan, beynin kompütör sistemlerini ve otomatizmasını yürüten, esnek şuuri/akli değerlendirmeler yapan, bu değerlendirmelere göre irade kullanan/tercihler yapan, yaratıcı kudretle vasıtasız ilişki biçimi ve biçimleri kurabilen bir etkinliktir.  Elbette bu tarif onun yaratıcı kudret olduğunu göstermez. Ancak İnsan, haiz olduğu ruhi yapısıyla, yaratcı kudretin yaratma sıfatını; icad etme sıfatına dönüştürerek, ilahi kudreti temsil eden ve ona en yakın olma istidadında bir varlıktır.

Kurân-ı kerimde  ruhla ilgili şöyle buyurulmaktadır:

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْم اِلَّا قَل۪يلً

“De’ki Ruh, Allah’ın emridir. İnsanlar, ondan çok az şey bilecektir” İsra Suresi, 85.Ayet meali

 İslam alimleri ve mutasavvıflar; ruhla hayat, ruhla ölüm, ruhla uyku veya yarı   uyku, ruhla rüya, ruhla astral gözlem ve beden dışı yolcu­luk, ruhla istidrac ve  keramet arasındaki ilişki hakkında temelde aynı olan değişik açıklamalarda bulunmuşlardır. İncil ve Tevrat’ta da ruhla ilgili ben­zeri açıklamalar vardır. Aynı şekilde hıristiyan ve yahudi din adamlarının da ruhla ilgili temelde aynı olan değişik yorum ve açıklamaları vardır. Ruhla tabiat kanunu arasındaki farkı, son devrin İslam alimi Bedizzaman, kuran ve hadis kaynaklı olarak  şöyle açıklamaktadır. “Kadir-i hakim kusursuz kudretiyle, noksan­sız hikmetiyle, nur gibi, esir gibi kütlesiz, akıcı maddeleri ihmal edip ha­yatsız, şuursuz bırakmaz, elbette ki nurdan, esirden, nardan, havadan, hatta kelimeler (ses dalgası) ve kavramlardan (zihni faaliyetle/ düşünmekle oluşan şeylerden); hayat sahibi, şuur sahibi varlıklar yaratır.”, “Eğer eşyada harekete ve değişime sebep olan kanunlara (tabiat kanunu), yaratıcı kudret; harici bir vücud giydirse, başına şuur koysa, her biri bir ruh olur. Eğer ruh, harici vücud elbisesini çıkarsa, başından şuur alınsa eşyadaki şuursuz kânun (tabiat kanunu/ilişki prensibi) olur. ” Burada ruhun şuurlu olmasından maksat, görevinin ne ol­duğunu, ne zaman ve hangi koordinatta görev ifa etmesi gerektiğini bilen bir varlık/paket program olmasıdır. Ne yapacağını bilen bu varlığın iş başına geçmesi, ya­ratıcı kudretin, doğrudan tek bir emir vermesi ile (bilgisayarda bir prog­ramın çalışması için, aç komutunun verilmesi gibi…) mümkün olmaktadır. Şuursuz ruhtan (tabiat kânunu) maksat ise, yaratılan varlıklar arasında; belirli amaç ve hedefi gözetecek şekilde kurulan ilişki prensiplerinin var olması ve bu prensiplere göre bir takım kuvvetlerin harekete geçmesidir. Yaratıcı kudret, bu prensiplere göre varlık alemini bir nizam ve intizamla bir arada tutmakta ve yaşatmaktadır. Bu ilişki prensibine gore kainatta nizam ve intizam olmakta, dengeler kurulmaktadır. Tabii bu dengelerin kurulması için oluşan tabiat kuvvetleri, bazen beşere zarar verici de olmaktadır. Arada bir depremin olması, her ne kadar insanlar için feleket olsa da, yer altında biriken enerjinin yer kabuğunu çatlatıp dışarı verilerek denge oluşturması, çok daha büyük çapta depremlerin meydana gelmesine mani olmaktadır. Kaldıki tabiat kanunlarına bağlı nizamın işleyişi, tıpkı bir saatin çarklarının bir birini harekete geçirmesi gibidir. Yaratıcı kudret, kainat nizamının işleyiş otomatizmasını yürütmek yani varlıklar arasındaki ilişki biçimlerini ve kunumlarını ve varlıklara verilmiş olan rolleri korumak için varlıklara genel ve özel ilhamda da bulunmaktadır, ki bu ilhâm yani yaşama prog­ramı sayesinde şuurlu ve şuursuz varlıklar, kainat nizamına uymak zorunluluğu duymaktadırlar. Bu ilham sayesinde iletişim ve etkile­şim olmakta, bu ilham sayesinde melekler koruyuculuk görevini v.d  tabiat olaylarını oluşturma görevini mükemmelen yapmakta, bu ilham sayesinde insanlar tabiata hükmetmekte ve tabiatı devşirmektedir. Şüphesiz hiç bir şey, hiç bir olay yoktur, ki yüce Allah’ın dilemesi/takdiri dışında meydana gelsin.Yani yaratılan herşeyin dizgini, ruh vasıtasıyla  yaratıcı kudret yüce Allah’ın uhdesindedir. Onun onayından geçmeyen hiç bir iş ve eylem ortaya çıkmaz.

Ruhun, maddi olmayan alemde ve maddi alemdeki tezahürüne gelince, maddi olmayan emir aleminde elbette melek vücüdlarına bir nevi hayat ve şuur kazandırmakta, maddi olan alemin arka planında işleyen  maddi olmayan aleme yakın orta alemde cinlerin vücutlarına farklı bir hayat, şuur kazandırmaktadır.

Yapılan ilmi ve vahyi açıklamalardan anlaşılan o ki, ruh denen etkinlik, ilahi emir tahtında maddi alemde; dörtlü açılım kanunu başta diğer yaratılış kanunlarına göre ortaya çıkan, bilinen dört temel kuvvete (nukleer zayıf ve güçlü kuvvet ile elektro manyetik kuvvet  ile çekim kuvveti) parelel, dört fazdan/kanaldan varlık alemine (sebepsiz yaratılan ilk varlık tohumlarından itibaren) akmaktadır. Ruhun açılım fazları, tabii (kuvvet ve hareket etkinliği), nebati (canlılık etkinliği), hayvani (kısmi/sınırlı şuur etkinliği) ve insani (tam şuur/akıl ve irade etkinliği) olmak üzere dört çeşit ruh etkinliğinden ibarettir. Fazlardan biri (tabii ruh kuvveti), cansız/cemaadat denilen mikro ve makro seviyede tohumlarda ve vücutlarda; iki etkinlik bir arada (tabii ve nebati ruh kuvveti olarak) mikro ve makro seviyede nebat denilen maddi vücudlarda, üç etkinlik bir arada (tabii, nebati ve hayvani ruh kuvveti olarak)  mikro ve makro seviyede hayvan vücudlarında ve nihayet dört etkinlik bir arada (tabii, nebati, hayvani ve insane  ruh kuvveti olarak) bütünlük içerisinde insan vücudunda etkindir. Bu dört fazlı ruh bütünlüğünde esas olan, tam/üstün şuur özelliği yani akıl  ve  irade sahibi insani ruhun; hayvani ruh/nefis üzerinden diğer ruhi etkinlikler üzerinde yöneticilik görevi yapabilmesıdır. Hayvani ruhta, genetik kartların elverdiği ölçüde şuur/içgüdü sahibi olmak yönüyle yöneticilik özelliği vardır. Ancak öğrenmeye ve tekamüle açık akli melekeler ve iradenin olmamasından dolayı hayvani ruhtaki yöneticilik özelliği, insani ruhtaki gibi esnek, şumüllü ve tercih yapacak durumda değildir. Hayvani ruhta yüklenmiş özellikler, cinslerin ve türlerin yaratılış programları nispetinde olup, öğrenmeye ve gelişmeye açık degildir. Yani sabittir

Dini ve ilmi açıklamalar çerçevesinde ruhun (cemadat/cansız varlıklarda tezahür eden hareket verici kuvvet/tabii ruh özelliği bir tarafa) diğer temel özelliklerini kısaca şöylece ifade edebiliriz.

1.Bedene dirilik veren canlılık/hayat özelliği (bitki ve hayvanlarda da bulunmakta)

2.Bedenle maddi alem arasındaki iletişimi ve ilişkiyi sağlıyan algılama özelliği (bitki ve hayvanlarda da bulunmakta)

3.Çevrede bulunan varlıklarla birlikte yaşamak için gerekli maddi ihtiyaçları tayin ve tespit ile bu ihtiyaçları giderici içgüdü/nefsi etkinliğe sahip olma özelliği (bitki ve hayvanlarda da bulunmakta)

4.Ait olduğu varlığın cins programına havi olması yani biyolojik yapısının gerektirdiği değişik biçimlenme özelliğinin (genotip ve fenotip özellikler) olması ve çevre etkisine duyarlılık ve uyumluluk tecrübesini kazanma ve bu tecrubeyi  uygulama özelliği (hayvanlarda ve insanlarda bulunmakta)

5.Vicdani mekanizmaya yani iradeye haiz olma ve iradenin kullanılacağı, hususi kömeklerde açılmayı bekleyen zıt duygu-lara (güzel ve çirkin, iyi ve kötü, sevmek ve sevmemek, şevkat ve husumet, aşk ve nefret v.b) sahip olma özelliği (sadece insanda bulunmakta)

6.Çevrede bulunan varlıklardan ihtiyacı nispetinde yararlanmayı ve tasarrufta bulunmayı sağlayan şuur/akıl özelliği (Sadece insanlarda bulunmakta)

7.Bedenle madde ötesi alem arasında iletişimi ve etkileşimi sağlayıcı algılama ve tesir etme özelliği (Sadece insanlarda bulunmakta)

M.Kutlu Aytuğ