Cevap: İslamda ve tahrif olsa da, tevhid dinlerinde; yüce Allah; en başta yaratıcı olmak sıfatıyla tanınmaktadır. İşte yüce Allah’ın kainatı yaratmasında ki en temel sebep, başta yaratıcı kudret olduğunu göstermek ve haiz olduğu sıfatlarını tanıtmak olduğu anlaşılmaktadır. Ki yüce Allah bir hadis-i kudsi de; “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek ve tanınmak istedim mahlûkatı yarattım.” buyurmuşlardır. Yani yaratılışın gayesi ve amacı yaratıcıyı bilmek ve tanımaktır. Yüce Allah, insanı da kendisini iman ile tanıması ve ibadet ile itaat etmesi için yaratmıştır.

Gerçek o ki, Mükemmel benzersiz gizli bir cemal kendi güzelliklerini aynada görmek ve güzelliğinin derecelerini şuurlu ve kendine âşık olanların gözleri ile de görünmek ve bilinmek ister. Bu da kendisinin isim ve sıfatlarını görerek eserlerini bilen, anlayan ve öven, takdir edenlerin varlığını gerektirir. Yüce Allah da kâinatı yaratarak kendi hazinelerini ortaya çıkardı. İnsanı yaratarak bu eserlerin sahibi, yaratıcısını bilmek ve iman ile tanımak, ibadet ile itaat etmeyi gerekli kıldı. İnsanın yaratılış amacı Allah’a iman olunca insan iman etmekle bu amacı gerçekleştirmiş olur. İnsanın affedilmez günahı da Allah’a şirk koşmak olacaktır. اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْيُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَ دِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمً   “Şirki Allah’a karşı yapılmış en büyük iftira kabul etmiş, Allah şirki affetmez, bunun dışında her günahı affeder.”  Buyurmuştur. Nisa Suresi 48.Ayet meali

Yüce Allah, kainatı bir amaca matuf yarattığını şu ayetlerle belirtmektedir.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ “Biz; gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye boşu boşuna yaratmadık.” Duhan Suresi, 38. Ayet meali

حَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ اَفَ “Yoksa sizi, boşu boşuna/amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Mü’minûn Suresi, 115. Ayet meali

 وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinler ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” Zâriyat Suresi, 56.Ayet meali

Yukarıdaki Ayetlerde belirtildiği üzere yaratıcı kudret yüce Allah, kainatı ve içindekileri yaratma gayesinin ne olduğunu açıkca buyurmakta ve İnsan yaratılmazdan önce yaratılan, insan gibi iradeyi haiz Cin denen varlıkların ve yaratılış zincirine en son takdığı insanın, esasen yaratılışın gayesi olduğuna değinmektedir.

Son asrın müceddidi Bediüzzaman bu konuda veciz olarak  şu  sünühatı dile getirmektedir.

“Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir.”  (Sözler, s.264)

Kısacası yaratılan hedef varlık insan için kâinatın yaratıldığı, insanın yaratılmasının gayesinin de ubudiyet için olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri. Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha başka varlıklar da olduğunu haber veriyorlar. Şu var ki, insan ubudiyet vazifesini diğer varlıklardan (bu varlıklar, meleklerle cinlerdir.) daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün şekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlık hâline gelmelerini, sert ağaçtan bu yumuşak meyvelerin çıkmasını hayretle seyreder. Ama o meyvenin tadını, vitaminini, kalorisini düşünemez, tefekkür edemez. Zira, istidadı buna müsait değildir.

Aynı şekilde irade sahibi olan bir cin de, kendilerinin rızık edindiği az bir gıda dışında; dünya nimetlerinin çoğundan tad ve haz alamadığı için o nimetler ilgili bir tasarrufta bulunamaz. O nimetler hakkında, Allah hesabına tefekkür edemez.

Oysa İnsana bu noktada bambaşka bir kabiliyet verilmiştir. O, aklıyla, hayaliyle sadece hazır eşyayı değil, o anda görmediği nice şeyleri hatta geçmişi ve geleceği düşünebilir. Böylece fikri, düşüncesi, anlayışı ve feyzi küllîleşir. Eline aldığı bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aşkın canlı türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rızklandıklarını, kendisinin de bu İlâhî sofradan faydalanan bir fert olduğunu düşünebilir ve böylece Allah’ın Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanına kavuşur. Dilerse, düşüncesini geçmiş ve gelecek zamanlara da götürür. Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardımıyla, birlikte düşünür ve tefekkürü daha da küllîleşir.

İnsanın istidadına göre yaratılış gayesi istikametinde vazifeleri ne olmalıdır? Denildiğinde, kısaca şu hususlar belirtilmelidir.

– Ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak. Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek.

– Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak.

– Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek.

– “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup, bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak.

– Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek.

– Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek.

– Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek.

– Ruhunu günahlardan, bedenini de her türlü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak.

– Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak.

İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır. Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar. İstidadını sadece basit dünyevi gayeler için hasreder. Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu hâlde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühünü kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir. Ki bu durumda dünya hayatını boşa geçirir. Boşa geçen hayat, insana hiçbir şey kazandırmaz…

Yaratılışın nasıl olduğu konusuna gelince: Birinci sorudaki gayb konusunun açıklanmasında varlık âleminin iki kısımdan ibaret olduğu, bir kısmının maddi olmayan-fizik ötesi alem olduğu, yaratılışın alt yapısını bu alemİn teşkil ettiği belirtilmişti.  

Kuran-ı Kerimde, yaratılış öncesinde en üst noktada; yüce Allah’ın kader kanunları denilen yaratılışa ait ilahi temel kanunları ve yaratılış sonrası işleyecek tabiat kanunlarını-sunnetullahı belirlediği ve yaratılışın başlangıcında ilk cevher denilen kainat tohumunun yarattğı ve bu tohumun ilahi temel kanunlara ve tabiat kanunlarına göre açılmasıyla da maddi olmayan ve maddi olan, a’dan z’ye bütün varlıkların peş peşe yaratıldığı belirtilmektedir.

Yaratılış başlangıcının ve yaratılış alt yapısının nasıl olduğunu, aşağıdaki Hadis-i Kutsi’den anlamak mümkün. Şöyle ki, peygamber efendimize tevcih edilen bir soru üzerine şöyle cevap verdiğini Hadis ravileri bildirmekte; “Ezelde sadece Allah vardı. Başka hiç bir şey yoktu. Allah’ın Arşı akıcı-su gibi hulul eden bir cevheri kaplıyordu-üzerinde idi. Sonra yüce Allah, bu akıcı cevherden kainatın tamamını takdir etti, yarattı…”

Kuran-ı Kerimde buyurulan maddi olmayan alemle ilgili ayetler az olsa da, yaratılış konusu; bu hadis ve aşağıdaki ayetlerle birlikte ele alındığında yeterince anlaşılır olduğu görülür. Şöyle ki;

“وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهوَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ dediler ki: Yaşayış, ancak bu dünyadaki yaşayışımızdan ibaret, ölürüz ve diriliriz ve bizi zamandan başka bir şey öldürmez ve bu hususta bir bilgileri yoktur, onların; yalnız zanna kapılmışlardır onlar.” Casiye suresi, 24.Ayet meali

وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ “Onlar, hayat ancak bu yakın (dünyadaki) hayatımızdan ibarettir; biz asla diriltilecek de değiliz! demişlerdi.” En‘âm suresi 29. Ayet meali

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ“Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah), tüm eksikliklerden münezzehtir. O işitir’, Görür.” İsrâ Suresi, 1.Ayet meali

وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚفَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰىمَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰىاَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰىوَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙعِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰىعِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜاِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙاِذْ يَغْشَى مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰىلَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى

O en yüksek ufukta idi, sonra yaklaştı, sarktı. İki yay kadar, daha da yakın oldu. Kuluna vahyettiğini etti. Onun gördüklerini kalbi yalanlamadı. Şimdi siz onun bu gözlemine karşı mücadele mi edeceksiniz.

Andolun ki, Cebraili bir defada inişinde Sidre-I Münteha’nın yanınada asli suretiyle gördü. O zaman Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Cennetül Meva onun yanında idi. Peygamberin gözünün gördüğü, akılların şaşacağı; gözlerin kamaşacağı manzaradan ne şaştı ve ne de öte aştı. Andolun ki O, Rabbinin ayetlerinin büyüğünü gördü.” Necm suresi 8,9.10,11,12,13.14,15,16,17. Ayetlerin meali

Görüldüğü üzere “Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için…” ve Rabbinin ayetlerinin büyüğünü gördü. buyurulmasından kasıt, peygamber efendimizin çok kısa zamanda, Hz.Cebrail’in mihmandarlığında  Tayy-I zaman içerisinde (Burak adlı canlı binitle-vasıtayla Medineden Kudüs’e, yatay istikamette yolculuk; Bast-ı Zaman içerisinde de Mirac adlı başka bir canlı vasıta ile Küdüsten gök tabakalarını aşıp Arş’a, dikey istikamette yolculuk yaparken şahit olduğu olağan üstü-harika gözlemler yaptıktan sonra yatağına geri getirildiğinde yatağın soğumadığıdır. Hadis-i Kutsi’de, yedinci kat gök tabakasını aşarak, gökler gibi kat kat yaratılmış kainat tabakalarını geçerek, nihayetinde yüce Allah’ın yaratmış olduğu maddi olmayan varlık bölgesi ile vacib ul vücüdü arasındaki arş tabakasına kadar, peygamber efendimizin gittiği belirtilmektedir. Miraç Mucizesi olarak belirtilen bu olay, esasında mücize olmanın ötesinde; yüce Allah’ın insanda potansiyel olarak yarattığı tüm olağan üstülükleri kapsayan olaylar zinciri olup, bu mucize aynı zamanda, maddi nitelikteki uzay tabakalarının-yedi kat gök ötesini de tasvir etmektedir. Ki bu tasvire göre; peygamber efendimizin çıkarıldığı maddi nitelikteki en üst göktabakasından sonra, maddi olmayan fizik ötesi ahiret alemine geçiş tabakası-Berzah tabakası bulunduğu, onun üstünde Levh-i Mahfuz denen maddi evren ve içindekilerinin kıyamete kadar ki yaşam sürecinin plan ve program bazında kaydedildiği, beynimiz korteks tabakasına muadil; maddi olmayan tabaka, onun üstünde Cennet’in kurulacağı alanı kaplayan tabaka, onun da üstünde maddi kainatta görevli kılınan dört büyük melek ve onların idaresi altında bulunan meleklerin aşamayacakları Sidre-i Münteha denilen tabaka gelmekte. Onun da üstünde yüce Allah’ın tüm kainatın idare edildiği Kursi denilen ilahi yönetim dairesi gelmekte, onun da üstünde Arş denilen maddi olmayan en üst kainat tabakası gelmekte, onunda üstünde Arş’ı taşıyan ve koruyan sekiz Arş meleğinin olduğu Arş-ı Azam tabakası gelmektedir.

 Bu konuda daha geniş bilgiye, Biltav yayınlarından ‘Bilim ötesi ve Üstün İnsan’ adlı kitapta değinilmektedir.         

Öte yandan Kur’an-ı Kerimde maddi yaratılışla ilgili olarak ta, aşağıdaki ayetlere yer verilmiş bulunmaktadır.

اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜاَفَلَا يُؤْمِنُونَ “Göklerle yer bitişik iken, bizim onları ayırdığımızı görmediler mi?” Enbiya Suresi 30.Ayet meali

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ “Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi” Fussilet Suresi 12. Ayet meali

اِاِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِاَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَيَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍبِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir! Araf suresi 54.Ayet meali.

Bir diğer ayette  مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪ۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri (iki günde-evrede) ve yeri (dört günde- evrede) ) yaratan, sonra da Arş’a (kudret ve hakimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı anlamına gelir) kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır” Yunus suresi 3.Ayet meali

وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ “Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu”Rahman Suresi,7.Ayet meali

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder” Isra suresi 44.Ayet meali

تَبَارَكَ الَّذ۪ي جَعَلَ فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُن۪يرًا “Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir.” Furkan Suresi 61.Ayet meali

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkı ile bilendir” Bakara Suresi 29.Ayet meali

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ “Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) Yaratan’dır” Secde Suresi 4.Ayet meali

خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ “İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi, konuşmayı) öğretti.” Rahman suresi 3. ve 4.Ayet meali

Yukarıdaki ayetlerden anlaşılan o ki, varlık aleminin, yüce Allah’ın kudreti tahtında iki evrede (önce maddi olmayan ruhsuz nur-öz enerji aleminin yaratıldığı, sonra maddi ruhsuz enerji-madde aleminin yaratıldığı; daha sonra dört evrede (önce ruhani varlık dediğimiz melekler ve cinlerin yaratıldığı, daha sonra bitkiler ve hayvanların yaratıldığı) söylenebilir. Ki ilahi yaratılış seyri, hedef varlık İnsanın yaratılmasıyla son bulmuştur.

Bir diğer ifadeyle yüce Allah, en önce tekillik/bütünlük/ tevhid kanuniyeti gereği sonsuz vüsati haiz vacib ül vücudunda kozmik bir yumurta/ilk cevheri yaratmış, bu kozmik yumurta ile kendi vacib ül vücudu arasına da arş denen bir sınır koymuştur. Daha sonra kozmik yumurta/ilk cevher üzerinde, ikili açılım kanunu gereği iç içe fizik ötesi ve de fizik alemi;  yapılandırmıştır. Yani nur/öz enerji ve nar/enerji denilen alt yapı ile madde denilen üst yapıyı, daha önce belirlediği Kader denilen kanuniyetlere göre peş peşe yaratmış olduğu söylenebilir.

Şüphesiz yaratılış seyri, en son yaratılan insan denen varlığın, yüce Allah’ın kader planında belirlediği; yaratma misali icadlar yapması şeklinde devam etmektedir. Yani insanın yüce yaratıcının halifesi- temsilcisi olmak sıfatıyla ilmini ve imaninı inkişaf ettirmesiyle bir nevi yaratma misali icadlar yaparak, hem yaratılış seyrini devam ettirmekte, hem de yüce Allah’ı temsil etmek üzere yaratılan özel bir varlık olduğunu göstermektedir.

Günümüz İlmi tespitleri, ayrıca şu gerçeği ortaya koymuştur: Maddi yapılanmanın zeminini, kuark denilen en küçük tanecikler oluşturmaktadır. Bu taneciklerin ikişer, üçer, dörder bir araya gelmeleriyle-birleşmeleriyle (aralarında kuvvet oluşumuyla) atomlar meydana gelmektedir.

Kuarklardan atom altı parçacıklara, parçacıklardan  atomlara, atomlardan elementlere, elementlerden inorganik ve organik yapıda varlıklara kadarki yaratılış zincirinde yüce Allah, maddi olmayan ve maddi olan iki boyutlu bir varlık yapılanmasına gitmiş olduğu anlaşılmaktadır. 

(Kuran ve hadis kaynaklı sünuhat eserlere ve modern ilmin tespitlerine dayalı daha detaylı bilgiye Biltav yayınları’ndan “ Mikro Kozmostan Makro Kozmosa”, “Bilim ve İnsan” ve Bilim Ötesi İnsan” adlı kitaplardan ulaşılabilir.

M.Kutlu AYTUĞ