Komünizm tabiri ortak ve genel anlamda Lâtince Commun kelimesinden türetilmiştir. Zamanla bu tabir bir doktrin olarak Siyaset ve iktisat tarihine geçmiştir. Komünizm tabirini ilk defa 1840 da E. Cabet isimli bir Fransız kullanmıştır. Esasen felsefe tarihinde materyalizm olarak bilinen ve toplumun anotomik yapısını yalnız ekonomik plânda ele alan ve her olayı madde açısından ele alan çok eski zamanlara kadar uzanan bir nazariye-teori dir. Milattan önceki yıllarda ilk defa Eflatun, ‘Devlet’ adındaki eserinde bir nevî komünizm nazariyesine uygun bazı görüşler ortaya atmıştır. Bilhâre ‘Kanunlar’ adlı eserinde bu düşüncelerinden vazgeçtiğini beyan etmiştir. Takriben Eflatun’dan bir yıl sonra İran’da Sasani hükümdarı zamanında ‘Mazdeizm’ adıyla bir siyasi cereyan ortaya çıkmıştır. Ki temel felsefe olarak komünizme benzer bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Milâdî 15. Asır başlarında ise Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde aşağı yukarı bugünkü anlamda bir komünizm cereyanı doğmuştur. Bu cereyanın fikir babası Şeyh Bedreddin Simavîdir. Tarihte şeyh Bedreddin hadisesi olarak bilinen bu hareket Timur’la Yıldırım Beyazıt arasında 1402 de cereyan eden Ankara meydan muharebesi zamanlarına rastlar.

İyi bir tahsil yaptığı ve bazı rivâyetlerde anasının rûm olduğu söylenen Bedreddin Sımavî, ilmini sapık yolda kullanan talihsiz bir kişidir. İki yardımcısından biri olan Torlak Kemal bir Yahudi dönmesiydi. Tarihçi Hammer bu adamdan hıristıyanlığın propagandacısı diye bahsetmiştir. İslâmiyetin esaslarını inkâr eden ve keyfine göre tefsir eden Şeyh Bedreddin «Kadın’da ve malda ortaklık» anlamına gelen “İştirak-ı Emvalü nisâ” düsturu ve anarşizmden medet ummakla günümüz komünistlerinin mantık Sefaletine düşmüştür. Nihayet 1420 de yakalanarak idam edilmiştir.

Onaltıncı asırda İngiliz düşünürü Thomas More, utopia adlı eseriyle komünizm nazariyesini yeniden ele almış ve özel mülkiyetin yasaklanmasını istemiştir. On yedinci asırda Compenalla isimli bir İtalyan Civitas Solis ‘Güneş Devleti’ adıyla yazdığı eserde günümüzdeki komünizme benzeyen bazı teoriler ortaya atmıştır. Onsekizinci asırda bir Fransız olan Babeuf, aynı fikirlerin savunuculuğunu yaptığı görülür. Babeuf’ün fikirlerini tatbik mevkiine koymak isteyen Cabet isimli bir diğer Fransız ise 19. asır başlarında birkaç yüz kişiyi gemilerle Amerika kıtasının Çöl gibi bir bölgesine götürerek hayalindeki yalancı Cenneti kurmak istemiş ancak umduğunu bulamadıği için büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Hatta canını bile zor kurtarmıştır.

Günümüz siyaset sahnesinde görünen Komünizm ise 19. asırda yaşamış olan Alman asıllı Engles ve Yahudi asıllı Karl Marks’a dayanır. Lenin ise bu iki şahsın nazariyelerini 1917 de kanlı bir ihtilalle Rusya’da tatbik mevkiine koyan şahıstır. Komünizm, demokratik yollardan iktidara gelme şansını göremediğinden bu şansını hep ihtilâlde ve anarşide aramıştır. Engels ve Karl marks hayatta iken Lenin, komünist ihtilali plânlanmış ve uygulamaya geçirmiştir.

Karl Marks’a göre bütün beşer münasebetlerin (psikolojik olaylarda dahil olmak üzere) ve kurulu nizamın temeli ve tek amili ekonomidir. Marks bu konuda şöyle der; ‘Bir gün gelecek sermayenin muayyen ellerde birikmesi sonucu toplumun ekonomik dengesi bozulacak neticede köklü bir sınıf şuuru doğacaktır. Burjuvanın tahakkümü sonucu Proleterya (işçi) örgütlenerek bilinçlenecek ve iki sınıfın çatışması olağan hale gelecektir. Bu çatışma sonucu Proleterya burjuva sınıfım yutarak ortadan kaldıracak böylece proletarya iktidarını gerçekleştirecektir.’ Tatbikatta ise bunun tersi olmuş işçi sınıfı fakirleşmemiş bilâkis değişen geçim şartlarına göre hayat seviyelerinde bir artış olmuştur. Sendikal haklarla marks’ın hayâl ettiği çatışmayı önleyecek bir nevî sosyal sigorta sistemi teşekkül ettirilmiştir. Üstelik ilk defa Rusya’da tatbik edilen Komünizm marks’ın tahmin ettiği gibi bir seyir takip etmemiştir. O zaman Rusya’da ne Burjuva ne de proleterya sınıfı vardı. İhtilâl doğrudan doğruya teşkilâtlı anarşist bir zümre tarafından gerçekleştirilmiştir. Sonuçta işçi sınıfı da dahil bütün halk köle haline getirilmiştir. Lenin bile komünizm ihtilâlinin Marks’ın söylediği seyri takip etmemesinden hayal kırıklığına uğramış. Hatta Burjuva ve proleteryanın teşekkülü için teşebbüste bulunmak istediyse de, ettiyse de başarılı olamamıştır.

Bütün dünya’da komünizm ile idare edilen memleketlerde görüldüğü gibi bu insanlık dışı rejim, beşeriyete bu güne kadar huzur, sükûn saadet yerine kan, ateş, barut ve vahşet takdim etmiştir. Çünkü komünizm, değil insancıl olma; ne din tanımakta ne de Allah tanımakta…

Komünizm, kâinatın yaratılışını tesadüflere bağlamakta. Yaratıcıyı inkâr etmektedir. İnsanı yalnız bir üretim aracı olarak görür. Din onun için bir afyon, ahlâk haya, edep, haram, helâl, saygı sevgi gibi mefhumlar bir burjuva yutturmacasıdır. Müslüman ülkelerde bu gibi manevi değerlere açıkça cephe almaz. Bilir ki, halk bu gibi konularda hassastır. Onun için daima faaliyet gösterdiği sahalarda dikkatleri ekonomik konulara çekmek ister.

Fakirliği istismar eder. Varlıklı kimselere karşı fakirlerde bir düşmanlık duygusu uyandırmağa çalışır. Hatta sosyal adaletsizliği bazan açık ima yolla Allah’a dayandırmak ister. Gaye açıktır: Allaha, dine karşı halkı şüpheye sevketmektir. Manevi alanda tek gayesi başta İslâm olmak üzere bilumum dinlerin kökünü kazımaktır. Allah fikrini yok etmektir. Madde plânında amacı sınıf mücadelesini körüklemek, Üretim de müşterek mülkiyet esaslarını getirmek, işçi ihtilâlini kanlı da olsa gerçekleştirmektir. Çünkü Lenin’e göre Komünizmi bir ülkede yerleştirmek için her türlü isyan, cinayet, sabotaj ve adam öldürme normal ve mubahtır.

Kısacası komünizm, haiz olduğu ve ölçü aldığı değerlerin pek çoğunun insan tabiatına aykırı olması nedeniyle fazla uzun sürmemiş, 1917 ihtilalinden 1987’lere kadar yaşadığı coğrafyada milyonlarca insanın sefaletine sebep olarak 80.ci yılında düştüğü büyük ekonomik ve sosyal buhran sonucunda tarihin derinliğine gömülmüştür.

Zeki ÜNAL