Işık Hızı ötesi ve Takyon Enerjisi
Işık hızı, zamanın akma hızı olduğu için ışık hızına yaklaşıldığında zaman duvarı’na yaklaşmış ve tam ışık hızında da zamanı aşmış oluruz. Bu da bizim bildiğimiz boyutlardan kurtulmamız demek oluyor. Kimine göre bu boyutsuzluk, zaten dinlerin “Ahiret Alemi” dediği aleme geçiş yapmak demek. Ancak öte yandan, zamanı ve dolayısı ile mekanı aşmak, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü yakalamak demektir.(Tabii böyle bir hızda hala canlılığı koruyabildiğinizi varsayarsak) Zaman olmadığında, zaman algılamasından kaynaklanan nedensellik kavramı da yok olur. İşte ışık hızının tamamen aşılması ile girilen bu boyut; zaman, mekan ve nedensellik kavramlarının yok/hiç olduğu sonsuz enerjiye sahip yapı da “takyon/anti evren” boyutudur.
Işık hızı, Takyonlar ve madde arasında bir sınırdır. Işık hızında madde yok olmakta, enerji de sonsuz olmaktadır. Bu zaten bilinen bir şeydir. Takyon ise ışık hızından sonra var olmaktadır. Bu da öyle olduğu düşünülen bir şeydir. Takyonlar dünyasında yasalar, bizim boyutumuzun tersidir, hatta sınırsızıdır. Takyonlar ittikçe yavaşlayan ve hızlandırmaya çalıştıkça hareketsizleşen bir yapıya sahiptirler. Yani tüm davranışları kütlenin tersidir. Takyonlar dünyasında, termodinamik yasaları tersine çalışır. Orada ısı hiç tükenmez ve tüketilmez. Yani Takyonlar enerjinin kendisini üretir. Eğer bizim enerjimiz 1 iken tüketmeye başlarsak tükettikçe ½, ¼ vs. diye küçülerek sonunda sıfır olur. Takyon Enerjisi ise; 1, 2, 3, 4 ….. diye katlanarak sonsuza büyür. Yani Spiritüalist inanca göre “Başta enerji vardı, enerji sınırsızdı ve o enerji kendini sınırlandırarak tecrübeler edinmek istedi ve böylece varlıklar alemini oluşturdu. İşte bu enerjiye insanlar Tanrı dediler, Ruh dediler” açıklaması ile bu fikir bağdaşır. Aynı şekilde “Başlangıçta sadece Tanrı vardı, Tanrı sonsuz ve sınırsızdır, Tanrı bir şeyler yaratmak istedi ve en sonunda alemi oluşturdu” fikrine ait dinlerin de bu işine gelmektedir. Kimisi buna Tanrı demiştir, kimisi enerji demiştir.
Takyon dediğimiz ve ışıktan daha hızlı giden bu partiküller aynı anda birden fazla yerde bulunmaktadır. Zaten bunlar için “bir yer” diye bir sınırlama yoktur. Eğer bu partikülleri bir kapı gibi odaklama imkanı olsa ve siz bu kapıdan geçmiş olsanız,geçtiğinizde dışarıda değil başka bir mekanda olacaksınızdır. Hatta çıktım derken, çıkmaya çalıştığınız yere girmiş olacaksınız. Olacağınız mekan ise takyon partiküllerinin görüneceği mekandır. Bu “kapıdan çıkış ve takyon evrenine giriş” fikri, yaşamdan çıkış ve ölüm alemine giriş olarak da düşünülebilir. Yani biz annemizin karnındayken, dışarı çıkıp bambaşka bir ortamda kendimizi nasıl bulduysak, bu evrenin karnından çıkıp, bambaşka bir varlık/yokluk ortası alemde kendimizi bulabilmemiz de olağandır.
Din verilerindeki nur yapılı melekler de ışık hızı ötesine ait takyonik kuvvet alanı ve varlıkları olabilirler. Işık hızı ötesinde olmaları nedeniyle de ışık hızı ile sınırlı olan bizler tarafından direkt olarak gözlemlenemezler. Yani tabii ki burada bir dinin gerçek olduğu ve bahsettiği varlıkların da gerçek olduğunu kabul edersek mümkündür. Kaldı ki Melek veya Cin denen varlıkların ne olduğu konusunda bile tam bir anlaşmaya varılamamıştır. Ama eğer inanan bir müslümansanız, inandığınız bu varlıkların bilimsel açıklamasının bunlara denk geldiğini düşünmenizde bir sakınca yoktur.
Uzay-zaman çizgisi, daireseldir. Uzayda herhangi bir noktadan doğrusal bir yönde hiç durmadan hareket ederseniz varacağınız nokta başlangıç noktanız olacaktır. Bu yolculuğun bir uzay gemisine binerek yapılması çok uzun zaman alır, bu yüzden pratikte imkansızdır. Yolcuğun boyut dışından yapılması ise bir anda olur ki bunu farkında olmadan her an yapıyoruz (atomlarımızın her an madde, anti-madde etkileşimine maruz kalması). Dolayısıyla zaman da saati geldiğinde başlangıç noktasıyla çakışır ve “Big crunch” gerçekleşir. Yani büyük çöküş… Yani biz Bigbang sayesinde evrenin genişlemesi ve katılaşması sonucu varolduysak, aynı şekilde evren genişlemek yerine daralacak, daraldıkça içeri çökecek ve en sonunda, başlangıçta olduğu atomdan bile küçük, yokluk seviyesine kadar küçülüp silinecektir.
Fakat, bu sadece bir düşünceden ibaret midir? Takyonlar haricinde bunu düşünemez miydik? Elbette düşünebilirdik. Buna zaten “sınırsız potansiyel okyanusu” veya “olasılıkların süperpozisyonu” denilmiş
Evrendeki bütün olaylar, aynı anda gerçekleşmiştir; fakat biz bunları sıra ile algılamaktayız. Geçmişin yaşanmış olduğu gibi gelecek de yaşanmıştır. Geçmiş hiç gelmemiş, gelecek ise çoktan geçip gitmiş olabilir. Çünkü yaşadığımız olaylar, takyon boyutunda zaman ötesi olarak gerçekleşir ve uzay-zamana yansır, bu da olayların sıra ile yaratıldığını değil, yaratılmış olayların bizim tarafımızdan sıra ile algılandığını gösterir.
Aklınız birçok muhtemel gerçekliği süzgeçten geçirir ve size bir kısmını yaşatır. Beyninizin bir saniyede süzgeçten geçirdiği milyarlarca bilgi, işte asıl gerçekliktir. Ne yazık ki biz bu gerçekliğin %1’ine bile hakim değiliz. İşlenmiş bu milyarlarca veriden yalnızca binlercesini yorumlayabiliyor ve kendimize deneyimlettirebiliyoruz. Dolayısıyla gerçeklik anlayışımız bile kusurlu. Öyle ki bir şeye çok ihtiyacımız olduğunda onu görebiliyor (çölde su görme yanılgısı) veya bir insanı çok sevdiğimizde kusurlarını fark edemeyebiliyoruz. Aynı şekilde, şuanki hayatımıza o kadar çok odaklanmış bulunmaktayız ve kendimizi o kadar gerçek hissediyoruz ki, diğer bütün gerçeklik versiyonlarını dışarıda bırakıyoruz. Arada farkında olmadan bir kısmını hatırlayabilirsek de buna Deja vu (ben bu anı daha önce yasamıştım) diyor veya bunu bilinçaltımıza yoruyoruz.
Takyonların keşfedildiği deneylerde(Keşfedilmiş olması, bahsettiğimiz her şeyin tamamen doğru düşünceler olduğunu kanıtlamaz. Bunlar sadece “olabilecek, belki de zaten olmakta olan” şeylerdir) detektöre yollanan ışık daha kaynağından çıkmadan detektörde kendini hissettirmişti. Bu garip durum, bazı kozmik ışınlarda da kendini göstermektedir. “Yola çıkmadan önce hedefine ulaşmak” şeklinde özetlenen bu garip olayda, ışıktan hızlı bir yolculuk gerçekleşmektedir. Meselâ bir astronot, daha yola çıkmadan hedefine erişecek ve yola çıkarken, kendisinin dönüşü ile karşılaşacaktır. Bu, aynı zamanda “dolanıklık” olarak nitelendirilmiştir.
Örneğin, atomları incelediğimiz zaman bütün parçacıkların birbiriyle bitişik olduğunu gördük. Beraber meydana gelmiş bütün parçacıklar, birbiriyle dolanık ve tekdir. Dolayısıyla bigbang esnasında bütün parçacıklar aynı anda meydana geldiyse, her şey hala tek ve dolanıktır. Siz burada A parçacığını uyardığınız zaman, milyonlarca ışık yılı uzakta olsa bile, B parçacığı aynı anda buna tepki verecektir. Yani A ve B arasında ya ışık hızını da aşan bir iletişim vardır, ya da bir “ilahi irade” aynı anda ikisini de yönetmektedir. Ki, yaratılışı ve canlılığı oluşturan her şey, bu parçacıkların iletişimlerinin düzgün olabilmesi sayesinde oluşmuştur.
Bir cinâyet olayında kurşunun adamın göğsünden çıkıp namluya girdiğini gözlemek, zamanın geriye doğru akması demektir. Yânî, A’dan B’ye doğru gitmekte olan bir takyon, önce B’de sonra A’da olur. Bu düşünce Termodinamiğin ikinci prensibine meydan okuyor… “Mikro Dünyâ’da bir çok olay geri dönebilen (reversible) cinstendir. Böyle olsa bile, hiç bir doğâ yasası çiğnenmiş sayılmaz.” deniyor.
Negatif zamana anti-zaman demek de mümkündür. Zaman dünyâsında ölüm, doğumun bir sonucu olmasına rağmen, anti-zaman âleminde doğum ölümün bir neticesi olur; orada bütün canlılar ölerek doğarlar. İslâm’da, bu Dünyâ’nın bir rüyâ âlemi olduğu, öldükten sonra gerçek uyanışın başlayacağı inancı vardır. Aynı şekilde Spiritüalizm ve Tasavvufi yorumlara göre de, ölmek bir başlangıçtır. Bu teoriler elbette birçok dini inanç ile bağdaşabilir ancak kesin olarak emin olamayacağımız tek bir şey var: Öldüğümüz zaman bir Takyona mı dönüşeceğiz, yoksa hala bilinci yerinde olan, benliğimizin silinmediği bir biçime mi geçiş yapacağız? Yani öldüğümüz zaman, kişiliğimiz ve yaptıklarımız tamamen yok olacak da, evrenin domino taşlarından birine mi dönüşmüş olacağız, yoksa gerçekten inanışlarda olduğu gibi yeni bir yaşamformunda, yeni bir evrenle mi yüzleşeceğiz? İşte bundan %100 emin olmak malesef imkansız. Çünkü bu bedene ve bu zihne bağlı olduğumuz sürece, kısıtlı zeka ve kısıtlı bilgimizle ancak yorumlamalar yapıp durabiliyoruz. Öldükten sonrası için ise kesin bir şey söylemek mümkün değil.
Anti-zaman/takyon aleminde bir işi sadece istemek ve arzu etmek yetmektedir. Sebebe gerek kalmamaktadır. Canı bir şey yemek isteyen kimse istediğini yedikten sonra onun için her hangi bir çaba göstermesine gerek kalmamaktadır. (Eğer o evrende bilincin bulunabildiğini düşünürsek tabi) Sadece arzu etmek ve istemek yeterli olmaktadır. “Cennet yaşantısı” dediğimiz şey de bilincin uzay (mekan) zaman kısıtlılığından kurtulmak suretiyle kendini ışık hızı’nın üzerinde bulması ve bunun sonuçlarını kapasitesi oranında yaşaması olayıdır. Sınırsız ve zamansız bir şey, nasıl biçimlenmek isterse bunu o hayali evrende başarabilmelidir. Ancak maddeyi oluşturur da bizim evrenimiz gibi bir şeye sebep verirse, kendisi de maddeyle kısıtlanacağından bu zaman almalıdır. Bizim dua etmelerimiz ve bazen karşılık alabilmemiz de eğer bir tesadüf değilse, olsa olsa bu olmalıdır.
Bir insan isteklerine kavuştuktan sonra bu sebepleri hazırlamaktan çoğu kere vazgeçer, bunlara lüzum görmez. O halde, anti-zaman âleminde bir işi sâdece arzû etmek ve istemek yetmektedir. Sebebe gerek kalmamaktadır. Canı uçmak isteyen bir kimse, istediği kadar istediği yerlerde uçtuktan sonra, uçak yapmaya ne gerek var. Sâdece, arzû etmek ve istemek!.. Cenneti de böyle târif etmiyorlar mı? Bunlara bâzen rüyâlarımızda rastlıyoruz. Çok acaip varlıklarız gerçekten… Hayal edebiliyoruz çünkü. Bizi diğer varlıklardan ayıran tek şey bu “yaratıcı” düşünebilme özelliği. Bizim bu “uydurabilme”, “yeni fikir üretebilme” kabiliyetlerimiz elimizden alınsaydı, hayvandan hiçbir farkımız olmayacaktı. Bu “bilinçli olabilme” yetisini de “Tanrı’ya benzer yaratılmak” olarak adlandırmışız.
Maddenin ışık hızını geçemeyişi gibi Takyonlar da ışık hızının altında bir hızla hareket edemezler. Işık hızının altına inip enerjiye dönüşmelerini-maddeleşmelerini bizler zaten kuantum olarak algılamaktayız. Yani eğer bir Takyon, bizim boyutumuza ve varlık alemimize girecekse, maddeye dönüşmek zorundadır. Aksi takdirde biz bunu anlayamaz, fark edemez ve ölçemeyiz. Fakat, eğer bu takyonun bir iradesi olduğunu, tercihler yapabildiğini düşünseydik, belirli bir kişiye, belirli bir zamanda, belirli bir biçimde görünebilir/anlaşılabilir olması mümkün olabilirdi. Bu size bir meleğin veya üstvarlığın kendisini tanıtması/vahiy etmesi gibi görünmüyor mu? Yine de bunun mümkün olup olmadığı tartışılır. Çünkü Takyon’un ne olduğuna hala net bir açıklama getirebilmiş değiliz.
Düşüncenin kendisi de takyonik bir kalıptır ve ışıktan milyonlarca kez hızlıdır. Bu yüzden örneğin “kırmızı bir gül” düşündüğümüzde anında aklımıza gelir. Şu an farkındalık düzeyimizde olmayan, Bilinçdışı denilen uzayda saklı olan düşüncelerimiz ışıktan milyarlarca kez hızlıdır ve belirsizlik konumundadır. Saklı düşüncelerimizden bir tanesine yoğunlaşarak, yani ona soyut enerji vererek onu ışık hızına yakın bir düzeye çekip Takyon uzayında belirgin hologramik bir kalıp haline dönüştürebiliriz. Bu âlemde termodinamik yasalar tersinir olduğu için soyut bir maddeye enerji verdiğinizde hızı artacağına aksine hızını yavaşlatırsınız. Eğer yoğunlaştığımız düşünceye soyut enerji vermeye devam edersek (aktif imgeleme ile) artık o soyut düşünce ışık hızının altına da düşerek (dalga fonksiyonun çöküşü) madde-zaman âleminde gerçeğimiz olur. İşte bu meditasyon ile bir şeye çok yoğunlaşmak, ya da bir şeyi çok isteyerek, dua ederek elde edebilmek demektir. Bunu isterseniz hastayı iyileştirmek, isterseniz suda yürümek, isterseniz Kuantum Düşünce Gücü diye adlandırılan “düşünce gücüyle maddeye etki etmek” olarak adlandırın, farketmez. Büyü de budur, Nazar da budur ve şizofrenlerin uğraşmakta olduğu şey de budur. Büyüye, nazara, duaya inanmasanız bile, gerçekliğin değişken olabileceğini kabul etmek zorundasınız. Şizofrenlik bunun en net kanıtıdır.
Düşünce gücü ve gerçeklikle alakalı ayrıntılı bilgi için şu yazılarıma göz atabilirsiniz:
Dua veya Çekim yasasının mekanizması da budur. Dualarda devam şartı da bu yüzden aranır. Örneğin, makbul bir dua sahip olduğu soyut enerjiyle ruh farkındalığında, o boyuttan, takyonik kalıplarla diğer “benlikleri” hatta tüm evreni özden etkileyip duadaki amaç doğrultusunda bağlantılı atom-altı parçacıkların davranışlarını etkileyerek belirli olaylar silsilesini başlatabilir (Çünkü düşünce denilen ışıktan hızlı takyonik yapılanmalar parçacık olarak algıladıklarımızın özüdür, özündedir). Bu tetikleme veya etkileme işlemi seçimdir. Düşünce bir enerjidir, ve bu enerji evrenin her yerine yayılmış ortak bir akıldır. Bu yüzden İsa, İncil’de “Benim yaptıklarımı ve fazlasını siz de yapabilirsiniz” ve “Eğer iman ederseniz, dağları bile yerinden oynatırsınız” demiştir.
Daha önce hiç düşünmediğimiz bir şeyi imgelediğimizde (örneğin uçan siyah bir kurbağa) belirsiz-zamansız takyonik kuvvet alanına biçim veririz. Biçim alan bu takyonik düşüncenin zamanı tersine akacağı için biz daha onu düşünmeden onu geçmişimizde var kılmış oluruz. Bu sayede düşündüğümüz anda hazır düşünce paketi olarak bu uzaydan imgelediğimiz şeyi kendimize çekeriz. Bunu şuna da benzetebilirsiniz, bir insan, bir konu hakkında çok fazla yalan söylerse, zamanla söylediği yalanlara inanmaya ve onların yalan olduklarını unutmaya başlar. Hatta yalanı bırakalım, gerçekten yaşamış olduğumuz şeyleri bile doğru dürüst hatırlayamamaktayız. Yıllar geçtikçe ve defalarca kere anlattıkça, zamanla o hatıralarımız bile değişmeye başlar ve bunu fark edemeyiz. Bununla alakalı deneyler bile yapılmıştır. Bir grup deneğin, her yıl, bir hatıralarını tekrar tekrar anlatmaları istenir ve yıllar geçtikçe deneklerin hikayelerinde değişiklikler gözlemlenir. Hatta neredeyse çoğu denek, ilk anlattıkları hikayeyi yanlışlayıp “ben öyle bir şey söylemedim” demeye başlamıştır. Kısacası, beynimize ve hatıralarımıza bile güvenememekteyiz. Bu durumda benim anlattıklarıma güvenmenizi de pek bekleyemiyorum.
Hepimiz hayatımızda an az bir kaç kez gelecekle ilgili rüyalar görmüşüzdür. Belki de gördüğümüz rüya gerçek oluvermiş fakat biz bunu rastlantı olarak yorumlamışızdır. Tabii önemli olan uyurken değil uyanıkken böyle süper mesajlar almaktır. https://www.facebook.com/diamondtemaofficial/notifications/
Seyfullah Demir
Kaynaklar
Prof. Dr. Osman Çakmak, “Fiziğin Ötesindeki Boyutlar” -Makale
John Farndon, “Astronomi”, Bulut Yayınları, İstanbul 2004.
Kurân-ı Kerîm, Yunus Suresi, 61. âyet.
Nihat Sadık Değer, “Sicim Kuramı”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 2002.
John Gribbin, “Schrödinger’in Yavru Kedileri”, Metis Yayınları, İstanbul, 2008.
Prof. Dr. Mustafa Temiz, “Zaman ve Madde” -Makale