45 yıldır İsveç’te yaşamaktayım. Türklerin örgütlenmesi ve Türk etnik kimliğinin İsveç Devleti tarafından kabul edilmesi, İsveç’teki Türklerin dillerini özgürce kullanmaları ve İsveç okul sisteminde Türkçenin eğitim dili olarak kullanılması için mücadele etmiş biri olarak, ülkemizdeki Kürtler konusundaki tartışmaları bazen gülerek, zaman zaman da üzülerek izlemekteyim.  İsveç’teki yüksek öğrenimde okuduğum kitapların büyük bir bölümü, anadil ve anadilde eğitim ve farklı etnik toplulukların birlikte barış içinde yaşamalarını içeren bilimsel kitaplar ve araştırmalar oluşturmuştur. Bu konuların siyasi boyutlarını, İsveç devlet kurumlarıyla şu güne kadar tartışmaktayım da. Bu konuda temel görüşüm ve inancım, herkesin anadilinde eğitim alması, anadilini özgürce kullanması başka dillere olan sevgisini artırdığı gibi; başka dilleri öğrenmesini de kolaylaştırır ve bireyin ruhsal gelişiminde de olumlu rol oynamaktadır.

Okul modellerinin de, tüm insanların farklılıklarını kabul temelinde şekillenmeleri, okulları sevdirir ve öğrenimi kolaylaştırır. Bu temel yaklaşım Avrupa’da ki Türkler için de Türkiye’de ki anadili başka olanlar için de geçerlidir.

İki ayrı yanlış tanımlama yüzünden ülkemiz içinde ve dışında insanlara çok acı çektirildi. İşkenceler, ölümler, sürgünler ve yoksul halkın ekmeğinden çalınanlar… Peki  Nedir bu iki yanlış tanımlama ?

Birincisi;  ”Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” safsatası ki hiçbir bilimsel ve gerçeklikle bağı olmayan Türk tanımlaması… Üsteliki bu tanımlama, devlet tarafından yapılmıştır. Oysa; insanlar, hukuki kimlik dışındaki kimliklerini kendileri tanımlar. Yani politik, kültürel, cinsel kimlikler bireyi ilgilendiren konulardır. Türkiye’de yaşayan herkes elbette Türk değildir. Anadili Türkçe olmayan milyonlarca vatandaş vardır. Esasen Türkler de, kendi anadili olan ayrı bir etnik guruptur. Başkalarını zorunlu Türklüğe sıkıştırmak, inkarcılığın başka bir yöntemidir ve bir bakıma Türklere de bir hakarettir.

İkinci yanlış tanımlama; Türkiye çok kültürlü ve çok dilli bir imparatorluğun devamı olan ve sınırları içinde bir çok etnik gurupların yaşadığı bir devlet olmasına karşın; teklik üzerine kurulmuş olup, Fransız modeli örnek alınmıştır. Oysa; içinde barındırdığı gerçeklik ise çoğulculuk ve çok kültürlülüktür.

Gayri müslümleri saymazsak Müslüman azınlık olarak öteden beri siyasi talebi olan kesim sadece Kürtlerdir. Bu taleplerini de net bir öneri paketi olarak bugüne kadar gündeme getirebilmiş değiller. Ana nedeni de devlet olarak bu konuların birlik ve bütünlüğü bozması yönüyle sakıncalı görülmesi ve yakın zamanlara kadar resmi ortamda Kürtçe konuşmanın yasaklamasıdır. Bir diğer ifadeyle devletin Türkiye’de yaşayan vatandaş konumunda olan her kesi Türk sayması ve deve kuşu vaziyetini alıp, sorunu daha da vahimleştirmesidir.

Oysa Anadolu’nun öteden beri asli sakini olan Kürtlerin temel isteği, kendilerini Kürt olarak tanımlamak ve en azından kültürel kimliklerini korumaktır. Ne var ki, bırakın bu temel insan hakkının verilmesi, Cumhuriyet sonrası devamlı yok sayılmaları ki; 12 Eylul darbesiyle de giderek yoğunlaşan eziyet ve devlet gölgesinde işlenen faili meçhul cinayetler ve sonuç olarak, Kürtleri koruma bahanesiyle ortaya PKK denilen silahlı bir terör örgütünün ortaya çıkması ve nerdeyse bu örgütün Kürtlerin temsilcisi haline getirilmesidir. İşin en garip tarafı, Kürtlere karşı alınan bu menfi tavrın Türk milliyetçiliği hesabına yapılmasıdır.

Kim ne derse desin Türk milliyetçiliği diye Türklere, Türklük propagandası yapanlar, bilmelidirler ki milliyetçilik; Türklerin ürettiği bir kavram ve ideoloji değildir.

Milliyetçilik, tarihsel kaynağını Fransız ihtilalinden alır. Ki bu milliyetçilik anlayışında, farklı dili ve kültürü olsa da, Fransa toprakları üzerinde yaşayanların yani yurttaşlık bağı olan  herkes Fransız sayılmakta, başka bir millete ait olma vasfı inkar edilerek, yok sayılmaktadır. Oysa Türklerde milliyetçilik bu anlayıştan farklıdır. Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar ki milliyetçilik Türk milliyetçiliği anlayışı, her millet gibi, yurtseverlik anlamında ele almıştır. Bu anlayış dolaysıyladır ki, tarihi süreç içinde başkalarıyla iyi geçinip onlara saygı göstermişler, kimsenin diline, dinine ve kültür varlıklarına kadar müdahale etmemişler (İttihad ve terakki fırkası ortaya çıkana kadar), bu sayede de onlarca cihan devleti kurabilmişlerdir.

Kardeş dediğimiz Kürtlerin de Türkler gibi bir anadilleri ve kendilerine has kültürleri vardır.  Kürtler, Yavuz Sultan selim döneminden beri, ayrılık gütmemişler ve Türk devlet hükümranlığı altında özerk statüde Osmanlı devletine bağlılık yemini etmişler ve irade beyanın da bulunmuşlardır. Ne var ki zaman içerisinde bu statü kaldırılmış, aşiret beyliklerinin yönetimi, vezir-i azama bağlılıktan, eyalet valilerine bağlılığa indirgenmiştir. Cumhuriyet döneminde de değil sadece özerklik çerçevesinde hakların verilmesi, bu kardeş halkın dil ve kültürlerini koruma ve geliştirmeleri için hiçbir olanak sağlanmamıştır. Fransız milliyetçiliğine benzer yürütülen devlet politikası ile varlıkları görmezden gelinmiş, 80 yıla yakın bu uygulama devam etmiştir. Son zamanlarda (ak parti iktidarı sonrasında) bu politikaya son verilmiş, dil ve kültürel varlığın korunması ve gelişmesi yönünden (Kürtçe T.V kanalı, Bazı üniversitelerde Kürt dili ve Edebiyatı bölümü açılması, resmi kurumlarda Kürtçe konuşulmasının serbest olması gibi) önemli adımlar atılmıştır.

Gerçek o ki, Kürtlerin büyük çoğunluğu artık Türklerle birlikte batı metropollerinde yaşamaktalar ve geleceklerini oralarda kurgulamaktadır. Bu saatden sonra Türkiye sınırları içinde özerk bir Kürt coğrafyasından bahsetmek olası değildir.  Bu gerçekliği gören aklı başında herkes gibi, devletin de aynı gerçeği görüp, bölünme endişesinden kurtulması ve bu anlayış çerçevesinde ekonomik ve sosyal politikalar geliştirmesi gerekmektedir.

Esasen 80 yıldır izlenen yanlış politikalar PKK’yı doğurmuştur.  Ak parti döneminde bu politikaya ister istemez son verilmiştir. Fakat Türkiye düşmanlarının PKK’yı kullanmalarına fırsat verildiğinden, silahlı terör örgütü olarak PKK , vereceği zararı fazlasıyla vermiştir. Ak parti döneminde her ne kadar PKK bitme noktasına geldiyse de, Türkiye düşmanları, hala bu örgütü ve bağlantılı diğer örgütleri canlı tutmaya ve her türlü desteği vererek kullanmaya devam etmektedirler.

Bu örgütlerin menfi faaliyetlerinin önüne geçmek, Kürt halkı nezdinde itibarsızlaştırmak ve siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda destekten mahrum etmek için hükümetin yeni bir konsept geliştirme zamanı gelmiş ve geçmektedir. O nedenle bendeniz, yurttaşlık görevimi yerine getirmek için Kürtlere verilecek haklar konusunda son yapılan icraatlara ilave şu önerilerimin de dikkate alınmasını dilerim.

-Her şeyden önce Türkiye’de yaşayan farklılıkları kucaklayan, yeni bir Devlet-Yurttaş sözleşmesini içeren, sivil bir anayasa yapılması

-Anadil ve anadilde eğitim, okul sistemi içine alınmalı ve isteğe bağlı olmalıdır.

-Çok dilli eğitimin önü açılmalıdır. Türkiye’de konuşulan bütün dillerin yaşatılması için tüm az veya çok süreli yeni T.V kanalları açılmalı. Hem ulusal hem de uluslararası ilişkilerde değişik dillerin varlığı ve yaşatılması, her anlamda bir zenginliktir.

Osman Özkanat