1969 yılı Mezunu Ziraat Y.Mühendisi olarak yeni bir hayata başlarken, sınıf arkadaşlarıyla birlikte yetiştiğim muhiti de geride bırakmıştım.

Lise dönemini, fikri ayrılıklara önem vermeden geçirmiş olduğumdan, fakülte son sınıfa kadar çok sayıda arkadaş edinmede pek zorlanmadım. Fakülte başlangıcından kısa zaman sonra, liseden tanidik bazı arkadaşlarla, yeni tanıştığım sınıf arkadaşlarından ve ortak derslere girdiğimiz bazı arkadaşlardan bir gurub oluşturmuştuk. Ne varki 3.Sınıfta, 68 öğrenci olayları nedeniyle ideolojik ayrışmalar başladı,

Sınıfımızda, birkaç kişi hariç, milliyetçi muhafazakar öğrenci olarak safımızı belirlemiş, hatta 3.Sınıfta ilk defa bizim sınıftan milliyetcileri temsilen öğrenci başkanlığına aday bile çıkarmıştık. Fakülte tarihinde, öğrenci başkanı seçiminde, genelde komünist ve sosyal demokrat öğrenci grupları yarışmakta ve çoğunlukla hep sosyal demokrat grubun başkan adayı seçilmekteydi. Henüz 68 olayları başlamamıştı. Öğrenci başkanı seçiminde biz üçüncü grup olarak ortaya çıkınca; ne olur, ne olmaz diye komünistler ve sosyal demokratlar birleştiler. Tahmin ettikleri gibi ayrı ayrı girmiş olsalardı. Bizim cikardigimiz baskan muhtemelen seçimi kazanacaktı.

4.Sınıfa geçtiğimizde, batı da başlayıp dünyaya yayılan 68 öğrenci olaylarını bahane eden komünist ve sosyal demokrat öğrenciler ve ileri gelenleri, giderek güçlenen milliyetçi-muhafazakar öğrenciler üzerinde fiili baskı kurmaya başladılar. O zamanlar; Öğrenci haklarını genişletmek adına yapılan boykotlara, bütün üniversite öğrencileri katılmıştı. Ne var ki bu işte başı çeken solcu öğrenci liderleri, öğrenci haklarını savunmanın ötesine geçerek, sanki yüksek öğrenimin; solcu öğrencilerin hakkı, milliyetçi-muhafazakar öğrencilerin hakkı olmadığı düşüncesiyle hareket etmeye başladılar. İstanbul ve Ankara’da bulunan Üniversite ve fakültelerde solcu öğrenciler, organize bir şekilde sağcı-faşist olarak niteledikleri milliyetçi muhafazakar öğrencileri, fakülte içerisine ve sınıflara sokmamaya başladılar. Erzuru içinm’da ise tersine oldu. Milliyetci-ülkucu öğrenci hakimiyetinin olmasından, solcu öğrenciler derslere sokulmamaktaydı. Askeri vesayet altında olan devlet otoritesi de, bu duruma seyirci olmaktaydı.

Boykot hengamesinde sınıfımızın ancak yarisi mezun olmuştu. Diğer kalanlar, 12 Mart; 1970 askeri muhtıra ve sıkıyönetim ilanı sonrasında baş çeken komünist hoca ve öğrencilerin, derdest edilip hapsedilmelerinden, boykotlarin sona ermesinden ve okullara girişin serbest olmasından sonra sene kaybederek mezun olabilmişlerdi. Burslu olarak okuyanlar olarak hemen memuriyete alınmıştır. Burslu okumayanlar bir yıl sonra devlet işine alındılar.

Son sınıftan itibaren yaşanılan sağ sol ayrışması, bir sekilde memuriyet hayatında da karşımıza çıkmış, devletin her kademesinde amir olarak sol zihniyette olan kişilerle (bunlar solculuğu benimsemeseler de, geçmiş yıllardan gelen islam karşıtı Ataturk devrimciligi diye uydurulan bir zihiyetle yetişmiş olduklarından), ister istemez muhatap olma durumunda kalmıştık (bu yöneticilerin çoğu, devlet kurumlarında; içki içmeyi, kumar oynamayı, hatta zamparalık yapmayı marifet addetmekte ve sosyal etkinlik-toplantı adı altında kadın erkek bir arada hafta sonları ⁿ eğlenceler tertiplemekteydiler.) Bunlar, muhafazakarlığı, köylü kalmak, medeni olmamakmış gibi görmekte, yaptıkları etkinliklere katılmamızı istemekteydiler. Ayrıca Müslüman için günah ve ayıp olan bu etkinliklere katılmanin memuriyet gereği olduğunu iğma etmekteydiler.

Gerçek o ki, o devirlerde devlet kurumlarının pek çoğunda bu anlayış hakimdi. Bu şartlarda bizler mezun olmuş, işe başlamıştık. Bu şartlar içerisinde dört-beş yılda bu yapıya uygun bir dönüşümün olmaması mümkün değildi tabii. Ya bu dönüşüme uyulacak, ya da memuriyet terk edilecekti…

İki yıllık bir direnç sonunda, zaman kazanmak için askerlik görevini tamamlamak üzere memuriyetten ayrıldım.

Bir yıl sonra memuriyete döndüğümde, acaib işler oldu. islam lehine ciddi bir icraati olmasa da her zaman çoğunluk olarak iktidara gelen partiden ayrılan, dindar kesimin oylarıyla anahtar parti konumuna gelen islamci bir partiyle Sosyal demokrat geçinen Atatürk’ün kurduğu CHP denilen parti arasında bir  koalisyon hükümeti kuruldu. Türkiye’de en azından dindarların kurduğu partiye düşen devlet kurumlarında, islam ahlakına ters uygulamalara son verildi. Benim de bu işte acizane katkım olduğunu söyleyebilirim. Kurmuş ulkucu dernek vasıtasıyla yurt çapında Tarım Bakanlığına bağlı tüm devlet kurumlarında milliyetçi muhafazakar olup, idarecilik yapabilecek Ziraat mühendisi arkadaşların belirlenmesi ve ahlaki seciyeleri bozuk solcu idarecilerin tespiti yönünde çalışmalar yapmış, ilişkide olduğumuz müsteşarı bu konuda bilgilendirmiştim. Ki bu çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş, pek çok kurumdan ahlaki seciyeleri bozuk idareciler görevden alınmış, yerlerine dürüst, ahlakından emin olunan bizim önerdiğimiz Ziraat Mühendisleri getirilmişti.

Ne var ki, yüksek yargı, solcu hakimlerin elinde olduğundan, yapılan atamalar iptal ediliyordu. Buna karşılık yargı kararına uyuluyormuş gibi yapılıyor, ardından tekrar görevden alınma işlemi yapılmaktaydi.

Evvelce Üniversitelerde yürütülen mücadele, artık devlet kurumlarında yapılmaktaydı.

Bir yanda ahlaki seciyeleri bozulmuş, islama karşı tavır içinde olan, iman fakiri, hile ve desisenin temsilcileri solcu-sosyal demekrat, komünist meşrep idareci ve memurlar, bir diğer yanda eksik, kusurlu da  olsa ahlaki seciyeleri yüksek, imanı kavi, güvenilir, çalışkan, işbilir milliyetçi muhafazakar memur ve mühendisler arsında bir mücadele yapılıyordu.

Esasen bu şartlarda memuriyet yapmak kolay değildi. Neyse ki, koalisyon hükumetin büyük ortağı chp, né yapıp edip tek basına iktidar olmayı düşünüyordu. Ki akıllarınca fırsat çıktı. Kıbrıs harekatı yapıldı, liderleri Ecevitin Kıbrıs fatihi guzellemesi yapilarak erken seçime gidildi. Ancak CHP ve Ecevit yine çoğunluk sağlayamadı, 12 milletvekili noksan kaldı. Bu eksiklik Demirelin lideri olduğu partiden 12 milletvekiline ayrı ayrı bakanlık sözü  verilerek tamamlandı ve bu milletvekillerin desteği ile CHP hükumeti kuruldu. Bir yıl sonra bu hükumet düştü ve üç sağ partinin koalisyonu ile bu kez Demirel hükumeti kurdu. Ki o tarihten 12 Eylül ihtilali olana kadar Türkiye’de siddetli bir sağ sol kavgası başladı.

İhtilal olunca kavga sonlandı. İhtilal hükumeti, daha önce provakasyonlarla bu kavgayı körüklemelerine rağmen, İhtilal yapılınca kavganın müsebbibi ilan ettikleri solcu devrimcileri ve sağcı ülkücüleri suçlu olarak toplattı. Her iki taraftan onlarcasi idam edildi. Binlercesine de en ağır hapis cezaları verildi.

Böylece Türkiye, yeni bir vesayet dönemine girdi. Ama kim ne derse desin, bu vesayet önceki gibi mutlak din düşmanlığı üzerine oturtulmuş bir vesayet olmadı. Genelde sarsilan devlet otoritesini ve halkın can ve mal emniyetini sağlamak, toplumun içine düştüğü anarşi ortamindan çıkarmayı hedef alan bir vesayet oldu. Ancak her zamanki gibi güya Ataturkcu fikriati benimseyen solcu olarak bilinen kadrolar yine işbaşına getirildi.

Ali KÖMÜRCÜ