Cevap: Çocuklar genelde tabii ve sosyal çevre değişikliklerinden çabuk etkilenirler. Ancak çabuk ta intibak ederler. Yetişkinler ise çok yavaş intibak ederler. Gençlik çağındaki etkilenmeler de çabuk olur, ancak kalıcı etkileşim olur. Kişide sabitleşen bünyevi ve zihni değişikliklerin hemen hemen hepsi gençlik çağında meydana gelen etkilenmelerdir. Bu arada uzun süren eğitimlerin de(askerlik ve yatılı mektepte geçen eğitimler), her yaşta etkili olduğu söylenebilir.

Esasen İnsan başta olmak üzere bütün canlılar, bölgeden bölgeye değişen tâbii ve sosyal çevre şartlarının etkisi altındadır. Ve buna göre şekillenirler. Önce tabii çevre şartları ile ilgili etkilenmeye değinecek olursak;

Fransa’da bir enstitüde yapılan araştırmaya göre, Fransa’daki bitkilerin, ağaçların, hayvanların bünyeyi yapılarının İngiltere’deki hem cinslerinin bünyeyi yapılarından farklı olduğu tespit edilmiş ve bu durumun, toprağın; suyun, havanın, besin maddelerinin farklılığından kaynaklandığı belirtilmiştir.

Yapılan başka araştırmalar ise tabii gıdalarla (Süt, yumurta, tahıl, sebze, su v.s) beslenen insanların, işlenmiş gıdalarla (Başta alkol, şarap olmak üzere konserve ve etli ve yağlı yemekler) beslenenlere göre daha farklı bünyeyi ve zihni (karakter yapılarıyla ilgili) yapılaşmaya sahip olduklarını göstermektedir.

Kısaca insan bünyevi ve karakter gelişmesi üzerinde, tabii çevrenin oldukça önemli etkileri olduğu; ilmi olarak ortaya konulmuş bulunmaktadır.

Aslında bu gerçek, öteden beri islam ilim adamlarınca bilinmektedir. Büyük İslam alimlerinden (aynı zamanda sosyoloji ilminin kurucusu) İbn-i Haldun, asırlar önce bu konu üzerinde durmuş ve kendi yaptığı gözlemlere dayanarak, yüksek yerlerde (Özellikle dağlık bölgelerde) yaşayan insanların alçak yerlerde (Ova ve kiyılarda) yaşayan insanlara nazaran daha farklı bünyeye (güçlü-kuvvetli) sahip olduklarını, karakterlerinin ise daha atakça ve cesurca olduğunu belirtmiştir. (“Mukaddime” adlı eserinde bu hususa değinmektedir). Aynı şekilde Aleksi Carel’in de “İnsan bu meçhul” adlı eserinde, ‘Yüksek dağlık bölgelerde sürdürülen bir kaç aylık hareketli yaşantıdan sonra kasların geliştiği, vücut biçimi ve davranışlarda bâriz değişikliklerin meydana geldiğini belirtmiştir.’ Dağ ikliminde çalışan insanların ovaya inişlerinde, her ne kadar kanlarında eski hale dönüş olsa da diğer kazanılan alışkanlıklarda (özellikle soğuğa karşı dirençli O1mak gibi) fazlaca bir değişiklik olmamaktadır.

Kısaca yaşama alışkanlıklarında, beslenmede ve mekanda tabii (tabii çevrenin etkisi) ve terbiye(sosyal çevrenin etkisi) ile meydana gelen değişikliklerin, insan üzerinde (Bünyevi ve zihni yapı bakımdan), ciddi ve kalıcı izler bıraktığını yapılan araştırma ve gözlemler ortaya koymuş bulunmaktadır. Anne ve babanın, çocukları üzerindeki etkisinin (aile çevresi etkisi) hiç unutulmaması gibi…

Şüphesiz en etkili eğiticilerin başında anne, baba ve yakın akrabalar gelir.
Uzun süreli ve kalıcı izler bırakacak eğitimler, günümüz sanayii toplumlarında oldukça zor gerçekleştirilebilecek bir olaydır. Şu var ki, şartlar ne kadar elverişsiz olsa da, ulvi gayelerle veya heyecan verici ülkülerle yola çıkanlar (Büyük terbiyeciler, irşad kutupları) her zaman insanları etkileyebilirler ve kitleler üzerinde kalıcı müsbet değişikliklerde bulunabilirler.

Bu sebeple gönülden gelen büyük terbiye ocaklarına sahip olmayan milletlerin insanları ciddi ve faydalı eğitimlerden mahrum kalırlar ve de faydalı olacakları istikametlere yönelemezler. Oysa büyük terbiyeciler eğitimle yapacakları değişikliği; insan fıtratına göre düşünür ve uygulamaya koyarlar, ki insan fıtraten tabii ve sosyal çevre ile bütünleşme eğilimindedir. Bulunduğu çevre şartlarının zorluğu karşısında yardımlaşmayla veya istihdamla (rızasını alarak) yahut fetihle bir uyum
sağlamaya çalışır. Ki bu da iradesiyle öğrenmek ve neticede bir şeyler elde etmekle olur.

Esasen her insan bir şeye sahip olmak bilgi edinmek, faydalanmak, buyurmak ister ve genelde ihtiyaç, merak, özenme, cinsel istek, mal ve para ihtirası gibi duygularla harekete geçer. Bu duygu, arzu ve isteklerdendir ki, Pasteur tıbbi yenileştirmeye, Einstein kainata sınır koymaya, Haydutlar hırsızlığa, caniliğe, tecavüze, kurnaz insanlar cemiyeti sömürmeğe yönelmiştir.

İnsanoğlunu, kahramanlıklara, hainliklere; dindarlığa, dinsizliğe, iyiliğe, kötülüğe sürükleyen bu duygulardır. Bu duygu karmaşıklığıdır ki, öteden beri insanın cemiyet içerisinde nasıl bir yol tutması gerektiği hâlâ çözümlenmiş değildir. Bu konuda; resmi olarak ileri sürülen çarelere bakıldığında, ya ferdin cemiyete feda edilmek istendiği yada cemiyetin ferde feda edinmek istendiği görülmekte ve bir türlü dengeli şekilde bir çözüme yaklaşılamamaktadır. Zıra günümüzde hakim olan mantıklar (gerek laik, gerek liberal, gerekse materyalist mantıklar) ferd ve cemiyet arasında denge kurulabileceğini bir türlü kabul etmemektedir. Oysa büyük terbiyecilerin belirttiği üzere, ferdin faziletli ve haysiyetli; cemiyetin istikrarlı olması, bu dengenin kurulmasına kâfidir. Ancak şu da bir gerçek ki, İslâmiyet dışında hiç bir din ve ideoloji, bu dengeyi kuracak özelliğe sahip değildir.

M.Kutlu Aytuğ