Tayy-ı mekan (Teleportasyon) Olayı ile ilgili İstidraç, Keramet ve Mucize Kapsamında Yaşanan Gerçekler
İnsanların karşılaştığı en hayret verici olağan üstü olay, tayy-ı mekan yani ecnebi tabirle teleportasyon olayıdır. Bedenli veya bedensiz astral yolculuk olarak ta ifade edilen teleportasyon olayı ile ilgili kayıtlara geçmiş pek çok gözlem bulunmaktadır. Ki çoğu insan, özellikle gençlik yıllarında; bir anlam vermese de bazen rüyada bu hali yaşamaktadır.
Bu olayın mahiyeti ve hakikati, yapılan deney ve araştırmalar neticesinde kısmen çözülmüştür, diyebiliriz.
Bir çok araştırmacıya göre; şiddetli bir şoka girildiğinde yada yorgunluk sonrası sırt üstü istirahat durumunda, astral beden yani hayvani ve insani ruh kompleksi, biyolojik-fizik bedenden ayrılmaktadır. Ancak ruhani kompleks nereye giderse gitsin, bilinmeyen bir sebeble fiziksel bedenle bir bağı varmış gibi irtibat kesilmemekte-teğet durmakta veya bağlı olduğu çekim alanından kopmamaktadır.
Yapılan gözlem ve araştırmalar, Tayy-ı mekan olaylarının astral prejeksiyon-beden dışı ruhani yolculuk (BDY) şeklinde olabildiği gibi, temessül yada bilokasyon denilen bedenin tıpkısının aynısı gibi başka bir yerde kopyasının oluşturulması şeklinde tayy-ımekan olabşlmektedir de… Ne var ki kopya bedenin oluşturulması çok nadir görülmektedir. Tayy-ı mekan olayları genelde astral projeksiyon-BDY şeklinde görülmektedir.
BDY yapanlar, sırt üstü yatma pozisyonunun, astral bedenin fizik bedeni terketmesi için en uygun pozisyon olduğunu belirtmektedirler. BDY (astral yolculuk) başlamadan önce, bir yeri veya birini ziyaret etmeyi düşünmek yeterli olmaktadır, ki o koordinata ışık hızına yakın bir süratte hemen astral yolculuk başlamaktadır. Bu konuda yaşanmış ve kayıtlara geçmiş pek çok olayın olduğu bilinmektedir. Bu konuda ilginç deneyler de yapılmıştır. Önce kayıtlara geçmiş olan İstidraç kapsamında meydana gelmiş bazı gözlemleri aktaralım.
BDY olayının başlangıç ve gelişme seyrinin nasıl olduğu ile ilgili olarak, Amerika’lı gazeteci ve iş adamı R.A. Monroe kendi başına gelenleri kısaca şöyle açıklamakta; “Bir ilkbahar günü, öğle yemeği öncesi hafif bir şeyler atıştırmış, istirahat ediyordum. Birden karnımın üst tarafında bir sancı hissettim. Yediklerim dokunmamıştı, zira ailenin diğer bireyleride aynı şeylerden yemişlerdi ve hiçbirinde bir rahatsızlık yoktu, apandisit ameliyatı olduğumdan, o da sebeb olamazdı. Sancı gece yarısına kadar devam etti. Daha sonra bitkin bir halde uyuya kalmışım. Bu olayın üzerinden üç hafta geçmişti. Yine oturma odasında kanapede uzanmış dinlenmekteydim. Baş tarafımdan bir ışın geçer gibi oldu. Güneş ışını olamazdı, zira o vakitte yattığım yerde güneş ışığı görülmezdi. Işın bedenime çarpar çarpmaz, sarsılmaya ve titremeye başladım. Sanki güçlü bir mengeneye sıkıştırılmış gibi isteğimle hareket edemiyordum. Güçlükle doğruldum, sarsıntı ve titreşimde kayboldu. Bu durumla her hafta birkaç kez karşılaştım. Bu olayın ceryan tarzı farklı farklı olsa da, ortak olan husus, hepsinde, ya dinlenirken, ya uyumaya hazırlanırken bu olayla karşı karşıya kalmamdı. Her defasında kendimi zorlayarak bu halden (yakaza hâli) hemen çıkmaya çalışıyordum. Olayın akışına kendimi bırakmaya karar verdim. Yattığım sırada aynı hal başımı ve tüm bedenimi kapladı. Olay titremekten öte, kulaklarımda uğultu halinde akseden titreşimlerdi adeta, artık ürküntü ve korkularımı yenmiştim. Bu halden sıkılmaya başlamıştım. Yine bir gece uyumadan önce yatakta yatarken aynı hal oluştu, sabırla geçmesini bekledim. Kolum yatağın sağ tarafından aşağı sarkmıştı. Parmaklarım hafifçe halıya değiyordu. Parmaklarımı hareket ettirdim ve par-mak uçlarımı halıya bastırdım, hafif bir direnç hissettim, sonra parmak-larım halıdan geçip alttaki döşemeye değer gibi oldu. daha da bastırınca parmaklarım ve elim yerden geçer gibi, alt kattaki tavanın üstüne kadar değdi. Değdiği yeri yokladım; ufak, üçgen biçiminde bir tahta parçası, eğrilmiş bir çivi ve biraz talaş vardı. Hissettiklerime fazla önem vermeksizin, elimi biraz daha itince, sanki alttaki katın tavanını delip geçmiş gibi oldu. elim suya değmişti. Birden şuurlu olduğumun farkına vardım. Çünkü uyanıktım, camdan dışardaki ay ışığını görebiliyordum. Her şeyi işitebiliyordum. Aynı anda tavanı delmiş olan elimle suyu sıçratabildiğimi düşlüyordum. Uğultu ve titreşimler azalınca kolumu geri çektim. Sonra yerimden doğrulup, etrafa baktığımda; ne elimde suyun ıslaklığı vardı, ne de tavanda bir delik, her şey yerli yerinde duruyordu. Dört hafta sonra geceleyin yatmaya hazırlanırken aynı halle tekrar karşılaştığımda, bu kez hiç hareket etmemeye özellikle dikkat gösterdim. Kafamda başlayarak tüm bedenime yayılan bir titreşim- ceryanlanma olayı tekrarlandı. Şuurlu olarak o anda, ertesi gün planörle yapacağım uçuşun ne kadar zevkli olacağını aklımdan geçirdim. Kısacası uçmanın vereceği zevki düşündüm. hemen sonra omuzuma bir şeyin dayandığını hissettim. Arkama dönüp baktığımda düz bir duvara yaslanmış olduğumu anladım. Daha dikkatlice baktığımda duvarda pencere olmadığını ve hiçbir eşya nın asılı olmadığını görünce, bu sırtımı yasladığım yerin duvar olmadığını, yatak odamızın tavanı olduğunu kavradım. Ben de tavana asılmış gibi havada yüzüyordum. Bütün duyularım tetikte, odanının hafif ışığında aşağı baktım. Yatağım görünüyordu. İçinde iki kişi yatıyordu. Sağ tarafta yatan karımdı. Yanın da kim yatabilir, diye düşünüyordum. Herhalde rüya görüyorum dedim. Kısa bir süre şoka girdim sanki, tekrar toparlanıp baktığımda, karımın yanında yatanın ben olduğunu anladım. Yine şaşırdım, nasıl olurda ben buradayken, bedenim orada olabilir. Bu defa ölmüş olabileceğimi düşündüm. Oysa ölmeye hazır değildim. Telaşla bedenime pike yaptım. Yatağı ve örtüleri hissediyordum. Ve hemen uyandım. Yataktan bakıyordum ve her şey normale dönmüştü.”
İngiltere’de Canterbury kasabasında yaşayan çiftçilerden Pat adlı bir kişi ilk defa karşılaştığı garip durumu şöyle anlatmakta; “Kanepeye uzanmış, kuzenimin çaldığı piyanoyu dinliyordum. Vucudum bütünüyle gevşemişti. Uyumak üzereydim. Üstüme garip bir ağırlık çöktü. O sırada kendimi tavana doğru yükselir gördüm. Adeta uçuyordum. Odadaki her şeyi kuş bakışı seyredebiliyordum. O arada içimden önümde aralamam gerektiği hissi doğuran bir kapı belirdi. kapıya doğru ilerlerken kapı kendiliğinden açıldı. O kapıyı geçince farklı renkte bir kapı ile daha karşılaştım. Bir biri ardına kaç kapıdan geçtiğimi bilmeden, kendimi havada uçar vaziyette, kasabaya kuş bakışı bakar vaziyette gördüm. Neden sonra evi düşündüm. Piyano sesi ile kanepede gözlerimi açmış, hayretler içindeydim.”
İspanya’da Agreda kenti manastırında bir rahibe ile ilgili olarak kayıtlara geçmiş bir bir ilginç olay da şöyle; rahibe Mary, 3200 km uzaklıkta yaşayan Jumano Kızılderilileri ile sık sık görüştüğünü ve kendilerine hristiyanlık dinini öğrettiğini söylemekteydi. Ancak hiç kimse onun manastırdan bir tarafa gittiğini veya belli bir sürede olsa kaybolduğunu görmemişti. Olay, 1620’li yıllarda geçmiş ve o yıllarda dünyanın yuvarlak olduğu da henüz bilinmemekteydi. Rahibe Mary, tayy-ı mekan olarak uçuş esnasında dünyanın yuvarlaklığını gördüğünü de idda etmiştir. Ancak onun söylediklerine pek itibar eden yoktu.
1622 yılında vatikan Jumano bölgesine Alonzo de Benevides adında bir rahibi görevlendirmişti. Kızılderili yerliler, maviler giyinmiş esrarengiz bir kadının, kendilerini sık sık ziyaret ettiğini ve hiristiyanlığı bu kadından öğrendiklerini söylemişlerdir. Hatta kadının kendilerine tespihler, haç ve bir de tas hediye ettiğini belirmişlerdir.
Rahip Benevides, daha sonra rahibe Mary ile görüştüğünde; onun Jumano Kızılderililerinin yaşam tarzını ve dillerini bildiğini tespit etmiştir. Ayrıca rahibe Mary, kabiledeki bazı kişileri belirgin özellikleri ile tek tek tanımlıyordu.
Engizisyon tarihi kayıtlarında özellikle teleportasyon olayları ile ilgili ilginç kayıtlara rastlanılmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; 1655 yılında Hindistan’da Goa kentinde yaşayan bir kişi, işine giderken birdenbire kendini portekizde doğmuş olduğu evde bulmuş. Bu ani eve dönüşe; o kadar çok kişi tanık olmuş ki, sonunda engizisyon mahkemesinin durumdan haberi olmuş ve adam büyücülük suçuyla yargılanıp diri diri yakılmıştır.
Bedenli veya bedensiz astral yolculuk olarak ifade edilen teleportasyon olayı ile ilgili kayıtlara geçmiş pek çok gözlem bulunmaktadır. Hatta insan, özellikle gençlik yıllarında; bir anlam vermese de bir kaç defa da olsa bu hâli yaşamaktadır.
1973 yılında araştırmacı S.Rogo, ABD’ de İnsan Tabiatını Araştırma Kurumu’ nda görevli Dr.Loisa Rhine’nin topladığı olayları inceleyerek BDY ile ilgili gözlemleri üç guruba ayırmıştır.
Birinci gruba girenler, kendilerinin başka bir şeffaf bedene sahip olduklarını belirtmektedirler. Genelde normal bir hastalanmanın akabinde bu tür bir gözlemin olduğu anlaşılmaktadır.
Bu guruba giren bir kaç olay; ABD’de araştırmacı, A.S. Wiltse anlatıyor “Uyandığımda kapının aralığından giren güneş ışığı yüzüme vuruyordu. Kapıyı kapamak üzere kalktım. Tam kapayacağım sırada fikrimi değiştirip lavoboya gittim. Lavoboda aynaya baktığımda bir tuhaflık gördüm. Görüntüm buhardan bir imajdı sanki… Kendimi yokladım tamamen normaldim. Aynadaki görüntümden korkmamıştım, çünkü hastaydım. Tekrar yatağıma dönmem gerektiği aklıma geldi. Geri döndüm. Yatağımın yanına geldiğimde yatakta kendimi gördüm. İki parça olduğumu anladım. Biri yataktaki bedenim, diğeri de ayakta duran bendim.”
İngiliz ordusundan Binbaşı Burton bir gece kalp yetmezliğinden ölmüştü. Doktorlar resmi olarak “öldü” raporu vermesine rağmen bir süre sonnra dirilmiş ve daha uzun yıllar yaşamıştır.
B.Burton, hastananedeki gözlemini şöyle anlatmakta; “Karyo-lanın ayak ucunda ayakta dikilir vaziyette kendimi buldum. Karyolada yatan bir kendime, bir doktora baktım. Zihnen kendimi yokladım. Kafam son derece berraktı. Doktorun söylediklerini duyuyordum. Öldüğümü söylüyordu. Aniden bir boşluktan yukarı doğru kendimi çekiliyor gibi hissettim. Fakat nasıl olduğunu anlamadan yeniden hayata dönmüştüm. “
İkinci gruba girenler, ışıksı bir varlık içerisinde olduklarını belirtmektedirler. Genelde insanı koma haline sokan ciddi hastalıklarda bu tür bir gözleme raslanılmaktadır. Bu guruba giren bir gözlem;
“Ciddi bir hastalığa yakalanmıştım. Kan kaybından dolayı acilen hastaneye kaldırılmış, doktorlar ameliyata karar vermişlerdi. Eter vererek beni uyuttular. Ölecekmiş hissine kapıldım. Acı hissettiğimi hatırlamıyordum. Ancak karşı konulmaz bir çekim girdabı içindeydim. Sonunda bir ışıksı varlık, bedenimden yukarıya yükselerek her yanımı kuşattı. Ben bu ışıksı varlığın içinde yahut birlikte idim ve ameliyat odasının içerisinde dolaşıyordum, ameliyathanede olup biten her şeyi görüyordum.”
Üçüncü guruba girenler, üçüncü bir bakışla BDY yaptıklarını belirtmektedirler. En ilginç olanı da budur. Bu guruba giren bir gözlem;
“Gecenin bir saatinde, baygın almama rağmen yatağımın yanında dikilen, Dr.Gustav’ı ve öteki doktorları gördüm. Odada bulunan herşeyi ve iki parçamı ayrı ayrı yerlerde (birisi yatakta, diğeri tavanda asılı vaziyette), nasıl olduğunu anlamadığım üçüncü bir bakışla görüyordum. Asılı duran fiziki bedenle yatakta duran astral beden arasında, karın kısmından bağlantılı beyazımsı bir kordonun varlığını da görebiliyordum. Bu manzarayı bu şekilde bir süre gözledim.”
BDY olayının yaşanması için, insanın mutlaka hasta olması, bir kaza geçirmiş olması veya uykuda olması gerekmez. Sağlıklı ve yarı uyanık halde, şuur açık durumdayken de BDY yaşanabilir. Hatta BDY tekniğini bilen her insan, bu yolculuğu yapabilir. Nitekim F.W.Pair’ın yaptığı BDY ile ilgili gözlemi şöyle; “Bir akşam kışlada yatmış uyurken, düşünen benliğimin havada asılı durduğunu ve diğer fizik bedenimin de, yatmakta olduğunu gördüm. İster istemez şaşkınlık geçirdim. Ancak sakin olmaya ve hoş olmayan bir duruma karşı tabii olmaya kendimi zorladım. En ilginç taraf bu ağırlıksız benliğimle havada asılı kalmak ve istediğim yöne uçmak gibi bir durumla karşı karşıya idim. Ne tarafa yönelmeyi düşünüyorsam, o tarafa doğru gidiyordum. Koridora daldım ve birinin ışığı yanık unuttuğunu gördüm. Az önceki halimi düşünüp, yerime döndüğümde bedenim mışıl mışıl uyuyordu. Çok geçmeden tekrar bedenimde nasıl olacağım aklıma geldi ve paniğe kapıldım bir an. Daha fazla bir şey hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda nöbetçi çavuş, akşam koridor ışığını kimin yanık unuttuğunu soruyordu.”
Bir çok araştırmacıya göre; şiddetli bir şoka girildiğinde astral beden yani hayvani ve insani ruh kompleksi (nefis + gönül), bedenden ayrılmakta, ancak bilinmeyen bir sebeble fiziksel bedene teğet durmakta veya bağlı olduğu bir çekim alanından kopamamaktadır.
Yukardaki gözlemlerden anlaşılan o’ki değişik şekillerde de olsa her insan, hayatında bir defada olsa BDY ile karşı karşıya kalmıştır.
Bedenle yapılan astral yolculuk, Beden dışı yolculuğa göre çok ender rastlanılan bir olaydır. Bu sebeble parapiskologların yaptıkları deneyler genelde hep BDY deneyleridir.
Astral beden konusunda ilk defa Fransız ruhsal araştırmacılarınca yapılan deneylerden ciddi sonuçlar alınmıştır. Yapılan deneyler sonucunda, insanın fizik bedeninden başka bir de akışkan plazmanın varlığı tespit edilmiş ve bu akışkan plazmanın hipnozla etkilenmesiyle de, astral bedenin ayrıca ortaya çıktığı ve BDY’ın başladığı kabul edilmiştir. Fransız araştırıcılar, labrotuvar şartlarında hipnotize ettikleri bir sujeyi beden dışı yolculukla istedikleri yere göndererek, orada gördüklerini anlatmasını sağlamışlardı. Bu ve benzeri çalışmalar, insanın sadece fiziksel ve biyolojik bir organizma olmadığını, akışkan bir dublesinin de(astral beden) var olduğunu ortaya koymuştur.
Fransız araştırıcı Durville’in denemeleri; bu “akışkan duble” kavramına daha açık seçik bir görünüm getirmesi bakımından daha önemli görülmüştür. Durville, dubleyi bedenden ayırarak, onu bir trans medyum veya bir aletle tespit yoluna gitmiştir. Bu şekilde bir dizi deney yapılmış ve trans medyumların izlenimlerini kaydetmiştir. Bütün kayıtlarda, dublenin fizik bedene baştan veya karından iki katlı kordon gibi bir şeyle bağlı oldukları, bu kordonun çok parlak ve nabız gibi atar bir özellikte olduğu belirtilmiştir.
Durville bu deneylerde, dublelere çeşitli hareketler yaptırmış, hatta bazı eşyalara dokunmak, hafif itilmek ve masa tıkırdatılması şeklinde işler yaptırmıştır. Bir başka deneyde de karanlıkta özel yaptırılan kalsiyum sülfat kaplı levhalara dublenin yaklaşmasını, levhanın parlaması şeklinde tespit etmiş ve fotoğraflarını çekmiştir.
Ayrıca doğrudan dublenin fotoğrafının çekilmesi deneyleri yapılmış, altı deneyden bir kaçı sonuç verebilmiştir. Medyum tanımlarına uygun görüntüler fotoğrafa çıkmıştır.
Bir başka araştırıcı Charles Lancel’in yaptığı denemelerde; Durville’ nin denemelerindeki gibi benzer sonuçlar elde etmiştir. Bu araştırıcı Durville’den farklı olarak hipnoza başvurmadan dublenin bedenden ayrılmasını sağlayan teknikler kullanmıştır. Lancel, uyguladığı tekniklerle tamamen şuurlu ve uyanık vaziyette iken sujenin isteği ile dublesini bedenden ayırabiliyordu. Hatta bu dubleyi hedef şahsa (ikinci şahıs) doğru yönlendirebiliyor, onu etkiliyebiliyordu.
İsveçte parapsikolog A.Bacman; yaptığı deneylerden birinde Bn. A.Radberg’i hipnotizma ile trans (yarı uykulu) hale getirdikten sonra ona Stokholm’deki bir firma yöneticisinin yanına gitmesini söyler. Bn. Radberg, rüyada gibi aniden, hayatında daha önce hiç görmediği bir yerde bulur kendisini, daha sonra A.Bacman’ın verdiği ikinci mesajla; odada bulunan anahtarları alır, ayrıca odada çalışan yöneticinin omuzuna elini koyarak onu uyarır. Daha sonra söz konusu firma yöneticisinin verdiği ifade ile yapılan bu deneyin başarılı olduğu anlaşılır. Yapılan deneyden daha önce haberi olmayan yönetici, büroda bir kadın gördü-ğünü, onu hizmetçi sandığı için önemsemediğini, ayrıca anahtarları; daha önce hiç koymadığı bir yerde bulduğunu söylemiştir.
Bu deneylerden çıkan en önemli sonuç, BDY’nin gerçekleşmesinde, ilk şartın şu veya bu şekilde astral bedenin fizik bedenden ayrılmasıdır.
Bedenli veya bedensiz olarak teleportasyon için en uygun ortam yakaza halidir. Hipnoz veya yakaza haline giren insan önce astral hale geçer, bu halde kendi kendine telkin ile BDY yapar. Ayrıca sırt üstü yatış pozisyonu almakla da, astral projeksiyonun başlaması mümkün olabilir. Yatarken kolların tamamen gevşemesi, adeta ölü gibi her iki tarafa yayılması gerekmektedir. BDY yapanlar, sırt üstü yatma pozisyonunun, astral bedenin fizik bedeni terketmesi için en uygun pozisyon olduğunu belirtmektedirler. Teleportasyon (astral yolculuk) başlamadan, bir yeri veya birini ziyaret etmeyi düşünürse, astral yolculuk daha kolay gerçekleşir.
Anlaşıldığı kadarıyla BDY’de yani astral projeksiyon durumunda ister hasta, ister normal halde olunsun, genelde beden gözüyle gördüğümüz her şey görülmekte, Ancak fiziksel objeleri tutup kaldırmak gibi bir durum olmamaktadır. Ancak maddi bedenle olan teleportasyon olaylarında her türlü maddi tasarruf söz konusu olmaktadır.
Teleportasyon olayının stratejik önemi dolayısiyle bir çok ülkede; parapsikoloji araştırma merkezlerinde, en fazla önem verilen bir özel yetenek oluştur. Araştırma müeseseleri nerdeyse tamamen bu konuya kendilerini teksif etmişler ve yaptıkları araştırma ve deneylerle hayli mesafe almışlardır.
Bu arada yapılan araştırmalar; uyuşturucu nitelikte bazı bitkisel maddelerle de BDY haline girildiğini göstermiştir. D.J adlı bir araştırmacı, Şifa veren bitkilerle ilgili doktora çalışması yapmak üzere Arizona’ da kızılderililer arasında belirli bir süre yaşadı ve oldukça ilginç tespitlere şahid oldu. Şahid olduklarını kısaca özetlersek; “Kızılderili köyünde bitkiler hakkında oldukça bilgili olan yaşlı şifacı-büyücü D.J ile tanıştıktan sonra onunla usta-çırak ilişkisi içerisine girdim. Bu arada hayretle izlediğim pek çok olaya tanık oldum. D.J kendi yaptığı özel tütünden çıkan dumanı ciğerlerine çektiğinde, hemen beden dışı yolculuğa başlıyordu. D.J, dumanı ciğerine çektiğinde insanları bir aura demeti halinde ışık liflerinden oluşmuş yumurta biçiminde gördüğünü, en yoğun lif demetinin ise karın bölgesinden çıktığını, karından fışkıran lif demetinin insanın dengesini ve çevreyle bağını sağladığını söylüyordu.
D.J’nin ifadesiyle insanın kendine has görünür bir boyutta yaşadığını, bundan başka altı boyutun daha var olduğunu, insanın kendisini veya bir başka şeyi bu boyutlardan birine anında sıçratabilecek yeteneği haiz olduğunu söylemiştir. (İslam kaynaklarının ve modern fizik araştırmalarının ortaya koyduğu tespite göre, dünyadaki yaşam boyutuna benzer ayrıca dört boyutun olduğu olduğu belirtilmektedir.) Nitekim D.J, durup dururken Carlos’un arabasını ortadan kaldırmış, Carlos şaşkınlıkla bir oraya bir buraya koşup arabasını ararken, onun gözü önünde olağan üstü şekilde, adeta ağır çekimle tekrar belirmesini izlettirmişdir. Aynı şekilde Carlos, D.J’yi düşündüğü bir sırada onun astral bedenini karşısında görmüştür. Evliya kerametlerinde de benzeri olayların olduğu bilinmektedir.
Eski Mısır ve Hindistan kültüründen günümüze yansıyan kaynaklarda, BDY yapmak için kullanılan akıl genleştirici mantar türlerinden, Amanita Muscaria adlı mantarın beyaz bölümünden elde edilen bir merhemin alına sürülmesi ile BDY yapılmaktadır. Yine Soma adı verilen bir başka mantar türünden elde edilen maddenin yenilmesiyle de BDY yapılmaktadır. Bu deneyi Araştırmacı Puharich bizzat yürütmüş, elde ettiği usareyi Peter Hurkos’a yedirerek BDY yapmasını sağlamıştır. Akıl genleştirici maddeler (LSD, DMT, STP, meskalin, psilosibin ve marihuana gibi uyuşturucu nitelikli maddeler) üzerinde yapılan araştırmalar bu maddelerin, hayatın farklı bakış açılarından algılanmasına ve değişik şuur seviyelerine kavuşulmasına sebeb olduğunu göstermiştir. Zira insan bu maddelerin etkisi ile beş duyu sınırlarının dışına çıkmaktadır. Şüphesiz bu maddelerin kontrolsüz bir şekilde gelişi güzel kullanılması ölümle sonuçlanabilmektedir. Bu konuda geniş araştırmalar yapmış Çekoslovak bilim adamı Stanislav Grof da, LSD etkisi altında BDY yapılabileceğini, bu etki altında apayrı dünyalara girilebileceğini belirtmiştir. Ancak bu nevi uyuşturucuları tek başlarına kontrolsüz olarak kullananaların her an üzücü olaylarla karşılaşmalarının mümkün olduğu görülmektedir. Çünkü BDY yaptıkları zannıyla, kıvama gelmeden kendini pencereden veya benzeri yüksek yerlerden boşluğa bırakma, yanlarında bulunan arkadaşlarını değişik biçimlerde görüp, cinayete kadar varan saldırganlık cinnetine girenler olduğu görülmektedir.
Amerika’da gerek Beden dışı yolculuk BDY ve gerekse Bedenli Yolculuk (BY) ile ilgili ilginç deneyler yapılmıştır. Yapılan bir deneyde sıkı bir şekilde korunan bir binanın, bir odasına hassas aygıtlar yerleştirilmiş ve BDY yeteneği olan deneklerden bu aygıtları etkilemeleri istenilmiştir. Parapskolog K.Osis tarafından yapılan bir deneyde, özel yetenekli P.Price, BDY esnasında söz konusu cıhazı açık bir şekilde etkilemiş, hatta kayıt yapan cıhazdaki elektrik alanı bozularak, cıhaz büsbütün denetimden çıkmıştır.
Kanada’ da Dr. A.Taonus, küçük yaşlardan beri BDY yaptığını ve bu yolculukta kendisinin bir ışık topuna dönüştüğünü belirtmesi üzerine, ışığa duyarlı aygıtlarla yapılan deneyde gerçekten BDY yaptığı doğrulanmıştır. Taonus, BDY esnasında aygıtların bulunduğu odaya her girdiğinde aygıtlar ışığın varlığını kaydetmişlerdir. Ayrıca ışığın kaydedilmesi sırasında yani BDY esnasında, maddi bedenin fotoğrafı çekilmiş, fakat kağıda görüntü aksetmeyip simsiyah çıkmıştır, Aynı şekilde TV için yapılan çekimde de maddi bedenin bulunduğu karelerin simsiyah çıktığı görülmüştür.
Beden dışı yolculukta bedenden ayrılan şeyin ne olduğu konusunda labrotuvar deneyleri de yapılmıştır. Ölmekte olan hastalar tartılmış, terleme ile olan ağırlık kayıpları dikkate alınarak kayda alınmış ve neticede ölüm anında 21 gramlık bir hafiflemenin olduğu, bedenin üzerinde bulutumsu görütülerin hasıl olduğu yani vucuddan bir şeylerin dışarı aktığı gözlemlenmiştir.
BY olarak yani Saniyelerle ve saliselerle ölçülen bir zamanda; bir mekandan başka bir mekana (kilometrelerce uzak yerlere), cisimlerin ve canlıların ışınlanması olayı ile ilgili ilk ciddi deney de, 1943 yılında gizlilik içerisinde A.B.D’nin fiadelfiya eyaletinde bir araştırma merkezinde yapılmıştır. Bu deneyin esası; çok güçlü bobinlerden, bir gemiye elektrik akımı yüklenecek, böylece bu elektriki alana dik bir manyetik alan oluşak ve bu dipole alanda, iç uzay yada kara delik denen tünele girilerek, başka bir tünel ucundan çıkılacaktı. Böylece teleportasyon yani tayy-I mekan olayı kontrol altına alınacaktı. Nitekim deney yapıldı ve elektrik akımı verilen donanma gemisi tayfalarla birlikte gözden kayboldu. Radarla yapılan tespitte gemi üç dakika sonra 620 km uzaklıkta ki Norfolk limanında gözüktü ve ikinci kez gözden kayboldu. Daha sonra sıçramalı olarak bir çok yerde hayalet gemi gibi görünüp kaybolduktan sonra başlangıç noktasında yeniden belirdi. Beş dakikada 1300 km yol katedilmişti. Şüphesiz deney başarılı olmuştu. Ancak kontrol edilemediği için bir çok tayfa deney sürecinde ölmüştü. Gemide bazı tayfalar sağ kalmıştı fakat bunlarda da kontrol edilmeyen teleportasyon yetenekleri oluşmuştu. Bir çok tayfa evlerinde veya bir lokantada otururken, mağnetik alan etkisi altında kaldıklarında, birden kayboluyorlar, bir süre sonra yeniden görünüyorlardı. Kaybolan tayfalar, bedenleri ile birden kendilerini uzayda bulup, bilahre adeta düşercesine kaybolduklarını bildikleri yerde göründüklerini ileri sürüyorlardı. Bazen de oldukları yerde birden kaskatı kesiliyorlardı. Bu halde de BDY yani astral beden denilen ışınsal bir bedenle yolculuk yapıyorlar ve bir müddet sonra tekrar eski hallerine dönüyorlardı. Yani maddi bedenleriyle bütünleşiyorlardı. Tayfalar, bu donma-trans halindeyken uzayda serbestçe dolaştıklarını kendileri belirtiyorlardı. ki bazı medyum tabiatlı araştırmacılar; bu deney yapılmazdan önce dünyayı ve bazı gezegenleri yakından gözlemlediklerini belirtmeleri de böylece doğrulanmış olmaktaydı. Amerika keşfedilmezden önce Piri reisin çizmiş olduğu meşhur dünya haritasının, bu tür bir gözlemle olabileceğinin ileri sürülmesi de; bu deneyle bir bakıma doğrulanmıştır. Kısacası bu deneyle, bedenli veya bedensiz yapılan astral yolculukta; şuurun tam yerinde olduğu ve iradi hereketle istenilen yerlere gidilip gelindiği inkar edilmeyecek şekilde açıkça ortaya konulmuştur.
Son zamanlarda yapılan deneylerde; kokunun dijital ortamda yani çok uzak mesafelere nakli yapılmıştır. Bu arada cisimlerin kısa zamanda çok uzak mesafelere nakli ile ilgili deneylerin sonucunda yani tayy-ı mekan (teleportasyon) yoluyla yani çok kısa zamanda farklı yer koordinatlarına-mekan boyutlarına eşyanın ve eşhasın nakli- celbedilmesi işleminde epeyce mesafe alınmıştır. Bu maksatla yapılan deneylerde ayrıca zaman yolculuğu da gerçekleştirilmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde Zig Zag mensubu Jessup (josef) adlı bilim adamı tarafından askeri amaçlı yapılan deneyde, hangi yer ve hangi zaman hususu çözülememiş yani yer ve zaman kontrolü yapılamamıştır. Daha sonra İsviçre de özel imkanlarla ve bağımsız olarak çalışmalarına devam eden jesup, hangi yer meselesini çözmüş, ancak hangi zaman meselesini çözememiştir. Jessup’un çalışmalarından haberder olan Koziref de, Rusya ‘da aynı amaçlı yaptığı çalışmalarda hangi zaman meselesini çözümlemiş, hangi yer meselesini çözümleyememiş olduğundan, Jessup ve Koziref çalışmalarım birleştirerek yaptıkları ortak deneylerde yer ve zaman meselesini (eş zamanda ayrı mekanlarda ve aynı mekanda ayrı zamanlarda ışınlama şeklinde) çözerek tayyı mekan/teleportasyon ve bast-ı zaman/timeportosyon olayını bilimsel ve teknolojik bazda gerçekleştirmişlerdir. ”Durakhapalam” adı verilen bir düzenek ve teknikle (foton tepkimeli motor teknolojisiyle) koziref, arkadaşı Paul Komenberg’i Rusya’da Ural dağlarındaki özel araştırma merkezinden, İsviçre’deki Jessup’un çalıştığı özel araştırma merkezine nakletmiştir. Nakil iki zamanlı olarak yapılmış, Paul Komenberg, bir yandan derieyin yapıldığı 1971 nisanında isviçre’ye tayyı mekan edilmiş (aynı anda mekan yolculuğuyla), diğer yandan da 1973 yılına zaman yolculuğuna (bast-ı zamana) gönderilmiştir, ki deneyin sonucu beklenmiş ve gerçekten 1973 yılına gelindiğinde aynı yerde kopya bedeni haiz bir Paul Komenberg daha ortaya çıkmıştır. Ancak yapılan yeni bir deneyle kopya Paul Komenberg 2050 yılına gönderilmiş, geriye bir Paul Komenberg’in kalması sağlanmıştır. (bu deneyle ilgili bilgiler yayınlanmamıştır). Böylece evrende meydana gelen paranormal olayların ”tabii olarak Bermuda üçgeninde ve karadeliklerde görülen kaybolma olaylarının” kanuniyeti-mahiyeti ve hakikati ortaya konulmuştur. Şüphesiz ortaya konulan bu teknolojik keşifte yeni bir çağın kapıları açılmıştır. Ancak bu keşfin hangi maksatlarla, kullanılacağı, insana ne gibi zararlar vereceği tam belirlenmediğinden yada insanda meydana gelen hasar telafisi yapılamadığından olsa gerek henüz insanlığa mal edilmemekte ve teknolojik sır olarak saklanmaktadır.
Keramet Kapsamında Tayy-ı Mekan ile ilgili kayıtlara geçmiş bazı olaylara da değinecek olursak; Abdulkadir Geylani (K.S), tayy-ı mekan halinin nasıl gerçekleştiği ile ilgili olarak şöyle demekte: “….aradığımı fakirlik kapısında bulmuştum. Gönülden Allahu tealadan başka her şeyi çıkarmış, onunla olmuş fakr mertebesine ulaşmıştım. Sahralarda cezbe halinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım. Bir gün bu halde bir kaç saaat dolaşmıştım ki, kendime geldiğimde Bağdad’a on iki günlük uzaklıkta bir yerde kendimi buldum. Nasıl böyle oldu diye düşünürken, bir ses bana; –Sen’ki Abdulkadir’sin, buna hayretmi ediyorsun? dedi.”
Mevlana Celaleddin-i Rumi (K.S)’nin hanımı anlatmakta; “Bir gün mevlana evde birden bire kayboldu. Nereye baktı isek bulamadık. Bir ara uyku bastırdı. Uyandığımda Mevlana’yı namaz kılarken gördüm. Eşikte duran ayakkabıları dikkatimi çekmişti. Çok tozlu idi. Ayakkabıyı inceledim kırmızı kumlar vardı. Kendisine sorduğumda; Mekke’ye bir dostunu ziyarete gittiğini söyledi. Böyle kısa bir süre içinde bu gidiş geliş nasıl oluyor diye düşünüyordum ki, “Allahu tealanın veli kulları, bir anda her yeri dolaşabilir. diyerek, Tayyı-mekan meselesini bana anlattı. Mevlana’nın anlattığını kısaca özetleyecek olursak: Bilindiği üzere bedeni çepeçevre saran ruhani beden zarfı dediğimiz ruh-i hayvani, ihtiyaç anında vucud fonksiyonlarının hiç birine zararı olmayacak şekilde ruh-i sultaninin emrinde, füze misali bedendenden ayrılıp başka mekanlara, hatta zamanlara gidip, gerisin geriye gelebilir. Bedenden ayrılma haline ruh-i infisal, tekrar bedene avdet etme olayına ruh-i imtisal denilmektedir. Ruh-i infisal bir yerde olmak istenildiği zaman yani o yeri düşünme halinde gerçekleşmekte; ruh-i imtisal de ise vucuda geri avdet etmek yani geri dönme düşünüldüğünde gerçekleşmektedir. Bu gidip gelmeler, BDY şeklinde yani beden kalıbı uykulu, yarı uykulu-yakaza haldeyken olabileceği gibi bedenli olarak veya temessülen yani bedenin kopyalanması (Bilokasyon ) şeklinde de olmaktadır.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye göre; beden uykuda ruhtan ayrışmakta ve şuur kapanmaktadır. Ancak ruhla beden arasında kopmayan bir bağın mevcut olmasından dolayı programa uygun olarak belirli saatlerde (biyolojik zaman çerçevesinde) bedenle tekrar birleşmekte ve o zaman şuur açılmaktadır. Bu gerçek mesnevide şöyle belirtilmektedir:“Can atlarını eğersiz koyar; bu sır ölümün kardeşidir, sırrıdır; Ama gündüzün geri gelmesi için ayaklarını uzunca bir bağla bağlar. Can boşlukta astar gibi gizlidir; bedense yorgan altında döner durur. Sen o an astarsız bir bedene sahipsin.” Burada, ruh-i sultani ve can birlikteliği içerisindeki ruh bütünlüğünün bedenle ilişkisi kısaca özetlenmekte ve bu bütünlüğün bedenle mukayyed olmadığı,“bağ” diye ifade edilen nesnenin, hiçlik mertebesindeki maddi bedenle; zamandan, mekândan mukayyed ve de ölümsüz ruhani yapı arasında irtibat sağladığı belirtilmektedir. Bu bağ aynen göbek kordonu gibi vazife görmekte; doğumda rahm-i maderden, göbek kordonu nasıl kopuyor ise ölümde de bu bağ kopmakta ve bir başka hayat tabakasına geçiş olmaktadır. Nitekim, Mevlana ölümü; yeniden doğma olarak nitelendirmektedir.
Nitekim yapılmış olan bazı duru görü gözlemlerinde, ölüm anında; astral bedenle birlikte ruh-i sultanın (dubleks ruhani vücudun), aynen bebeklerin doğumuna benzer şekilde; önce başın sonra geri kalan vucüdun doğması gibi bedenin kafa kısmından ortaya çıkması açıkca görülmüştür. Meşhur medyumlardan A.J.Davis, bir kadının vefatı anında gözlemlerini şöyle nakletmekte; “Kadının can çekişi sırasında, bedenin beyin kısmında meydana gelen ışımada giderek artan ölçüde bir yoğunlaşma olmaktaydı. Çırpınmalar azaldıkça ve bedenin rengi sarardıkça ışıma kuvvetlenmekteydi. Ölüm anı iyice yaklaştığında bedenin organları boşalan torbalar misali, hareketsiz yatağa yığılıyor, buna karşılık hastadan ruhi bir beden teşekkül ediyordu. Can çekişen hastadan ilk kurtulan, ruhi bedenin baş kısmı oldu ve yavaş yavaş diğer kısımları da ayrılarak tam bir ruhi beden olarak hastanın başı ucunda ayakta durdu. maddi bedenle ruhi bedeni birbirine, göbeklerinden parlak bir kordon bağlamaktaydı. Bu kordon kopunca bir parçası cesette kaldı. Cesedin hemen bozulmasına mani olan unsur bu kordon parçası olsa gerektir. Kadının ruhu tamamen serbest kalınca, birden emir almışcasına ne yapacağını bilerek harekte geçti ve evden çıktı.”
Ahmed Bedevi (K.S)’nin talebesi Şeyh Rakin anlatmakta; kazandığım paradan bir miktar hac için ayırmıştım ve yola çıkmadan önce hacamın huzuruna varıp, duasını almak istedim. hocam ; -Allaha tevekkül ederek yola çık, dedi. O sırada, odada; pek kullanılmayan bir aba gördüm ve bereketlenmek niyetiyle o abayı hocamdan istedim. Hocam, abayı verebileceğini ancak yolda abayı kaybedersem çok üzülebileceğimi söyledi. Israr edince hocam abayı verdi.
Hac vazifesini tamalayıp geri döndüğümde, bir yerde mola verdik, o sırada abayı hatırlayıp, eşyaların arasında aradım, fakat bir türlü bulamadım. Biraz daha sağı solu aradığımda, abayı davelerin ayakları altında necasete bulaşmış durumda buldum. Çok üzülürdüm ve derhal abayı yıkadım ve kurumak üzere ipe astım. Biraz sonra döndüğüde abayı astığım yerde olmadığını gördüm. Bu duruma da çok üzüldüm. Mısır’a döndüğünde, çarşıdan daha iyi bir aba satın alıp, hocamın yanına vardım; bir de ne göreyim, aradığım aba yine daha önce asılı olduğu yerden bana bakar gibi duruyordu. Ben şaşkın ve hayretler içerisinde abaya baktığımda, Ahmet Bedevi; -Ey Rakin teaccüp etme, sen onu yıkayıp kuruladıktan sonra, onun tekrar kaybolmasından endişe edip, yanıma aldım ve yerine koydum, diyordu..
Mısır Sultanı Kayıtbay, Anadolu istikametinde bir sefere çıkmak üzere Abdulkadir Deştuti (K.S)’den müsade ister ve verilen izin ile yola çıkar, uzun bir yolculuk sonucu Deştuti’nin memleketi olan Halep’e gelir. Mola verildiğnde, Deştuti’nin Halep’te öğrencilere ders okuttuğunu öğrenir ve onun ne zaman Halep’e geldiğini sorduğunda; -Efendim, o beş aydır burada öğrencilere ders vermektedir, denilince, bir kerametle karşı karşıya olduğunu anlar. Sultan Kayıtbay, Deştuti’ nin bu kerametini görmesinden sonra ona daha çok hürmet ve alaka gösterir, öyleki savaşta zor durumda kaldığında hemen Deştuti’ den yardım isterdi, o da Allahın izni ile tayy-ı mekan hal üzere askerin arasında görünüp, düşmana saldırır, askere moral verir, zaferin kazanılmasında büyük rolü olurdu.
Allah dostu olduğuna inandığm ve arada bir ziyaret ettiğim Şeyh Osman Nuri efendiın talebesi Cemil efendi anlatmakta; “Bir gün hocamla sohbet ederken uygun bir anda; -Hocam; ailemden hiç haber alamıyorum, mektup da gelmiyor, dedim. Hocam; -Evladım, gözlerini yum ve benim söylediklerime kulak ver, dedi. Ben gözümü yumar yummaz, hocam; -şimdi memleketine gidiyorsun, dedi. Bu sesin ardından sanki uçakla havalanmış gibi göğe yükseldim ve köyümüze doğru havada yol almaya başladım. Hocamın sesinden başka hiçbir şey algılamadan gidiyordum. Öyleki süratle şehirleri, kasabaları geçiyordum. Nihayet köyümüze yaklaşmıştım, köye ayrılan yolu kuş bakışı izliyordum. Hocamın sesi tekrar kulaklarımda yankılandı; -Yolda gördüklerini bana anlat, dedi. Bende gördüklerimi söylemeye başladım; köy yolu üzerinde gördüğüm tanıdıklardan bahsediyordum. Evimize geldiğimde bahçede annemin çamaşır yıkadığını gördüm. Eve girdim, görünürde evde başka kimse yoktu. Hocamın sesi tekrar kulağıma geldi. -Evladım ziyaretin tamam oldu her halde, artık gözlerini açabilirsin. Gözlerimi açtığımda kendimi tekrar hocanın yanında oturuyor buldum.”
Meşhur seyyah İbn-i Batuta, Seyehatnamesinde; “Çin taraflarına Celaleddin Tebrizi’yi ziyarete gittim. Onun ikamet ettiği yere iki günük mesafe kalmıştı. Bir köye misafir oldum. Akşemleyin bana nereden gelip nereye gittiğimi sordular. Acem memleketinden, Celaleddin Tebrizi’yi ziyarete gittiğimi söyledim. Benimle konuşanlar; Celaleddin hazretlerinin talebeleri olduklarını, her gün yatsı namazından sonra yanlarına gelip bir saat kadar kaldıktan sonra geri gittiğini söylediler. Nihayet yatsı namazından sonra bir telaşla talebeler toplandılar, hakikaten Celaleddin Tebrizi gelmişti. Kendisiyle tanıştık, bir saat kadar sohbet ettikten sonra gitti. Sabah olduğunda ben yola çıktım. Onun bulunduğu dağ köyüne iki günde varabildim. Elini öptüm. Benim memleketimi ve nereli olduğumu sordu. Cevapladım, fakat o talebelerine dönerek; “Bu benim arap misafirimdir. Ona izzet ve ikramda kusur etmeyin” dedi. Ben, Arap olmadığımı söyleyince, bana; -Senin filan deden Araptır. Acem memleketine Bağdat’dan göç ederek gelmiştir. O sebeble senin aslın Araptır, dedi. O güne kadar kimse bana böyle bir bilgi vermemişti.Memleketime döndükten sonra nesebimi araştırdım. Hakikaten onun söyledği gibi, büyük dedemiz arapmış ve Bağdat’dan göç ederek gelmiş…”
Mucize kapsamında Tayy-ı Mekanile ilgili olaylara da değinecek olursak;: Kuran-ı kerimde buyurulduğu üzere Hz.Süleyman bizzat kendisi çok uzak yerlerden eşyayı ve insanları celbettiği gibi emrindeki bazı seçkin insanlar ve cinlerde bu maarifeti gösterebilecek ilim ve tekniğe sahiptiler. Nitekim, Seba Melikesi Belkıs’ın taht’nın bir anda Yemen’deki sarayından Kudüs’e tayy-ı mekan ile gelmesi, Hz. Süleyman’ın mucizesi ile değil, onun vezirlerinden birinin gösterdiği kerametle veya ileri seviyede bir ilim ve teknikte olduğunu göstermektedir: “Süleyman dedi, ki: Ey ileri gelenler, onlar (Seba melikesi ve maiyeti) bana müslüman olarak gelmeden önce; hanginiz onun tahtını bana getirir? Cinlerden bir ifrit dedi: Yerinden kalkmadan o tahtı sana getiririm. Muhakkak ki ona bir zarar vermeden taşımaya gücü yetenlerdenim. Kendisine kitap ilmi verilenlerden bir kişi de dedi ki: Sen göz açıp kapayıncaya kadar onu sana getiririm. Derken onun tahtını yanında duruyor görünce, Süleyman; Bu rabbimin fazlındandır, dedi…”, “Süleyman dedi, ki: onun tahtını kim değiştirir, bakalım o tanıyacak mı, tanıyamıyacak mı? Derken hükümdar kadın geldi. Ona denildi: Bu senin tahtın mıdır? Dedi, ki: Bu sanki o, şüphesiz bu konuda daha önce bilgilenmiştik, biz artık müslümanlardanız.”
Resûl-i Ekrem (A.S.V)’ın en büyük mucizesi, tayy-ı mekan ve bast-ı zaman olarak meydana gelmiş olan Mi’rac mucizesidir. Mi’rac ile ilgili hadis ravilerinin değişik sahabelerden naklettikleri bilgiler hemen hemen aynıdır. Hicretten bir buçuk yıl önce gerçekleşen bu mucizeyle, Resûl-i Ekrem (A.S.V); bir gece Mescid-i Haram’dan alınarak, önce Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, sonra oradan göklere çıkarılmış ve hiç bir peygambere nasip olmamış ilahi lütüflara mazhar olarak, alındığı yere geri getirilmiştir. Müşrikler ve kafirler bu mucizeyi duyduklarında cahillikerinden ve bilgisizliklerinden, bu olayı havsaları almamış ve ellerine büyük bir fırsat geçtiği kanaatine kapılarak, güya peygamber (A.S.V)’ı küçük düşürücü davranışlarda bulunmuşlar, hatta alaya almışlardır. Oysa daha önce istidrac ve keramet bahsinde ifade edildiği üzere gerek tayy-ı mekan olayında olsun, gerekse bast-ı zaman olayında olsun düşünce hızı ile belirli hedeflere üç şekilde seyahat olabilmektedir. Ya BDY ile, ya bilokasyonla (kopya bedenlerle) ya da asli bedenle…
BDY ve bilokasyonla astral seyahat yapıldığına dair daha önce örnekler verilmişti. Ancak eşya dışında canlı varlıkların özellikle insanın, rehber bir ruhani olmadan asli vücuduyla yapacağı astral seyahatin çok tehlikeli olduğu, daha önceki açıklamalarda belirtilmişti. Esasen insan, belirli bir kıvama gelmeden veya bir ruhaninin koruması altında olmadan astral seyahat yapması, ölüme yolculuk etmesi demektir. Esasen bedenle astral seyahat yapmanın, insan vücudu üzerinde telafisi imkansız etkilerinin olduğunu araştırmalar ortaya koymuştur. Nitekim A.B.D’de yapılan teleportasyon deneylerinde, insan üzerinde meydana gelen zararlı radyasyonik etkiler ve ölümcül sonuçlar, bu tür deneylerin resmi olarak bir daha yapılmamasını gerektirmiştir, bu deneyler yapılsa da artık kamu oyundan gizli tutulmaktadır. Ancak bu gerçek, insanın emniyet içinde tayy-ı mekan ve bast-ı zaman denilen astral seyehati yapamıyacağı manasına gelmemektedir. İnsan bedenini muhafaza edecek bir vasıta ile asli bedenle anında uzak mekanlara veya zaman ötesine geçilebileceğini ilim adamları belirtmektedirler. İşte Mi’rac mücizesi, bir bakıma bu gerçekle ilgili ip uçları vermekte, düşünce hızı ile hareket edebilecek vasıtalarıın keşfine ışık tutmaktadır. Hadis ravilerinin ittifakla bildirdiklerine göre ve tarihi kayıtlara geçtiği üzere Hicretten bir buçuk yıl önce Cebrail (A.S), Resûl-i Ekrem (A.S.V)’i yatağından kaldırmış ve özel operasyonla vücut ve kalbini bu seyahate hazırladıktan sonra Burak denilen katırdan küçük özel bir vasıtaya (peygamber iradesine tâbi süratli hareket yeteneğine haiz koruyucu bir melek) bindirmiş ve ona yol arkadaşlığı-klavuzluk ederek, gece yolculuğu manasında ısra mucizesi ile tayy-ı mekan olarak önce peygamber-ler şehri Küdüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüştür.
Kuran-ı Kerimde’ki Isra suresinde; bu mucize şöyle belirtilmektedir:“Kulunu, bir gece, ayetlerimizden bazısını kendisine gösterelim diye Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya kadar götüren Allah, her türlü eksikliklerden münezzehtir, uzaktır. Şüphe yok ki o , her şeyi işiten ve görendir!” Daha sonra oradan; kendisinin de binmek zorunda kaldığı bir vasıtayla (Mi’rac denen düşünce hızı ile asansör gibi göğe yükselen bir başka koruyucu melek ile) bastı-ı zaman olarak gök tabakalarını aşıp arş-ı alaya yükselmişlerdir. Resûl-i Ekrem (A.S.V), Cebrail (A.S)’ın; -Daha ileri gidersem yanarım, dediği; kürsi sınırını aşmış, arş-ı âla’ya yükselmiş ve Allahu teala ile vasıtasız görüşmüştür, ki bu mucize ile Resûl-i Ekrem (A.S.V)’ın nezdinde insan oğlundan beklenen ilahi murat da gerçekleşmiştir. Kuran-ı kerimde kısaca belirtilen Miraç olayı, Sahih hadislerde teferruatlı olarak anlatılmaktadır.