İlmi Zihniyet ve Bilim Ötesi Sırlar
Bilim ötesi konusuna geçmeden önce bilimin ne olduğunu, nelere cevap aradığını, neleri kapsadığını ve neleri dışladığını kısaca belirtelim. Bilimin ne olduğu yani tanımı ile ilgili değişik tarifler yapılsa da, en doğru tanım: “gözlem, deney-tecrübe, araştırma yapılmasıyla ve zekanın zorlanmasıyla evrenin, maddenin ve insan dahil tüm mahlukatın mahiyetinin ve hakikatinin anlaşılması yönünde ortaya konulan, sağlamlığı-doğruluğu kabul edilen sistematik bilgilerdir.” şeklinde yapılan tanımdır. Bu şu demektir: Eşyanın ve eşhasın mahiyeti ve hakikati cihetiyle keşfedilen özellikleri, tabiat olaylarına ait kanuniyetler bilimin kapsam alanı içerisine girmekte; gözlemlenmiş olsa da bazı özellikler ve olaylar bilimin kapsam alanı içerisine girmemektedir. Yani görmezden gelinmektedir, ki bu çerçevede vahy hakikatleri de bilimin kapsam alanı dışında mütala edilmektedir, ki bilimin bu çerçevede tanımı tabi ki yanlış bir tanımdır. “Bilim nelere cevap aramaktadır? Ya da bilimin amacı nedir?” Sorusuna verilecek cevaba gelince; bilim adamlarının ortak kanaatine göre Bilim, insanların ihtiyaç ve problemlerini süratle ve kolayca gidermeyi yani bizzat insanın ya da toplumun yaşantısını kolaylaştırmayı, yeni teknolojiler üretmeyi amaçlar.“ Burada şu hususu da belirtmemiz gerekir. Yukarıda ifade edildiği şekilde bilimin tanımının yapılması, kapsam alanının ve temel özelliklerinin belirlenmesi aşamasına gelinmesi tabiki kendiliğinden olmamıştır. Şüphesiz uzun bir mücadele süreci sonucunda bu aşamaya gelinmiştir, ki ilmi bilginin en temel özelliği; güvenilir bilgi olması, gözlem, deney-tecrübeyle ve mantıki açıklamalarla sağlamlığının-doğruluğunun-gerçekliğinin kabul edilmesidir. Diğer en temel özellik de; disipline edilmiş ve genelleştirilmiş olmasıdır. Ne var ki gözlemlense de, tecrübe-deneyden geçse de, gerçekliği kabul edilse de öyle olaylarla karşılaşılmaktadır ki, bu olaylarla ilgili sebep sonuç ilintisine dayalı mantıki ya da bilimsel bir açıklama yapılamamaktadır, ki işte bu tür bilgiler çoğu bilim adamınca tartışma konusu edilmekte ve bilimin kapsamı içinde mütala edilmemektedir. Bilimsel açıklaması yapılamayan o kadar çok mesele vardır ki bir kısmının mahiyeti ve hakikati zaman içerisinde tespit edilmektedir; dolayısıyla bilimsel açıklamaları da yapıla-bilmektedir. Bir kısmı da gizemini muhafaza etmekte ancak sağlam kaynaklara dayanması ölçüsünde kısmen açıklanabilmektedir. İstidraç, keramet, mucize denilen gizemi haiz olaylarla ilgili bilgiler bu nevi bilgilerden olup, bu konuda “Bilim Ötesi” başlığı altında açıklamalarda bulunacağım. Ancak konunun daha iyi anlaşılması bakımından önce bilim zihniyetiyle ilgili bazı tespitlerimi ve düşüncelerimi belirteceğim.
Kim ne derse desin, Batı dünyasında ulaşılan bilim ve teknolojik seviye, tahrif edilmiş vahye dayalı kilise dogmalarına karşı gelişen bilim zihniyetinin sonucudur.
Şüphesiz vahyin yanlış değerlendirilmesi dolayısıyla bilime dar bir kapsam alanı çizilmiş ve doğruluğu açık seçik olan vahy hakikatlerine de yakın zamana kadar sırt çevrilmiştir. Aynı şekilde İslam aleminde de Batıyı takliden kabullenilen bilim zihniyeti gereği, islâmi vahyin tahrifi söz konusu olmamasına rağmen, bilim ve vahy ayrı şeylermiş gibi ele alınmış ve maalesef islâmi vahy hakikatlerine sırt çevrilmiştir.
Ne gariptir, ki 100 yılı aşkındır, bilim ve teknolojide mesafe alınacağı kanaatiyle, söz konusu bilim zihniyetinin kabullenilmesine ve bu zihniyete göre binlerce bilim adamı, her ilde bir üniversite ve devlet araştırma enstitüleri ile TÜBİTAK adlı merkezi bir kurum tesis edilmiş olunmasına rağmen (Makalenin hazırlandığı 90’lı yıllarda görüldüğü üzere) bilim ve teknolojide bir türlü gelişmiş Batı ülkelerinin seviyesine ulaşılamamıştır. Malum menfi zihniyetle istenilen seviyeye ulaşılması da mümkün değildir. Dolayısıyla önce zihniyet değişikliği gerekmektedir. Yani tahrif edilmemiş vahye ve müsbet bilime aynı değeri veren bilim zihniyetiyle gerçekleştirilecek yeni bir yapılanma ile gelişmiş ülkelerin önüne geçilebilir.
Esasen İslam dünyasında 16. yy’a kadar vahiyle birlikte gerçekliği-doğruluğu-sağlamlığı kanıtlanan her olay ya da her bilgi, bilimin kapsam alanı içerisinde mütaala edilmiş, ayrıca o sıralar dünyada bilim içerisinde ele alınan ve oldukça revaç gören fal, büyü, hurafe, astrolojik ve felsefi yanlış-doğru karışık bilgiler ile tahrif olmuş vahyi bilgilere cephe alınmış, kısa zamanda bu tür bilgilerden arınmış islami bir bilim geleneği oluşturulmuştur. Ancak iman zafiyeti içerisinde olan insanların kafasından hâlâ bu tür bilgilerin temizlenemediği de bir gerçektir. Şüphesiz bu mücadele şu veya bu şekilde devam etmektedir. Gerçek şu ki, öte-den beri hak ve hakikat ehli seçkin ve kahraman insanlar sayesinde bilim-teknoloji ve medeniyet gelişmiştir ve gelişmektedir. “Bu seçkin ve kahraman insanlar kimlerdir?” denilirse; onlar vahyin yayılmasını sağlayan yüce Allah’ın elçileri peygamberler ile onların izinde giden vahyin ve ilmin yayımcıları ve yorumcuları âlim zatlardır. Bu insanların bilim hayatına verdikleri ivmelerle ve yaptıkları mücadelelerle doğru bilim zihniyeti, sonunda galip gelmiş ve değil sadece bilim ve teknolojide üstünlüğe kavuşmak, barış ve huzura da kavuşulmuştur. “Yapılan mücadele, kimlere karşı olmuştur?” sorusuna vereceğimiz cevaba gelince, şüphesiz bu mücadele, kendi nefislerini, gurur ve kibirlerini öne çıkaranlara, vahyi tahrif edenlere, vahyin ve ilmin önüne perde çekenlere karşı olmuştur, ki bunlar, bilim adamı suretine bürünmüş sahtekarlar, kahinler, imansız filozoflar ile onların çıraklarından başkaları değildir. Gerçek şu ki; gelişen islami bilim geleneği sayesinde 16. yy’a kadar dünyada askeri ve ekonomik üstünlük İslam dünyasının eline geçmiştir. Ne yazık ki, 16. yy’dan sonra bu bilim zihniyetinden uzaklaşılmış, bilimsel eğitimin yapıldığı kurumlarda-medreselerde vahiy ve vahye dayalı bilgiler-dersler ön plana geçmiş, müspet bilim zamanla dışlanmış, işte o gün bu gündür, İslam dünyası bilim ve teknoloji dahil her alanda gerilemiştir. Oysa Batıda ortaya konulan tahrif olmuş vahye dayalı dogmaları dışlayan bilim zihniyeti; belirli bir süre yanlış yoldan doğru yola geçişi sağlamış, fakat bu zihniyet, İslam Aleminde aynı gelişmeyi sağlayamamıştır. Esasen Osmanlı Devleti nezdinde girilmiş yanlış yoldan, bu zihniyetle doğru yola geçilmek istenmiş, ancak ne yazikki bir başka yanlış yola girilmiştir. Şüphesiz Batı dünyasında, sözkonusu zihniyet değişikliği kısmen başarı getirmiş, bilim ve teknolojide ileri mesafeler alınmıştır. Fakat İslâm Aleminde aynı zihniyet başarı getirmemiştir. Kaldı ki, 20 yy, sonlarında Batı dünyasında bilim adamlarının pek çoğu vahye karşı olan bilim zihniyetindeki noksanlığı anlamışlar ve en azından müsbet bilime verilen değer kadar, vahye de değer vermeye başlamışlardır. Evet! kim ne derse desin, batı dünyasında artık 16. yy öncesi islami bilim zihniyetinin benimsenmesi yönünde bir değişim yaşanmaktadır. 20.yy’da ortaya çıkan Zig-Zag ya da zaman-zemin teorisyenleri ve teknisyenleri adlı bilim ekolü, İslam bilim zihni-yetini yayma görevi ile birlikte bilimsel ve teknolojik gelişmelerde de ön almış bulun-maktadır. Bu bilim hareketinin kurucusunun, ilmî ve dinî bilimlerde derinleşmiş Mevlana Halid-i Bağdadi (K.S) olduğu belirtilmektedir. Evet! Batının bilim ve teknolojik üstünlüğünün arkasında, vahyi ve ilmi bilgi ile hemhal bir müctehit ve ondan direkt-doğrudan ders almış veya endirekt-telepatik yolla veya yazılı olarak beslenen Batılı müslüman bilim adamları bulunmaktadır. Esasen 19.yy sonlarından itibaren ortaya konulan bilimsel teoremlerin, teknolojik cihaz ve vasıtaların pek çoğu da bu bilim adamlarınca keşfedilmiştir. Bu bilim adamları, bilim ötesine atılan pek çok olayı da, yaptıkları keşif ve tespitlerle açıklamaktadırlar..
Batı dünyasında bilim adamları, artık islâmi bilim zihniyetinin bakışı istikâmetinde, bilimin kapsamı içerisinde vahiy hakikatlerini de görmek istemektedirler. İslam bilim zihni-yetine göre bilimin esas amacı, yüce Allah’ın eseri, sanatı olarak evreni, maddeyi, insan dahil tüm mahlukatı mahiyet ve hakikat cihetiyle tanımak, hayatın sırlarını keşfederek, yüce Allah’a yakınlaşmaktır. Şüphesiz bu yaklaşım içerisinde iken yüce Allah’ın “meziyet ve maharet sahibi kullarını sever” prensibine göre alimlerin, sanatkarların, mesleğinde ehil insanların yetiştirilmesi de göz önüne alınmakta ve müspet bilim ve teknolojide üstün olmakta hedef ittihaz edilmektedir. Nitekim İslam bilim zihniyetinin tam tamına uygulandığı 16. yy öncesi eğitim ve öğretimde (bilgiyi kaynağından dosdoğru öğrenerek yaşama döneminde) ilahi emir ve yasakları öğrenme ile müspet bilimler birlikte tedris edilmekte, örnek eğitimciler vasıtasıyla insanı olgunlaştırmaya (tembelleştirmeye değil) yönelik tasavvuf bilgisi ve hal eğitimi de verilmekteydi. Tasavvufta; aklın ve kalbin birlikte gelişmesinin, olgunlaşmasının, iki kanatlı olmak gibi önemi haiz olduğu ve iki kanadın birlikte çalışmaması halinde en üstün tahsil olan yüce Allah’a yakınlaşmanın mümkün olamayacağı kabul edilmektedir. İslâm dünyasının yıldız isimlerinin de çogunlukla bu dönemde yetişmiş olması, meselenin, öğrenmenin ötesinde, zihniyetle ve yaşamayla ilgili olduğunu göstermektedir. Yani yüz yıl önce Batının içinde bulunduğu, bilimle çelişen kilise baskısından kurtulmak amacıyla ortaya koyduğu bilim zihniyeti ve bu zihniyete göre yapılan kurumlaşma ve yapılan şekli eğitim ve öğretim yanlıştır ya da en azından eksiktir. Bu zihniyet ve bu zihniyete göre yapılan kurumlaşmalar değişmeden, bilim ve teknolojide istenilen mesafeye ulaşmak mümkün değildir.
Evet! Vahy hakikatleri ve bu hakikatlere dayalı dini bilgilerle vicdan ziyalanır yani kalbi duyular güçlenerek iman inkişaf eder. Hoşgörü ve barış ortamı oluşur. Modern bilimlerle de akıl nurlanır yani zeka olağanüstü gelişir. Keşif ve icadlar vücuda gelir. Vahy hakikatleri ile modern bilimlerin uyum içerisinde tahsili ile doğru bilgiler ve doğru eylemler ortaya çıkar, bu durum gayreti artırır. İleri mesafelere atılmayı sağlar. Şayet sadece din ilimleri tahsil edilirse taassub oluşur. Değil ileri mesafelere atılmak, geriye gidiş başlar. Sadece modern bilimler tahsil edilirse de insanlarda hile-sahtekarlık, marazi şüphe ve anarşi oluşur.
Evet! İslam aleminde bilime ve vahye aynı derecede önem verilmedikçe yerinde sayma ve geri kalma devam edecektir. Halen islam ülkelerinin çoğu; gelişmiş Batı ülkelerinin eskiyen teknolojilerini parayla satın almaktan yada bu teknolojileri pazarlayan bir ülke olmaktan öteye geçmiş değildir.
Ali Kömürcü