RUHİ ETKİNLİK VE RUHANİ VARLIKLAR
İçindekiler
Önsöz
Giriş
1.Ruh ve Ruhi Etkinlik
1.1. Kadim Dinlerde Ruh ve Ruhi Etkinlikle İlgili Tanımlamalar
1.1.2.Hinduizm’e en yakın versiyon Jainizm’de Ruh ve Ruhi etkinlik ile ilgili tanımlamalar
1.1.1.Hinduizm’in kutsal kitaplarında Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili tanımlamalar
1.1.3.Hinduizm’in bir başka versiyonu Taoizm’de Ruh ve Ruhi etkinlik ile ilgili tanımlamalar
1.1.4.Hinduizm’in en son versiyonu Budizm’ de Ruh ve Ruhi etkinlik ile ilgili tanımlamalar
1.1.5.Zerdüşt dinine mensup toplumlarda Ruh ve Ruhi etkinlik ile ilgili tanımlamalar
1.2.Çok Tanrılı Eski Toplumlarda Ruh ve Ruhi etkinlik ile İlgili Tanımlamalar
1.2.1.Eski Mısırlılarda Ruh ve Ruhi etkinlik ile İlgili Tanımlamalar
1.1.2.Şamanist toplumlarda Ruh ve Ruhi etkinlik İle ilgili tanımlamalar
1.3.Tevhidi Dinlerde ve Kutsal Kitaplarında Ruh Ve Ruhi Etkinlikle İlgili Tanımlamalar
1.3.1.Tevrat’ta ve Zebur’da Ruh ve Ruhi etkinlikle İlgili ayetler, bazı Yahudi otoritelerince yapılan Ruhi etkinlikle ilgili tanımlamalar ve yorumlar
1.3.2.İncil’de Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili ayetler, bazı Hristiyan dini otoritelerince yapılan tanımlamalar ve yorumlar
1.3.4.Kur’an da Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili ayetler, bazı İslam otoritelerince yapılan tanımlamalar, açıklamalar ve yorumlar
1.4. Felsefi Bilgilere Göre Ruh ve Ruhi etkinlikle İlgili Yapılan Tanımlamalar
1.4.1.Antik Çağda/ilk Çağda Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili yapılan tanımlamalar
1.4.2.Orta Çağda Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili felsefi tanımlamalar
1.4.3.Aydınlanma Çağında/Yeni Çağda Ruh ve ruhi etkinlikle ilgili felsefi tanımlamalar
1.4.4.Modern Çağda Ruh ve Ruhi etkinlikle ilgili felsefi tanımlamalar
1.5. İlmi Tespitler Işığında Ruh ve Ruhi Etkinlikle İlgili Tanımlar ve açıklamalar
1.5.1.Varlıkların Yaratılış Merhaleleri Kapsamında Ruh ve Ruhi Etkinlik
1.5.2.Ruhi açılım
1.5.2.1.Tabii ruh kuvveti/1.Faz ruh etkinliği
1.5.2.2.Nebati ruh kuvveti/2.Faz Ruh etkinliği
1.5.2.3.Hayvani ruh kuvveti/3.Faz Ruh etkinliği
1.5.2.4.İnsani ruh kuvveti/4.Faz Ruh etkinliği
1.5.3.Yapılan gözlemlere göre ruhi etkinlik
1.5.4.Ruhi Tekâmül
1.5.5.Ruhi Etkinliğin sukuta ermesi/Ölüm olayı
1.5.6.Ruhi Etkinliğin ölüm sonrası yeniden harekete geçmesi/Haşir olayı
2.Ruhani Varlıklar
2.1.Dini/Vahyi Bilgilerle Örtüşen Felsefi ve İlmi Bilgilere Göre Rııhani Varlıklar
2.2.Melekler
2.3.Cinler
2.4.Cin taifesinden Şeytan’ın İnsanlara Nüfuzu
Son Söz
Yararlanılan Kaynaklar
Ön Söz
Metafizik konulara ilişkin dini, felsefi ve ilmi bilgiler öylesine iç içe girmiştir ki, her üç alanda yapılan araştırmaların ve ortaya konulan yeni bilgilerin, doğru veya yanlış; bir birini etkilemediği söylenemez. Yani dini bilgiler kapsamında metafizik ögelerin tanımlanmasında ve açıklanmasında; felsefi ve ilmi bilgi etkinliği kadar, tersine yani felsefi ve ilmi bilgi oluşumunda da, dini/vahyi hakikatlerin etkili olduğu bir gerçektir. Bu durum, vahiy kaynaklı, özellikle sembolik ve müteşabih kavramlara ilişkin metafizik ögelerin (yaratıcı kudret/Allah, Allah’ın vasıfları yani isim sıfatları, Ruh ve Ruhani varlık, Melek, Cin, Cennet ve Cehennem, Gayb ve Şahadet Âlemi v.d), felsefi ve ilmi tanımlanmasında ve yapılan açıklamalarda çok açık olarak görülmektedir.
Bu kitapta, her ne kadar konuya ilişkin dini, felsefi ve ilmi alanda bu güne kadar ortaya konulmuş bilgileri, bir birine karıştırmadan ayrı ayrı belirtmiş olsak ta, yukarda ifade edildiği üzere, her halükarda konuya ilişkin üç alanda (dini, felsefi ve ilmi açıdan) referans alınan bilgilerin ve yapılan açıklamaların, doğru veya yanlış; iç içe girmediği ve biri birinden etkilenmediği söylenemez. Dolaysıyla okuyucuların; belirttiğimiz bu temel gerçeği yani değişik alanlara ait doğru veya yanlış iç içe girmiş bilgi gerçekliğini gözden uzak tutmadan, kitapta sunulan bilgileri dikkatle okumaları ve bu çerçevede değerlendirme yapmaları gerekmektedir.
Çalışmamızın ilmi ve imani gelişmeye katkı saglıyacağını umut ediyor, hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan
Ali KÖMÜRCÜ
GİRİŞ
Daha önce telif ettiğim “Yaratıcı Kudret ve Yaratılış Gerçeği” adlı kitapta belirttiğim üzere, toplumların için de yaşadıkları çevre şartları ve ihtiyaçlarına göre oluşan kültür yapıları farklı olsa da, tarihi süreç içerisinde gerek inanç değerlerini açıklamada olsun ve gerekse metafizik öğeleri tanımlamada olsun, şaşırıcı oranda benzerliklerin olduğunu ve yapılan jeolojik, arkeolojik, antropolojik ve sosyolojik araştırmalarda ve ilmi tespitlerde, bu benzerliklerin çok açık bir şekilde görüldüğünü belirtmiştim. Hatta üzerine basarak şu değerlendirmeyi yapmıştım.
“Tarih boyunca değişik bölgelerde yaşamış olan ve birbirlerinden dağlar ve denizler ile yalıtılmış olan geniş toplumlarda, dil ve etnik ayrılıklara rağmen yaratıcı kudret ve yaratılışa ilişkin aynı veya benzer inançların olması, benzer tasvirlerin yapılması, açıkça aynı kaynaktan yansıyan bilgilenme olduğunu göstermektedir. Batıl oldukları açıkça bilinse de, kadim/eski dinlerde yapılan yaratıcı kudret ve yaratılışa ilişkin tanımlamalara, tasvir-lere ve açıklamalara bakıldığında, bazı tanımlar, tasvirler ve açıklamalar; ne kadar anlamsız ve hikmetsiz ifadeler ve hükümler ihtiva ederlerse etsinler, metafizik öğelere ilişkin (yaratıcı kudret/Allah, Ruh ve Ruhani varlıklar, ruhani âlem, ahret, haşir, cennet ve cehennem v.d) temel kavramların, genelde aynı anlamda inanç değerleri olarak kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Bu durum, geçmişte din olarak ortaya çıkan inanç ve uygulamaların, başlangıçta vahiy olarak aynı tevhidi esasları havi olduğunu ve sonradan bozulduklarını göstermektedir.”
İlerde açıklanacağı üzere, ruh; kavram/isim olarak; bütün dinlerde, felsefi ve ilmi yorum ve açıklamalarda, maddi/bedeni yapılanmanın arka planında kademeli olarak etkinlik gösteren varlık anlamında değişik kelimelerle (Emr-i İlahi, Kudret-i İlahi, Nur-i İlahi v.d) ifade ediliyor olsa da, Tevrat, İncil ve Kuran’da, vahyin iletişim vasıtası diyebileceğimiz melek (Cebrail), Ruh-ül Kudüs/Ruh-ül Emin olarak da adlandırılan hatta vahyin bizzat kendisi olarak da tanımlanan madde ötesi mahiyeti haiz bir varlıktır. Her ne kadar, ruh kelimesi, değişik anlamlarda kullanılıyor olsa da, esas manasının, varlıkların arka planında, kuvvet/hareket, hayat ve şuur etkinliği sağlayan yaratıcı kudret ışıması olduğu, söylenebilir.
Yukarıda belirtilen ruhla ilgili benzer veya farklı anlamlarda ortaya konulmuş olan tanımlamalara bakıldığında, özellikle Allah inancı başta, ruh ve diğer metafizik öğelerle ilgili başlangıçta aynı anlamdaki tanımlamanın, sonradan yani zaman içerisinde kökten veya kısmen bozulduğu anlaşılmaktadır. Esasen bu bozulmalar olurken, yinede az da olsa bir damardan, daha sonraki nesillere, doğru bilgilerin aktarıldığı da bir gerçektir. Ayrıca özellikle bozulmamış olan İslam dini kaynağı Kuran-ı Kerim başta, hadislerde ve sunühat kitaplarda da, ruhla ilgili yeterince doğru bilgilerin olduğu söylenebilir. Ancak bu bilgiler, sistematize bir halde olmadığından, dağınık olduğundan; bu bilgilerin, sistematik bir şekilde okuyuculara sunulması gerek-mektedir, ki o nedenle bu kitabı hazırlamış bulun-maktayım.
Ruh ve ruhani varlıklar konusunda, evvelce sadece dini alanda tanım, açıklama ve yorumlar yapılırken, daha sonraları felsefi ve ilmi alanda da, tanımların, yorum ve açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Ruhla ilgili her üç alanda yapılan en ortak tanım, ruhun; yaratılan bir varlık olduğudur. Yani yaratıcı bir vasfının olmadığıdır. Ki bu ortak noktadan hareket edersek, önce varlık konusunun ne olduğunu açıklamak gerekmektedir. Dini, felsefi ve ilmi kapsamda yapılan tanıma göre varlık kavramı, sadece yaratılanları ifade etmemekte, aynı zamanda yaratıcı kudret yüce Allahı’da ifade etmektedir. O nedenle varlık kavramı, iki manada ele alınmaktadır.
1.Mahiyeti bilinmese de, görünmese de, hakikatte var olan, öncesi ve sonrası olmayan, zaman ve mekândan münezzeh, cansız ve canlı her şeyi yaratan mutlak varlık, yaratıcı kudret yüce Allah…
2.Yaratıcı kudret yüce Allah’ın yarattığı, aklen, mantıken ve ilmen duyularımız vasıtasıyla algılanabilen ve algılanamayan, görünür ve görünmez her şey…
Şüphesiz mutlak varlık olan yüce Allah’ı, aklen, mantıken ve ilmen idrak etsek te, biyolojik varlığımıza ait duyularımızın algılama kapasitesinin yeterli olmamasından, mahiyetini ve hakikatini anlamamız, bilmemiz mümkün değildir. Ne var ki, yaratılmış olanları; görülsün veya görülmesin; algılansın veya algılanmasın, aklen, mantıken, ilmen ve duyularımızla idrak etmemiz, mahiyet ve hakikatlerini anlamamız her zaman mümkündür.
Yaratılmış varlıklar da, iki sınıfa ayrılırlar.
1.Ölçüye tartıya gelmeyenler yani görünmeseler de, varlıkları mantıken ve ilmen kabullenilen, dalga boyu ve kütle ağırlığının olmadığı anlaşılan anti atom altı parçacıklar ve anti atomik yapıda vücutlar ile bu vucütların arka planındaki ruhi kuvvetler…
2.Ölçüye ve tartıya gelenler yani belirli dalga boylarını ve belirli kütle ağırlığını haiz atom altı parçacıklar ve atomik yapıda vücutlar ile bu vücutların arka planındaki tabiat kuvvetleri/adetullah…
Kısacası varlık kavramı, bir yanda ölçülebilir, tartılabilir, görünür ve görünmez, duyularımızla algılanabilir ve algılanamaz emir ve halk aleminde yaratılmış tüm varlıkları kapsamaktadır.
Şüphesiz bu tanımın dışında her türlü keyfiyetten uzak, ötenin de ötesinde, sonsuz kere ötenin ötesinde, her şeyin yaratıcısı, tecellide ve tezahürde bulunma makamında olan vacib-ul vücüd ve mutlak kudreti haiz yüce Allah ve onun kudretinin vasıfları, isim ve sıfatları da varlık kapsamında tanımlanmaktadır.
Vahyi bilgilere göre, yaratıcı kudret yüce Allah, yaratılış başlangıcında kader programına ve zıtlık kanununa göre dual bir yapılanma olacak şekilde tecellide bulunmuş ve bir yanda alt yapı anlamında, homojen/tekil özellikte deniz misali nur denilen özenerjiyi yaratmış, diğer yandan ayrıca kendinde bulunan tüm vasıflarını temsilen de ruh denilen etkinliği yaratmıştır. Ki ruhu, bir dizi kanuna/kader programına göre nura/öz enerjiye haricten nüfüz etmesini ve değişik merhalelerden geçmesini, nihayetinde ruh vasıtasıyla üst yapı anlamında inorganik ve organik varlıkların oluşmasını sağlamıştır. Ruh denen etkinlik, nur/öz enerji üzerinde öylesine etkili olmuştur ki, en küçük kütlesiz zerreden (kütlesiz kuarktan), en büyük kütleli zerreye (atomik yapıya) kadar, en küçük inorganik varlıktan, en büyük inorganik ve organik varlıklara kadar, tüm varlıkların değişik suretlere ve biçimlere dönüşmesine doğrudan etkili olmuştur.[1]
Vahyi bilgilere göre yaratıcı kudret yüce Allah, ruh vasıtasıyla hem emir âleminde ve hem de halk âleminde, isim ve sıfatlarıyla devamlı tecellide bulunmaktadır. Bu öylesine bir tecellidir ki, İnsanlar dâhil tüm görünür görünmez varlıklara, yaratılış kanunlarına uygun her türlü emrin intikali şeklinde olmakta, aynı şekilde emir ve halk âleminde oluşan her türlü ameli veri/bilgi kaydı da yine ruh vasıtasıyla yapılmaktadır, denilmektedir.
En son yapılan felsefi ve ilmi yorumlara göre bedeni yapılanmanın arka planındaki ruhun, bütünlük içinde tezahürünün, dört kademeli ya da dört fazlı (tabii, nebati, hayvani ve insani) olarak ortaya çıktığı, cansız varlık-larda atom ve atom altı ölçekte tahavvül-tekâmül, hareket şeklinde değişik kuvvet kademeleşmeleri olarak farklı isimlerle anılan bir ilahi etkinlik/ilahi kudret tezahürü olduğu belirtilmektedir. Hangi kademede veya fazda etkinlik gösterirse göstersin, ruh; öylesine güçlü ve kapsamlı bir etkinliktir ki, nüfüz ettiği binbir türlü genetik kombinasyonu haiz varlıkta, pek çok fonksiyonellikler ortaya koymakta ve bu fonsiyonelliklerle de varlık âlemi, en mükemmel şekilde anlamlandırılmaktadır. Şüphesiz ruhun en bütüncül tezahürü İnsanda görülmektedir. Yaratıcı kudret yüce Allah, ilerde açıkla-nacağı üzere hem genetik kombinasyonlar yönü ile hem de fonksiyonellikler yönüyle İnsanda, adeta farklı bir kanaldan, farklı bir ruhi hüviyet oluşturmaktadır. Bir bakıma dört fazlı ruhi bütünlüğe hususi bir kişilik kazandırmaktadır.
Ruh, nura/öz enerjiye ve enerjiye/maddeye nüfuzündan sonra temel özellikleriyle (kuvvet, hareket, hayat ve şuur özelliği) binbir türlü cansız ve canlı varlık inşası aşamalarından geçip, insan bedeniyle buluşmasına kadar, kişilik sahibi değildir. Ne zaman ki, insan bedeniyle buluşmakta, temel özelliklerine ilave akıl, irade ve vicdan özelliği devreye girmekte ve talimden geçilmekte, işte o zaman ruhi kişilik sahibi olmaktadır.
Dini/vahyi açıklamalara göre kişiliği haiz ruhun, ölümsüz olduğu ve insan öldüğünde bedenden ayrılarak bir başka âleme geçtiği belirtilmektedir. Ki o âlemde de aynen dünyadaki kişiliği ile varlık gösterdiği belirtilmektedir. Birçok dine göre bu öte âlemde, insan ruhunu bir yargılamanın beklediği, bazı dinlerde insan ruhunun bedeniyle birlikte yargılanacağı belirtilmektedir. Yine bazı dinlerde yargılanmanın, hemen ölüm sonra-sında olacağı, bazılarında ise yargılamanın kıyamet denen, tüm yaratılanların ölümü sonrasında olacağı ve bu yargılanmadan sonra, ya cehennem denilen bir ortamda ıstıraba ya da cennet denilen bir ortamda huzura düçar olunacağı belirtilmektedir. Cennet, ruhun; bazı dinlerde bedenli, bazı dinlerde bedensiz yaşanan huzur ve saadet yurdu olarak, cehennem ise yine ruhun bedenli veya bedensiz, dünyada işlenen günahlardan arınma, geçici veya ebedi olarak ateşle cezalandırma yeri olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu şekilde cennet ve cehenneme gitmesi inancı dışında, bazı dinlerde, ölümden sonra ruhun cennete gidebilmesi için, başka canlı bedenlere geçip, olgunlaşması gerektiği ve ölen ruhların başka canlı varlıkların bedenleri vasıtasıyla yeniden dünyaya geldiği inanışı vardır. Bu inanışa karma/reankarnasyon/ruh göçü denilmektedir.
Bu kitapta, malum mantık ve ilim metotlarına göre konuyla ilgili tarihi kronoloji göz önüne alınarak, ruhla ilgili önce dini kaynaklarda ve din adamlarınca/âlim-lerince belirtilen tanımlamalara, yorum ve açıklamalara, daha sonra felsefi ve ilmi tanımlamalara, yorum ve açıklamalara yer verilmiştir.
[1]Vahyi ve ilmi açıklamalara göre ister halk âlemindeki kütleli vücutlar olsun, ister emir âlemdeki kütlesiz vücutlar olsun; önce alt yapı anlamında eşya mahiyetine yaratılmış, daha sonra ruhun nüfüz etmesiyle üst yapı anlamında, bir kısım eşya eşhasa evirilmiştir. Bu yaratılış seyrini, temsil/anoloji metoduyla şöyle ifade edebiliriz; “Bir sanatkarın, sadece (I) harflerinden oluşan yumuşak malzemeden, eğme ve bükmeyle bir birine özdeş/aynı ölçüde, farklı biçimlerde yani (I) harfinden değişik harfler oluşturulabileceği ve bu harflerle farklı anlamları haiz kelimeler oluşturulabileceği ve o kelimelerle değişik anlamlarda ve değişik mevzularda cümleler oluşturulabileceği nasıl mümkünse; elbette yaratıcı kudretin, önce atom altı en küçük parçacık, kütlesiz kuarkları (ilmin tespit ettiği kütlesiz en küçük atom altı cevher), tahavvül/değişme kanununa göre önce kütlesiz anti atom altı, sonra kütleli atom altı değişik özdeş parçacıklara dönüştürmesi ve bu parçacıklardan, kütlesiz değişik anti atomları ve kütleli atomları yaratması elbette mümkündür. Yani önce mikro ve makro seviyede alt yapı kabilinden dual yapıda moleküler ve antimoleküler vücutlar/eşya inşa edilmekte ve sonra o vücutların bir kısmına, hayat ve şuur cereyanı verilmek suretiyle üst yapı kabilinden, farklı biçimlerde varlıklar yaratılmaktadır, Ki bu yaratılış elbette yaratıcı kudret tarafınca mümkündür. Yaratıcı kudret yüce Allah, farklı atomik sistemleri ve moleküler yapıları kurmasından sonra ruh denilen ilahi etkinliği devreye sokmakta ve emir aleminde anti atomik yapılanma ile kopyalama özelliği olan dört büyük meleği yaratmakta (bu kopyalama özelliği ile çoğalma olmakta) sonra da halk âleminin bir tarafında üreme özelliği olan dört fonksiyonlu (kuvvet, hareket, hayat ve şuur) cinni ata varlıklar yaratmakta, halk aleminin bir diğer tarafında da yine üreme özelliği olan dört fonksiyonlu (kuvvet, hareket, hayat ve şuur) canlı ata varlıklar yaratmaktadır.(üreme özelliği ile çoğalma olmakta). Esasen ilerde görüleceği üzere, eski dinlerde, yaratılışa ilişkin yapılan açıklamalarda, her ne kadar böyle ifadeler olmasa da, yaratılış başlangıcında; bir yanda alt yapı olarak deniz misali homejen bir cevherin olduğundan, ayrıca bu cevheri, değişik vücudlara kaynak olarak istimal eden ve bu vücutlara, kuvvet-hareket, hayat ve şuur kazandıran ruhi bir etkinliğin varlığından söz edilmektedir.