Yaşamın Oluşması-Evrim Ağacı
İnsanoğlunun ilk kültür döneminin önemli bir bölümü, ilk insanın Tanrılar ya da Şeytanlar tarafından yaratıldığı hakkında, mitolojik masallarla gecmiştir. Bununla beraber “Yaşamın Oluşması” konusu, ender de olsa “İlâhi Öncelik” olarak düşünülmüştür.(1)
“İlkel Yaşam Biçimlerinin”, Doğa üstü güçler’in işe karışması olmaksızın, “Cansız Maddeler”den oluşabilecegi. Böceklerin ve kurtçuklarin çürüyen etlerden; kurbağalarin çamurdan; farelerin buğdayın çürümesinden meydana geldigi belirtilmistir. Buradaki görüş, gerçek gözlemlere dayandırılmış ve çürüyen etten kurtçukların oluştuğu, açıkça gozlemlenmistir ki, bu durumda kurtçukların, et’ten oluştuklarını düşünmek, gayet doğaldı.” (2)
Biyoloji bilginleri, Jeoloji ve Antropoloji bilginleri ile birlikte yaptıkları incelemeler sonunda, tarihleri çok eski birçok fosil’in, “İlk Biyolojik Yaşam” hakkında, oldukça açık deliller ortaya koyduğunu görmüşlerdir. Bu tortuların, daha da ayrıntılı olarak incelenmesi, “İlkel Biyolojik Varoluş”tan bugüne kadar ‘Canlı Varlıkta Süre Gelen Evrimleri’ de yüzeye çıkarabilmiştir. Bu delillerin Işığı altında da, bilginler, “Canlı
Varlığın, Varoluş ve Evrimini, bir “Evrim Ağacı” biçiminde çizebilmişlerdir.
Esasen yukarıda belirtilen evrimin, en kök-öz canlıdan itibaren; insanın yaratılışı istikametinde biri birinden türeme şeklinde oluştuğunun iddia edilmesinden ziyade, canlı yaratılışının kademe kademe ve ayrı ayrı bu temamül zinciri dahilinde oluştuğunun belirtilmesinin daha akla yatkın olmasidir. Ki tevhid esaslı hak din olan İslam’da ve kısmen bozulmus dinlerde (Yahudilik, Hristiyanlık) de de, yaratılış ve evrim bu şekilde açıklanmaktadır.
Daha önce (‘Canlı” adını verdiğimiz varlıkların Yeryüzünde, milyarlarca yıl sonra meydana geldiğine; ‘Cansız Madde”nin ise “Evrenin Varoluşu” ile birlikte ortaya çıktığına; değinmiştik. Oysa, 1859 yılında doğan ve 1927 yılında ölen, İsveçli ünlü Fizik ve Kimya bilgini Svante Arrhenius, “Canlının Varoluşu”nun, “Sonsuz”a kadar gittiği hakkında, çok ilginç bir görüş ortaya atmıştır.
“Elektrolitlerin İyonlaşması” üzerindeki bilimsel bulgulariyle. büyük bir ün yapan Svante Arrhenius, aynı zamanda “Kuyruklu Yıldızların, Kuyruklarının, Işık Basıncı İle Oluştuğu” hakkındaki teoriyi de geliştirmişti. Hem Fizik ve hem de Kimya biliminde ortaya koyduğu bilimsel bulgular nedeni ile de, kendisine, 1903 yılında “Nobel Kimya Ödülü” verilmiştir. İşte, bu ünlü bilgin, “Canlı” varlıkların, çok küçük toz tanecikleri biçimindeki “Spor”lar halinde, yıldızlar arası alanda, “Sonsuz” tarihten beri var olduğunu, ileri sürmüştü. Arrhenius, her biri “Yaşam Yüklü” olan bu küçücük “Hücre”lerin, yıldızlar arası alanı kapsayan “Işık Basıncı” ile itilerek, bir “Gezegen” den başka bir “Gezegen”e gidip yerleşebileceğini ve orada çeşitli evrimler geçirerek, büyük “Organizmalı Varlıklar”’ meydana getirebileceğini, ileri sürmüştü.
Arrhenius’un, bu konudaki görüşlerini, çok basit bir dil ile anlatan, çağımız ün[ü Astronomi bilginleri I. S. Shklovskii ve Carl Sagan, birlikte
yazdıkları, “Evrendeki Şuurlu Yaşam” adlı kitaplarında, şöyle yazmaktadırlar: Şimdi, atmosfer’in en üst kısmında bulunan, böylesine küçücük “Mikro-OrganismaIar”ın elektro-statik etkilerle, nasıl fırlayacağını, biz de Arrhenius İle birlikte düşünelim. Böyle bir
“Mikro-Organisma”nın kaderi, acaba, nasıl olacaktır? Bu ‘MikroOrganisma”yı, diğerlerinden ayırabilmek için, gelin ona “Böcek” adını verelim. Hiç kuşku yok ki, bu “Böcek”, bugüne kadar tanıdığımız böceklerden çok küçük bir böcek olacaktır. Atmosferin, en üst kısmından fırlayan böyle bir ‘ ‘Böcek”in kaderi, “p/g” durumuna bağlı olacaktır. Burada ”p”, Güneş’ten fışkıran ve bu “Mikro-Organismalar’ı, bir yandan diğer yana iten Işının Basınç Etkisinin Gücü”nü göstermektedir. “g” ise, “Güneş’in Çekim Gücü”nü göstermektedir. Diğer güçleri yok sayarsak, eğer, ”p/g= 1” İse, bu ”Böcek, yıldızlar arası uzay’da kımıldamadan duracaktır. Eğer ”p/g= 1 den küçük” ise, “Böcek”, doğruca gidip Güneş’e saplanacaktır. Fakat, eğer ”p/g=1 den büyük” ise, o zaman “Böceğimiz”, Güneş Sistemi’nden fırlayıp gidecektir.(3)
Svante Arrhenius, yapmış olduğu çalışmalar sonunda, ısı akımı ile atmosferin en dış sınırlarına kadar sürüklenip yükselebilen, bu “Spor” ya da “Hücre”lerin, atmosferin dışına çıktığı anda, “Güneş Işınlarının İtici Etkisi” ile saniyede 100 Km. hızla uzay boşluğuna fırlayacaklarını hesaplamıştı. Böylesine büyük bir hızla yol alan bir “Bitki Sporu”, Güneş Sistemimiz içindeki en uzak “Gezegen” olan “Pluto”ya bir kaç ay’dâ varabilcektir. “Işık Basıncı”ndan etkilenecek kadar çok küçük olduklarından, aynı hızla, yolculuklarını sürdürerek, yakınımızda bulunan başka bir “Güneş Sistemi”ne 10.000 yılda varabileceklerdir. Bir kaç yüzbin yıl içinde de, Galaksimiz içindeki çok daha uzaklardaki “Yıldız Sistemleri” ne gidebileceklerdir. Yıldızlar arası uzayın, çok soğuk olması, onları etkilemiyebilir. Uzay/daki soğuk ve havasız ortam, belki de, onların
“Filizlenme Güçleri”ni, uzun süre kaybetmemelerinede neden olacaktır. (Tıpkı uzun yıllar sonra uyandırılmak üzere dondurulmuş insan gibi).
Yaptıkları uzun yolculuk sonunda, ulaştıkları gezegen onların gelişmesine uygun bir ortamda ise, orada, “Yeni Bir Yaşam’ın Doğması”nı sağlayabileceklerdir.
Böyle bir görüş, ünlü bir Fizik ve Kimya bilgini ve Nobel Ödülü almış büyük bir bilgin tarafından ortaya atıldığından, üzerindeki tartışmalar, günümüzde de süre gitmektedir. Arrhenius’un, ‘Pansperma” adı ile de tanınan bu hipotezi hakkında, çağımız ünlü Astrofizik bilgini George Gamow, “Dünyamızın Yaşam Öyküsü” adlı kitabında, şöyle demektedir. Arrhenius’un, uzay boşluğu içinde, bir yandan diğer bir yana yolculuk yapan “Gezgin Sporlar’ı bekleyen ve “Donup Ölmek”ten çok daha tehlikeli olan başka bir etkeni unutmamak gerekmektedir. Çok iyi bilindiği gibi, Güneş’ten “Ultra- Viole” (Mor Ötesi) ışınları yayınlanmaktadır. Yeryüzünü kuşatmış olan atmosferimiz tarafından yutulan bu ışınlar, uzay boşluğu
içinde, hiç bir “koruyucu kılıfı” olmadan yolculuk yapan bu “Mikro- Organismalar” için en büyük tehlikedir ve onları, bir anda öldürecek
güçtedir. Bu nedenle de, böyle “Gezgin Sporlar”ın yaşamı, daha en yakın gezegene varmadan, sona erecektir. Yıldızlar arası uzun yolculuk
süresince, “Yaşamın Korunabilmesi” sorununu bir yana bırakın, “Yıldızlar Evreninin Kökeni ve Yaşı” hakkında, bugünkü modern bilgilerimizin ışığı altında, bu “Kozmozoan Hipotezi”, çok anlamsız kalmaktadır. Bugün, bilinen gerçek şudur ki, “Yıldızların Varoluşu”, sonsuzluk’tan gelmemektedir. Onlar, çok eski bir tarihte, bütün uzayı kaplamış olan “Sıcak Gaz”dan doğmuşlardır. Evrenin, böylesine “Fiziksel Olarak Yaratılışı” Yer Küremizin ve diğer “Gezegen Sistemleri”nin, meydana gelmesinden çok daha önceki bir tarihte olmuştur. O, ‘Çok Daha Eski Tarih”te ise, Evrenin, hiç bir yerinde “Yaşam” olmadığından, karşımıza yeniden “Yaşamın Kökeni Problemi” çıkacaktır. Bu çok önemli “Yaşamın Kökeni Problemi”ni, bizim güzel Yerküremizden hiç bir ayrıcalığı olmayan, Uzayın çok uzak köşelerinde aramak için, bu kadar çaba göstermenin, hiç bir anlamı olmasa gerek..” (4)
Aynı biçimde, Arrhenius’un “Pansperma Hipotezi”nin, ne derecede başarıya ulaşabileceğini tartışan Shklovskii ve Sagan, birlikte yazmış oldukları kitaplarında, şöyle yazmaktadır: Şu durumu, özellikle vurgulamak isteriz.
“Böcek” adını verdiğimiz bu küçük “Mikro Organisma”yı, Güneş Sistemi’nden fırlatan, “Işınların Vuruş Etkisi”, aynı anda, onun, bir, “Koruyucu Kılıf Edinebilmesi”ne de izin vermemektedir. Eğer, bu “Böcek”in, kalın bir kalkanı olabilseydi, bu “Kalkan”, onu, “Işın Etkisi”nden koruyacaktı ve “Böcek” de, böylece, “Işınların Vurucu Etkisi” ile çok uzaklara fırlayabilecekti. Ancak, “Böcek”, böyle bir kafes içinde olmadığından, yıldızlar arası yolculukta kendisine çarpacak olan toz partikülleri, meteorlar ve zararlı Işınlardan korunamayacaktır. Bu durum karşısında, “Pansperma Hipotezi”ni kurtarabilmemiz. çok güçleşmektedir..”. (5)
Bütün bu eleştirilere rağmen, günümüzde yapılmakta olan “Uzay Yolculukları”nda, bilginlerin, üzerinde en fazla önemle durdukları konu,
“Uzaydan Taşnacak Mikroplardan Korunma”dır. Bu nedenle de, herhangi bir füze ile uzaya fırlatılan Astronotlar, Yeryüzüne döndükleri zaman. derhal, “Karantinaya Alınmakta” ve Uzaydan gelirken, beraberinde getirmiş olabileceği, bu çeşit “Spor”, “Hücre”, “Bakteri” ya da “Mikroplar’ ‘dan arınmak için, uzun bir süre temizleme odalarında tutulmaktadırlar. Özel
olarak yapılmış bulunan bu ‘Karantina Odaları”nda, tamamen sterlize edilip temizlenmeden Yeryüzü İnsanları ile görüştürülmemektedir. Bu konuda, böylesine büyük bir duyarlılığın gösterilmesi, Svante Arrhenius’un, “Pansperma Hipotezi”nin, haklılığını göstermektedir. Burada, daha da önemli olan durum, atmosfer dışı koşullara uyumda bulunup “Yaşam”ını kaybetmeyen böyle “Spor’ ya da “Mikrop”ların, ne derecede dayanıklı olabilecekleri konusudur. Böylesine güçlü olan bir “Spor” ya da “Hücre”nin, öldürülüp yokedilebilmesi de, ayrı ve çok zor bir problem olacaktır.
Görülüyor ki, “Biyolojik Varoluş” ve “Evrim” hakkında yapılan incelemeler ve araştırmalar, bizleri bir hayli düşündürmektedir. Bütün bu düşünceler içinde en önemli bir yeri kaplayanı da, hiç kuşku yok ki, “Kendisi daha doğmadan, milyarlarca yıl önce, neler cereyan etmiş olduğunu araştıra-
bilecek kadar evrim geçirmiş ve böyle bir yapıya ulaşabilmiş İnsanoğlu’nun meydana gelmiş olması”dır!…
Turan Güven
Kaynaklar
(1) ARİSTO, Metafizik (Birinci Kitap), Çeviren: Hilmi Ziya Ülken. İstanbul 1935 S.8
(2) ASIMOV Isaac, Guide to Scİence 2 the Biologİcal Sciences, Penguin Books Ltd. Middlesex. England 1975, S. 172-173
(3) SHKLOVSKI S. – SAGAN carı, Intelligent Life in the Universe, A Delta Book. New-York 1966, S. 208
(4) GAMOW George, Biography of the Earth, A Mentor Book. NewYork 1956, S. 156
(5)SHKLOVSKI S. – SAGAN carı, Intelligent Life in the Universe, A Delta Book. New-York 1966, S. 209