Yüce Allah, varlık aleminin en küçüğünden en büyüğüne; en basitinden en karmaşığına kadar her şeyi, iç içe ve iki boyutlu olarak yaratmıştır. Bir boyutu; bilim dürbünü ile gözlemlenebildiğinden, mahiyet ve hakikat cihetiyle kısmen keşfedilebilmekte. Diğer boyutu ise bilim dürbünü ile gözlemlenemediğinden, mahiyet  ve hakikat cihetiyle yeterince açık keşfedilememektedir. Yani zarf kısmı okunmakta, zarfın içindeki mektupta yazılı olanlar ise, yaratıcı kudret ip ucu vermedikçe, ilham etmedikçe yeterince okunamamaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanın, iç içe sarılmış pek çok sırları havi, yaratılış ağacının en son meyvesi. ruh ve bedenden müteşekkil iki boyutlu eşref bir varlık olarak okunmasının gerektiği anlaşılmaktadır.

Evet! İnsan bir boyutuyla hem hücre, hem doku ve hem organik sıvılardan ibaret harika bir yapı ve sureti haiz bir varlık. Bir diğer boyutuyla hem şuur yani akıl, hem irade, hem diğer ruhi fonksiyonlardan ibaret olağan üstü pek çok yetenekleri haiz bir varlıktır.

İnsan; düşünme, irade kullanma, planlama, programlama, karar verme, konuşma,  yazma, çizme, keşif ve icad etme, inşaa etme gibi yeteneklere ve tasarruf gücüne haiz olması yanında ayrıca yüce Allah’ın izni, kader ve yaratılış kanunlarına uygun olarak istidraç, keramet, mucize şeklinde olağanüstü olayların da sadır olduğu; en harika, en eşref  bir varlık olup, dünya hayatı içinde ölçülebilen müşahhas mekan boyutlarına taabi, değişik enerji-kuvvet alanlarının ve değişik alemlerin etkisi altında tüm mahlukatla iletişim ve etkileşim içerisindedir. Kısacası insan, kainatta bir santral misali; yüce Allah adına  tüm mahlukatla iletişim ve etkilesim içerisinde ve onlara musahhar-tasarrufta bulunabilecek yetenekte-kaabiliyette  yaratılmış özel bir varlıktır.

Evet! yaratılmış olan hiçbir varlık, insana verilen yetenekleri haiz değildir. Binlercesi bir araya gelse, yine de Allahu teala nın, insana vermiş olduğu tek bir özel yeteneği dahi ortaya koyamazlar.

İnsan, bilinmeyen pek çok özellikleri cihetiyle münhasıran yüce Allah’ın sır kutusudur. Her şeyin hakikati, özü insanda gizlenmiş olup, keşfedilen özelliklerine bakıldığında, keşfedilemeyen özellikleri yanında oldukça azdır. Tıpkı  kainatın büyüklüğüne göre uzayın keşfinde alınan mesafe gibi…

Hal böyle iken yine de insan kendini tanıma ve bilme konusunda, özellilke 20. Asır sonrasında bir hayli mesafe almıştır, denilebilir. Esasen öteden beri insanın en önemli me­selesi, “kendini tanıma, kendini  bilme” meselesi olmuştur. ki insanın kendini tanıması, kendini keşfetmesi nispetinde de dünya ve ahıret cihetiyle mesafe almaktadır.

Evet!  Pedagoglar, psikologlar ve sosyologlar başta olmak üzere pek çok bilim adamı ve araştırmacı, insanı tanımak için ömürlerini harcamış ve harcamaktadır. Gösterilen tüm gayretler ve çalışmalar elbette, insanın kendini tanıması ve bilmesi içindir.

Ne var ki, diğer varlıklardan ayıran özel niteliklerinden ve kainatın insan için yaratıldığından habersiz insanların çoğu, gaflet içinde varlığının kıymetini anlamadan, bilmeden ömrünü boşa geçirmeke, dünya ve ahiret cihetiyle çok şeyler kaybetmektedir..

Evet! yüce Allah’ın kutsal kitaplarında ve Asrımizin ilmi tespitlerinde belirtilen hakikatlere kulak veren, kendini bilen ve bu kaynaklarda gösterilen istikamette ömür sürdüren insan, tabii ki olgun-mükemmel insanların zümresindedir. Bu insanlar, kendilerini bu duruma getiren yüce Allah’a şükür ettikleri  ve şeytan gibi ‘ben bileğimin hakkıyla elde ettim’ deyip, gurur ve kibire kapılmadıkları sürece ulaştıkları menzilden geri gitmezler, yükseldikleri zirveden düşmezler. Bu insanlar, sadece kendilerini doğru istikamette tutmak ve bulundukları mevkiiyi muhafaza etmekle sorumlu değildirler, ayrıca insanlara faydalı olmak ve imanlarını kurtarmakla da görevlidirler. Bunun için de eğitim ve öğretim hayatında böylesi insanların ön almaları gerekmektedir.

Kendini tanımayan, ne için yaratıldığını bilmeyen insan; kainat sırlarını nasıl bilebilir? Yüce Allah’ın sırları sayılan isim ve sıfatlarını nasıl yansıtabilir? Nasıl imanını muhafaza edebilir? Nasıl imanını inkişaf ettirebilir?

Evet! Yüce Allah’ın ve kainatın sırlarına vakıf olmanın yolu, insanı tanımaktan geçmektedir. İnsan bilinmezliğinin çözümü meselesi, o nedenle insan için en önemli meseledir.

Evet! hak dostu. gönül eri Yunus Emre boşa dememiş; ‘Okumaktan maksat ilim öğrenmektir. İlim öğrenmekten maksat ta kendini bilmektir’ Bu istikamette gayret içinde olanlara;  herhalde  sır kapıları bir bir açılır.

M.kutlu Aytuğ