Bilindiği üzere garba doğru devam eden büyük Türk muhaceretı, gelişi güzel olmamış, sistematik bir şekilde ve kolonizasyon politikasıyla olmuştur.

Abbasi ve Selçuklu döneminde Anadolu halkıyla olan münasebet, Moğol istilası sonrasında da aynen devam etmiştir. Özellikle Altınordu devleti, Suriye ve Mısırda hüküm süren memlûklü devletiyle Anadolu arasında olan sıkı münasebet, Türk—İslâm dünyasının her tarafından (Türk dünyasından gönüllü tabii muhaceratla ve özellikle Selçuklu devletinin uyguladığı konolizasyon politikasıyla, başta müslüman Türk unsurlar olmak üzere, kısmen kürt ve Arap müslüman unsurların) Anadolu’ya kitlesel boyutta göçlerin olmasını sağlamıştır. Bu durum, devletin yönlendirmesiyle göçebe unsurlar yanında, şehirli unsurların ve o meyanda ulema, şeyh ve zanaat sahibi her türlü meslek ve meşrepte insanları da cezb etmiştir.

Anadolu’nun batısında devlet kuran Osmanlı uç beyliği de, bu muhacerattan nasibini almıştır. Kısa zamanda yapılan futuhatlarla Bizans sınırlarına dayanan Osmanlı beyliği, devlet olma aşamasında şarktan gelen Moğol istilasından kaçan başta Türk unsurlar olmak üzere müslüman kitleler için sığınma yeri olmuştur. Böylece Osmanlı beyliği, giderek muhacır müsluman Türk unsurları askeri güç olarak teşkilatlandırarak, Rumeli tarafına geçerek futuhata devam etmiştir. Osmanlı Beyliği, devlet olma aşamasında Selçuki ve İlhanilerin devlet ve idare teşkilatını örnek almıştır. Yani islami esaslara uygun bir devlet nizamı oluşturulmuştur.

Türk-İslam muhaceratını Rumeliye taşıyan Osmanlı devleti, Selçuklu kolonizasyon politikasını aynen uyguluyarak, sistematik olarak balkanlarda da, muhaceratın devam etmesini sağlamıştır.

Aşağı yukarı, bin yıl devlet politikası gereği garba doğru devam eden Osmanlı devletinin muhacerat politikası, Balkan savaşları ve Birinci dünya savaşı sonucu alınan mağlubiyetlerden dolayı kesilmiş olsa da, hatta savaş sonrası Osmanlı devletinin siyasi sınırları Balkanların gerisine çekilmiş olsa da, Osmanlı devleti yıkılıp yerine T.C devleti kurulsa da, Osmanlı devletinin devamı sayılan ve 1.Dünya savaşının galibi devletlerine karşı (Yunan vekalet savaşında) kurtuluş savaşını kazanan T.C devletinin; geçmişte Osmanlı devleti sıfatıyla hakim olduğu Balkan coğrafyasına hucüm mesafesinde olmasından, o coğrafyaya yerleştirilmiş muhacir Türk-İslam topluluklarının yaşamalarının tabii garantörlüğü devam etmektedir.

Kim ne derse desin, komşu Hristiyan Avrupa devletleri ne yaparsa yapsın, yarım kalmış garba yönelik Türk-İslam muhaceratı, futuhatla veya futuhat olmaksızın devam edecektir.

Esasen Almanya’nın 2.Dünya savaşında müttefik kuvvetlerce yerle bir edilmesinden dolayı lazım olan yabancı işçi ihtiyacını karşılamak üzere müslüman Türk muhaceratı olmuş, 1960’lardan sonraki yarım asırda Almanya’nın her yanına Alman nüfusunun % 10’nu teşkil edecek şekilde bir yerleşim olmuştur. AB kurulduktan sonra, diğer müslüman ülkelerden de, başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine nufuslarının % 5’i nispetinde müslüman işçi muhaceratı olmuştur. Son olarak bazı müslüman coğrafyasında (Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Libya) ortaya çıkan işsizlikten ve iç savaşlardan kaçanların da resmi ve gayri resmi Avrupa ülkelerine sığınması, müsluman topluluklarının futuhat olmasa da, Avrupa ulkelerine önemli nispette müsluman muhacaratının olduğunu göstermektedir.

M.Kutlu Aytuğ