21. Yüzyıl başlangıcı itibarıyla bir yanda yapay zeka yönünde mikro işlemci teknolojisinde, diğer yanda uzay keşfi yönünde uydu teknolojisinde gelinen seviyenin olağan üstü denilebilecek bir hale gelmiş olmasından ve özellikle dijital cep telofonu başta olmak üzere, değişik kapasiteyi ve işlevleri haiz bilgisayarların, T.V’ lerin veri iletişimi alanında hayatın vazgeçilmez vasıtaları olmasından dolayı, insanlık; geçmiş çağlara nispetle tarihi bir dönüm noktasına gelmiş ve bilginin hakiki kaynağı, öğrenmenin önemi ve öğrenme metotları bakımından büyük bir sorumluluk altına girmiştir.

Bu sorumluluk, gunumuzde; ister istemez inkarcı laik ve mataryalist ilim adamlarınca savunulan ve iki asırdır dünyanın her yanında resmi olarak kabullenilen, tahsil ve talim edilen, yaşatılan, Allah’ı umursamaz ve tanımaz, Allah’tan vareste ilim zihniyeti ile önceki asırlarda islam aleminde resmen kabullenilen, tahsil ve talim edilen, yaşatılan ve her vesile ile Allah’ın anıldığı gerçek – bütüncül ilim zihniyeti arasında, bir tercih yapmayı gerektirmektedir.

Evet! Bilim tarihine bakıldığında 1800’lü yıllara kadar, ister doğu da olsun; ister batı da olsun, dünyada  ilim zihniyeti; hiçbir zaman yaratıcı kudret yüce Allah’ı dışlar bir tavır içinde olmamıştır. İlim tahsil edilen yerlerde, her asırda ama yanlış, ama doğru; ilim adına öğretim programına alınan disiplinlerde, bir diğer ifadeyle dil ve mantık, sosyal, fen ve matamatik alanında, asla yaratıcı kudret yüce Allah vareste edilmemiş, ıskalanmamış; her ilmi disiplinde onun hakkı verilerek tahsil ve talimde bulunulmuştur. Bir diğer ifadeyle din karşıtı inkarcı laik zihniyet’in, dünyada yaygın hale gelmesinden evvel doğuda olsun, batıda olsun; ilim anlayışı, vahiy kökenli dini bilgiler-ilimler ile tabiat ve akıl kökenli dil ve mantik ile fen-matematik ve sosyal bilgiler-ilimler aynı çatı altında bütüncül yapıda tahsil ve talim edilmekte idi.

Daha sonra Avrupa’da vahiy kökenli dini ilimler, gerçek vahyin tahrif olmasından kaynaklanan akla ve mantığa aykırılık ileri sürülerek (aydınlanma hareketi adı altında) bir kısım ilim adamınca; ilmi bütünlükten çıkarılmış yani ilim tablosundan silinmiştir. Bu tavır, zamanın hükümetlerinin de desteklemesiyle, okullarda din dersinin olmadığı, sadece dil ve mantık ile fen-matamatik ve sosyal bilimlerin yer aldığı program talim edilmeye başlanmıştır. Bu şekilde toplumlar üzerinde öyle bir illizyonist baskı olmuş ki, sanki vahyi bilgiler, tümüyle akıl ve mantık dışı bilgilermiş gibi bir konuma sokulmuş, dini bilgilerin resmi tedrisatı ve talimi yasaklanmış ve din ve dini bilgiler tamamen kilise hudutları içinde tahsil ve talim edilen, vicdani bir kabul olarak ele alınmasına müsaade edilmiştir.  Bu tavır; aydınlanma hareketi adı altında önce batıda, daha sonra islam coğrafyası dahil tüm dünyada yaygınlaşmıştır.

Bu menfi gelişme karşısında, bazı islam ülkelerinde laik eğitim modeli; ya tamamen resmi olarak benimsenip, uygulanmış, ya islami model-medrese eğitimi yanında resmi laik model eğitime yer verilmiş, yada her türlü yasaklamalara rağmen, gayri resmi olarak medrese eğitimi bir şekilde devam etmiştir (Medrese usulü ilim tahsili anlayışı’ki dini bilgiler , dil ve mantık ilmi, fen ve matamatik, sosyal ilimlerin bütünlük içinde talim edildiği kurumlar olarak).

Türkiye’de, Cumhuriyet idaresi başlangıçta medreseleri kapatsa da , daha sonra siyasi iktidarin değişmesiyle bazı illerde resmi olarak dini eğitim veren yeni kurumlar ( İmam Hatip Lisesi, Yüksek islam Enstitüsü) açılmak zorunda kalınmıştır. Bu arada Ankara ve İstanbul’da birer ilahiyat Fakültesi açılarak yuksek seviyede dini eğitim veren yeni kurumlar oluşturumuştu. Esasen yasaklama döneminde de, gayri resmi olarak, bir yandan İstanbul’da, bir yandan doğu ve güney Anadolu’da bazı kasaba ve köylerde Nakşibendi tarikatınin nezaretinde gayri resmi olarak medrese eğitimi devam ettirilmekte idi. Ayrıca bu dönemlerde, resmi laik okullarda verilen bilgilerin tassihi anlamında, bu okullara yakın yerlerde; imani, dini ve ahlaki bilgilerin verildiği  medrese usulü-bütüncül ilmi bilgilerin tahsil edildiği gayri resmi olarak tesis edilen medreselerde de (Risale-i Nur programı altında kuran ve iman hizmeti yapan direnç merkezlerinde) laik eğitimi tassih etmek üzere dini eğitim verilmekteydi.

Gunumuzde Türkiye’de halen resmi olarak ilk, orta ve liselerde din dersleri adi altında eğitim veriliyor olsa da, STK anlamında yine de tarikat ve dini cemaatler nezaretinde ayrıca dini eğitim verilmeye devam edilmektedir.

Öte yandan medrese modeli bütüncül eğitim, bilindiği kadarıyla dünya çapında, Arabistan, Mısır, Irak, İran ve Pakistan gibi ülkelerde, resmi (devletçe) ve gayri resmi olarak (tarikat ve cemeatlerce) öteden beri kesintisiz devam etmektedir.

Kim ne derse desin, laik eğitim modelinde uygulanan Allah’tan, dinden imandan vareste ilim anlayışınca-zihniyetince dile getirilen, ‘dini tahsil; ilmi ve teknolojik gelişmeye manidir’, iddiası bir kandırmacadan ibarettir. Bilim tarihinin ortaya koyduğu gerçeklere bakıldığında, dini eğitim; hiç bir zaman ilim ve teknolojik gelişmeye mani olmamıştır. Tersine dini eğitimin olmadığı toplumlarda; kısa sürede ahlak çöktüğünden, insanlar; kolay ve hileli kazanç elde etmeye yönelmiş ve sonuçta gerek üretimde, gerek ticarette, gerekse ilim ve teknolojide geri kalınma olmuştur.

Evet! dini eğitim dün ilmi ve teknolojik gelişmeye mani olmadığı gibi bugünde mani olması mümkün değildir. Esaasen günümuz sosyal problemlerin, bölgesel savaşların, ideolojik saplantılarin, kötü alışkanliklarin yegane sebebinin, vahyi ve dini eğitimin olmadığı ilim anlayişı-zihniyeti ve dünyada talim edilen laik eğitim modeli olduğu iyice anlaşılmış bulunmaktadır. O nedenle asırlarca İslam aleminde medreselerde uygulanan vahiy kaynaklı din ilimlerinin ağırlıkta olduğu, bütüncül eğitim anlayışı ve bütüncül eğitim modelinin, tüm islam ülkelerinde ve dünyada yaygınlaşması ve uygulanması elzemdir.

Ali Kömürcü