Dinde Sadelik…
Bilindiği üzere insanlık, bilimde; teknolojide, ekonomide v.d. pek çok konuda tekamül geçirdiği gibi dinde de tekamül geçirmiş, en son ve en mükemmel din olan İslam ile dini tekamülün zirvesine ulaşılmıştır. Şüphesiz yüce Allah’ın dindeki tekamülden maksadı, insanları; öğrenecekleri bilgi yığınının altında ezilip boğulması veya talim edecekleri ibadet yoğunluğu altında bunalıp, zaafiyet içine düşmeleri olmamak gerektir.
Dini tekamülden maksat, insanların gayret ve çalışmalarına; kabiliyetlerini geliştirmelerine paralel olarak, yani her asırdaki ilmi, teknik, sosyal, kültürel, ekonomik vb. gelişmelere paralel olarak; insanlığın, yaradılışta var olan ahlaki yönünün dejenere olmadan muhafaza edilmesini sağlamak ve bu sayede insanlığın, baş döndürücü maddi gelişmeler, sosyal bozukluklar karşısında etkilenmeden dengeli, huzurlu bir hayat sürmesine yardımcı olmaktır. Bunun içinde her asırda kolayca kavranıp, talim edilebilecek kanunlar vaaz edilmiştir. Yani ister avam, ister havas olsun; ister zengin, ister fakir olsun; ister alim, ister öğrenci olsun; dinden maksat, vahiy hakikatlerinin fikir (iman) planında kolayca özümlenmesi ve amel (ibadet ve muamelat) planında da sade bir şekilde uygulanıp, yansımasıdır. Yoksa fikir ve amelde teferruatlara boğulup, yeise kapılıp, dini; külfet gibi algılamak değildir maksat…
İşte İslam dünyasının gerilemesinin, batıya karşı her alanda yenik düşmesinin gerçek sebebi, dinde (fikir ve amel planında) teferruatlara boğulup, sadelikten uzaklaşılması ve dinin sanki belirli bir zümre (alimler, zenginler, din adamları v.s.) tarafından yaşanabilecek, onlara ait bir uygulamaymış gibi algılanıp, dindeki sadeliğin kaldırılmasıdır. Ki esasen bu durum, vahiy hakikatlerinde takdim edilen yüce Allah’ın murad ettiği din değildir.
Nitekim geçmişten günümüze bir değerlendirme yaptığımızda (17. yy’dan günümüze kadar) dindeki sadeliğin kaldırılmış olduğunu, başta aydınlar olmak üzere, devlet adamları, tüccar, esnaf, sanatkar kısacası şehir hayatında yaşayanların çoğunun, kendi çapında bir din adamı olmak hevesine kapılınmış olduğunu, sanki iman esaslarını hazmetmiş de, sıranın tasavvufa gelmiş olduğunu görürüz. Yada sünnetler hallolmuş da, nafile ibadete yönelinmiş olduğunu görmekteyiz. Kısaca , sade bir müslüman olmak yetmemiş, din adamı olmaya yeltenilmiş olduğu görülmektedir. Kısacası yüce Allah’ın murat ettiği dünya-ahiret dengesini kurmak yerine; kestirmeden ahiret adamı olmaya yönelinmiş olduğu görülür. Tabii bunun neticesi, altından kalkınamayacak ve de herkese nasip olmayacak; (Ancak olağan üstü özelliklere sahip insanların yani Allah’ın özel iradesiyle nimetlendirdiği evliya kulların belki altından kalkabileceği) yükün altına girilmiş olduğundan, halkın dinden uzaklaşmasına sebebiyet verilmiştir. Bu devirde, sözde dini kitaplar çoğalmış, Kur’an’dan istifade edilemez olunmuş. Görünüşte (kılık, kıyafet, süslenme) herkes takva halinde arz-ı endam etmiş, ne yazık ki iç süslenme (gerçek fazilet) ortadan kalkmış; görünüşte ibadetlere çok zaman ayrılmış, nafile ibadetlerde artma olmuş, ancak bir müddet sonra farz ibadetler bile külfet haline gelmiştir.
En önemlisi din adamları adı altında bir sınıf olmuş (îslamda din adamlığı yoktur. Her konuda olduğu gibi ilmi alanda uzmanlık, hocalık yani öğretmenlik vardır), din ve fen ilimleri arasındaki denge fen ilimleri aleyhine bozulmuş, güya dini tedrisata ağırlık verilmiş, ancak müsbet bilim ve fen ile uğraşanlar azalmıştır. Sonuçta bilim ve teknolojide geri kalmaktan dolayı müslümanlar, neredeyse düşman karşısında hürriyetlerini bile kaybetme durumu ile karşı karşıya kalmıştır.
Ali Kömürcü