Cumhuriyet Döneminde Eğitim Sistemi ve Siyasi-Sosyal-Ekonomik-Kültürel Yapılanma-II
TSK’nın Vesayeti Dönemleri
CHP destekli 1. vesayet dönemi (1960-1970 arası)
1960 sonrasında yapılan darbe ile 1950’de ara verilen iktidar dönemine geri dönüldü. Ülkenin kaderi, yeniden sosyalist-komünist meşrep din karşıtı İnönü ve CHP kadrolarının eline teslim edildi. Eğitim ve Kültür politikası kaldığı yerden aynen devam etti. Ne yazık ki din karşıtı Türkçü-Atatürkçüler, hala DP karşısında CHP safında yer almaya devam etmekteydi. Ta ki Milli Birlik Komitesi Üyesi A.Türkeş ve arkadaşları sürgün hayatından Türkiye’ye dönüp siyasi faaliyete geçinceye kadar, Türkçülerin tavrı değişmedi. A.Türkeş askeri ve sivil Türkçü kadroları ayrı bir siyasi çatı altında organize ettikten sonra ancak CHP’ye karşı tavır alınmaya bşlandı. Ne var ki, artık 1960 darbesi, amacına ulaşmış, siyasi dizayınını yapmış, 10 yıl önce sosyalist-komünist fikirler doğrultusunda hareket eden kadrolar yeniden iş başına getirilmişti. Üstüne üstlük bu kadrolar, Hürriyetin anarşik boyutlara gelecek şekilde genişletilmesi, Askeri vesayeti güçlendiren hukukı tedbirler alınması, siyasi hayatın istenilen şekilde demokratikleştirilmesi, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yargı hizmetlerinin yürütme erkinden ayrılması, laikliğin dine baskı olarak kullanılması gibi hasuslarda devlet ve toplum aleyhine işleyecek kararlar yürürlüğe konulmuştur. Bu arada işçi sınıfının sendikal faaliyetlerinin komünist çerçevede yürütülmesi, eğitimde ideolojik görüşlerin serbestçe işlenmesi, Basın yayın hayatında marksizm-komünizm güzellemelerinin yapılması, sosyalist kültürün yaygınlaşması, sol işçi sendikaların kurulması, yanında CHP’ne ait gençlik kuruluşlarının, Öteden beri CHP’nin propogandısını yapan siyasi, sosyal ve kültürel faaliyette bulunan derneklerin yaygınlaştırılması yönünde, devlet imkanları sonuna kadar kullanılmış, adeta tek partili döneme geri dönülmüştür. Bu arada TSK’da ihtilal yapma alışkanlığı edinen bir kısım subaylar, güya gelinen durumu düzeltmek adına tekrar ihtilal teşebbüsünde bulunmuşlar, Ancak İnönü hükümeti bu kalkışmaları saf dışı ederek yoluna devam etmiştir. Esasen devlet zafiyetinin ne kadar kötü durumda olduğunu göstermesi bakımından bu dönemde görülen siyasi ve sosyal olaylar, oldukça çarpıcı gelişmelerdir. Esasen bu duruma gelinme, geçmiş cumhuriyet dönemlerinde uygulanan din karşıtı politikalardan ve sakat eğitim sisteminden kaynaklanan bir sonuçtu.
İnönü’nün izlediği politika, parti içi muhalefetin doğmasına ve parti genel başkanlığından düşürülmesine kadar gitmiştir. Ki yerine kendisini resmen demokratik solcu olarak tanımlayan B.Ecevit adli bir siyasi lider gelmiştir. Ki bu lider, bır bakıma solculuk adı altında sosyalizm siyasetini meşru hale getirmiştir. Bu görüş etrafında kısa zamanda çoğu öğretmenler ve öğrenciler, işçiler, teknik elaman statüsünde çalışan mühendis, teknisyen v.d meslek mensupları toplanarak sol siyasi, sosyal ve kültürel alanda sol cephe oluştururlar. Hatta bu cephede öylesine özgüven oluşur ki, öğrenciler, sık sık sokaklara dökülme şeklinde eylemler, Üniversitede boykotlar yaparlar
1965’lerden sonra yapılan seçimlerde milliyetçi-muhafazakar oylarla iktidara gelen Adalet Partisi ile 2.İnönü iktidarı dönemi sonlandı. Ne var ki bu dönem TSK’nın baskısından dolayı, devlet işleyişi ve sosyal ve kültürel icraatlar bakımından bir değişiklik yapılamamış, Aynı şekilde eğitim sisteminde de olumlu bir gelişme olmamıştır. Ancak Menderes döneminde olduğu üzere alt yapı, yeni barajlar yapılması, yol-su-elekterik konusunda ciddi yatırımalar yapılmıştır. Bu dönemde Ankara’da ikinci bir Üniversite olarak, Hacettepe Üniversitesi kurulmuş, Adana’da Çukurova üniversitesi, Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi kurulmuş, böylece Üniversite sayısı 9’e çıkmıştır.
1970’lere gelindiğinde sol kaynaklı anarşik olaylar, Ünüversitelerden taşarak, orta öğretim öğrencilerini de kapsar hale gelir. Sol ideolojinin bu yükselişine güvenen bir kısım öğretmen, öğretim görevlisi, öğrenciler ve TSK’dan bir kısım general ve subaylarla birlikte sosyalizm-komünizm idaresi getirmek üzere ihtilal hazırlığı yaparlar, Ancak Gn.Kurmay komuta kademesi, bu gelişme karşısında, bu kez hükümet yanında tavır alıp, darbe hazırlığı yapanları derdest etmeleriyle, bu teşebbüs akim kalır. Ne var ki Gn Kurmay komuta kademesi, darbe teşebbüsüne gerekçe yapılan bazı konularda reform yapılmasını öneren bir muhtıra ile (12 Mart 1971 Muhtırası) TSK’nın vesayet zamanının geldiği hükümete hatırlatılır.
TSK’nın 2. vesayet dönemi (1970-1980 arası)
12 Mart 1971 Muhtırasının verilmesi ile birlikte TSK’da yapılmak istenen 1960 darbesine benzer İhtilal teşebbüsünün içinde olan sosyalıst subay ve genareller kısmen temizlenmiş, Üniversitelerede solcu öğrencilerle birlikte hareket eden öğretim üyeleri görevden alınmış ve sol gençlik liderleri tutuklanmıştı, bu durum yükselen solculuk için büyük bir darbe oldu. Muhtıra sonrası Üniversitelerde ve Orta öğretimde sol hakimiyetin yerine yavaş yavaş Türkçü-milliyetçi-muhafazakar kadrolar yer almaya başladı. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığında ve bakanlığın kontrolü altındaki yatılı bölge okullarında, yatılı öğretmen okullarında Türkçü-milliyetçi-muhafazakar yönetici ve eğitimciler atandı. Bu kurumlarda solcu eğitimciler marjinal hale geldiler. Ancak bu hakimiyet uzun sürmedi. 1.Ecevit koalisyon hükümetinin kurulması sonrasında af kanununu çıkmasıyla 12 mart karşı darbesinde mahkum olan sosyalist-komünist ve anarşist kadrolar tekrar eğitim kurumlarında v.d devlet kurumlarında istihdam edildiler. Siyasi kamplaşma da eskisinden daha beter bir hal aldı.
CHP’nin yeni lideri B.Ecevit, mahkumiyet hükmü almış malum sol militan kadroları hapisten çıkarmak ve bunlardan güç devşirmek ve iktidarı ele geçirmek için kurnazca bir manevra yaptı. CHP’in dine karşı olan parti politikasını tarihi yanılgı olarak deklere etti. Bu siyasi manevranın karşılığı olarak girdiği seçimde CHP’nin oyunu artırdı. 1. Parti konumuna geldi. Sağ muhafazakar parti oylarını bölse de, aldığı oylarla 3.parti olan ve kilit duruma gelen İslamcı parti MNP ile CHP arasında kurduğu koalisyon hükümeti ile İlk iş olarak 12 Mart’ta hapsedilen sosyalist-komunist öğrenci, öğretmen, öğretim üyesi başta tüm mahkumlara af çıkarıp serbest kalmalarını sağladı. Affı çıkarınca CHP teşkilatları yeniden sosyalist-komünist meşrep kadrolarla doldu. Kısa süreli Ecevit iktidarında, tekrar eğitimde solcu-sosyalist-komünist meşrep kadrolar söz sahibi oldular. Öyleki bu kısa iktidar döneminde hiç görülmemiş uygulamalara imza atıldı, sekiz aylık bir dönemde solcu öğrenciler, öğretmen yapılarak, orta öğretim kurumlarına tayin edildi. Üniversiteden atılan öğrenci ve öğretim görevlileri geri alındılar. Fakat bu durum fazla uzun sürmeden, Kıbrıs’lı Türkleri Rum mezaliminden kurtarmak üzere CHP-MNP koalisyon hükümetince yapılan çıkarmanın başarılı sonuçlanmasıyla Kıbrıs Fatihi Ecevit pohpohlanmasıyla koalisyonsuz tek başına iktidar olma ümidine kapılan CHP isteğiyle erken seçime gidildi. Fakat CHP, iktidar olacak çoğunluğu elde edemedi, AP liderliğinde İslamcı parti MNP ile Milliyetçi parti MHP koalisyonundan oluşan Milliyetçi cephe hükümetleri iş başına geldi. Bu kez, bir yanda kendilerini solcu-devrimci olarak tanımlayan gerçekte sosyalist-komünist öğrenci, öğretmen, işçi kesiminin kümelendiği, çoğu 12 Mart Muhtırasında mahküm edilenlerin oluşturduğu CHP çatısı altndaki siyasi cephe, diğer yanda 12 mart sonrası üniversitelerde sol kesim karşısında güçlenen kendilerini milliyetçi-muhafazak olarak tanımlayan öğrencilerin, öğretmenlerin ve işçilerin oluşturduğu siyasi cephe, her alanda ve özellikle de eğitim alanında ayrıştılar. Öyleki silahlı çatışmalara gidecek kadar uzanan fiili, hatta silahlı çatışmalara girildi. Bu çatışma öğrenciler arasında olduğu gibi meslek odalarında; hukukçular, mühendisler, doktorlar arasında da yaşandı. Ayrışmalar devlet kurumlarında da oldu. Kısacası Türkiye’de 1970’in ikinci yarısından sonra toplumun her kesiminde ideolojik, siyasi, sosyal ve kültürel ayrışmalar oldu.
Devleti yönetenler, bu ayrışmalar dolaysıyla zorluklar yaşadı. 1975 sonrasında 1. Ve 2. Milliyetçi cephe hükümetleri döneminde, CHP elitlerinin çoğunlukta olduğu başta yargı mensupları olmak üzere devlet kurumlarını yönetenlerin, hükümete karşı aldıkları tavırlar dolaysıyla devletin işleyişi ve kontrolü istenilen şekilde yapılamıyor, disiplin cezaları işletilemiyor ve yer değişikliği atamaları yargıdan geri dönüyordu. Bu şartlarda eğitim sisteminde bir değişiklik yapılamasa da, dini eğitimde kısmi düzenlemeler yapıldı. İmam-hatip lisesi müfredatında fen dersleri takviyesi yapılarak eğitim kalitesi yükseltildi. Yüksek İslam Enstütüsü sayısı artırıldı. Ankara Üniversitesine bağlı tek ilahiyat fakültesi benzeri bir fakülte daha (İslami İlimler Fakültesi) Erzurum Atatürk Ünivesitesine bağlı olarak kuruldu. Ayrıca Konya’da Selçuklu Üniversitesi ve Trabzon’da da Türkiye’nin 2.Teknik Üniversitesi açıldı. Bu olumlu gelişmelerin dışında eğitim ve öğretimde önemli sayılabilecek başka bir değişiklik olmadı.
Esasen anarşik olaylar dolaysıyla orta ve yüksek eğitim kurumlarında istenilen şekilde eğitim yapılamıyordu. Sıkı yönetim ilan edilmesine rağmen, sokaklarda anarşi kol geziyor, emniyet ve poliste ayrışma olduğundan, asayiş sağlanamıyor, sık sık siyasi amaçlı faili meçhul cinayetler oluyordu. Bu durum sanki TSK’nın vesayetini haklı çıkarıyordu. Adeta iç savaşa gider gibi görünen anarşik olaylar ve bozulan devlet düzenini yeniden ihya etmek üzere; 12 Eylül 1980 yılında emir komuta zinciri içerisinde akeri darbe yapıldı, ne var ki bu kez darbeyi, emir komuta zinciri içerisinde TSK üst yönetimi yani Gn Kurmay komuta kademesi (Milli Güvenlik Konseyi adıyla) yaptı ve devlet yönetimine el koydu.
Bu darbe de TSK, 12 mart muhtırasındaki gibi, sol anarşiye karşı hükümetin yanında tavır alma cesaretini göstermedi. Hatta darbe yapmayı gerektirecek şartlarının olgunlaşması yönünde bazı anarşik olayların tezgahlanmasını, görevli bazı TSK mensubu, subay ve astsubaylara yaptırdılar.
TSK’nın Siyaset üstü 3.vesayet dönemi(1980-1990 arası)
Darbe yapılmasına sebep olanlar açıkça bilinmesine rağmen, TSK komuta kademesi, güya tarafsızlık anlayışı ile hareket ederek, sol anarşiye karşı fiili olarak direnen Milliyetçi-ülkücü kesimin ileri gelenlerini de, suç unsuru sonradan (İşkence sorgulamasından sonra) belirlenmek üzere tutukladılar
Darbe yapan Gn.Kurmay komuta kademesi (Milli Güvenlik Konseyi), sağcı tanımlaması yaptıkları milliyetçi-ülkücü siyasileri ve gençlik önderlerini (liderliğini MHP genel başkanı A.Türkeş’in yaptığı parti mensuplarını ve yan kuruluş olan gençlik örgütleri yöneticilerini), solcu olarak bilinen emniyet görevlilerine, sonradan suç isnat etmek üzere teslim ettiler. Sağcı-Milliyetçi bilinen emniyet görevlilerine de, solcu tanımlaması yaptıkları CHP’li ve TİP’li siyasileri ve geçlik önderlerini, suç tespit etmek üzere teslim ettiler. İsnat edilen suçların ikrar ettirilmesi için ağır işkenceler yapıldı. Sağcı ve solcu tutuklular, aynı koğuşa konularak. güya cezalandırdılar, O kadar çok tutuklama yapılmıştı ki, Askeri bölgelerde kurulan mahkemeler çok uzun sürdü. İhtilali yapanların cezalandırma ölçüsü, her iki taraftan eşit miktarda suçlu tespit edilmesi ve özellikle idam edilenlerin eşit miktarda olmasıydı. Yani cezadan esas maksat, adaletin sağlanması değil, her iki tarafa göz dağı verilmesiydi.
1980 sonrasında, tutuklama ve uydurma cezalandırmalar dışında, sağcı ve solcu olarak tanımlanan meslekı kuruluşlarda, sendikalarda ve derneklerde yönetim kademelerinde bulunan ve kamuda çalışanların çoğunun görevlerine son verilmek, ya da bulundukları görevlerden alınarak, başka illere tayinleri yapılmak suretiyle cezalandırmalar yapıldı.
Bu uygulamalar yapılırken kurucu meclis teşkil edildi ve yeni Anayasa yapıldı. Tabii bu Anayasa’da, ülkeyi anarşiye götüren hak ve hürriyetler kısıtlandı. Anayasa’yı korumak üzere Anayasa mahkemesi kuruldu. Devlete karşı işlenen suçların ve anarşik olayların ayrıca muhakeme edileceği Devlet Güvenlik mahkemeleri kuruldu. Üniversitelerin zaptı rabt altına alınması için YÖK denilen üst ynetim organı tesis edildi. Orta öğretim ve yüksek öğretimde öğrencilerin boykot v.b eylemlerden uzak durmalarını sağlayacak şekilde disiplin yönetmenlikleri değiştirildi. İdeolojik tavır sergileyen öğretmen ve öğretim görevlilerinin işlerine son verildi. Din eğitiminin verilmesi Anaysal hak olarak belirlendi. Ancak bu hakkın kullanılması için sadece ilk, orta ve lise eğitimi müfradatına ‘Din ve ahlak’ dersi ilave edildi. Esasen bu ders, 1950 sonrasında müfredata konulmuş, 1960 darbesi sonrası kaldırılmıştı. Din eğitimi ile ilgili ‘Diyanet teşkilatına’ da ayrıca Anayasal hak olarak Kur’an kursları kapsamında Ku’an okuma ve hafız yetiştirme görevi verilmişti. Ki bu faaliyetlere bakıldığında, darbe yapanların, Atatürk zamanındaki gibi en azından dini sosyal fenomen olarak kabul edip saygı gösterdikleri söylenebilir. Bu dönemde sayıları artan Ünüversitelerde, üst rütbeli emekli generaller, güvenilir Atatürkçü öğretim üyeleri, rektörlük görevine getirildiler. Bu dönemde Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü, Üniversite haline getirildi. İzmırde 2.Üniversite olarak 9 Eylül Üniversitesi, Samsun’da, Antalya’da, Kayseri’de, Malatya’da, Sivas’ta yeni üniversiteler kuruldu.
1980 sonrası dönemde, ülkücü-milliyetçi kesimden tarafsızlık kurbanı olarak bazı idamlar yapılmasına rağmen, yine de devletin korunmasında ve eğitimin doğru ellerde bulunmasında; Atatürkçü-Türkçü-Milliyetçi olarak tanımlanan eğitimciler görevlendirildi, Aynı ölçüleri haiz kişilere, kamuda yöneticilik görevleri verilmiştir. Esasen darbeciler, tarafsızmış gibi görünseler de, 1970’de hükümete verilen 12 mart muhtırasında izlenen yol, bu darbede de izlenmiştir. Bir diğer ifadeyle Milli Güvenlik konseyi, iç savaşa yol açaçak şekilde görülen siyasi ayrışmanın taraflarını, bir daha bu duruma gelmemeleri için silindir gibi ezmiş, ancak kim ne derse desin sol anarşizme karşı Atatürkçü ve Milliyetçi tavır sergilemiştir.
Bu arada Milli Güvenlik konseyi, dinin eğitimdeki müsbet tesirini kabul etmiş ve orta öğretim müfredatına, din ve ahlak dersi konulmasını ve akademik değeri olmayan yüksek islam enstitülerini, ilahiyat fakültesi konumuna yükselterek, bu eğitim kurumlarında görevli hocaların, diğer sosyal ve fen içerikli eğitim veren fakülte hocaları gibi Dr.,Doç. ve Prof. ünvanları alma yani akademik unvan sahibi olmalarının yolu açılmıştır. Ayrıca bu dönemde Ankara ve İstanbul’da özel Üniversite kurulmasına izin verilmiştir.
1980 darbesinin esas gerekçesi, her ne kadar bozulan devlet otoritesinin yeniden tesisi ve Atatütk ilke ve inkilaplarının işlerliğininin sağlanması olarak belirtilmiş olsa da, gerçek sebebin sağ sol çatışmasının, ülkede iç savaşa gidecek boyutlara gelmesi ve iki taraf arasında derin bir siyasi ayrışmanın olmasıdır.
Bu duruma gelinmesinin müsebbibi kimlerdir, denildiğinde, her ne kadar ülkede anarşik olayların arkasındaki kişi ve kurumlar gibi görünse de, gerçek müsebbib, bozulan ve bir türlü düzeltilemeyen eğitim sistemidir, demek en doğrusudur.
Bu bozuk eğitim sistemine rağmen çoğunluğu kırsal kesime mensup Türk toplumu, tarihten gelen müsbet vasıflarını muhafaza etmeye çalışarak ve her türlü menfiliklere karşı direnmesini bilmiştir.
Evet! İslam cumhuriyeti olarak kurulan T.C devletinin laik cumhuriyete evrildiği 1927 tarihinden itibaren, milleti millet yapan, dil; din-iman, köklü sosyal ve kültürel geleneklerinin, kısaca toplum değerlerinin hiçe sayılarak, yerine batı uygarlığı denilen menfaat esaslı mataryalist, kapitalist yada sosyalist-komünist ölçüleri ve değerleri koyma yönünde yapılan icraatlar karşısında on yıllarca direnilmesi, elbette Türk milletinin milli bünyesinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. (Bir kısım yorumcular, bu icraatlarin galip batı devletlerinin, Türk milletine karşı düşmanca sartlanmis olmalarını yok etmeyi amaçladığını belirtmişlerdir)
Bir eğitim sistemi düşünün ki, orada milli tarih, milli dil ve kültür, din ve diyanet öğretilmez. Öğretilen sadece yarım asırlık tek taraflı hazırlanmış siyasi tarih ezberi olur. Milli değerlere uygun yaşamayı kabul yerine Avrupa taklitciliği şeklinde bir yaşama kabul görür. Solculuk kavramı üzerinden mataryalist, sosyalist-komünist fikirler genç öğrencilere aşılanır, İlk okuldan üniversiteye kadar her kes ve her şey sol ideolojiye gömülmüş, devlet otoritesi, kanun ve mevzuatlar; hiç dikkate alınmaz. Bilim adı altında menfi felsefe ve ideololi öğretilir. Dini bilgiler, olabildiğince bilime tersmiş gibi gösterilir. O eğitim sistemi, insanlara nasıl faydalı olabilir.
Nitekim, Türkiye’de uygulanan baştan aşağı sakat olan eğitim sistemi, değil faydalı olmak, toplumun çoğuna menfi karekterler zerk etmiş, ortaya iflahı çok zor olan imansızlık yada iman zafiyeti, ahlaksızlık, menfaatçilik, köşe dönmecilik, haksız kazanç, tamah etme, hile-desise, aldatma, yalana dayalı algı yönetimi, takiye yapma gibi topluma zararlı manevi hastalıklar bulaştırmıştır.
Milli Güvenlik Konseyinin kurduğu hükümetin iş başına gelmesi ve kurucu meclis tarafından hazırlanan yeni Anayasanın ve cumhurbaşkanı olarak Konsey başkanı K.Evren’in halk oylamasıyla kabülü sonrasında siyasi istikrarı sağlayacak ve ekonomiyi rayına oturtacak bazı adımlar atıldıktan sonra askeri vesayetin belirlediği şartlar içerisinde darbenin üçüncü yılında serbest seçimlere gidildi. Milli Güvenlik konseyinin güvendiği yeni siyasi liderlerle güdümlü demokrasiye geçilmiş olsa da, konseyinin beklediği, sağ ve sol siyasi liderler arasında her hangi bir çatışmanın olmaması, kısa zamanda güdümlü demokrasiden kurtulmayı sağladı, ancak askeri vesayeti ortadan kaldıramamıştır.
Askeri vesayetin çok etkin olduğu bu dönemde Milli Güvenlik Konseyinin daha önce kurduğu hükümette, Başbakan yardımcısı olarak görev yapan T.Özal tarafından kurulan, içerisinde yeni solcu siyasetçilerinde olduğu, Milliyetçi-Muhafazakar yeni siyasetçilerin çoğunluğu teşkil ettiği Anavatan partisi, seçimlere girmiş ve hükümeti kuracak oranda milletvekili çıkarmış, hükümeti kurmuştu. Yeni hükümet, ilk iş olarak bozulan ekonomiye el atmış, bu dönemde her ne kadar siyasi istikrar sağlanmış olsa da, ekonomik durum, özellikle enflasyon yüksek derecelere ulaştığından, kalkınmaya ivme olan doviz girdisini sağlamak üzere serbest kur politikasına geçişi sağlamış, Türk parasının değeri çok düşmüş olduğundan enflasyonu kontrol altına alacak şekilde Sanayi ve tarım sektöründe üretimi teşvik politikası izlemiş, kısa ve orta vadede geri dönüşleri olan yatırımlara ağırlık vermiştir. Turizm sektöründe verilen teşviklerle turizm gelirini artırmış ve dış ticaret açığının kapanmasında turizm gelirini önemli bir etken olarak kullanmıştır. Bu arada İktisadi devlet kuruluşları (KİT’ler) verimli çalışmaması dolaysıyla, Özelleştirme adı altında elden çıkarılmasına başlanmıştır. Bu politika ile devlete yük olan KİT’ler özel teşebbüs eline geçmiş ve daha verimli üretim yapar hale gelmiştir. Bu dönemde eğitim politikasında fazla bir değişiklik olmasa da Atatürkçülük perdeli olarak Türkçü-milliyetçi öğretmen ve öğretim görevlilerine itibar edilmiş, Milli eğitim bakanlığı merkez kadroları, talim terbiye kurulu, yatılı orta öğretim okulları, genelde bu kadrolara emanet edilmiş, okul kitaplarında olumlu yönde bazı yeni düzenlemeler yapılmış, dil ve dinin tahribatında az da olsa fren yapılmıştır.
Bu arada daha önce fertler ve gruplar bazında şehirlerde görülen anarşik olaylar ve terör, 1985 yılları sonrasında, doğu ve güney Anadolu bölgesinde etnik bazda devlet kurumlarına silahlı saldırılar şeklinde ortaya çıkmış, bu nedenle bu bölgelerde okullarda eğitim faaliyetinde bulunmak tehlikeli bir hal almıştır. Bu dönemde etnik anarşi-terör devlet kurumlarını, özellikle emniyet ve jandarma karakollarını, okulları hedef almıştır. Bu nedenle Doğu ve güneydoğu illerinde sıkı yönetimler ilan edilse de, anarşi ve terör bir türlü sonlandırılamamıştır. Ancak yeni terör faaliyetlerine rağmen ülkede siyasi istikrar sağlanmış, ekonomik yönden olumlu gelişmeler olmuştur. Bu dönemde yasak olan döviz satışı ve alımı, dalgalı kur uygulamasıyla serbest hale gelmiştir. Yeni vergi sistemi uygulamasıyla devler geliri artırılmıştır.
1990’lara gelindiğinde gerek T.Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden ve parti liderlğinden ayrılmasından, gerekse ihtilal öncesi parti liderlerinin siyasi yasaklığının kalkmasından dolayı olsa gerek, siyasi istikrar tekrar bozulmuş ve yapılan seçimlerde hiçbir parti tek başına hükümet kuracak sayıda millet vekili çıkaramamış olduğundan, koolisyon hükümetleri iş başına gelmiştir. Ancak bu kez koalisyon hükümetleri kurulurken ideolojik ayrılıklara yer verilmemiş, sağ ve sol partiler birlikte hükümet kurabilmişlerdir.
TSK’nın 4.Vesayet Dönemi (Koalisyon hükümetlerinin iktidar olduğu 1990-2002 arası)
1990’dan itibaren koalisyon hükümetlerinin işbaşına gelmeleriyle birlikte T.Özal döneminde ekonomik serbestlik ve üretime yönelik teşviklere bağlı yatırımların devreye girmesiyle ülkede görülen gelişmenin aksine her alanda gerileme olmuştur. Koalisyon hükümetleri her zaman olduğu gibi kendine muti memurları üst görevlere getirmek, devlet imkanlarını kendilerine destek veren iş adamlarının istifadesine sunmak, kendi mensuplarını devlette iş sahibi yapmaktan başka bir icraatta bulunmamıştır. Üstüne üstlük zorunlu ithal mallarının ülkeye girişinin kolaylaşması için üst üste devalüasyonlar yapılarak, tarihte görülmemiş seviyede Türk lirasının değeri düşürülmüştür. Tabii bu duruma bağlı enflasyon da % 70’leri aşar şekilde kontrol edilemez bir hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanı T.Özal 1993’te vefat edince, sağ-sol partilerin birlikteliği dahil değişik parti koalisyonları olmuş, fakat bu koalisyonların ülke kalkınmasında faydaları olmamış, siyasi istikrar bir türlü sağlanamamıştır. Ne zaman ki, 1995’ten sonra muhafazakar İslamcı parti SP ile 1.parti konumunda olan sağ parti AP arasında devirli başbakanlık yapmak üzere koalisyon hükümeti kurulmuş ve birinci dönem başbakan olarak muhafazakar İslamcı parti SP genel başkanı N.Erbakan hükümeti kurmuş, vesayetçi TSK ve öteden beri devletten nemalanan banka sahibi zenginler kulübü bu hükümeti devirmek üzere harekete geçmiştir. Yani bir kez daha askeri vesayet görünür hale gelmiş, 28 şubat 1996’da bu hükümete karşı askeri müdahalede bulunulmuştur. Post modern darbe denilen bu müdahale, doğrudan muhafazar-islamcı siyasi partiye ve muhafazakar iktisadi faaliyet yapan iş adamlarına ve kurumlara, derneklere ve vakıflara karşı yapılmıştır.
Bu dönemde gerek Anayasa mahkemesi ve gerekse YÖK denilen Yüksek Öğretim Kurumu, solcu Atatürkçülerin hakimiyetine geçmiş olduğundan, Anayasa mahkemesinin yasaklama kararı almasıyla Üniversite eğitiminde muhafazakar-başörtülü kız öğrencilerin kayıt yapmaları ve derse girmeleri yasaklanmıştır. Bu arada askeri bölgelere ve orta öğretim kurumlarına-kamu alanına baş örtlülü ebeveyinlerin girmesi de yasaklanmıştır. Ayrıca imam hatip lisesi mezunlarının, puan ayarlamasıyla Üniversiteye girişleri zorlaştırılmıştır. Ayrıca ortaokul dönemi, zorunlu eğitim kapsamına alınmış, bu kapsamda kuran kursları gayri faal hale getirilmiştir.
Devlet kurumlarına bağlı mesleki eğitim yapan okullar, milli eğitim bakanlığının kontrolüne alınmış, Liseler de; spor, güzel sanatlar, fen, sosyal adları altında değişik katogorilerde eğitim yapan okullar haline getirtilmiştir. Meslek eğitimi yapan liseler cazibe olmaktan çıkarılmış, sanayide ara elaman sıkıntısı oluşmuştur. Bu dönemde iyileştirme ve reform yapma adına, eğitim sistemi ve dini eğitim ciddi tahribata uğramıştır.
2000’lere doğru gelindiğinde ülke ekonomisi, içinden çıkılamaz halde pes perişan olmuş, Enflasyon gemi azıya almış ve Türk parası dünyanın alay ettiği en değersiz parası konumuna düşmüştür.
Kısacası bu dönemde gerek koalisyonlar dolaysıyla istikrarın olmamasından, gerekse devlet yönetiminin yeteneksiz ve milli düşünemeyen ellerde olmasından, en önemlisi eğitim sistemi ve eğitim kurumlarının yaz boz tahtası haline gelmesinden her alanda gerileme olmuştur. Öyle ki, Milliyetçi Hareket partisi, A.Türkeş’in vefatı sonrasında yapılan seçimlerde 1. Parti konumuna rağmen koalisyona liderlik yapmayı göze alamamış, sol kesimi temsil eden 2.konumdaki Demokratik Sol parti liderinin, koalisyona liderlik etmesine rıza göstermesiyle, iki sağ (MHP ve ANAP) bir sol parti (DSP) arasında kurulan koalisyon hükümetiyle bile, ekonomik ve sosyal bakımdan huzura kavuşulamamıştır. Nihayetinde 2001 yılında erken seçime gidilerek, yeni siyasi oluşumlara umut bağlanmıştır. Ki bu siyasi oluşum, askeri vesayetin görevden aldığı eski İstanbul Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Adelet ve Kalkınma Partisi olmuştur.
Siyasi tecrübesi ve güvenilirliği olağan üstü seviyede olan R.T. Erdoğan, mensubu olduğu, N.Erbakan’ın liderliğini yaptığı ve kapatılma aşamasında olan İslamcı SP’den partiden ayrılan milletvekilleri ile birlikte yeni isimlerle oluşturduğu Adalet ve Kalkınma partisinin Genel Başkanı olarak girdiği 2002 seçimlerinde, tek başına hükümet kuracak milletvekili çoğunluğunu sağlamıştır Kendisi siyasi yasaklı olduğundan arkadaşı A.Gül liderliğinde hükümet kurulmuş, çok geçmeden TSK vesayetine karşı olan muhalefet partisi yeni CHP’nin desteği ile siyasi yasaklığının meclis kararı ile kaldırılması üzerine, AKP’den istifa ettirilen bir milletvekilinin bulunduğu ilde yapılan ara seçimle milletvekili olmuş ve böylece Adalet ve Kalkıma Partisi genel başkanı sıfatıyla yeni hükümeti oluşturmuştur. Genç yaştan itibaren parti teşkilatlarının her kademesinde çalışan ve siyasi tecrübesi olağan üstü seviyede olan, İstanbul Belediye başaknlığı yaptığı iki dönemde olağan üstü başarılara imza atmış olan R.T.Erdoğan, kurduğu hükümetle, tüm siyası, sosyal dengeleri gözeterek, gerçekçi bir planlama ve zamanlama ile söylemleri ve icraatleriyle adım adım düşmanlarına ve hasım olan iç ve dış etkin güçlere karşı, ayakta kalmış, girdiği seçimlerde hep galip gelmiştir. Kendisine karşı yapılan yol kesmeleri, darbe teşebbüslerini hep boşa çıkarmıştır. T.Erdoğan’ın yaptığı en önemli ve hayırlı iş, TSK’nın vesayetini sona erdirmesi olmuştur.
TSK’nın 5.Vesayet dönemi (2002-2016 arası)
Erdoğan iktidarıyla başlayan bu dönemde yapılan ilk icraat, İslamcı olan iktidar karşısında tedirgin olan ABD başta AB ve diğer batı ülkelerine güven vermek üzere ziyaretlerde bulumak olmuştur. Bu güvenin kısmen sağlanması sonrasında, içerde güçlü konuma gelmiş olan Fetullahçı hareketin ve diğer dini cemaat ve tarikatların desteğini almak üzere ileri gelenleriyle görüşmek, karşılıklı olumlu vaadlerde bulunmak, sonra Türkiye’nin sağ ve sol meşrep ekonomik dinamikleriyle bir araya gelerek, ülkenin kalkınması yönünde prensip anlaşmaları yapmak, devlet imkanlarını bu çerçevede beklentlere uygun şekilde kullanmak, en önemlisi TSK’nın siyasi ve sosyal muhtevalı hassasiyetlerini dikkate alarak, onların bahane edeceği söylem ve faaliyetlerden sakınmak gibi ihtiyatlı bir politika izlenmiştir.
Özellikle Anayasa mahkemesi, TSK komuta kademesi, YÖK; Erdoğan hükümetine karşı olmak anlamında tehditlerde bulumak, hükümetin verdiği talimatlara uymamak yada savsaklamak şeklinde tavırlar içerisine girmişlerdir.
Devlete hakim olan bürokratik dirence rağmen Erdoğan, elindeki siyasi gücü, en verimli şekilde kullanmayı bilmiş, T.Özal zamanında sanayide, turizmde, tarımda yapılan teşviklerle, desteklerle ve yap-işlet tarzı yapılan alt yapıların devreye girmesiyle üretime dayalı ekonomi politikası ile ekonomik kalkınmaya öncelik vermiştir. Eğitim sorunu başta olmak üzere diğer sosyal ve kültürel sorunların çözümünü ise sonraya bırakmıştır. Öncelilkle üretimi teşvik ve desteklemeyle ilgili her alanda üretim artışının olmasını sağlamış, ihracat gelirini yükseltmiş, fert başına milli gelirde artışın olmasını sağlamış, Türk parasını değerli kılmak üzere altı sıfırı atarak yeni Türk lirasını 1 dolar değerinde tedavüle sunmuştur. Kademeli olarak faizi tek haneli rakamlara düşürmüş, aynı şekilde enflasyonu da tek haneli rakamlara düşürülerek vatandaşların alım gücünü yükseltmiştir.
Bu dönemde büyük şehirlerde yeni Üniversiteler açılmış, yeni okullar inşa edilerek, orta öğretimde süregelen ikili öğretimden, tekli öğretime geçilmiş, daha önce birleştirilen ilk ve orta okullar, tekrar ayrılmış, zorunlu eğitim lise dönemini de kapsar hale getirilmiş, Kuran Kursları yeniden faal hale getirilmiştir. İlk, orta ve lise kitaplarında ve müfredatında bir değişiklik yapılmasa da, din dersi ve Kur’an dersinin seçmeli olarak okutulması sağlanmıştır.
Ekonomik iyileşmeler dolaysıyla banka sahibi büyük sermaye şirketleri ve vesayetçi TSK komuta kademesi; Erdoğan’ın yaptığı olumlu ekonomik icraatları karşısında, hükümeti devirmeye yönelik planlarını devamlı ötelemek zorunda kalmışlardır. Ne var ki, TSK komuta kademesi sık sık darbe teşebbüsü anlamında tatbikatlar yapmaktan çekinmemiştir. Bu arada yargı sıkıştırılarak Ak partinin irtica odağı olduğu gerekçesiyle kapatılması teşebbüsünde bulunulmuş, fakat T.Özal zamanında Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilen mahkeme başkanı ve üyelerin yarıdan bir fazlasının, kapatma yerine ihtar ve para cezası verilmesi kararı ile kapatılamamıştır.
Bu arada Adli yargıda ve TSK’da her kademede söz sahibi hale gelmiş olan Fetullahçı hareketin mensupları, TSK’ya hakim olan sol zihniyetteki vesayetçi komuta kademelerine ve onların alt kademe uzantılarına karşı darbe teşebbüsünde bulunma ve meşru iktidarı devirme suçlamasıyla (Ergenekon yapılanması adı altında) tutuklamalar yapmış ve din karşıtı sol meşrep Atatükçü vesayetçi kadroları saf dışı etmişler ve Fethullahçı hareketin TSK’da söz sahibi olmalarını sağlamışlardır. Bu yargı opresyonu Erdoğanı güçlendirmek adına yapılmamıştır. Devleti ele geçirme amaçlı ilk adım olarak yapılmıştır. Fetullahçı hareket, tıpkı daha önce İnönu’nün Atatürk yönetimindeki devleti, kendi adamlarının yönetimine almak üzere yaptığı parelel devlet yapılanmasına gitmesi gibi parelel devlet yapılanması oluşturmuştur.
Erdoğan, içerde bu güçlüklerle uğraşırken komşu Arap ülkelerinde Arap baharı adıyla despot tek parti iktidarlarına karşı isyanlar çıkmış, Tunus, Libya, Mısır’da iktidar el değiştirmiş, Suriye’de iç savaş patlak vermiştir. Suriye’de isyan eden muhalif güçlere karşı ağır hava bombardımanı ile evleri başlarına yıkılmış, Muhalifler zayıf durumda kalan ihtiyar, kadın ve çocukları kitleler halinde Türkiye’ye göç ettirmişlerdir. Milyonlarca insandan oluşan mülteci akınını, sınırda göç cadırları içerisinde barındırma imkanı bulamayan Erdoğan hükümeti, mecburen mültecileri koruma statüsü içerisinde geçici hüviyet vererek, kontrollü olarak, sivil toplum kuruluşlarının desteği ile yurdun her tarafına dağıtılmasını ve BM’den gelen sağlık ve eğitim masraflarının giderilmesini sağlamış, böylece devletin yükü hafiflemiştir. Türkiye, göçü önleme yanında terörü de yok etmek amacıyla hudutları dışında güvenli bir bölge oluşturmak istemesine, ABD ve Rusya karşı çıkmış ve bu iki küresel güç, Türkiye’nin terör kuşatması altıa girmesine göz yummuştur. Hatta terör örgütlerine lojistik destek vermek suretiyle, Kuzey Suriye ve Kuzey Irakta teröristlerin ele geçirdiği alanda gayri meşru bir Kürt devleti kurulması için işbirliği içerisine girmişlerdir.
Böylesi gailelerin olduğu sıralarda Erdoğan, cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi hususunda Anayasa değişikliği yapar. Bu usulle ilk defa eşi tesettürlü biri, A.Gül cumhurbaşkanı seçilir.
Bu arada Erdoğan’ı devirmek isteyen iç ve dış düşman güçler, sol muhalefetin de desteğini alarak, İstanbul taksim meydanına yakın, gezi parkında yol yapımı için kesilen üç beş ağacın kesilmesini bahane ederek, Arap baharı misali her kesimden insanların katıldığı mitingvari gösteri ve eylem başlattılar, daha sonra Atatürkçülerin, PKK’lıların başını çektiği, sol muhalefetin her kesiminden insanların katıldığı bu eylem, CHP, Fetullahçı hareket ve zenginler kulübü TÜSİAD tarafından da desteklendi. Diğer büyük şehirlere de sıçratıldı. Bu eylemler bir kaç gün devam etti. Eylemlerde devlete ve belediyelere ait onlarca Otobüs ve ambülans, yüzlerce emniyet aracı, sivil araç ve ışıklı panolar, bankamatik cihazları yakıldı, tahrip edildi. Bu olaylar, nihayetinde emniyet güçlerince bastırıldı.
Erdoğan hükümeti, bu gailelerle uğraşırken, Fetullahçı hareket, onlarca yıl evvel parelel devlet yapılanmasıyla, askeri ve sivil yönetim kademelerinde elde ettiği gücle, iktidarı ele geçirmek için ellerinden ne geliyorlarsa yapmaktaydılar. Esasen Erdoğan istese de, istemese de, iktidarı ele geçirmeye hazır hale gelmişlerdi (Ya Erdoğan partiyi onlara teslim ederek demokratik yoldan iş başına gelmelerini sağlayacak, ki karşı konulma halinde sahte belgelerle yargı vasıtasıyla suçlanılarak, başbakanlıktan düşürülecek, ya da askeri darbeyle iktidar ele geçirilecekti).
Erdoğan’nın hükümette Fetullahçıların önerdiği kişilere önemli bakanlık görevi vermesi de, hızlarını kesmemiş, gösterilen müsamaha; yargı kurumları ve TSK başta, tüm bakanlıklarda kadrolaşmalarını daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Erdoğan bu durum karşısında İster istemez, kendisine karşı planlanan azledilme harekatına karşı tedbir almıştır. Bu kapsamda Fetullahçı kadroların fişlenmesi için MİT başkanını görevlendirmiştir. Fetullahçı hareket te, buna karşılık, önce Ergonokon suçlaması benzeri sahte belgelere dayalı dört bakanla ilgili hazırladıkları irtikap ve yolsuzluk dosyalarını basın açıklayarak hükümeti ve Erdoğan’ı sıkıştırırlar. Cumhuriyet savcısı üzerinden fezlekeler işleme konularak, hükümetin ve Erdoğan’ın üzerine gittiler. Bu saldırıyla Erdoğan’a ve hükümetine gözdağı verilir. Erdoğan ilgili bakanları azledip, istifa etmeyince; bu kez daha ince bir hesap yaparak MİT başkanından alacakları ifade üzerinden Erdoğan’ı al aşağı etmeye kalkarlar. Erdoğan’ın birkaç gün vazife başında olmayacak şekilde ameliyat olacağı istihbaratının alınması üzerine, MİT başkanını savcılığa davet ederler. (Cumhurbaşkanının emriyle Oslo’da PKK ile barış görüşmesi yapılmasının vatana ihanet suçu olduğuna ilişkin ifade alınmak üzere) Ne var ki, Cumhurbaşkanının amaliyat randevusunu bir sebeple geciktirmesi ve MİT başkanının Erdoğan’a ulaşıp, durumu iletmesi üzerine, verilen teslim olmama emri üzerine, silahlı direnilmesi sonucunda Fetuullahçı yargıçların maksatları hasıl olmaz ve yargı vasıtasıyla ikinci defa yapılan yargı darbesi de, başarılı olmaz.
Erdoğan, bu arada yurt içerisinde Fetullahçılara ve PKK’ya karşı, dışarıda ABD ve Rusya tarafından desteklenen teröre karşı şiddetle mücadele etmek zorunda kalır. Bu kapsamda önce bu şer hareketin basın ve yayın organlarını kapatır, bu merkezlerde beyin durumunda olan yönetici ve yazarlar, hükümeti devirmeye yönelik yayınları ve yazıları dolaysıyla tutuklanırlar. Ayrıca bunlarla organik bağı olan basın yayın organları, yöneticileri ve yazarları da, hükümeti devirmeye yönelik yayınları dolaysıyla tutuklanırlar.
Bu arada Fethullah mensubu pek çok hakim ve savcı, görevlerinden alınmış, haklarında soruşturma başlatılmış, ancak bunlar, soruşturma sonucunu beklemeden ya istifa etmişler yada yurt dışına kaçarlar.
Sol muhalefet partileri ve milletvekilleri daha önce bu harekete karşı olmalarına rağmen, bu kez bunların hükümetle savaşına destek olurlar.
Bu arada aleni faaliyette bulunan Fethullah hareketi mensupları, faaliyetlerine ara vererek, gizli faaliyette bulunurlar. Ne var ki bu tavrı göstermekte geç kalmışlardır. Çünkü MİT fişleme çalışmasında sona gelinmiştir.
Kısaca gelişmeler, Fethullahçı hareketi köşeye sıkıştırmış, TSK gücüne dayalı darbe yapmaktan başka çareleri kalmamıştır. Ki bunun olması için ayrıca ABD ve bir kısım AB ülkeleri istihbarat birimleri ve Nato’dan destek sözü alarak darbe teşebbüsünde bulundular.
Şüphesiz Erdoğan’ı istemeyenler, sadece Fetullah hareketine mensup olanlar değildi, sol muhalefet ve din karşıtı Atatürkçüler, küresel sermaye patronları ve onların Türkiye disbürütörlüğünü yapan işbirlikçi iş adamları, banka ve fabrika patronları, devletten nemalanmayan mütahitler, spekülatif yollarla para kazananlar, ahlak ve namus değeri olmayan vatandaşlar, İslami nizamın gelmesini, yaşayış tarzlarına müdahale edilme olarak görenler de Erdoğan’ın, Türk siyasi hayatından gitmesini istemekteydiler.
Fetullahçı hareket, içerde ve dışardaki taraftarlarına güvenerek, şartların olgunlaştığı düşüncesiyle 15 temmuz 2016’da Ankara Akıncı hava üssünü karargah yaparak askeri darbe yapma teşebbüse geçtiler. Orgeneral seviyesinde güvenecekleri kimse olmadığından, Gn.Kurmay başkanı ve birkaç orgenerale emir vaki yapılarak darbeye katılmaları istenmiş, katılma olmayınca derdest edilerek Akıncı üssüne götürülerek orada alıkonulmuştur.
Cumhurbaşkanının darbeciler tarafından ele geçirilememesi, o arada Başbakan ve Cumhurbaşkanının hükümeti temsilen, darbeye karışmayan kuvvet komutanlarıyla temasa geçip gerekli talimatları vermesi, özellikle İstanbul 1.Ordu komutanın desteği ile İstanbul hava alanında karşı hareket emri verilmesi, ayrıca T.V vasıtasıyla halkın şehir mekezlerinde ve bulvarlarda toplanarak direniş göstermeleri ve Aynı şekilde Emniyet Genel Müdürünün, Fethullahcı harekete mensup olmayan amir ve memurların silahlı direniş göstermeleri konusunda gerekli talimatların verilmesi ve darbecilerin derdest edilmesinin söylenmesi, iç işleri bakanının, emniyet görevlilerince derdest edilen subay, astsubnay, kamu görevlilerini tutuklanması konusunda cumhuriyet savcılarını harekete geçirmesi sonucunda, yapılan darbe teşebbüsünü boşa çıkarılmış ve uçaklarla, helikopterlerle, tanklarla, ağır silahlarla donanmış olan darbecilerin hükümeti devirme teşebbüsü, yüzlerce şehit ve binlerce yaralı verilerek kısa zamanda bastırılmıştır.
TSK vesayetinin ortadan kalktığı dönem (2016-2023 arası)
Şüphesiz 15 Temmuz darbesini hem azmettiriciler olarak, hem bu harekete isteyerek veya istemiyerek dahil olanlar olarak, asker sivil, binlerce kişi tutuklanmış, bir yıl süren sorgulama ve mahkemeler sonunda pek çoğu ağır cezaya çarptırılmışlardır. Tabi daha önce Fetullahçı harekete destek veren sol muhalefet partisi yöneticileri de, darbenin başarısız olmasından sonra tutuklanma korkusuyla, darbecileri kınayan, hükümetin direnişini takdir eden açıklamalar yapmışlar, hatta muhalefet lideri, iktidar partisinin tertip ettiği büyük mitinge katılma davetine icabet etmiş, takiye yapsa da burada darbecileri lanetlemiştir. Ne var ki, kendi saflarını emniyete aldıktan sonra sol muhalefet olarak, tekrar manevra yapılmış ve darbecilerin zulüm ve işkence gördükleri iddiasıyla darbe teşebbüsünün, kontrollü hükümet darbesi olduğu belirtilmiştir.
Esasen darbe teşebbüsü sonrasında, Erdoğan İktidarının eline hem TSK vesayetini bitirmek, hem sol muhalefeti marjinaleştirmek fırsatı çıkmış olsa da, Erdoğan, sadece darbecileri cezalandırma ve TSK vesayetini ortadan kaldırma yönüyle hareket etmiştir. TSK ve emniyet teşkilatı adete safra atmış gibi yeni bir döneme girilmiştir. Ki bir kısım generaller, subaylar ve ast subaylar TSK’dan ihraç edilmelerine ve ordu mevcudu hissedilir oranda azalmasına rağmen, emniyet teşkilatında öok sayıda peronel görevden alınmalarına rağmen yurt içinde ve dışında terörle, eskisinden daha etkin mücadeleye geçilebilmiştir. Terörü, hudutlarımız dışında engellemek üzere terörle mücadele konsepti değiştirilerek, Suriye ve Irak cephesinde peş peşe başarılı askeri harakatlar yapılmıştır. Turkiye’nin öteden beri savunduğu güvenli bölge oluşturma ve terörü bu bölge dışına atma hedefi kısmen de olsa gerçekleştirilmiştir. TSK’ya personel yetiştiren harp okullarına, ast subay okullarına ve kurmay subay yetiştiren harb akademilerine yeni baştan çeki düzen verilmiştir. Özellikle, kendilerini darbe kültürüne alıştırmış tüm harp okulları öğrencilerinin ve astsubay okulları öğrencilerinin TSK ile ilişkilerini kesilmiş, askeri eğitim kurumlarında yeniden yapılanmaya gidilerek, tüm okulların tek elden yönetildiği Milli Savunma Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversiteye bağlı okullarda asker ve sivil akademik seviyede hocalar görevlendirilerek, TSK’da sadece değişik branşlarda ihtiyaç duyulan öğrenciler yetiştirmek amaç edinilmiştir.
Bu dönemde laik-seküler eğitim sistemini değiştirecek her hangi bir adım atılmasa da, kurumsal anlamda,ana okul, ilk-orta-lise eğitiminde Kur’an eğitimi ve siyer öğretimi mufredata konularak din karşıtı laik din anlayisina tavır alınmıştır. İmam hatiplerin sayısı, liselerin sayısına yaklaşmış, her ilçede meslek lisesi açılmış, her şehirde en az bir Üniversite kurulmuştur. 2022 tarihi itibarıyla Türkiye’de Üniversite sayısı 200’ü aşmıştır.
Bu arada, ekonomik gelişmeye büyük ağırlık verilmiş, tarımda ve sanayide üretimi artırmaya yönelik devletçe teşvik ve desteklerde bulunulmuş, özellikle savunma sanayinde, yerli hafif ve ağır silah başta, uzun menzilli füzeler, hava savunma sistemleri ve İHA, SİHA, helikopter imalatında ileri adımlar atılmıştır. Öyle ki; Yerli üretimi harp silah ve vasıtaları bakımından, dünyada diğer üretici büyük devletlerle boy ölçüşür duruma gelinmiştir.
Erdoğan dönemi Türkiyesi, kim ne derse desin, emperyalist büyük devletler karşısında, gerek bilim ve teknolojik seviye, gerek ekonomik ve sosyal gelişme bakımından hatırı sayılır bir ülke konumuna gelmiştir. Türkiye, orta doğu başta, bulunduğu bölgedeki diğer ülkeleri cezp etmiş, bir yandan kendisinin kurduğu ‘Türk Devletleri Teşkilatı’ ile Asya’da, diğer yandan ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da söz sahibi lider ülke konumuna gelinmiştir.
M.Kutlu Aytuğ