İslamda ekonomik hayatın dayandığı iki temel kaide vardır.

1.Her şeyin sahibi yüce Allah’tır. Mülk (tabiat kaynakları, insan kaynakları, bilim ve teknoloji, sermaye, teşebbüs gücü, iktidar gücü v.s  iktisadi ve içtimai anlamda; maddi ve manevi her şey) Allah’ın dır.

2.İnsan, gayret ve kabiliyeti ölçüsünde mülk üzerinde, ancak tasarrufta bulunabilir.

Gerçek o ki, mülkün gerçek sahibini bilmeyen insan, her şeyde haddi aşar yani başkalarına zarar verecek şekilde tamah eder, azgınlaşır. Mülkün gerçek sahibini bilerek, gayret ve kabiliyeti ölçüsünde tasarrufta bulunan insan ise, iman sahibi olarak ekonomik hayatın düzenli işleyişinin sigortası olur. Çünkü mülkün gerçek sahibinin yüce Allah olduğu şuurunda olan insan, mü’minliğin ve erdemli olmanın gereği, gayreti ve emeği ölçüsünde helalından kazanmayı,  tasarrufunda bulundurduğu imkanları (sermaye, servet, mal, mülk, makam, mevki v.s)  ölçüsünde;  insanlara maddi ve manevi cihetle faydalı olmayı, huzur, istikrar ve refah odaklı ekonomik hayatın tesisinde üzerine düşeni yapmayı görev addeder.

Kısacası İslamın hedeflediği ekonomik nizam, yozlaşmış Hristiyan batı dünyasının, ne pahasına olursa olsun (insanı kandırma, sömürme, korkutma, eziyet etme de dahil)  karlılığı esas alan, ekonomistlerin libaralist, kapitalist, sosyalist tanımlamalarla ifade ettikleri temelde mataryalist olan nizamlardan faklı, insanın akıl ve ruh sağlığını, helal ölçüleri dikkate alarak, erdemli insanların olduğu toplum yapısını hedefler özelliği haizdir. Bu hedefe ulaşmak üzere gerekli araçlar (sermaye, bilgi ve teknoloji), ya dayanışma ruhu ile temin edilir, ya da başta devlet olmak üzere  zengin bireylerin (kazanç elde edildikten sonra geri ödenmek üzere) desteği ile temin edilir.

Günümüz islam ülkelerinde,  zengin bireylerce destekte bulunma adeti nerdeyse kalkmıştır. Ancak devlet desteği, giderek artan ölçüde devam etmektedir.

Öte yandan tüm dünyada görüldüğü gibi, islam ülkelerinde de, büyük aileler belirli alanlarda ekonomik işletmeler tesis etmektedirler. Ancak bu işletmelerin çoğu kapitalist nizamın gerektirdiği kurallara göre hareket etmekte, dolaysıyla bunlar, toplumsal huzuru, istikrarı ve refahı umursamadan sadece karlılık esaslı faaliyette bulunmakta ve sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket rtmektedirler. Maalesef bu büyük aile şirketleri, içinde bulundukları ülkelerdeki devlet mekanizmasını da kendi emellerine alet etmektedirler.

Esasen çoğu aile şirketleri, birkaç kuşak sonra bilgi ve tecrübeleri yetersiz olan aile fertlerinin yönetimine geçmekte ve bir müddet sonra ama yeterince üretememekten, ama  verimlilik olmadığından, ama başka sebeblerden; ilerleyemez hale gelmekte, nihayetine giderek küçülmekte ve başkalarına devredilmek yada kapıya kilit vurulma durumunda kalınmaktadır.

Aynı şekilde kapitalist kurallara göre tesis edilen ve işletilen ferdi veya çok ortaklı teşebüsler de eğer ki, devlet desteğinden mahrum kalınmışsa, gelişme mümkün olmamakta ve kısa zamanda küçülme olmakta ve nihayetinde batmaktadır.

O nedenle islamın öngördüğü, insan odaklı Kur’ani kuralların esas alındığı ekonomik yapılanma; (zirai, sınai, borsa, bankacılık, pazarlama, turizm v.s, ekonomik her alanda)  insanlığın huzura ve refaha kavuşması için elzemdir. Ancak malum olduğu üzere günümüzde, İslam ülkelerinde bile  böylesi bir ekonomik nizam henüz tesis edilmiş değildir.

Ali Kömürcü