Bilindiği üzere 20.Yüzyıl başlarından itibaren batıdan esen, ideoloji odaklı; dini dışlayıcı ahlaki sorumluluktan uzak sekülerizm rüzgarının tüm dünyayı etkilemesiyle çoğu insanlar, binlerce yıllık birikimin getirdiği dini odaklı örf ve adetlerinden uzaklaşmışlar, modernleşme-çağdaşlaşma adı altında, giderek batının seküler yaşam tarzını benimsemişlerdir. Tabii bu özenmenin sonucu başta toplum ve devlet ilişkileri olmak üzere hayatın her alanında; eskiye nazaran köklü değişmeler olmuştur.

Yüz yıllık gözlemleme ve yapılan araştırmalar ortaya koymuş ki, sekülerizm’in dünya çapında sebep olduğu ahlaki yozlaşma; ferd, aile ve toplum planında insanlığın geleceğine yönelik endişeler doğurmuştur.

Esasen sekülerizmin, pek çok alanda ilmi ve teknolojik gelişmelere sebep olması yanında yaşamayı kolaylaştırması ve toplum fantazilerini ve insanın heva ve hevesini tatmine yönelik olumlu etkilerinin olduğu bir gerçektir. Ne var ki, ben merkezli zihniyet oluşturması yanında laiklik, medeni hukuk, kadın hakları ve hür yaşama örtüsü altında vahyi umursamama yada inkar etme, cinsel cazibenin öne çıkarıldığı çıplaklığı kutsama, örtünmeyi çağ dışı tanımlama; feminizm, transeksuel ve homoseksuel gibi cinsel kişilikle ilgili sapıklıklara geçit verme, insanı erdemli kılan insani değerleri torpillemeye yönelik olumsuz etkilerinin olduğu da açıkça görülmştür. Öte yandan toplumsal barış ve huzuru tesis eden kanun ve kuralların uygulanması yönünden olsun, insani ilişkilerin olumlu istikamette yürütülmesi yönünden olsun, insanlığa hiç bir faydasının olmadığı da görülmektedir. Hatta sekülerizme temayülün olması nispetinde manevi değerlerden geriye dönülemez kopmaların olduğu görülmektedir, Diğer bir ifadeyle seküler hayata intibak etme nispetinde, insanı insan yapan değerler, ölçüler terk edilmekte, insan; nefsi ihtiyaçlarını gidermek, başkalarına zarar vermek pahasına heva ve hevesini tatmin etmek için, maişet peşinde koşan insansı bir varlık hüviyetine bürünmektedir. Ki bu değişimin etkisine girmeyen, fakat durumu yakinen gözlemleyen eğitimciler başta olmak üzere çoğu devlet erki temsilcileri, yerel yöneticier ve toplum önderleri; ister istemez telaş içerisinde bu gidişe karşı bir şeyler yapmak istemektedirler.

Sekülerizme karşı yapılması gereken en öncelikli iş, hayatın her alanında, siyasi kişiliğin ötesinde, örnek denilebilecek üstün ahlaki nitelikleriyle temayüz etmiş gayretli, basiretli, çalışkan, mesleğinde başarılı insanların olmasını sağlayacak bir eğitim sisteminin tesis edilmesi gelmektedir. Ki bu sistemin oluşması halinde ancak yetişkinler, mesleklerini ve işlerini; ister istemez, rol model gördükleri, sorumluluk bilinci yüksek, örnek insanlara özenerek yaparlar. Bu halleriyle de içinde bulundukları toplumun sekülerizme karşı dirençli olmasını sağlarlar. Ki söz konusu örnek insanların yetişmesinde de; gerçek vahiy kaynaklı bilgilerle ve eğitim usulleri ile bu işin üstesinden gelinebilir. Nitekim inanç ve geleneklerine çok sıkı bağlı olmalarına rağmen, 100 yıl önceden bu tehlikeyi gören Japon yöneticiler; inanç ve geleneklerinin, sekülerizme karşı haiz oldukları şintoist inanç sisteminin yetersiz olduğunu görmüşler; fert, aile ve toplum olarak, islam dinin, sekülerizm rüzgarına güçlü bir direnç gösterdiğinin farkına varmışlar ve Japon milletinin inancında, islama yönelik bir dönüşümün olabileceğini düşünmüşlerdir.

Bilindiği üzere Osmanlı devletinin son dönemlerinde (II Abdulhamid Han dönemi), Japon devletinden gönderilen bir heyet vasıtasıyla, ekonomik ve teknik işbirliği tekliflerinde bulunmak yanında, islam dinini de, hakkıyla öğretecek fen alanında yetkin öğretmenler talep etmişler. Ne yazık ki o sıralarda, örnek olabilecek seviyede islamı temsil edecek fen alanında öğretmen henüz yoktu. Avrupa’ya bu konuda tahsile gönderilenler, döndüklerinde değil islamı temsil edecek örneklikte olmak, tersine seküler hayatı benimsemiş, islam odaklı hayata sırtlarını dönen insanlar haline gelmiş, islamı dönüştürme-reforme etme adına ortalıkta gezen, İslami hayatın ve devletin temelini dinamitleyen,  menfi siyasetle hemhal parazitler haline gelmişlerdi. O nedenle Sultan Abdulhamit’in, Japon heyetine verdiği cevap oldukça anlamlıdır. “ İslam dinini hakkıyla öğretecek Fen alanında yetkin öğretmenlerim olsa önce kendi milletim için görevlendirirdim. Maalesef bu isteğinizi karşılamam mümkün değil, size ancak belirli süreliğine istediğiniz alanlarda yetkin teknik elaman gönderebilirim” demiştir.

O dönemlerde başta Almanya olmak üzere Fransa ve İngiltere’ye teknoloji transferi yapmak üzere fen ve tıp tahsili yapmaya gönderilen öğrencilerin çoğu, orada sekülerizm ruzgarına kapılmışlar ve seküler eğitimi benimser halde tahsillerini veya ihtisaslarını tamamlayıp yurda dönmüşler. Bunların seküler hayatı benimsmelerine ne sebep olmuş, denilirse; şüphesiz onlara rol model olan öğretmenlerin sebep olduğu söylenebilir.

Evet, öğretmenler; seküler hayatın temsilcisi gibi görev yaptıklarında, o yönde cazibe olmakta ve ister istemez öğrenciler bu durumdan etkilenmektedir. Sonuçta değil dini ve imani değerlere sahip çıkılması, ahlaki seciye denilen insani sorumluluklar dahi önemsenmemektedir.

20. Yüzyılda, Avrupa’ya gidip sekülerizmin kurbanları olan fen ve tıp ihtisası gören öğrenciler ile ülkemizdeki yüksek okullarda görevli sekülerizmi temsil eden Alman, Fransız ve İngiliz fen ve tıp öğretmenlerinden ders alan müslüman öğrenciler öylesine sapıtmışlardır, ki seküler hayatı yaşamaları bir tarafa, her alanda kısa zamanda teşkilatlanıp, hürriyet perdesi altında ihtilalle devleti ele geçirmişler ve benimsedikleri sekülerizmi, devlet yönetici ve idaerecileri üzerinden Osmanli ülkesinin her yanına yayma çabası içerisine girmişlerdir. Sonunda da koskoca Osmanlı devletini yıkmışlardır. Bu kadrolar, Cumhuriyet rejiminin kurulması sonrasında da, tüm devlet okullarında seküler eğitimi yaygınlaştırmışlardır. Kendilerinin uzun süre iktidarda kalacağını sanan bu kadrolar, öylesine bir sapkinliga düşmuslardir, ki eğitim sisteminin odagını ve şartlarıni değiştirmekle, Müslüman gençliğin, yetiskinlerin ve halkin kolayca istedikleri yola gireceklerini sanmışlardır. Ancak islam dininin ne derece dirençli olduğunu düşünemediklerinden hesapları tutmamıştır. Onlarca Allah dostu zatın gayret ve çalışmaları karşısında istenen başarıya ulaşamamıslardır. Allah’ın isminin anılmadığı ders kitaplarıyla gündüz yapılan sekuler resmi eğitim, İslamın kaleleri hükmündeki halk mekteplerinin yani tarikatler ve cemeatlerin, akşamları evlerde icra ettikleri dini zikir, kur’an ve iman dersleriyle seküler eğitim tassih edilmiş (mesleki bilgiler dışındaki felsefi ve ideolojik bilgilere itibar edilmemiş) ve her daim ve her yerde güçlü direnç gosterilmistir. Ki bu direnci göstermeyip, yapılan tassihe talip olmayanlar, seküler hayatın cazibesine kapılanlar, akıl ve gönüllerini din iman odaklı tassih edici eğitime kapatanlar; elbette ki, dünyanın geçici nimetlerinden fazlasıyla istifade etmislerdir, ancak ne yazık ki, ahiret hesabına hiçbir şey kazanamadan terk-i dünya etmişlerdir.  

Gerçek o ki, öylesi  insanlar bugün de vardır. Ancak bu insanların nispeti giderek azalmaktdır.

Kisacasi sekuler eğitim ve seküler hayat, insanlığı felakete götüren bir egilmdir. O nedenle sekuler hayatı sergileyenler, ne kadar iyi öğretmenlik yapma kaabiliyet ve kapasiteye sahip olursa olsun;  öğrencilerle muhatap edilmemelidir.  Bu insanlara, her türlü meslekte iş yapabilirler, ancak gelecek nesilleri dinden imandan, vicdani ve ahlaki değerlerden uzaklaştıracak seküler yaşama köprü vazifesi olabilecek öğretmenlik görevi verilmemelidir.

Bu duruma karşın da, meslek eğitimi başta olmak üzere hangi konuda eğitim verilirse verilsin, öğrencilere örnek olabilecek seviyede islamı temsil edecek özellikte öğretmenler yetiştirilip, görevlendirilmeleri gerekir.

Ali Kömürcü