Türkiye’de Anayasa sorunu ve Nizam-ı Alem’in Temel Esasları
Büyük Devletlerin ekonomisi genel olarak o devletin öne çıkan kimliği gibi görülmektedir. Hatta günümüz devletlerinin güç derecesini ekonomisi ile açıklamak artık alışkanlık haline gelmiştir. Her ne kadar liberal, kapitalist dünya düzeni içinde başka bir şekilde devletlerin gücüne bakmak aslında anlamsız gibi gelsede, yine de her devlet; tümüyle siyasal bir yapı olarak gorulmelidir.
Siyasal yapilarda yani devletin işleyişinde; Anayasa ve yasalar olmazsa olmaz denecek kadar önemlidir.
Devleti şekillendiren hatta büyümesini sağlayan; en geniş tabirle devletin kendi kimliği olarak özetleyebileceğimiz kurallara Anayasa diyoruz. Anayasalar; devletin birincil kuvvette kurallarından meydana gelir. Bu üstün nitelikte kurallar; devletin ve içinde yaşayan toplumun karşısında çok daha değerli bir statüye oturmaktadır. Bunun anlamı şudur; devlet somut bir olay karşısında bir bireyden rahatlıkla vazgeçebilmekte ama asla kendisini devlet haline getiren; hatta toplumun yaşamasının sırrı olan bu kurallardan hiçbir zaman vazgeçmemektedir. Bu durum, tabii ki devletin üstün nitelikte görüldüğü; insanın ikinci plana itildiği anlamına gelmez. Çünkü modern devlet anlayışı içinde de bu siyasi-sosyolojik gerçek, yasa ve anayasa kavramlarının, devletin temel ilkelerini oluşturdugunu göstermektedir. Tarihte batılı devletlerin 18-19’uncu yüzyıllardan sonra yasaları anlamaya başladıklarını hatırlayalım; aynı süreç içinde bu devletlerin büyük devlet haline geldiği de görülür. Zira batıda hukuk devleti süreci 18.yy’dan itibaren belirmeye başlamıştır. Dünya Devletlerinin büyük bir kısmı, yasalarla yönetilen devletlerin ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladıktan sonradır ki, güç oluşturmaya ve güçlenmeye başladılar. Ki bunun sonucu daha merkeziyetçi bir yapıya büründüler ve sınırları içinde yaşayan toplumları daha iyi yönetmeye başladıklarını gördüler. Bu nedenle Anayasa kavramı, devletin birincil yasası olmaktan çok daha fazlasını ifade etmektedir.
Bilindiği gibi mevcut Anayasamız; 1980 yılında Türkiye Cumhuriyetini ihtilal ile ele geçiren Kenan Evren’in başını çektiği kurucu meclis tarafından hazırlanmış olup, esasen baskıcı bir anlayışın ürünüdür. 1982 yılında kabul edilen bu Anayasa aynı anda Kenan Evren’inde Cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır. Ki özellikle referanduma sunuş şekli ile olsun, muhtevasindai baskıcı anlayışla olsun, bu anayasada yanlisligin ve eksikliğin oldugunu göstermektedir. Aslında dünyada örneği olmayan, Türk Halkı’nın oylarıyla bir Anayasa istenirken; gerçekte Anayasa hazirlanmasi ihtiyaç olarak değil, istenmeyen bir adamın, tepeye oturmasına bahane edilmistir. Kısacası bu Anayasa’nın ülkenin ihtiyaçlarından çok uzak olduğu bir yana maalesef; daha önce Cumhurbaşkanın seçilememesi sebebiyle, dünyada görülmemiş bir usulle askeri vesayeti pekiştiren bir Anayasa olarak hazırlanip, halka sunulmuş ve halk da bir an önce askeri vesayetin kalkmasi umuduyla kabul etmiştir.
Kısacası; yapılan Anayasa Türk halkı için ve Türkiye Cumhuriyeti için hazırlanmamıştır. Bu Anayasa mevcut İhtilal Reisi’ni Cumhurbaşkanı yapmayı ve askeri vesayetin pekişmesini amaç edindiğinden, eksik ve kusurlu bir anayasa olmuştur.
Bu görünen gerçekten hareketle belli bir zihniyeti korumak için yapıldığını söylemek te, aynı zihniyetin savunucuları haricinde her kesimden destek görecek bir ifadedir.
Cumhuriyetin, neden uzunca yıllar gelişemediği, neden bu kadar çok sorunlar yaşandığı, neden sık sık darbeler yaşandığı; evrensel hareketler içinde niçin etkin rol alınamadığı gibi birçok sorunun muhatabı olarak tabi ki bu Anayasadir, denilebilir. Bilindiği üzere, bu Anayasa da, bazı maddelerin asla değiştirilemez olduğu ifadesi yanında kendisini birincil güç olarak ifade etmesi de; temelde her türlü sorunun muhatabı olduğunu gostermektedir. O halde Cumhuriyetin güçlü olup olamamasıyla ilgili temel sorun, Anayasamızdır, demek yanlış olmasa gerektir.
1982 Anayasasının noksanlıklarının ve kusurlarının giderilmesi için daha sonraki hükümetler tarafından, güya şartların değişmesi dolaysıyla birkaç kez düzeltilmesi cihetine gidilmişse de ve de yeni hükümler ilave edilmiş ise de, bir türlü toplumun tümünü kapsayacak, ülkenin önünü açacak özelliğe kavuşmamıştır.Bu tespit, elbette Anayasa’nın sorun üretmek üzere oluşturulduğu anlamına gelmemelidir. Yani Anayasa hazırlanırken mevcut şartlar ve dünya ahvali düşünülmeden; hatta değil tüm ülkenin, Ankara’nın bile sınırlarından daha ötesini göremeyecek şekilde oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Oysa ki tarihte Türk Devletlerinin kurucusu durumunda olan yazılı olmayan (İngiltere ‘de ki gibi) Töreler-Anayasalar, değil bir devletin temel esaslarını, Nizam-ı Alem için de çok faydalı olabilen, pek çok sorunu çözebilen yasalardı. Ki bu yasalar her alanda güçlü bir idareyi, siyasi yöneticilere sunabiliyordu.
Nitekim cihan imparotorlukları oluşmadan önce tesis edilmiş Türk devletlerinin, anayasa hükmünde hazırladıkları yasalara (Selçuklu devleti Nizamulmülk tarafından hazırlanan temel yasalar ve Osmanlı devleti kuruluş yasaları) bakıldığında; tamamiyle manevi ve milli değerlere göre hazırlanmış uzun ömürlü yasalar olduğu ve uygulandıkları dönemlerde, devletin ve halkın en güçlü ve parlak zamanlar yaşadığı görülür. Aksine milli ve manevi değerlerden sapmış temel yasaların uygulandığı dönemlere bakılduğında, bu yasaların (Kanuni dönemi temel yasaları, tanzimat dönemi yasaları, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemi temel yasaların) çok kısa ömürlerinin olduğu ve bu yasalara istinat ederek yönetilen devletin, giderek zayıfladığı ve halkının da giderek fakirleştiği görülür.
Müslüman Türk toplumunun ruhuna ve yaşam şartlarına uygun bir anayasanın hazırlanmasında, temel esaslar itibarıyla hangi hükümlere-kurallara yer verilmesi gerektiğini, günümüz şartlarıyla birlikte Türk tarihini bütün olarak değerlendirmek suretiyle belirleyebiliriz, ki temel esaslar itibarıyla yeniden hazırlanacak Anayasa;
Din ve ahlak kurallarından kaynaklanan sağlam-mantıki kanunları, disiplinli bir idare tarzını, temel hak ve hürriyeti esas alan koruyucu ve güven verici adalet mekanizmasını, ilmi ve teknik gelişmeyi ve de insan kabiliyetine göre gelişen (dinamik) içtimai yapıyı oluşturacak özellikte olması gerekir. Bu temel esaslari daha da açacak olursak;
1.Din ve Ahlak Kurallarından Maksad; İlahi emir ve yasaklardır. Ayrıca sünnet denilen insanı fazilete götüren öğütler,pratikler (yaşama tarzı) ve bunlara ait içtihatlarda aynı maksat çerçevesine girer. İşte bu bilgilerden, pratiklerden ve içtihatlardan devşirilen hükümlere kanun denilmektedir. Din ve Ahlak kuralları mutlak (Değişmez) özelliktedir. Kanunlar ise zamana, şartlara ve ihtiyaçlara göre değişebilir.
2. Disiplinli ve Merkeziyetçi Bir İdare Tarzından Maksat; Yüce Yaradanın yer yüzüne, insanlığa vermiş olduğu sorumluluğun (Halifelik Emaneti), diğer bir ifade ile yüce Allah adına hakimiyetin, tek elden kullanılması (Başkanlık sistemi) şeklide bir devlet yönetimidir. Ki böyle bir idare tarzı ile ancak layıkı veçhile sorumluluklar yerine getirebilir. Sorumluluklar da iki grubta toplanabilir.
- Yüce Yaratıcıya (Hakka) karşı sorumluluklar. Devlet Başkanının ve meclisin, ilahi emir ve yasaklara uygun hareket etmesi sorumluluğudur. Ki söz konusu bu emir ve yasaklara uygun kanunların çıkartılması ve bunlara göre devletin yönetilmesi, bu sorumluluk çerçevesindedir.
- Başkanın ve meclisin, halka; refah, huzur ve saadet sağlama sorumluluğudur. Ki bu sorumluluk, doğrudan devlet vasıtasıyla halkın istifadesine sunulmak üzere alt yapı hizmetlerinde bulunulması ve halkın can, namus va mal güvenliğinin sağlanması, mal ve hizmet üretiminin ve verimliliğin artırılması veya indirek olarak vakıf, dernek vb. hayır kurumları vasıtasıyla (halkın organize edilmesi ile) toplumda dayanışma ve yardımlaşma sağlanması da (kamu yararına tesis edilen alt ve üst yapı hizmetleri) bu sorumluluk çerçevesine girer.
3. Koruyucu ve Güven Verici Adalet Mekanizmasından Maksat; Her kim olursa olsun (Kadın, Erkek, Müslim, Gayrimüslim, Zengin, Fakir), kanun karşısında aynı haklara sahip olmasıdır. Ceza ve Mükafatlar, bu haklar çerçevesinde tayin edilir. Kanun hakimiyetine dayalı adalet müessesesi önünde, herkesin boynu kıldan incedir. Nitekim Türk tarihi, mahkemeler karşısında ifade veren haksız olduğunu kabul eden devlet başkanlan, halife ve hükümdarlarla doludur. şüphesiz adalet ilkesi yanında eşitlik ilkesi (kanun karşısında her kesin eşit olması, hiç kimsenin özel muamele görmemesi) ile hürriyet ilkesinin (toplum içinde fitne fesat çıkarmamak, başkalarına maddi ve manevi zarar vermemek şartıyla hürlük-serbestlik) var olmaması düşünülemez.
4.İlim ve Tekniğe ve de İnsan Kabiliyetlerine Göre Gelişen Dinamik İçtimai Yapıdan Maksad; Herkesin mahdut kaynaklar ve ihtiyaçlar karşısında (kaabiliyet ve liyakatlerine göre) istediği herhangi bir mesleği seçme hürriyetine, ve her türlü ilmi ve teknik araştırma yapabilme imkanına sahip olunması ve toplumda işbölümü ve yardımlaşmaya dayanan bir meslek yapılaşmanın olmasıdır. Dinamik toplumlarda genel olarak meslekler dört grupta toplanmaktadır.
- İdareciler, Eğitimciler ve araştırmacılar grubu, Devlet Başkanı, Askeri ve Sivil Yöneticilerle, İlmi ve teknik Eğitimci ve araştırmacılar.
- Serbest Meslek Sahipleri Grubu, Müstakilen kendi adlarına iş yapan Tüccar, Esnaf ve Zanaatkarlar ile Doktor, Mühendis, Mimar vb. iş adamları ve iş veren vekilleri, Avukatlar.
- Çiftçiler grubu Toprak veya sürü sahibi köy ve köylü kesiminden teşekkül eder.
- Hizmetliler grubu, bir ücret veya menfaat karşılığı başkasının maiyetinde çalışan hizmet veya eğitim gören mukaveleli, mukavelesiz memur, işçi, öğrenci, asker vb. görevlilerden meydana gelir. Hürriyetleri kısmen veya tamamen kısıtlanmış olan bu gruba mensub insanlar, günümüzde, insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde (Bir ücret veya menfaat karşılığı) hizmet veya görev yapmaktadır.
Bu meslek gruplarından birisine verilen ağırlık, özellikle ihtiyaçlar ve kaynaklar arasındaki dengenin sağlanamaması bakımından önem taşır. Yani içtimai yapı, zaman ve şartlara bağlı olarak, bazen çiftçiler, bazen hizmetliler bazen serbest çalışanlar lehine değişebilir. İdareciler, eğiticiler ve araştırmacılar çok zor safhalardan geçtiklerinden ve seçilmiş elit insanlar olduklarından diğer meslek grublarına göre her zaman azınlıktadır.
Sonuç olarak, her toplum-her millet, kendi muhit ve şartlarına göre (özellikle içtimai ve ekonomik şartlar) yönetilmek ve kendi manevi ve milli değerlerini gözeterek kanunlar hazırlamak durumundadır. Ki devletin yönetim araçları olan kurumları, hazırlanan anayasaya göre oluşmaktadır.
Eğer ki, hazırlanan Anayasa, içtimai ve ekonomik şartlar ile manevi ve milli değerler gözetilmeden hazırlanmışsa, elbette o kusurlu anayasaya göre devletin yönetim araçları, topluma faydalı hizmetler üretemez.
O nedenle hazırlanacak Anayasalar, ait oldukları toplumlar ve devletler için değil sık sık değiştirilmek zorunda kanunlar olarak yapılması, her çağın ihtiyaçlarına (siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik, kültürel v.b alanlarda) cevap verebilecek kanunlar olarak yapılması icap etmektedir.
A.K